Ehibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- “Aslında biz kullanım eğitimini onlardan aldık fakat üretme eğitimini onlara verdik. Suriye’nin füze üretim sanayi fabrikaları İran’dan oraya aktarıldı. Artık öyle oldu ki direniş cephesi dahi kendi füzelerini yapma eğitimini İran’dan öğrenmiş oldu.”
Bir zamanlar bir yerden işe başlamak için Libya’dan füze almaya ve Suriye’de eğitim görmeye mecburduk, ancak şimdi Suriye’nin füze üretim fabrikaları dahi İran yapımı olmuştur ve aynı ülkeler İran’dan füze satın alıyorlar.
Oysa İran füze alanında Batı'nın en ağır yaptırımlarıyla karşı karşıya geldi ve gelmektedir.
Devrim Muhafızları Ordusu'nun Hava Kuvvetleri Komutanı General Emir Ali Hacizade, “Siccilerin Kıyamı”nın özel sayısıyla röportajında, İran’ın bu günlerde füze üretim kabiliyeti bakımından geldiği düzeyi ele aldı. İşte o röportajın tam metni:
İlk başlarda nasıl ateşlendiğini dahi bilemediğimiz füzeleri satın aldığımızı dikkate alırsak, Devrim Muhafızları'nda füze “üretme” düşüncesi ne zaman şekillendi?
Düşman, hicri 63 yılından 65 (1984 - 1986) yılına kadar batıl cephesinde bir dayanışma meydana getirmek için Kaddafi’yi İran’a verdiği desteğini kesmeye zorladı. Bu dönemden itibaren 63 (1984) yılında paralel olarak füze üretim işine başladık. Başka bir deyişle gizli bir şekilde bu füzelerden iki adet bir kenara konuldu ve –tersine mühendislik- için o günkü Devrim Muhafızları Bakanlığı'ndaki füze sanayisinin ilk çekirdek kadrosuna verildi.
Hala hatırımda, o dönem Cumhurbaşkanı olan İslam İnkılabı Rehberi, ilk aylarda mecmuayı ziyaret için gelmişlerdi.
Arz ettiğim bu mecmua, sınırlı kişilerden oluşan küçük bir mecmuaydı ve henüz önemli bir iş yapılmamıştı, fakat işin ehemmiyetinden dolayı Cumhurbaşkanı ziyaret için gelmişlerdi.
İslam İnkılabı Rehberi, o toplantıda bu işin sonuç vermesini ısrarla vurgulamışlardı. Fakat bu işlerle aşina olan kimseler olarak bizler, bu füzenin o kadar kolay üretilemeyeceğini görüyorduk.
İslam İnkılabı Rehberi, ziyaretten sonra tekrar geldiler ve bu iki füzenin henüz konteynerde el değmemiş ve açılmamış halde olduğunu gördü. Arkadaşlar sökme öncesi incelemeleri yapıyorlardı. Hiçbir şey zarar görmesin diye oldukça sabırlı ve dikkatli çalışmak istiyorlardı. Bu yüzden arkadaşlar henüz bir şeyi açmamışlardı.
O gün İslam İnkılabı Rehberi merakla, “neden bunu açmadınız?”, “neden korkuyorsunuz?” demişlerdi. Söylediği cümleler tam olarak zihnimde değil fakat sohbetleri, “korkmayın ileri gidin” mealindeydi. Kendileri, eğer bunları açmasanız gelip götürebilirler diyerek arkadaşları uyardı, bu işi çabuk bitirsinler diye onları teşvik ve tahrik etti.
Savaş hem kırsal alanlarda hem de şehirlerde devam ediyordu ve Irak kendini geniş bir füze saldırısı için hazırlıyordu ki en sonunda Sovyetler Birliği ve ABD hicri 65 (1986) yılında Kaddafi’yi desteklerini kesme konusunda ikna etmeyi başardılar. Kaddafi’de buradaki Libyalı güçlerin komutanı olan Albay Süleyman’a, artık füze atmama yönünde talimat vermişti. Sonradan anladık ki bazı parçaları da açmışlardı. Aslında silahsızlandırılmıştık ama farkında değildik. Ancak onlarda bir şeyin farkında değillerdi; o da güçlerimizin eğitim almış olması ve konuya hakim olmalarıydı.
