Uluslararası Ehl-i Beyt (a.s) Haber Ajansı – ABNA:
Allah’a
yakınlaşma yolları insanların nefisleri sayısıncadır. Bu yüzden
insanlardan her biri için bütün insanların sayısınca yollar vardır.
Dolayısıyla bütün her şeyi kaplamış olan bu ilahi rahmetten mahrum kalan
kimse zavallı kimsedir.
Bütün bu yollardan en kolayı ve en
faydalı sonuçlar veren yol ise Allah hakkında hüsn-ü zan içinde
olmaktır. Zira Allah’ın insanlara davranışı, onların kendisi hakkındaki
zanları ile uyum içindedir. Eğer kul Allah’a hüsn-ü zan içinde olursa
hayır ve iyilik mükâfatını elde eder. Eğer su-i zanda bulunursa, o zaman
da kötü bir sonuç elde eder.
Ne yazık ki insanlar nefis ve
şeytanın aldatması neticesinde Allah hakkında su-i zan içine girmeye
adet edinmişlerdir. Bela ve musibetlerin alametlerini görür görmez,
hemen ümitsizliğe kapılarak kötü düşünmeye başlamakta ve buna yakin
etmeye başlamaktadır. Kaçındıkları kötü etkileri de kendilerine geri
dönmektedir. Bu tür kötü düşünceler, Allah’a su-i zanda bulunmanın
nişanesidir. Bu su-i zan ise, Allah’ın kuluna kötü zannı gereğince
davranmasına ortam sağlamaktadır. Meğer ki Allah’ın affına uğramış
olsun. Resul-i Ekrem (s.a.a) iyimserliği seviyor, kötümserlikten nefret
ediyordu. Revze-i Kafi’de yer alan bir rivayet esasınca da kötümserliğin
etkileri, insanın inançlarıyla uyum içindedir. Eğer insan bir musibeti
zor ve kesin gerçekleşecek bir olay olarak görecek olursa, gerçekten de o
kendisine zor ve çetin gelecektir. Ama o musibeti hafif görür ve
itinasız davranırsa, bu durumda şiddet ve zorluk görmeyecektir. Bu
yüzden Ehl-i Beyt taraftarı olan müminler Allah hakkında hüsn-ü zan
içinde olmaya kendilerini alıştırmalı ve az işleri karşısında Allah
tarafından büyük bir lütuf ve nimet ile ödüllendireceğini ümit
etmelidir.
Allah-u Teala kulların değersiz amelleri karşısında
birçok ödüller verir. Sen Allah’tan ne kadar ümitli olursan Allah ondan
daha yücedir. Zira senin zannının bir sonu vardır. Ama Allah’ın lütuf ve
kereminin sonu yoktur. Allah sana, senin zannının yanında olduğunu
bildirmiştir. Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) ise şöyle buyurmuştur: “Her
kim sana karşı iyi bir zanda bulunacak olursa, sen zannını
doğrulayarak, senin hakkındaki zannı esasında ona davran.”
Büyük
Allah insanlardan velilerinin diliyle kendi hakkında başkalarının hüsn-ü
zanda bulunmasını onaylamasını istediğine göre, şimdi kendisi bu işe
daha layıktır. Hatta bundan da öte rivayetlerden şöyle anlaşılmaktadır:
“Allah-u Teala her şeye (sadece kendisine değil) hüsn-ü zanda bulunmayı
onaylamış ve işi de kendisine hüsn-ü zanda bulunması esasınca
yürütmektedir.”
Adeta böyle bir hüsn-i zan, Allah’a hüsn-ü zanda
bulunmanın örneklerinden biridir. Zira bütün hayırların Allah-u
Teala’dan olduğu düşünülecek olursa bir şahıs hakkında yapılan hüsn-ü
zan da Hak Teala’nın o hayrı hüsn-ü zanda bulunduğu kimseye verdiği
anlamına gelmektedir. Bu anlam açık bir şekilde rivayetlerde de yer
almıştır. Örneğin: “Her kim bir taşa dahi hüsn-ü zanda bulunacak olursa
Allah onda bir sır karar kılar.” Ravi şaşırarak, “Taşa mı?” diye
sorunca, İmam şöyle buyurmuştur: “Hacer’ul Esved’i görmüyor musun?”
