AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : ابنا
Salı

18 Temmuz 2023

16:00:38
1380305

Veysel Çelik yazdı

Kur’ân Nasıl Tefsir Edilmelidir I

Bu yazımızda tefsir için müfessire gerekli olan ilimlerden bahsedeceğiz. Açıklamalarımızda Râgıb el-İsfahânî’nin tefsirinin mukaddimesindeki açıklamalarını esas alacağız.

  Ehli_Beyt Haber Ajansı ABNA: Bu yazımızda tefsir için müfessire gerekli olan ilimlerden bahsedeceğiz. Açıklamalarımızda Râgıb el-İsfahânî’nin tefsirinin mukaddimesindeki açıklamalarını esas alacağız.

İsfahânî, müfessirin şartlarını belirlemeden önce şu hususlara dikkat çekmektedir. Kur’ân, herkese değil ehli olanlar için apaçık bir kitaptır. Mesela Arapça bilmeyenlere apaçık olmadığı gibi bazı Araplara apaçık olan yerler diğerlerinin bilgi seviyelerine göre kapalı  kalabilmektedir. Eğer Kur’ân’ı herkesin aynı şekilde anlayacağı açık bir kitap olarak kabul edersek avam ile havassı, bilenlerle bilmeyenleri aynı seviyeye sokmuş oluruz. Bir söz bir topluluğa göre açık iken diğerlerine kapalı olabilmektedir. Örneğin „Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki sakınırsınız.“[1] ayetindeki fesahatı, Arap dili ve belagâtından nasibi olmayanlar anlayamazlar.

Kur’ân’ın hidayetinden herkes seviyesine göre istifade edebilir. Fâkih fıkıh bilgisi oranında Kur’ân’ın ahkamını anlayabilir. Edibler sahip oldukları zevkleri kadar ondan tadabilirler. Kelamcı kelam bilgisi kadar ondan istifade edebilir. Bu yüzdendir ki Peygamber efendimiz (sav); “Kendisine tebliğ edilen nice kimseler vardır ki, onu bizzat işitenden daha iyi anlar.”[2] buyurmuştur.

Kur’ân’ı re’y ile tefsir etmede iki uç görüş ortaya çıkmıştır. Peygamber efendimizden (sav) gelen tehdit edici hadislerden dolayı bazı kimseler Kur’ân’ın tefsir edilmesi konusunda katı davranmışlardır.  Böyle düşünenlere göre âlim ve edip olup fıkıh, nahiv, delalet, ahbar ve hadis alanında geniş bir ilme sahip olanlar da tefsir yapamaz. Çünkü hadislerde: “Kim Kur’ân’ı kendi re’yiyle tefsir ederse cehennemdeki yerine hazırlansın.”[3] ”Kim kendi görüşüne dayanarak Kur’ân’ı tefsir ederse, o konuda isabet etse bile hata etmiştir.”[4] buyurulduğu için tefsir sadece; I-) Resulullah’tan (sav), II-) Kur’ân’ın inişine şahit olan sahabelerden ve III-) sahabeden nakleden tabiinden gelen rivayetlerle yapılmalıdır.

Diğer bir kısım alim de ”Bu mübarek kitabı, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri ibret alsınlar diye sana indirdik.“[5] ayetine dayanarak edebî bilgisi olup geniş bir ilme sahip olanların tefsir yapabileceğini savunmuştur.

Ancak bazı muhakkik alimler her iki yaklaşım şeklinin de eksiklikler ve aşırılıklar barındırdığını savunmuştur. Sadece rivayetlere dayanarak tefsir etmek Kur’ân’da ihtiyaç duyulan birçok şeyin terk edilmesine sebep olurken herkesin tefsire dalabileceğini savunanlar da karışıklığa sebep olmuşlardır.

Şunu hemen belirtmekte fayda vardır. Elimizde bulunan eserlerin çoğunluğunun müellifi tefsirlerini ömürlerinin son dönemlerinde yazmışlardır. Bundan önce; fıkıh usulü, hadis, kelam veya başka dini konularda birçok eserler ortaya koyduktan sonra tefsir yazmışlardır. Onların belirli bir birikime sahip olduktan sonra tefsire el attıklarını göstermektedir.

Tefsirin herkesin dalabileceği bir alan olmadığına farklı âlimler dikkat çekmişlerdir. Mesela bunlardan birisi Zemahşerî’dir (ö. 538/1144). Ona göre tefsir ilminde görüş beyan etmek her ilim sahibinin harcı değildir. Sadece, Kur’an’a özgü olan meâni ve beyân ilimlerinde mahir olan, bu iki ilmi elde etmede uzunca zaman ayıran, Allah’ın delilinin (Kur’an’ın) inceliklerini tanımak amacıyla bu iki ilmin bulunduğu yeri araştırmada gayret gösteren, Allah Resulünün mucizesini araştırmak için çabalayan birisi görüş beyân edebilir.[6]

İsfahânî’ye göre Kur’ân’ın kapsadığı konuların bir kısmı Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına, ahiret gününe iman gibi amacı itikad olan ilimlerdir. Diğerleri ise gayeleri amel olan ilimlerdir. Yani dinin hükümlerini bilip bunlarla amel etmektir.