Onlar işlerini yapıyordu ve bizde yardım ediyorduk ancak arkadaşlarımızın füzeden bir şey anlamadıklarını sanıyorlardı ve bundan emindiler.
Bizlerde hem içerde üretim için bazı çalışmalar başlattık hem de Kuzey Kore’den füze almak için çaba sarf ettik. Kuzey Kore’de o dönemde füze yapma halindeydi ve bizden daha ilerdeydi.
Bunlar isyan edip işten el çekince, ben bazı dostlarla birlikte füze havalesini teslim etmek için Kuzey Kore’ye gittik ve İran’da ne olup bittiğini bilmiyorduk. O gün ilginç bir haber duydum. Büyük elçilikten haber verdiler ki İran’dan sizinle görüşülmek isteniyor. Temas kurularak bildirildi ki şu an bu zaman diliminde İran ve Kuzey Kore arasında…zordur (gülme). Yani bu ülkenin bir dizi özellikleri vardır, ilişkileri diğer ülkeler gibi değildir. O gün esasen ilginç ve tuhaf bir şeydi.
Velhasıl büyükelçiliğe gittik ve onca koordinasyon ve planlama yaparak Şehid Tahrani Mukaddem ile irtibat kurabildik. Sesimizi dinleyen olursa anlamasın diye birbirimizle üstü kapalı şekilde konuşmaya başladık.
Hasan, dolaylı olarak bana İran’da bir takım gelişmelerin yaşandığını, bazı şeylerin eksik kaldığını anlattı ve bunları alıp kendimizle İran’a götürmemizi istedi.
Ben İran’ın Pyonyang’daki büyük elçiliğinden borç para aldım –kesinlikle rutin bir iş değildi- ve füzeleri teslim aldığımız aynı fabrikadan Hasan’ın sipariş ettiği parçaları satın aldık ve onlarda bize yardımcı oldular.
Füzeleri geceleyin eksi 20 ila 25 derece soğuk bir havada yükledik ve eşyalarımızı toplamak için dahi şehre geri dönmedik.
Aynı gece sabaha kadar bunları topladık ve sabahleyin işlerimiz bittiğinde yola koyulduk ve İran’a dönmemiz gerekir, artık burası kalma yeri değil, dedik. Birkaç öğün yemek yememiştik yani aç karnına İran’a ulaştık. Uçak, yük uçağıydı ama her halükarda imkanatları getirdik.
Ulaştığımızda arkadaşlar hepsi seferber oldular ta ki füzeyi bir kez daha kurduk fakat yine de bazı sorunlarımız vardı. İki seneden beri arkadaşlar teçhizatlardan uzak olmuşlardı, temrin ve tatbikat yapmamışlardı ve esasen hiçbir füze denemesi yapılmamıştı.
Libyalılar, teçhizatları eksik yapmışlardı ve iş çok zordu. Kuzey Kore’den getirilen imkanatlar kopya edilmişti fakat Ruslar'ın sistemiyle bazı farkları vardı.
Bütün zorluklara rağmen sistem kuruldu ve ilk füze atıldı.
Zor işlerden biri, özellikle savaş günlerinde Devrim Muhafızları'nın sisteminde olan zor işlerden biride, uzun bir müddet operasyonun yapılmadığı günlerde askeri güçleri korumaktı. Şu halde aynı fasıla, füze konusunda daha da uzundu. Askeri güçleri nasıl koruyordunuz?
Baskıların çoğu Hac Hasan üzerindeydi. Sürekli nasihat yapıyordu ancak nasihatlerin etkisi de bir yere kadardı. Bazen hiçbir şey yapılmadan bir ay öyle geçirdi. Sonra her kes toplanıp Hasan’ın yanına giderlerdi ve “Hasan! Vazgeç bu işten, bu iş sonuç vermez. Bizi bırak diğer birimlere gidelim” derlerdi.