Buradan
da anlaşıldığı üzere Allah-u Teala müminlerin birbirleri hakkındaki
hüsn-ü zannını da onaylamıştır ve de onu gerçekleştirecektir. Bu
onayladığı hususlardan biri de bir ölüden hayır ve iyilik dışında bir
şey görmediğine dair şahadette bulunan kimseleri onaylamasıdır. Onlar bu
tanıklıklarıyla sadece hüsn-ü zanda bulunduklarını ilan etmekle
kalmamış ve ondan hayır dışında bir şey görmediklerini de dile
getirmişlerdir. Bir hadiste şöyle yer almıştır: “Allah onların
tanıklığını reva görmüştür ve dolayısıyla da şahadette bulunanlara ve
hakeza dünyadan göçen kimseye bu tanıklık sebebiyle hayırlı mükâfat
verecektir.”
Bu esas üzere hüsn-ü zan, Allah’ın hem hüsn-ü zanda
bulunan şahsa ve hem de kendisine hüsn-ü zan’da bulunulan kimseye o
hüsn-ü zannı gerçekleştirmeye neden olmaktadır. Meğerki ikinci şahıs
hakkında bunun gerçekleşmesine engel olan güçlü bir engel ortaya çıksın.
Bu durumda ise, Allah onu sadece hüsn-ü zanda bulunan kimse hakkında
icra eder. Nitekim bazı rivayetlerde şöyle okumaktayız: “Bir şahıs,
herhangi bir şahsa iyi olduğunu sandığı için ikramda bulunacak olursa,
Allah bu sebeple onu cennete sokar. Her ne kadar ilahi ilimde o ikram
edilen şahıs cehennem ehli olsa da.”
Burada hüsn-ü zannın icra
edilmesinin engeli sadece zanlı hakkında söz konusudur. Bu esas üzere
Allah, sadece zan eden kimse hakkında bu hüsn-ü zannı
gerçekleştirmiştir.
Velhasıl her kim, bu ilahi emirle, yani iman
kardeşlerine oranla hüsn-ü zanda bulunmakla amel edecek olursa, asla
ümitsiz geri dönmez. Zira ya bu kimsenin zannı onaylanır ve ilahi rahmet
esasınca gerçekler, onun zannettiği gibi olur veya en azından bu zannı
kendisi hakkında icra edilir. Bu durumda ise zannının gerçeklerle
uyuşmamasının kendisine hiçbir zararı olmayacaktır.
Bu müminlere
hüsn-ü zanda bulunmanın büyük bir kapısı konumundadır. Hatta cemaat
namazının kabulü de bu esas üzeredir. Zira namaz kılan kimseler, cemaat
namazında imama hüsn-ü zanda bulunmaktadırlar. Bu yüzden de onu
kendileri ile Allah arasında vasıta karar kılmışlardır. O halde, Allah
da onların isteğine icabet eder ve cemaat imamına duyulan hüsn-ü zan
vasıtasıyla hepsinin namazını kabul eder. Aynı şekilde müminin yediği
bir yiyeceğinden teberrük niyetiyle istifade eden veya herhangi bir
niyetle zemzem suyunu içen kimse hakkında da aynı gerçek söz konusudur.
Nitekim Şehid-i Evvel ve Şehid-i Sani (r.a) gibi büyüklerin de
belirttiği gibi bazı kimseler, dini ve dünyevi amaçlarına ulaşmak için
bu zemzem suyundan içmişler ve hedefine ulaşmışlardır. Velhasıl hüsn-ü
zan hakkındaki nasibini elde et. Nitekim bazı dualarda rızık olarak
Allah’tan şöyle istenmiştir: “Ey Allah’ım! Bizi senin hakkında yakin ve
hüsn-i zanda bulunmakla rızıklandır.”
