1 Ekim 2014 - 11:21
İran’ın Amerika’ya karşı “ilkeli direnişi” dünyada yeni bir değişimin başlangıcı oldu (1)

Uluslararası ilişkiler uzmanı Doktor Rıza Said Muhammedi İran’ın Amerika’ya karşı teslim olmamasıyla dünyada yeni bir değişimin başladığına ve İran’ın direnişe devam etmesi gerektiğine inanıyor.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Dünya düzeninin dönüşümü İnkılâb'ın yüce Rehberiyet'i tarafından son yıllarda vurgulanan gerçeklerden birini teşkil ediyor. O son zamanlarda Uzmanlar Meclisi'nin vekillerini ziyaretinde bu gerçeğe değinerek Batı'nın özellikle Amerika’nın dünyadaki kurdukları düzenin iki temelde de şiddetle zayıfladığını açıkladı. Bu iki temel, düşünce/değerler ve askeri/siyasi iki önemli unsurdur. Rehberiyet, İslam Cumhuriyeti’nin bir taraftan dünyadaki değişimleri ve dönüşümleri doğru anlamayla ve diğer taraftan ülkeyi takviye etmeyle yeni dünya düzeninde etkin olması gerektiğine dikkat çektiler.

Tasnim’in yeni dünya düzeninde dönüşümler üzerine rapor ve söyleyişi dizisinde, uluslararası ilişkiler uzmanı ve üniversite üstadlarından olan Doktor Rıza Said Muhammedi’ye yeni dünya düzenindeki değişimler ve dönüşümler hakkında görüşlerini sorduk.

İmam Hüseyin Üniversitesi hocalarından olan Muhammedi, bir çok siyasi görevde bulunmuş örneğin dışişleri danışmanlığı, ikinci silahsızlaştırma toplantı yöneticiliği, İran İslam Cumhuriyeti'nin Kuzey Kore’de elçiliği. Ayrıca bir çok kitap telif ve tercüme etmiş bulunmaktadır; tercümelrinden ’İsrail ve Nükleer Silahlar’ kitabı ve teliflerinden ’İslami Uyanış, İslami Birlik, Milli Güvenlik’ kitapları ön sırada gelir.

Doktor Muhammedi uluslararası sahada devletlerin birliğindense milletlerin birliği gerçek yönetimi ele alacağına ve birlikler ve sözleşmeler yeni dünya düzeninde milletler tarafından belirleneceğine inanıyor.

Sayın Doktor, biz bölgedeki ve dünyadaki durumu değerlendirdiğimizde acaba Amerika iradesinin istemediği bir yeni dünya düzeninin oluşumunumu görüyoruz? Bu değişimin işaretleri ve tanıkları nelerdir?

Said Muhammedi: Yüce Rehberiyet'in de belirttiği gibi biz eski bir düzenden yeni bir düzene geçişi yaşıyoruz. Eski düzen İran ve dünyadaki son on yıllardaki dönüşümlerden ötürü son bulmaktadır.

Bugün Ortadoğu'da yaşanılan İslam İnkılabı'nın zaferi ve İslam Cumhuriyeti'nin kuruluşundan dolayıdır. İnkılab Rehberi çok doğru olarak eski düzenin iki temel üzerinde kurulduğunu belirtiyor: birinci temel değerler ve ikincisi pratik temel. Bu iki temel üzerinde siyasi güçler ve büyük güç sistemleri tanımlanır.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünyada iki kutup oluştu. Bir tarafta sosyalist düşünce ve diğer tarafta Batı liberal demokrasisi. Bütün dünya devletleri bu iki büyük kutbun altına alındı. İki sistem de hem sosyalizm hem liberalizm Batı dünyasına aitti. Bu değer ve düşünce kutupları İran İslam İnkılabıyla zor duruma düştüler. Zira yeni bir alternatif olarak İslam meydana gelmişti ve yeni değerleri dünyaya sunabiliyordu. 

Değerler boyutunda İslami Uyanış dalgası milletlerin uluslararası sisteme karşı görüşlerini değiştirebildi. Demokrasi ve Amerika insan hakları gibi Batılı değerler, yıllarca Batı tarafından bütün milletlere sunuluyordu. Bu değerler İslam Cumhuriyeti'nin dini ve ahlaki değerlerinin istikrar bulmasıyla adım adım gerilediler ve bugün birçok millet Batı değerlerinden mesafe almaktadır.

Hakikatte bölgede Müslüman milletlerin bugün oluşturdukları hareket İran'ın 1979 yılındaki ideolojik ve milli birliğinin tecrübesinden besleniyor. Bu ideolojik ve milli birlik metod ve fonksiyon yönlerinden müşterek bir söylemi mümkün kılıyor. Yani dünyadaki milletler artık Batı'nın sultasına ve ilerlemesine karşı sessiz kalmayıp bilinç dışı da olsa birbirlerine karşı tamamlayıcı ve katalizör rolünü oynuyorlar.

