26 Mart 2015 - 08:32
Irak’ın Şii Halk Seferberlik Birimleri ne olacak? / Yeni bir Hizbullah mı?

Foreign Policy'de yayınlanan analizin çevirisini sunuyoruz.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Saddam Hüseyin'in eski aşiret başkenti Tikrit'te bir savaş gözler önüne seriliyor. Bundan on yıl önce düşünülemeyecek şekilde, savaşa öncülük eden ana hükümet güçleri, milis liderlerinin kontrolü altındaki Şii savaşçılar – Halk Seferberlik Birimleri (HSB'ler). Bu güçlerin ana partnerleri, İran ve Lübnan Hizbullahı. ABD Genelkurmay Başkanı General Martin Dempsey, durumu, Irak ve Şam İslam Devleti'ne (IŞİD) karşı savaşın başlamasından bu yana “İran desteğinin en açık şekilde veriliyor olması” olarak adlandırdı. Fakat bu güçler mezhepçi gerilimleri körüklemekten uzak durduğu müddetçe bunun kötü bir şey olmak zorunda olmadığını ima etti. 

Dempsey'in yorumları, İran'ın Irak'taki rolü ve IŞİD'e karşı mücadelede ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon ile Tahran arasındaki uygun işbölümüne dair tartışmaların merkezine yerleşti. Beyaz Saray, İran'ın savaşa yönelik büyüyen müdahalesini bitmesi istenmeyecek bir gerçeklik – ki bu muhtemelen doğrudur – olarak gördüğü gibi, aynı zamanda ABD-İran ilişkilerinde ileriye doğru atılmış bir adım olarak görme eğiliminde gibi görünüyor – ki bunun naifçe olduğu ileri sürülebilir.

Irak'ın doğusunda, sahadaki olaylar ise, meseleye başka şekilde bakmayı gerektiriyor. Tam tersine, Tikrit muharebesi, savaşın uluslararası toplumun kasten dışlandığı bir tarafı olduğunu gösterdi. İran ve onun Iraklı vekilleri, on yıldan fazla zamandır Irak'ın doğusunda bir nüfuz alanı yarattı. Ve bu alan, Dempsey'in belirttiği gibi, genişliyor.

Kısaca söylemek gerekirse Irak, on yıllar önce Hizbullah savaşçıları Bekaa Vadisi'ni ele geçirdiği zaman Lübnan'ın deneyimlediği şeyi yaşayabilir. Bu örnekte söz konusu toprak Mezopotamya, söz konusu güçler de HSB'lerdir, ancak sonuç aynı olacaktır: hükümetin, sahayı kademeli olarak, güçlü terörist bağlantıları bulunan kuvvetli paramiliter güçlere bıraktığı bir toprak alanı.

ÇORAK ARAZİLER

Irak ve İran arasında, ortak sınırlarında doğal bir karışım var. Geniş Şii nüfus, kuzeybatıda Bağdat'tan Diyala Nehri Vadisi üzerinden İran'a uzanıyor. Güneydoğuda büyük ölçüde Şii olan ve İran'la olan sınırı kontrol edilemez bataklıklar arasında kaybolan Vasit ve Meysan vilayetleri bulunuyor. Çok eski sınır noktaları üzerinden gerçekleşen ticaret, kaçakçılık, dini ziyaretler ve burada bulunan nehirler, bu yerleri daimi olarak birbirine bağlıyor. Ancak 2003 yılından beri İran, ortak elektrik şebekelerini, sağlık hizmetlerini ve rafine petrol ürünlerini sübvanse etmek yoluyla sınır vilayetlerine musallat olarak bu geleneksel bağların ötesine geçti. 

Doğu Irak aynı zamanda İran destekli Iraklı militanlar ile Irak devleti arasında hakiki ve simgesel bir savaş sahası olageldi. İran-Irak Savaşı'nın harap ettiği sınır bölgeleri, ateşkesten kısa süre sonra sınırdaki kısasa kısas saldırılarının alanları haline geldi. Bağdat, Amerika Birleşik Devletleri tarafından terör örgütü olarak nitelenen, İran teokrasisinin Şii muhalifleri olan Halkın Mücahitleri (MeK) örgütünü içeri gönderdi. Tahran ise, İran tarafından istihdam edilen bir Iraklı Şii gücü olan Bedir Örgütü'nü içeri gönderdi. 1990'larda İran ayrıca MeK'i vurmak üzere hava kuvvetlerini Irak'a gönderdi. Hava kuvvetleri 2001 gibi geç bir tarihte Diyala'ya Scud tipi füzelerle atışlar bile yaptı. 