Bundan da öte bazı
rivayetlerde yer aldığına göre Allah hakkında hüsn-ü zanda bulunma
iddiasını, her ne kadar yalan da olsa Allah kabullenmektedir. Nitekim
İmam Sadık’tan (a.s) şöyle nakledilmiştir: “Kıyamet günü ilahi adalet
mahkemesinde bir şahıs hazır bulundurulur ve ardından cehenneme atılması
söylenir. Bu durumda o şahıs Allah’a yönelir. Allah şöyle buyurur: “Onu
geri çeviriniz” Bunun üzerine ona şöyle hitap edilir: “Ey kulum! Hangi
sebeple bana teveccüh ettin?” O şöyle der: “Ey Rabbim! Ben senin
hakkında böyle bir zanna sahip değildim.” Azameti yüce Allah ona şöyle
buyurur: “Senin zannın neydi?” Günahkâr insan şöyle der: “Beni
bağışlayacağını ve rahmetin vasıtanla bana yer vereceğini sanıyordum.”
Bunun üzerine yüce Allah şöyle buyurur: “Ey meleklerim! İzzet ve
celalime, nimetlerime, imtihanlarıma ve yüce makamıma andolsun ki o
benim hakkımda asla hüsn-i zan içinde değildi. Eğer bir an bana hüsn-ü
zanda bulunmuş olsaydı, onu ateşten korkutmazdım. Onun yalanını kabul
ediniz ve onu cennete geri çeviriniz.”
Bu hadise dikkat et. Bu
durumda nitelendirilmesi imkânsız olan bir çok gerçekleri elde
edeceksin. Bu ve benzeri hadisleri dikkatle inceleyecek olursan, şu
anlama kesin bir şekilde ulaşırsın ki ilahi nimetler hakkındaki arzu ve
zanlarımız, Allah’a hüsn-ü zan derecesinde yer almaktadır. Her ne kadar
gerçekten onun örneği olmasa da bu böyledir. Onun mecazi bireylerinden
biri sayılır. Bildiğin gibi Allah onu kabullenir ve onunla gerçek
bireyler esasınca muamele eder. Allah’ın dünya ve ahiretteki hükmü
birdir. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulmuştur: “Rahmanın yaratışında
aykırılık göremezsin.”[1]Hüsn-ü zan insanın kendisini güvende
hissetmesine ve çabadan geri kalmasına özür olarak da Allah’a hüsn-ü
zanda bulunmasını göstermesine neden olmamaktadır. Aksi takdirde bu da
lanetli şeytanın hilelerinden biridir. Allah Peygamber (s.a.a) ve
değerli Ehl-i Beyt’i (a.s) hürmetine bizi ve bütün müminleri bu
kötülükten korusun. Dolayısıyla mutlaka ilahi nimetlere rağbet ve istek
içinde olman gerekir. İlahi nimetlerle kaynaşan bir kimse, bu nimetlere
ulaşmaya çalışır. Bütün zorluklar kendisine kolaylaşır. Zira ne
istediğini bilen bir kimse, istediği şey yolunda mal ve canını feda
etmekten geri kalmaz. Bütün işler ona kolaylaşır. İmam Rıza’dan (a.s)
şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Allah Davud’a şöyle buyurdu: “Kulum iyi
bir işle yanıma gelir ve ben de o amel sebebiyle kendisini cennete
koyarım.” Davut şöyle dedi: “Ey Allah’ım! O iyi amel nedir?” Allah şöyle
buyurdu: “Yarım hurmayla da olsa müminin bir işini halletmektir.” Davut
(a.s) bunun üzerine şöyle dedi: “Seni tanıyan bir kimse, hiçbir zaman
senden ümitsiz dönmemiştir.”
Dolayısıyla gökler ve yer kadar olan
azamet dolu cennetini Allah yarım hurma karşılığında kuluna
vermektedir. Bazı rivayetlerde yer aldığına göre ise, Allah yarım hurma
nedeniyle kulunu cennete sokmaktadır. Şimdi Allah aşkına söyle bakalım,
bir an olsun bu yüce Allah ile muamele etmekten kaçınmak ve gaflete
dalmak doğru mudur? Gerçekten de bu muameleyi hangi şeyle değiştirmek
doğrudur? Bir anlık Allah’tan gaflet sebebiyle insanın kaybettiği
şeyleri neyle telafi etmek mümkündür? Heyhat! Böyle bir kimse öyle bir
şey kaybetmiştir ki hiçbir şey onun yerini alamaz. Telafi edilmesi
mümkün olmayan bir zarara uğramıştır. Bu yüzden ve Hak Teala’nın mümin
kulları hakkındaki şefkat ve merhameti sebebiyle bu nurlu dinde
müminlerin duruş ve hareketleri için bir çok sevaplar takdir edilmiştir.
