Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Aziz İslam dininin temelleri barış üzerine inşa edilmiştir ve lügatta İslam kelimesi ‘barış’ anlamına gelmektedir. İslam dini toplumsal barışın sağlanabilmesi için farklı dinde olan insanlara bile şefkatle yaklaşmış ve onları vahdete davet etmiştir. Kur’an insanları tanımlayıp onları sınıflara ayırırken ‘mazlumlar’ ve ‘zalimler’ olarak iki sınıfın olduğunu belirtmiş ve zalimlere karşı çıkmıştır. İnsanlara mazlumlardan yana olmak ve zalimlere karşı mücadele edip Allah’ın dinini hâkim kılmak emredildi. Kurtuluşa erip Cennet’i hak edenler mazlumun yanında olanlardır. Helak olup Cehennem’in çukuruna gömülecek olanlar da zalimler ve onların destekçilerinden başkası değildir elbette.
“Biz istiyorduk ki, yeryüzünde zayıf bırakılmış kimselere/ mustazaflara iyilik edelim, onları varisler kılalım. Onları yeryüzünde iktidara getirelim. Firavun’a, Haman’a ve onların ordularına onlardan sakındıkları şeyi gösterelim. (Kasas: 5–6)
Mezhepçilik zindanına hapsolan karanlık düşünceli bazı gruplar her fırsatta ayrılık ve tefrikaya yol açıyorlar. Kendilerinin dışında kalan herkesi tekfir eden bu zehirli düşüncenin müptelaları yeryüzünde bozgun çıkarıp fitne ateşini körüklemek istemekteler. Şehid Ali Şeriati’nin vurguladığı gibi bir din ancak başka bir din ile yok edilebilir. İslam düşmanları bu aziz dini yok etmek için yine İslam’ı kullanıyorlar. Siyonist eller, İslam dinini yok etmek için İslami kavramları yozlaştırarak tekfirci bir İslam modeli oluşturdu. Bu tekfirci modelin yayılabilmesi için Siyonistler tarafından büyük çabalar harcandı. Mali destekler ve medya organlarının tekfircilerin hizmetine sunulması gibi.
Tekfirci anlayışın iki kanadı bulunmaktadır. Sünni Müslümanları zehirlemek amacıyla İngilizler tarafından icat edilen Vahhabizm, bu tekfirci anlayışın ilk kanadını oluşturuyor. Kafa kesmek üzere programlanan bu zehirli akımın tezahürlerini Irak, Suriye, Afganistan ve pek çok İslam coğrafyasında görmekteyiz. Vahhabizm virüsünün yayılması ve takipçilerinin artmasıyla orantılı olarak dökülen kanlar da arttı. Şia mezhebini kâfir ilan eden bu anlayışın fanatikleri, tüm ortamlarda Şia aleyhine söylemlerde bulunarak Sünni Müslümanları Şii Müslümanlara karşı kışkırtmaktalar. Medya bunların hizmetine sunulduğu için çok kolay şekilde fitne ve iftira çalışmaları yürütüyorlar.
Tekfirci anlayışın diğer kanadını ise Şia görünümlü fitneciler oluşturmaktadır. Vahhabilerin eline malzeme vermek ve Şia’yı içten çökertmek için yine İngilizler tarafından ortaya atılan bu virüs de hızla yayıldı. Özellikle İngiltere’de ve İran’da bulunan bazı şahıslar, bu virüsün yaygınlaşıp İslam dininin yok edilmesi için büyük çaba harcıyorlar. Bu şahıslar, siyonistlerin sağladığı mali destekler ve özellikle de emirlerine sundukları medya araçları ile Şia düşüncesini tahrif etme planını devreye soktular. Her fırsatta ihtilaflı meseleleri gündeme getirip Ehl-i Sünnet’in mukaddesatlarına dil uzatarak Vahhabilerin eline malzeme vermekteler. Bu malzemeler Vahhabiler tarafından medyada servis ediliyor. Bu fitneciler Şia görünümlü olduklarından ve kullandıkları söylemler de Şia’nın kavramları olduğundan, Vahhabilerin servis ettiği materyaller Sünni Müslümanları çok kolay şekilde etkiliyor ve Şia’ya düşmanlık duymalarına sebep oluyor.
Danışıklı dövüş yapan bu iki tekfirci grup esasen aynı amaca hizmet ediyorlar. Yaptıkları tek şey Siyonistlerin ekmeğine yağ sürmektir. Şia’nın ve Ehl-i Sünnet’in basiretli alimleri bu durumun farkındalar ve bu fitneye karşı Müslümanları uyarıyorlar. Buna rağmen bazı basiretsiz ve kalın kafalı kişiler ısrarla tekfirci düşünceyi sahipleniyorlar. Mezhepçilik hastalığına yakalandıkları için tekfircileri aklamanın peşine düşmüş durumdalar. Örneğin tekfirci bir şahsın iyi niyetli olmadığını ve siyonistlere hizmet ettiğini bildikleri halde sırf o şahıs kendileriyle aynı mezheptenmiş gibi göründüğü için onu savunmaktalar. En az tekfirciler kadar tehlikeli olan bu mezhepçilere karşı uyanık olmak gerekir. Kendilerini savunurken sık sık mezhep içi vahdeti bahane edinerek fitnecilere arka çıkmaya çalışanlar fitneye ortak olduklarını bilmelidirler. Vahdet sadece vahdeti isteyenler ile yapılabilir; fitneciler ile vahdet yapılamaz. Fitneciler hangi mezhepten olursa olsunlar onlara karşı yapılması gereken tek şey fitneleri yok oluncaya kadar onlarla savaşmaktır. Mezhep içi vahdet bahane edilerek fitnecileri kollamak İslam’a terstir. Bazı insanların büyük makamları işgal etmeleri ve İslami söylemlerde bulunmaları, o kişilerin Şeytan’a hizmet ettiği gerçeğini değiştirmez. Fitnecilere karşı mücadele etmek Allah’ın emridir.
‘O hâlde bir fitne kalmayıncaya ve din sâdece Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Fakat (küfürden) vazgeçerlerse, o takdirde zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur.’ (Bakara - 193)
Coşkun Aytaş / tahahaber