Hasan birçok kez görüşmeler yaptı ama en sonunda onun sözlerinin etkisi kalmadı ve arkadaşlar artık kabul etmiyorlardı. Ne yapacağız diye şaşırıp kalmıştık. Nihayetinde arkadaşları toplayıp Devrim Muhafızları Komutanı sayın Muhsin Rızai’nin yanına gitmeyi kararlaştırdık. Sayın Muhsin, belki arkadaşlar bir ay daha durup moralle çalışırlar diye kendileriyle sohbet etti.
Bu söylediklerim, 1365 (1986) öncesine ve gerçekte Libyalılar'ın artık işi bıraktığı döneme ilişkindir.
Pekiyi! Sayın Muhsin ile oldukça ilginç bir toplantımız olmuştu. Arkadaşların arasından temel ekseni oluşturan 40 ya da 50 kişiyle birlikte Sayın Muhsin’in yanına gittik. Oda kendilerine bir konuşma yaptı ancak bu işten ters yönde sonuç aldık.
Sayın Muhsin, “Dünya bize füze vermekle yanlış yaptı ve yanlışını telafi etmek için artık bize füze vermeyecektir. Aldığımız bu teçhizat ve imkanatlar, elimize geçen son imkanatlardır” diyerek bu şekilde bir analiz yaptı. Yani tam olarak arkadaşların dediklerini söylemişti. Toplantıdan çıktığımızda hepsi sayın Hasan’ın başına yığıldı ve “bizde aynı şeyi söylüyoruz” dediler. Hasan, “Ne düşünüyorduk ne çıktı! İşimiz daha da zorlaştı” dedi. Artık sayın Muhsin sözlerini söylemişti ve yapacağımız bir şey yoktu.
Ya biz konuyu önceden kendisine iyice anlatmadık yada nasıl oldu bilmiyorum, bilahare sorunun nedeni her ne olursa olsun bu olay meydana geldi. Çok zor bir durumdu. Velhasıl arkadaşları 1363 ila 1365 (1984 - 1986) yılları arasında füze alanında durmalarını sağlamak kolay bir iş değildi.
Füze geliştirme sanayisi savaştan sonra nasıl takip edildi? Önceki irade var mıydı?
Doğrudur ki anlaşmadan soran savaş bitti ve yetkililerin birçoğu başka işlerin arkasına gittiler fakat füze üretimi alanında çalışan arkadaşlar için savaşın yeni bir merhalesi başlamıştı. Diğer bir deyişle, Şehid Tahrani Mukaddem’in yaptığı önemli işlerden biri, savaş bittikten sonra arkadaşların daha önceki dayanışmasını koruyarak mevcut eksiklikleri bertaraf etmek için öne çıkan fırsattan istifade etmiş olmasıdır.
Bu konuda çalışan arkadaşlar kendilerini hazır hale getirmişlerdi ve eğer füze savunma gücümüz bir gün Siyonist rejimin tehditlerine karşı gelebilecek şartlara ulaşmışsa onların saldırıya geçebileceğini öngörüyorlardı.
Bizim sanayimizin kapasitesi yanıt olabiliyor muydu? Bu potansiyel var mıydı?
Hatırlıyorum, Şehid Tahrani Mukaddem’in Savunma Bakanlığı'ndaki arkadaşlarla yaptığı ilk sözleşme sınırlı sayıda roketlerle ilgiliydi. Sözleşme öyle bir şekilde yazılmıştı ki sayın Hasan’a, “sen, Türkmençay anlaşmasını yapmışsın” diyorduk. Zira roketlerin yakıtı kalıcı değildi ve deniliyordu ki ne zaman kullanmak istediğinizde bize bildirin ki yakıtı enjekte edelim.
Test etmek için götürdüğümüz ilk roketler, çöldeki bir alanda olmuştu. Gözlemcileri düşündüğümüz noktadan 20 kilometrenin şuası dahilinde konumlandırmıştık. Ama birkaç test yapıldığı halde bu roketlerin hiçbirini görmedik; ya arkamızdaki alana isabet ediyordu ya patlıyordu ya da sapma o kadar fazlaydı ki onu bulamıyorduk bile.
