AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : ابنا
Pazartesi

11 Eylül 2023

14:36:23
1392996

Üstad Feyyazbahş

Allame Tabatabaî'nin Ekolünde Marifet ve Pratik Temellere İlişkin Konulara Bir Bakış

Diğer bir örnek ilahî ahkâmda en büyük fariza olan namazdır. ermKur'an'da muhtelif ayetlerde görülmektedir ki, ilk mertebede namazın zâhirine bağlılık emri verilir. “Namaz kıl, güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar” Fakat Allah'ın mübarek Maide suresinde abdest, gusül ve teyemmümden bahsettiğini görüyoruz. Şöyle buyruluyor: “Allah size güçlük çıkarmak istemiyor.” Yani hüküm getirmekle meşakkat vek ve sizi zahmete sokmak istemiyoruz.



      Giriş Tüm İlahî Dinlerin Eksen Birliği İlahî Dinlerde Doktrin ve Eksen Birliği

“İşte bu, Rabbiniz Allah'tır; her şeyin yaratıcısıdır; O'ndan başka ilah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz?” (Ğafir 62)

“De ki: 'Size bir tek öğüt veriyorum: “Allah için ikişer ikişer ve teker teker kıyam etmeniz, sonra düşünmeniz.” (Sebe 46)

Kitapların İndirilmesi ve Elçiler Gönderilmesinin Hikmetindeki Birliği ve Tüm Dinlerin Ortak Noktasını Tanıma

“Andolsun, biz her ümmete: 'Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının' (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik.” (Nahl 36)

“ve Allah ile beraber başka bir ilaha tapma. O'ndan başka ilah yoktur. O'nun yüzünden (zatından) başka her şey helak olucudur. Hüküm O'nundur ve siz O'na döndürüleceksiniz.” (Kasas 88)

Ehl-i Kitap ve Müslümanların Ortak Yönü Olarak Aşkın Tanrı’nın Birliği ve Ona İbadet

“De ki: 'Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda ortak (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim.'” (Al-i İmran 64)

Tevhide Bakışın Mertebeleri İman Mertebesi ve Herkesin Tevhid ve velayeti Tanıma Mertebesine İlişkin Değeri

Abdulaziz el-Karatisî'den: Ebu Abdillah (a) bana dedi ki: “Ey Abdulaziz, imanın İmanın basamaklar halinde on derecesi vardır. Bu basamaklar adım adım çıkılır.”

“Allah, sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır.” (Mücadele 11)

 

Tevhide Bakışın Çeşitli Mertebeleri

Bilim ve Kanıta Dayalı Bakış

En Büyük İtiraz, Evrenin Allah'tan Ayrı Olduğunadır 1) Olumsuzlama Kanıtı

“Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah'ın dışında ilahlar olsaydı, elbette, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın Rabbi olan Allah onların nitelendiregeldikleri şeylerden yücedir.” (Enbiya 22)

Referanslar: Şayet (lev), kendisiyle olumsuzlanan şeydir. Arapça uzmanları der ki: Şayet, kendisinden başkası olumsuzlanmayan bir şeyin olumsuzlandığına işarettir.

2) Düzen Kanıtı

Ğaşiye: “Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı? (17) Göğe, nasıl yükseltildi? (18) Dağlara; nasıl oturtulup-kuruldu? (19) Yere; nasıl yayılıp-döşendi? (20) Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. (21)”

3) Sonradan Oluş ve İmkan Kanıtı

“Yoksa onlar, hiç bir şey olmaksızın mı yaratıldılar? Yoksa yaratıcılar kendileri mi?” (Tur 35)

4) Yaratılışın Hedefi Olması

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.” (Al-i İmran 190)

5. Tüm İşlerde Fâil Allah (Tevhid-i Ef'alî)

Vakıa Suresi: “Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? (58) Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı Biz miyiz? (59)... Şimdi ekmekte olduğunuz (tohum)u gördünüz mü? (63) Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz? (64) Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle şaşar-kalırdınız. (65) Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? (68) Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz? (69) Eğer dilemiş olsaydık onu tuzlu kılardık; şükretmeniz gerekmez mi? (70) Şimdi yakmakta olduğunuz ateşi gördünüz mü? (71) Onun ağacını sizler mi inşa ettiniz (yarattınız), yoksa onu inşa eden Biz miyiz? (72) Biz onu hem bir öğüt ve hatırlatma (konusu), hem ihtiyacı olanlara bir meta kıldık. (73) Şu halde büyük Rabbini ismiyle tesbih et. (74)”

Sonuç: Allah heryerdedir ve her işin başı ve sonudur.