Şu anlamda; Yemen Suriye'deki direnişten esinleniyor, bir başka ülke Libya’dan ders alıyor, böylelikle işlevsellikte bir söylem gelişiyor, dolaysıyla Batı bu bir yöne evirilmeyi bozmak için yeni taktikler geliştirme durumunda kalıyor, bu doğrultuda biz Amerika’nın bölgedeki siyasi faaliyetlerini müşahede ediyoruz.

Var olan siyasi düzenin kısa tarihi şöyle gelişiyor: Soğuk savaşın bitmesi ve Sovyetlerin dağılmasıyla Amerika kendi değerlerini tüm dünyada hâkim kılmak istedi, çünkü tek rakip bildiği sahayı terk etmişti, dünyadaki nüfuzunu genişletmek için bir çok taktik geliştirdi. Amerika’nın bazı başkanları dünyanın başka milletleriyle savaşmadan, menfaatlerini Batı değerler örtüsü altında sağlamak istediler, ama bazıları ise faşizan ve saldırgan yöntemleri tercih ettiler.

Soğuk Savaş'ın bitişi dünya düzeninin geleceğine yön veriyor bu yönde Amerika gururla bir çok savaşa girdi. Terörizmle mücadele adı altında 11 Eylül hadisesinden sonra Afganistan'a ve sonra Irak’a savaş açtı. Amerika bu yöntemlerle dünyada kendi değerlerini yayabileceğini sanıyordu. Öyleki Fukuyama Tarihin Sonu tezini ortaya attı ve Amerika’nın bütün dünyayı liberal demokrasiye doğru öncülük etmesini savundu. Ama bazı devletlerin karşı durması ve İran İslam İnkılabıyla milletler uyandı. Dolaysıyla Amerika güç ve şiddet araçlarıyla ülkelere girip kendi iradesini dayatmak istedi. Bu kararın sonucunda Afganistan ve Irak işgaliyle Yeni Ortadoğu Projesi yürürlüğe girdi.

Yeni Ortadoğu Projesi Amerikalıların mezarını kazdı ve Amerika’nın yenilgi listesine eklendi, birinci yenilgisi Irak’taydı ve devamında bütün Ortadoğu’da ve sonra Afganistan'da yenilgiler yaşadı. Amerika güçlerinin yıpranışı sonucu iki ülkeden de çekilmeye mecbur kaldı. Sonraki yenilgisi Lübnan'da ve Filistin'de yaşandı, direniş cephesinin 8 Gün Savaşı zaferi, 50 Gün zaferi ve 33 Gün zaferiyle Amerika’nın Yeni Ortadoğu Projesi'nde yanıldığını açığa çıkardı.

Dünyada yeni itilafların oluştuğunu görüyoruz, sizce hangi itilaflar değişen uluslararası düzende aktif rol oynamaktadırlar?

Said Muhammedi: Amerika ve Sovyetlerin oluşturduğu iki kutuplu sistemin son bulmasıyla yeni güçler uluslararası sahada ortaya geldiler. Başta Ruslar 70 yıl Batı'yla rekabet ve savaştan yenilgiyle ayrılmanın çaresini ve iktisadi ve siyasi güçlerinin kaybını doldurmaya Batı’ya yakın bir siyasette aradılar. Bu siyaset Yeltsin ve onun Dışişleri Bakanı Kuzirev zamanında yürürlüğe girdi ama yolun ortasında Batı'nın kolaylıkla yeni Rusya'nın ihya olmasına yardım etmeyeceğini anladılar.

Ruslar son yıllarda yollarını Batı'dan ayırdılar ve biz bu ayrılmayı Ukrayna’daki son hadiselerde ve öncesi Gürcistan’da müşahede ettik. Rusya kendini Batı'dan bağımsız bir güç olarak ilan etmek istedi. Neticede şimdi Rusya dünyada bağımsız bir güç iddiasıyla Batı'yı zor duruma düşürebiliyor.

Çin’de yirminci yüzyılın sonunda ve yirmi birinci yüzyılda büyük ekonomi bir güç olarak uluslararası sahada yer bulmuştur. Suriye’de ve Ukrayna’da ve bölgedeki diğer değişimlere karşı bağımsız bir tavır alabiliyor. Çin Rusya’ya kıyasen daha esnek bir siyaset izlese de bölgedeki hadiselere karşı iki gücün müşterek tavırları Amerika'nın hesaplarını etkisiz hale getiriyor.

İslami Uyanış dalgasıda bir diğer taraftan direnen yeni milletler oluşturmuştur. Bu yeni direniş cephesinde İran İslam Cumhuriyeti eksen rolündedir. İran büyük bir güç olarak bölgenin siyasi gelişimlerini yönlendirmektedir. Neticede Ortadoğu'daki gelişmelerde İran’sız ne Irak nede Suriye ve nede Lübnan buhranlarının çözülemeyeceğine büyük devletler itiraf etmektedirler.

Dolaysıyla İran ana rolü üstlenmiştir ve bizim stratejimizin uzandığı Afrika ve Latin Amerika ülkeleride adım adım yeni düzende etkili oyunculara dönüşmektedirler.