Sayın Hasan’ın yanına gittik. Kendisine, “Bu yaptığın sözleşme nedir? Ne işe yarıyor ve değeri nedir?” dedik. Hasan ise sabırla insanın konuşmasına izin veriyordu, bu açıdan endişemiz yoktu ve dilediğimiz şekilde kendisiyle konuşuyorduk.
Hasan, şöyle dedi: Bakınız, eğer biz bu sözleşmeyi yapmazsak ve sanayicilerde bu kendine güvenme duygusunu yaratamazsak sonuca varamayız. Biz bu sözleşmeyi yapmalıyız ki bunlar ciddi olarak istediğimizden emin olsunlar. Biz eğer bunu istemezsek bunlar sonuca varamaz. Kendisine, tamam da bunlar işe yaramaz, dedik. O da dedi: Ben de işe yaramadıklarını biliyorum. Hasan’ın yöntemi bu şekildeydi; küçük çocuklarının yola düşmesi için elini öne uzatıp çocuk kendisi ile arasında örneğin 15 santimetre fasılalı olan ele doğru hareket ederken elini sürekli geriye çeken anne-baba gibi.
Hasan, sanayide de bu yöntemi uyguladı. Onlar bu işi yaptıktan sonra Hasan, ‘bunu ürettiniz, elinize sağlık fakat biz bunu ne yapacağız? Örneğin şu yeteneğin de eklenmesi gerekir’ derdi. Başka bir deyişle, hiçbir zaman belirlemiş olduğu bir noktayı sanayinin son noktası olarak görmezdi.
Hasan’ın o zamanki temel hedeflerinden biri, İsrail’i hedef alabilecek bir füzeyi üretmekti. Bu hedef ne zaman ve nasıl gerçekleşti?
Katı ve sıvı yakıt roketlerin üretimini paralel olarak ilerletiyorduk. Şahab- 1 füzesi, Scud-B füzesi üzerinden kopyalanarak sonuca ulaştı ve yaklaşık iki sene sonra, 500 km menzilli Şahab-2 füzesi üretildi. Hasan’ın hedefi, İsrail'i vurabilecek bir füzeyi üretmekti.
O günlerde sanayiye baskı yaparak ürettiğimiz ilk “İsrail’i vurucu” füzelerin menzili 1100 kilometreden fazla değildi. Ve söz konusu hedefi vurmak için füzeyi batı sınırımıza götürmemiz gerekiyordu.
Hasan (Tahrani Mukaddem), füze menzili konusunda Siyonist rejimi tehdit edebileceğimiz füzelere ulaşmamız gerektiğini düşünüyordu. Başka bir deyişle, eğer füze işgal topraklarını hedef alacak menzilde olmasaydı problem olurdu. Sanki bu günleri görüyordu ve dediğim minimum menzilli ilk füzeleri teslim aldık ve sonra menzili artırmanın arkasından gidin, dedik.
Bu, Şahab-3 füzelerinin ilk kuşağı mıydı?
Evet, ancak bunlar birçok düzeltmeye tabi kılındı, çünkü ilk füzelere dikey şekilde yakıt vermemiz gerekiyordu. Menzili ve dikkati de düşüktü. Bunlar birkaç aşamada tekmil edildi ve böylece 1650 ve 2000 kilometre menzilli sıvı yakıt füzelerini elde etmiş olduk.
Şehab 3 Füzesi
Sizin gurubunuz dışında, o sıralarda füze alanında çalışan başka kimselerde var mıydı?
O sıralar, roket ve füze üretme iştiyakı fazla olduğu için Savunma Bakanlığı'nda birçok gurup ve mecmua çalışmaktaydı, Devrim Muhafızları Mühendisliği iş yapıyordu ve bir şey yapmak için her kes birçok yerde seferber olmuştu.
Bu araştırmalardan her birinin sonuç vermesini takip ediyorduk. Sonra bu üretim, Savunma Bakanlığı'nı oluşturan üretim merkezlerine doğru kanalize edildi. Böylece, 250 kilometre menzilli –ki daha sonra 300 kilometreye ulaştı- Fatih- 110 gibi kontrol edilen katı yakıtlı füzelere ulaşıldı.