Nitekim, 2003 yılında Saddan hükümetinin düşüşü hakkında en az kabul edilen şey, iki işgalin gerçekleştiğidir: biri güneyden, ABD öncülüğündeki koalisyon tarafından, diğer ise Diyala Nehri Vadisi üzerinden, İran destekli Bedir kolları aracılığıyla, İran tarafından. İran-Irak Savaşı sırasında Bedir Örgütü Saddam hükümetine karşı 10 bin kişilik bir bölükle Saddam hükümetine karşı savaşmıştı; 2003 yılında aynısını yaptılar.

Mezhepsel kesişme noktası olan Diyala, Irak'taki İran destekli milis liderlerinin kalbinde özel bir yere sahip. Bedir Örgütü'nün lideri Hadi el-Amiri, vilayetin güneyinde, Diyala Nehri Vadisi ile Bağdat-Kerkük yolunu kesiştiği Halis'te dünyaya geldi. Saddam rejiminin düşüşü sonrasında ABD liderliğindeki işgal güçleri ile çalışan Amiri, merkezi Diyala'da bulunan ve burada asker alan Irak Ordusu Beşinci Tümeni'nin Bedir subaylarıyla dolmasını sağladı. 

Bedir Örgütü aynı zamanda keskin düşmanları olan MeK'e bedel ödetilmesini sağladı. MeK karargahı olan Eşref Kampı, Bağdat-Kerkük yolunun sadece 25 mil kuzeyindeydi. Bölge 2009 yılında ABD'den Beşinci Tümen'e devredildiği zaman Eşref Kampı, ardı ardına gelen ölümcül saldırılara maruz kalmaya başladı. Şii milis gruplarından silahlı adamlar periyodik olarak kampı bastı; Nisan 2011 tarihinde tek bir saldırıda militanlar 36 kişiyi öldürdü 320'sini yaraladı. Sonunda MeK üyeleri ve aileleri Bağdat'a taşındı. Amiri şimdi Eşref Kampı'nı güvenlik merkezi olarak kullanıyor. 

Irak geçen yaz çatışmaya sürüklenirken, Bedir Örgütü kontrolünü genişletti; kuzeyde Kerkük'e, doğuda Hamrin gölü bölgesine, batıda Tikrit'e uzandı. Diyala'daki HSB'ler, grupla, gerek Bedir üyelerinin 2014 yazı başlarında hükümetin halk seferberliği çağrısına doğrudan yanıt vermesi açısından, gerekse Ketaib Hizbullah gibi HSB alt gruplarının Ebu Mehdi el-Mühendis gibi Bedir komutanları tarafından yönetiliyor olması açısından, güçlü bir bağlantıya sahip.

Haziran 2014'te İran ve Bedir örgütü, Kuzey Diyala'daki Parvezhan sınır noktasını kullanarak, İran'ın silah depoları ile Bedir üsleri arasında bir doğrudan besleme hattı açtı. Şimdi bile üsler, HSB topçu birimleri tarafından kullanılmak üzere her gün İran'dan roket cephaneliği alıyor. Ayrıca HSB merkezleri, İran Devrim Muhafızları'nın veya Lübnan Hizbullahı üyelerinin oluşturduğu özel istihbarat ve hava desteği hücrelerine sahip – Amerikalıların 2011'den önce oynadıkları rol tamı tamına buydu. 

BEDİR GÜCÜ

Bedir Örgütü'yle birlikte hareket eden HSB'ler ve Bedir liderliğindeki Irak Ordusu Beşinci Tümeni, şimdi Diyala Nehri Vadisi'nde ve Kerkük'ün güney eteklerinden Bağdat'ın kuzeyine uzanan, yaklaşık 5 bin mil karelik bir bölgede baskın askeri güç. Bu kanton, IŞİD tarafından ele geçirilmiş olan toprakların önemli bir bölümünü içeriyor ve batıda Dicle Nehri'ne doğru hızla genişliyor.

HSB'ler muhtemelen eninden sonunda, Musul da dahil olmak üzere Irak'ın bütün ana savaş alanlarında bir rol oynamaya çalışacaktır. ABD liderliğindeki koalisyon güçleriyle birlikte mi çalışacaklarını, yoksa gelecek operasyonlarda, Tikrit'te olduğu gibi Batı desteğini gölgede mi bırakacaklarını zaman gösterecek.

Bedir bağlantılı HSB'ler, Amerika Birleşik Devletleri'ni yerinden etmeye ilave olarak, Orta Irak'ta nizami Irak güvenlik güçlerinin de yerini alıyor. İran her zaman sınır ticaretine hakim olmaya ve milyarlarca dolarlık dini ziyaretler işinden kâr sağlamaya çalıştı: Kasım 2014'te HSB'ler Aşura ziyaretinin korunmasında öncü rol oynayarak daha ileri gitti. HSB'ler, Bağdat ile türbenin bulunduğu Kerbela şehri arasındaki yol üzerinde bulunan bir IŞİD kalesi olan Curf el-Sakr kasabasına, çatışa çatışa ilerledi.