Neticede, uluslararası sahada devletlerin itilafı değil milletlerin birliği ve itilafı etkili olacaktır. Birlikler, sözleşmeler ve yenidünya düzeni milletlerin tanımladığı bir yapı olacaktır.

İran’ın rolüne değindiniz; Batı'nın İran’la sorunları nükleer enerji, 5+1 müzakereleri, İran’da insan haklarının ihlali ve demokrasi sorunu gibi dosyalar üzerinden yürütülüyor, bunların dünya sisteminin dönüşmesiyle nasıl bir bağlantısı vardır? Ayrıca biz bunları Batı tarafından genişletilmek istenilen dünya düzeni doğrultusunda faktler (gerçekler) olarak değerlendirebilir miyiz?

Said Muhammedi: Aslında nükleer müzakereleri Batı'nın güçlenmekte olan yeni devletlere karşı kullandığı bir baskı unsurudur, bununla yeni devletlerin güçlenmesini engellemek istiyor. İnsan hakları, nükleer silahlar, özgürlük ve demokrasi gibi meseleler sadece devletlere ve milletlere baskı uygulamanın araçlarıdır. Bu yönde Batı medya aracılığıyla devletleri bir yere kadar sınırlandırmayı başarmıştır ama direnişin asıl hareketi gizli bir şekilde yayılmaktadır. Bu yayılmanın somut örneğini bugünler Yemen’de müşahede etmekteyiz. Bütün tehditlere rağmen Yemen halkı hakları için güçlü bir şekilde mücadele veriyorlar.

İslam Cumhuriyeti'nin sultaya karşı yeni oluşan düzende vazifesi nedir? İran bu sahada nasıl daha etkili bir rol oynayabilir?

Said Muhammedi: İç ve dış eksenler bizim önümüzde bir imkan olarak durmaktadır, biz iç ve dış imkanlarımızı en iyi şekilde değerlendirmeliyiz ve milli iktidarı arttırmak için mühendisliği yapılmış bir strateji belirtmeliyiz.

Dış siyaset alanında İslam Cumhuriyeti'yle kimlik ve menfaat yakınlığı olan devletlerle itilaf etmeliyiz, çünkü biriken güç, iktidar artışının en önemli faktörlerindendir.

Ülke içinde ise bilim ve teknoloji ve direniş ekonomi alanlarında çok çalışmalıyız bununla uluslararası nüfuzumuz artacaktır. Bir çok ülkeye bizim stratejilerimiz uzanmıştır dolaysıyla bölge ve dünyanın büyük güçleri oranında kendi etkimizi genişletebiliriz.

Yapılması gereken bir başka iş geçiş süreci literatürüne önem vermektir. Geçiş süreci literatürü yeni dünya düzenini oluşturmada rol alanlar tarafından teorize edilmeli. Yeni çağın oyuncuları kimlerdir? Hangi devletlerdir? Bu çok açıktır. Geçiş süreci literatürü emperyalist ve liberalist sistemin programlarına karşı rol alan ve savaş açanlar tarafından teorize edilmeli. Bu da yeni oyuncular ve direniş cephesini oluşturan devletlerdir. Bu gerçeklik Batı kurumları tarafından doğru olarak keşif edilmiştir.

Amerika araştırma ve güvenlik etütleri kurumlarının yardımıyla direniş cephesinin programında olan hatta yürürlüğe koyduğu söylemi tespit etmiştir.

Bu yeni söylem kendi içinde bir kavramlar dairesine sahiptir. Bu kavramlar şu an artık intikal edebilen mefhumlara ve operasyon gücüne sahiplerdir. Bundan dolayı Batı, direniş cephesinin silah yönünde büyümesinden çok değişen dünya düzeninde inkılabi bir literatürün yayılmasından korkuyor.

İran’ın liderlik ettiği direniş cephesi yeni kavramları teorize etme aşamasındadır. Şüphesiz yıllar sonra dünyada sulta düzenine karşı milletleri uyanışa davet eden kavramlar olacaklardır.

Neticede İslam Cumhuriyeti maddi donanımın yanında inkılabi söylemini ve hakim güçlerin sürekli silah olarak kullandıkları siyasi baskısına karşı teslim olmama kararlılığını genişletmeli ve yoluna devem etmelidir.

Geçiş süreci literatürünün yaratılmasında devlet kurumları kavramlar oluşturur ve intikal ettirirler ama bunun yanında ülkenin araştırma ve etüt müesseseleri de rol almalıdır. Yani güçlenme faktörlerinin yanında strateji ve güvenlik araştırma müesseseleri adım adım ve tek tek siyasi ve uluslararası ilişkileri ve dünyadaki oyunları mütalaa ederek emperyalist kavramlarına karşı kendi teorisine dayanarak stratejilerinin derinliğini genişletmelidirler.

Dolaysıyla İran kendi düşünürlerinin düşüncesi ve teorisiyle direnişin gücünü yenileyebilmeli ve yeni dünya düzenini tanımlayabilmeli.

Biz kendi dilimizle Batı'yla konuşmalıyız ve artık bugün onlar bizim dilimizi öğrenmek zorundadırlar.

devam edecek…

Çev: Emir Sina

Ekler