Nitekim İmam Zeyn’ül- Abidin (a.s) taraftarlarına şöyle dua etmelerini
önermiştir: “Ey Allah’ım! Kalbimizin işitilmeyen seslerini,
organlarımızın hareketlerini gözlerimizin gizli bakışlarını ve
dillerimizin hareketini, senin sevabına ulaştıran bir yolda karar kıl.”
Başka bir duada ise şöyle buyurmuştur: “Senden gaflet anında ortaya çıkan her lezzet sebebiyle senden bağışlanma dilerim.”
O
halde münezzeh olan Allah’ın mümin kulundan istediği şey, bir an olsun
kendisiyle muameleden gaflet sebebiyle telafi edilmesi mümkün olmayan
bir zarara uğramaktan kaçınmasıdır.
Bu yüzden Allah kendisine
ulaşma yollarını nefisler sayısında karar kılmıştır. Öyle ki: “Allah su
içerken Hüseyin’i (a.s) hatırlayan ve katillerine lanet eden kimseye yüz
bin iyilik yazar. Onun yüz bin kötülüğünü siler, onu yüz bin derece
yükseltir ve onu yüz bir köle azat etmiş gibi kılar ve Allah onu ferah
bir kalple haşreder.”
Acaba bunca bağışlama sahibi olan mutlak
ihtiyaçsız Allah tümüyle ihtiyaç içinde olan kulunun bir an olsun zarar
etmesini ve gaflet içinde geçirmesini uygun görür mü? Asla! Dolayısıyla
Allah miskin olan kulundan kendisine yönelmesini istemektedir. Zira var
olan her hayır Allah katındadır. Bütün şerafet ve üstünlükler Allah’a
yönelişte gizlidir. Kul Allah’a yönelince Hak Teala da ona yönelir.
İhsan ve keremiyle onunla muamelede bulunur ve varlık keremi gereğince
ona hidayette bulunur. Kulun bütün hareket, duruş, uyku ve uyanıklık
halinde Rabbinin rızasını göz önünde bulundurmasını sağlar. İmam
Bakır’dan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: “Allah Davud’a (a.s) şöyle
vahyetmiştir: “Seni takip eden kimselere de ki: “Herkim bana itaatle
emredildiğinde bana itaat edecek olursa, ben de ona itaat etmeyi gerekli
görürüm ve kendime itaatte ona yardımcı olurum. Benden bir şey isterse
ona veririm. Beni çağırırsa ona icabet ederim, bana sığınırsa ona
sığınak veririm. Eğer benden bir istekte bulunursa, onu ihtiyaçsız
kılarım. Eğer bana tevekkülde bulunursa, onu çirkinliklerinin ötesinde
korurum. Eğer bütün varlıklar onun aleyhine komplo düzenleyecek olsalar,
ben onu desteklerim.”
Allah’ın bu rahmet ve şefkati bile miskin
kulunu faydasız işleye yönelmekten alı koyar, nerde kaldı ki zararlı
işlere yöneltsin! Bazı kutsi rivayetlerde el-Cevahir’us Seniye kitabında
belirtildiği esasınca şöyle yer almıştır: “Eğer kalbinde katılık,
bedeninde hastalık, varlığında yokluk ve rızkında bir mahrumiyet görecek
olursan, bil ki seninle ilgili olmayan bir şeyi dile getirmişsindir.”
Yani
faydasız bir laf etmiştir; nerde kaldı ki haram olan bir söz söylemiş
olsun! Anlaşıldığı üzere boş konuşmanın insana verdiği zarar, her şeyden
daha fazladır. Zira zehir sonunda bedeni etkilemektedir ve insanın
zahiri ölümüyle sonuçlanmaktadır. Ama boş söz söylemek beden hastalığına
ve kalp katılığına sebep olmaktan da öte, maldan eksikliğe ve rızıktan
mahrumiyete sebep olmaktadır. Dolayısıyla merhamet sahibi olan Allah
insanın kendisini bu büyük helak edici tehlikeye atmasına hiç rızayet
gösterir mi? Nitekim rivayette şöyle yer almıştır: “Münezzeh olan Allah,
yersiz konuşmada olduğu gibi kulunu yersiz ve faydasız bir bakış
sebebiyle bile sorguya çekecektir.”