Ve daha sonrada 2 bin kilometrelik katı yakıt füzesi yani Siccil’e ulaşıldı. Bu füze nasıl üretildi?
Eşzamanlı olarak 2 bin kilometrelik katı yakıt füzesi üzerinde de çalışılması istenmişti. Bu, “Aşura” adında bir projeydi. Nihayetinde birkaç düzeltme aşamasını geçtikten sonra bugünkü Siccil füzelerini ürettik. Siccil füzeleri, 2000 km menzilli olan katı yakıt füzeleridir. Bu füze şu an artık sistemleştirilmiş olup birimlerimizde bolca bulunmaktadır.
Çeşitlilik artık çoğaldı. Biz şimdi yıllardan sonra tasarlama gücüne ulaştık. Daha önce kopyalıyorduk, Scud B üzerinden Şahab-1 füzesini ya da Scud C üzerinden Şahab-3 füzesini kopyaladığımız gibi. Ancak bilim adamları ve aziz arkadaşlarımızın füze sanayi bölümünde gece gündüz çalışması sayesinde tasarım gücünü elde ettik. Diğer bir deyişle, artık ideden ürüne kadar hepsi İrani olmuştu.
Bakınız, şu an 800 km menzile sahip Kıyam füzesinin benzeri yurt dışında yoktur. Bu füzenin geometrik özellikleri, Şahap-1 füzesine yakındır ama kanadı yoktur. Yani onun dış kanatçıkları dahi hazfedilmiştir, uzunluğu ve kalınlığı da Şahab-1 kadardır ama 300 km menzilli füze çapından bir anda 800 km menzilli füze çapına yükselmiştir. Bu, yeteneklerin yukarı çıkması ve yeni kabiliyetlerin icat olunması demektir. Allah’a hamd olsun, bugün karadan karaya atılan füzeler konusunda zihnimize gelip ürüne dönüşmemiş olan veyahut ürüne dönüştüremeyeceğimiz bir ide nerdeyse yoktur.
İki bin km menzilli füzeyi üreterek bu alandaki ihtiyacımızı karşıladık. Füzelerin dikkatinin artması konusunda ne gibi girişimler yapıldı?
Bir dönemden sonra, İmam Hameney'in aldığı tedbir, füzelerin nokta atışı yapacak düzeye getirilmesiydi. Çoktan beri buna vurgu yapmışlardı.
Büyük hedeflerimiz vardı, onun için “dikkat” konusunda dikkatli düşünmemiştik. Füzelerin hatası, 200-300-400 metreden 1000 metreye kadardı. Fakat başlıkları ağır olduğu için iyi olduğunu düşünüyorduk.
İslam İnkılabı Rehberi, birçok aşamada komutanlardan, yetkililerden ve görev yaptığımız dönemde dikkat konusu üzerinde yoğunlaşmamızı istemişlerdi. Bütün arkadaşlar seferber oldular, ilk füzelerimizin dikkati, 100 ila 120 metreye ulaştı. Fakat İslam İnkılabı Rehberi, “siz vurmak istediğiniz bir hedefi vururken 100 metre uzakta düştü diyemezsiniz” demişti.
Devan eden çabalar sayesinde, 35 metre dikkatlilik derecesine geldik. Çok iyi bir iş yaptığımızı düşünüyorduk. Sergide, İslam İnkılabı Rehberi'ne sunduğumuz ilk raporda, “yolunuz çok iyidir fakat 35 metre dikkate ulaştınız, o halde bunu 10 ila 15 metreye de ulaştırabilirsiniz” dedi. Bu, bir şok oldu.
Alınan bu tedbirle birlikte arkadaşlar yeniden kolları sıvadılar ta ki 5-6 ay zarfında söz konusu dikkat, 10 metreden daha az hata düzeyine geldi. Bu artık çoğaltıldı ve füzeler, balistik füze olamaya doğru gittiler.