Râgıb el-İsfahânî’ye göre müfessirin şu ilimlerle donanımlı olması gerekir:

Lügat ilmi: Lafızları bilmekle ilgilidir. (Sözlükteki anlam)İştikâk ilmi: Lafızların birbiriyle irtibatının nasıl olduğuyla ilgilenmektedir.Nahiv ilmi: Lafızların sarf ve i’râb durumlarıyla alakalıdır. Kıraat ilmi: Kur’ân’a ait olan bir ilimdir.Esbâb-ı nüzûl ve kıssalar ilmi: Ahbâr ve rivayet ilmidir. Ayetlerin iniş sebepleri, eski dönemler ve peygamberlerin kıssalarının açıklamasına dair ilimlerdir.Siyer ilmi: Peygamberden nakledilen sünnet ve vahye şahit olanlardan nakledilenlerden ittifak edilen ve ihtilaf edilenler, mücmel ve mübhem olanları açıklayan bilgilerle ilgili ilimdir.Usûl-ü Fıkıh: Nasih-mensuh, umum-husus, icma-ihtilaf, mücmel-müfesser, şer-i kiyas, kıyasın yapılabildiği konular ve yapılamadığı hususlarla ilgilidir.Fıkıh ve zühd ilmi: Dinin hükümlerini bilmek, nefis, akraba ve yönetilenlere karşı siyasette adaletten ayrılmadan davranmayı ele alan ilimdir.Kelam ilmi: Aklî ve hakiki delilleri, taksim ve tahdidi, akli ve zannî arasındaki farklar vb. ile ilgilenen bir ilimdir.Vehbî ilim: İlmiyle amel edene Cenâb-ı Hakkın bilmediğini öğretmesi şeklinde verilen bir ilimdir.    

Kimde bu on ilim tekâmül ederse ve tefsirde kullanırsa Kur’ân’ı kendi görüşüyle tefsir eden mezmûm gruptan çıkmış olur. Kendi re’yi ile tefsir edenler yukarıda saydığımız alet ilimlerine sahip olmadan delilsiz zannıyla tefsir yapanlardır.

Râgıb el-İsfahânî, bu on ilimde noksan olanlara da yol göstermektedir.  Tefsir için zaruri olmayan ilimlerden birinde eksik olanlar eğer o konuda işin erbâbına başvurarak tefsir yaparlarsa yine de zemmedilenler grubuna girmezler. Kısaca ya yukarıda sayılan on ilme vakıf olmalılar ya da eksik oldukları alanlarda yetkin olan kişilerin görüşlerine başvurarak tefsir yapmalıdırlar.

İsfahânî’nin görüşünü şöyle de açabiliriz: Örneğin bir müfessir fıkıh alanında eksikse alanında uzman olan İmam Şafii, Ebu Hanife gibi alimlerin görüşlerine başvurarak tefsir yapabilir. Ayrıca yukarıda sayılan bilgilerin hepsi her ayetin tefsirinde gerekli olmayabilir. Dolayısıyla bilgisinin yeterli olduğu ayetlerin tefsirinde görüş belirtmesinde bir sakınca olmaz.

Râgıb el-İsfahânî konunun sonunda günümüzdeki birçok ilahiyatçı ve tefsir alanında konuşan kişileri yakından ilgilendiren, oldukça önemli bir tavsiyede bulunmayı da ihmal etmemektedir. Ona göre; tefsire girişen kişinin takvalı olup nefsinin şerrinden ve kendini beğenmekten (ucûb) Allah’a sığınması gerekir. Çünkü ucûb bütün şerlerin başıdır. Resulullah (sav) döneminde yaşayıp, bizzat Kur’ân’ın inişine şahit olanları itham edeceğine kendi görüşünü itham etmesi daha doğrudur.[7]

Müfessirin hangi alet ilimleriyle donanımlı olması gerektiği noktasında Suyûtî gibi âlimler şartları on beş maddeye çıkarsalar da unutulmaması gereken nokta şudur: Müfessirin belirli ilimlere sahip olması gerektiğini savunmak veya çok sayıda alet ilminin sayılması tefsirin önünü kesmek için değildir. Asıl amaç tefsir alanında; rastgele, delilsiz ve mesnetsiz konuşmanın önüne geçmektir. Bu alanda söz söylemek isteyenlerin dayanaklarının olması gerekir. Ya müfessirin kendisi yeterince donanımlı olmalı ya da bu konuda yetkin olan âlimlere dayanarak söz söylemelidir. Kur’ân’ın tefsiri hakkında delilsiz ve dayanaksız söz söylemeye kimsenin hakkı yoktur.  


[1] Bakar, 2/178.

[2] Tirmizî, İlim, 7.

[3] Taberî, el-Câmiu’l-Beyân, I, 77-78.

[4] Ebu Davud, İlim, 5.

[5] Sa’d, 38/29.

[6] Zemahşerî, el-Keşşâf, Dâru’l Ma’rife, Beyrut, 2002, s. 23.

[7] Detaylı açıklamalar için bkz., Râgıb el-İsfahânî, Mukaddimetu Camiu’t-Tefasir, Beyrût, Daru’d-Da’va, 1983, s. 93-97.