HSB'ler aynı zamanda, çok sayıda silahlı çatışmaya sebep olacak şekilde Irak Kürdistanı sınırına doğru ilerliyor ve IŞİD'e karşı savaş Irak Ordusu birimlerini kuzeye ve Batı'daki Anbar'a sevk ettiği için başkentte baskın güvenlik gücü haline geldi. Ve Basra gibi kritik ekonomik merkezlerde, Irak Ordusu güçleri neredeyse bir yıldır hemen hemen hiç bulunmuyor. Yenileme birimleri, Basra'nın Sünni bölgelerinde gezen ve daha kuzeydeki İslam Devleti saldırılarına karşılıklar veren güçlü Şii milislerden gelen direnişle karşılaştı. 

NE İSTEDİĞİNİZE DİKKAT

Irak'taki HSB'ler meselesi, ciddi ihtilafların konusu olmaya devam edecek. Şii nüfus için halk seferberliği esin verici – bu, Irak ordusunun onur kırıcı çöküşünü dengeleyen bir unsur ve Iraklıların bireysel olarak kendilerini savunmaya hükümete göre daha istekli ve bu konuda daha yetenekli olduğunun bir göstergesi.

Iraklı liderler HSB'lerin IŞİD'e karşı düzenlenen karşı-saldırıda temel önemde olduğunu ve çatışmada onları sınırlamaya çalışmak için çok erken olduğunu savunmaya devam edecektir. Iraklılar ayrıca, HSB liderlerinin ABD ve İngiltere askerlerine ve sivillere karşı terörist saldırıların parçası olmakla suçlanmasının ikiyüzlülük olduğunu ileri sürecektir. Sonuç olarak Batılı güçler, 2003'ten sonraki dönemlerde yine kendilerine saldırmış olan Sünni aşiretlerle birlikte çalışmaya daimi olarak istekli gibi görünüyor. 

Şii Iraklılar ayrıca, parmakların İran'a yönelmesinin temelsiz olduğunu savunacaktır. Onlar, kısmi bir dayanakla, ABD'nin tereddüt ederken İran'ın süreci hızlandırdığını ileri sürüyor, ancak buna İran'ın Başbakan Nuri el-Maliki'nin görevden uzaklaştırılmasını temin etmediği, yardımının maliyetsiz olmadığını ve bu maliyetlerin tam şu anda görülmesinin zor olduğu da eklenebilir.

Iraklı liderler özel olarak, her ne kadar HSB'ler İran destekli milis liderlerinin gücünün rahatsızlık verici derecede genişlediğini temsil ediyor olsa da, bunların kontrol altına alınabileceğini kabul ediyor. Geçtiğimiz haftalarda Şii dini liderliği, HSB'leri ulusal savunma yapısına dahil etme ve onların uyguladığı mezhep temelli şiddete son verme ihtiyacını ortaya koymaya başladı. Iraklı liderler, “onları idare edebiliriz, fakat şu anda HSB'ler gereklidir” diyorlar.

Bu son iddia, tartışmaya en açık olanıdır. Tikrit'ten sonra HSB'ler, yolu tüketmiş olabilir ve onları Musul veya Anbar'daki Sünni tabyalarına yerleştirme yönündeki herhangi bir girişim ters tepebilir. Dahası, tıpkı İsrail'in Lübnan'dan çekilmesi sonrasında Hizbullah'ın silahsızlanmaması gibi, HSB'ler de kontrol edilebilir nitelikte olmayabilir. Hizbullah ülkeye hakim olmuştur ve askerleri şimdi Suriye ve Irak'ta savaşıyorlar.

Amerika Birleşik Devletleri de, Iraklı liderler de, HSB'lerin ortaya koyduğu potansiyel tehlike konusunda yanılsamalar içinde olmamalıdır. Bu gruplar, klasik sivil-askeri güvenlik ikilemini barındırıyor: bir ülkeyi dış güçlerden korumaya en yetenekli olan silahlı güç, aynı zamanda sivil liderliğe karşı en büyük potansiyel riski teşkil eder.

Lübnan'da Hizbullah yönetimi riski ile Irak'ta HSB yönetimi riski arasındaki belki de en çarpıcı fark, ölçektir. Lübnan'ın 4,5 milyon vatandaşı bulunuyor ve ülke, bahse değer büyük kaynaklara sahip değil. Irak ise 36 milyon nüfusa sahip ve muhtemelen, Suudi Arabistan'ınkilerle karşılaştırılabilecek hidrokarbon rezervlerine sahip. Dünya, Irak'ın Lübnan'ınkine benzer bir kadere sahip olmasını göze alamaz.

Michael Knights / Foreign Policy

Ekler