Bu alanda genellikle Kruz füzeleri kullanılır ve balistik füze kullanımı yaygın değildir. Fakat Kruz füzesinin de kendine göre sınırlamaları vardır ve isabet oranı düşük olabilir. Balistik füze kullanımı, İran’ın fikriydi.
Halic-i Fars füzesi mi?
Evet. Daha sonra Halic-i Fars füzesi, bu günkü Hurmuz-1 ve Hurmuz-2 füzelerine ulaşana kadar gelişmeye devam etti. Herbirinin kendine göre özellikleri olan bu füzeler, filoları ve savaş gemilerini uzak mesafelerden vurabilirler.
Halic-i Fars (fars Körfezi) Füzesi
Bir zamanlar Libya, Suriye ve Kuzey Kore’den füze satın alan ve bu ülkelerden füze eğitimi gören İran İslam Cumhuriyeti'nin füze gücü, İsrail’e karşı direniş guruplarını destekleyecek bir konuma gelmiştir. Bu süreç, şu anda hangi düzeydedir?
Allah’ın inayeti sayesinde artık iyi bir durumdayız, hatta daha önce bize yardım eden ülkeler, örneğin Suriye daha sonları bizden füze almıştır ve Suriye’nin şu anki füze üretim fabrikaları İran yapımıdır. İran’ın tasarımı olan füzeler orda üretilmektedir.
Biz onlardan kullanım eğitimi aldık ama onlara üretim eğitimi verdik. Suriye’nin füze sanayisi üretim fabrikaları İran’dan oraya intikal oldu. İş o noktaya geldi ki direniş cephesi dahi füzelerini üretmeyi İran’dan öğrenmiş oldu.
Lübnan Hizbullah’ı ve Filistin direnişi bu bölümde çok güçlendiler. Şu an artık füze yaygınlaştı ve önemli bir konuma geldi.
Bu ilerlemelerin tümü, füze sanayimizin sıfırdan yüze kadar ambargo altında olduğu bir durumda gerçekleşti. Bu olgu, askeri olmayan diğer sanayilerde nasıl gerçekleştirilebilir?
Füze sanayi teknolojisinin karmaşıklığı, hiçbir endüstri ile kıyas edilebilir değildir. Ancak biz bu alanda kendi kendimize yeterli hale gelebildik. Demek ki diğer sanayilerde de kendimize yeterli ve bağımsız hale gelebiliriz.
Yaptırımlar etkisiz hale getirilebilir. Füze sanayisine 72 kişiyi şehid verdik, onların gece gündüz gösterdiği çabalar, şu an ayaklarımızın üzerinde durup bizzat kendimizin irade etmesiyle sonuçlandı. Artık bu irade, düşmanın elinde değildir.
Son bir soru olarak füzenin İran İslam Cumhuriyeti'nin, bölge ve dünyanın güvenliği bakımından konumu nedir? Örneğin eğer elimizde bu güç olmasaydı, 5+1 gurubu yinede bizimle müzakereye otururmuydu?
Bana göre, füzeden daha önemli olan, İslam’a, Devrim'e, İmam ve Rehberliğ'e inanan ve ilgi duyan arkadaşlarımızdır. Füze yapan, silah üreten, askeri ve gayr-i askeri olsun her alanda bütün eksikleri gideren bunlardır.
Aynı arkadaşlar füzeye ihtiyaç duyduğumuzu gördükleri zaman, gittiler onu ürettiler.
Batılılar eğer yapabilecekleri bir şey olursa, kimseden izin almazlar. Bize kısıtlama getiriyorlar, bize basit ve sıradan şeyleri vermekten bile perhiz ediyorlar, sonrada füzeyle ilgili olarak gelin konuşalım diyorlar. Kısıtlarız demiyorlar, çünkü eğer yapabilselerdi kesinlikle yaparlardı. Gelin oturup müzakere yapalım, kendi iradenizle üretimlerinizi kısıtlayın ya da askıya alın, diyorlar. Bu, kendi iradelerini direk olarak kullanamıyorlar, demektir. İrade ve insiyatif artık onlarda değil, bizdedir.
Çev: Mehmet Gönül