Allah, kulunun bir tek
bakışının dahi faydasız olmasını istememektedir. Bu yüzden Allah alimin
yüzüne bakmayı, Kabe’ye bakmayı, Resulullah’ın (s.a.a) evlatlarına
bakmayı ve aynı şekilde Allah’ın yaratıklarına ibret gözüyle bakmayı
ibadet kılmıştır, hem de ne büyük ibadet! Allah bir saat düşünmeyi
altmış yıl ibadete denk kılmıştır.”Nereye yönelirseniz, Allah’ın veçhi
(zatı) oradadır.”[2]
İmam Sadık’tan, o da değerli babalarından
(a.s) nakledildiği üzere Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Allah-u Teala Davud’a (a.s) şöyle vahyetmiştir: “Güneş karşısında
oturandan nurunu esirgemediği gibi benim rahmetim de yolunda karar
kılandan asla esirgenmez. Su-i zanda bulunmayan bir kimseye, su-i zan
hiçbir zarar veremez. Su-i zanda bulunan ve (kötü olayların beklenti
içinde) karamsar olan kimseler, fitnelerden kurtulamazlar.”
Bu
ilahi beyan bizim söylediklerimizin canlı bir kanıtıdır. Karamsar olan
bir kimse, Allah’a su-i zanda bulunduğu sebebiyle musibetten asla
kurtulamaz ve helak yoluna girmiş olur. Ama Allah’a hüsn-ü zanda
bulunduğu için iyimser olan bir kimseye, iyimser olduğu şeyler zarar
vermediği gibi hüsn-ü zannın bereketiyle de Allah ondan her türlü belayı
savurur. Ehl-i Beyt’in (a.s) rivayetlerine sarılarak Allah’ın özel
rahmetine giren ve onların yolunda yürüyen bir kimse, asla baskı altında
kalmaz. Aksine sürekli genişlik içinde olur. Her birinden bin kapı
açılan kapılar yüzüne açılır. Sonunda ilim ve marifet nuruyla, “göğüs
genişliği” makamına erişir. Bu da çok büyük bir makamdır. Nitekim yüce
Allah, Peygamberini bu sıfatla övmüş ve şöyle buyurmuştur: “Senin için
göğsünü genişletmedik mi?”[3]
Eğer Allah kuluna lütfedip de onu
bu makama ulaştıracak olursa, kul dünya ve ahiret belalarından arınmış
bir makama ulaşır. Şu anlamda ki eğer bir hastalığa yakalanacak olursa,
başkalarına göre hastalık her ne kadar musibet olsa da onun gözünde en
büyük lezzetlerden ve ilahi nimetlerden biri haline gelir. Zira Allah,
ona bu şeylerin Hak Teala’nın rızasına ulaşma sebebi olacağını ve bütün
bunlardan yüce makamlara ulaşmayı talep etmesini öğretmiştir. Bu yüzden
de Kerbela olayında musibet zorlaştıkça İmam Hüseyin’in (a.s) bazı
dostlarının yüzü daha da bir açılıyor, ruhları sevinç ve mutluluk ile
doluyordu. Yüce Allah bizlere ve sizlere bu makamları nasip etsin. Makam
düşkünleri nerede bu lezzetler nerede? Allah bize yeter, Allah güzel
bir vekildir, güzel bir mevladır ve güzel bir yardımcıdır.
Ayetullah Cevadi Amuli
---------------------------------------
[1] Mülk suresi, 3. ayet
[2] Bakara suresi, 115. ayet
[3] İnşirah suresi, 1. ayet
3 Nisan 2024 - 13:12
News ID: 1448701

Allah’a yakınlaşma yolları insanların nefisleri sayısıncadır. Bu yüzden insanlardan her biri için bütün insanların sayısınca yollar vardır. Dolayısıyla bütün her şeyi kaplamış olan bu ilahi rahmetten mahrum kalan kimse zavallı kimsedir.