“O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.” (Hadid 3)

Tevhidin İnsan Nefsiyle Bağı

“Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O'dur; beşin altıncısı da mutlaka O'dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir.” (Mücadele 7)

Tüm Dost ve Akrabalardan Daha Yakın

Vakıa: “Hele can boğaza gelip dayandığında (83) Ki o sırada siz (sadece) bakıp-durursunuz (84) Biz ona sizden daha yakınız; ancak görmezsiniz. (85) Eğer doğru söylüyor iseniz, onu, (çıkmakta olan canı) geri çevirsenize. (87)”

Şah Damarından da Yakın

“Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kaf 6)

İnsanın Kendisinden İnsana Daha Yakın

“Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resûlü'ne icabet edin. ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız.” (Enfal 24)

Böyle Bir Tevhide Giden Tek Yol Nefsi Tanımanın Aracılığıdır

“Ey iman edenler, üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefislerinizdir. Siz doğru yola erişirseniz, sapan size zarar veremez.” (Maide 105)

 

İslam ve İmanın Mertebeleri İslam'ın İlk Mertebesi

İslam'ın ilk mertebesi, Allah'ın emir ve yasaklarını ve zâhiri hükümleri kabul etmektir. Bu da kalple tasdik ederek olsa da olmasa da dille şehadet getirmektir. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Bedeviler, 'İman ettik' dediler. De ki: 'Siz iman etmediniz; ancak 'İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir.” (Hucurat 14)

İkinci Mertebe

İslam'ın ikinci mertebesi, birinci mertebenin karşısında yer alan, kalple imanın gereğini yerine getirmektir. Yani hak itikadın tafsilatına kalpten teslimiyet ve bağlılık, bunun sonucu olarak da -bazı konularda hataya düşülse bile- salih amele devam etmek. Özetle, bu aşamada bulunulması bazı günahların işlenmesine aykırılık oluşturmaz. Allah Teala İslam'ın bu merhalesi hakkında şöyle buyurur:

 “Onlar ayetlerimize iman etmiş ve Müslüman olmuşlardır.” (Zuhruf 69). Yine şöyle buyurur: “Ey iman edenler, hepiniz topluca 'barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'a) girin” (Bakara 208)

Üçüncü Mertebe

Allah'ın ve Rasul-i Ekrem'in (s) tüm buyruklarına kâmil anlamda tâbi olmaktır. Bu İslam hakkında Allah Teala şöyle buyurur:

 “Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65)

Dördüncü Mertebe

 “Mü'minler gerçekten felah bulmuştur. Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır. Onlar, 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir.” (Mü'minun 1-3)

Beşinci Mertebe

Bakara 131: “Rabbi ona: 'Teslim ol' dediğinde (O:) 'Alemlerin Rabbine teslim oldum' demişti.”

Bakara 128: “Rabbimiz, ikimizi sana teslim olmuş (müslümanlar) kıl ve soyumuzdan sana teslim olmuş (müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin.”

Altıncı Mertebe

İhsan âlemi

Bakara 112: “Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.”

“Haberiniz olsun; Allah'ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır.” (Yunus 62)

“Ey Eba Zer, Allah'ı görüyormuş gibi ona ibadet et. Sen onu göremiyorsan da O azze ve celle seni görüyor. Bil ki Allah'a ibadetin evveli onu tanımaktır.” (el-Emâlî, et-Tusî, en-Nas 526)

  

Allame'nin Ekolünde Tevhid (Nefsi Tanıma Bakışı) 1) Tevhid Kur'an'da Kesin Prensip Yapılmıştır ve İspata Muhtaç Değildir (Tevhid Bariz Gerçektir).

Ebi Abdillah'tan (a): Dedi ki: “Bütün cahiller nezdinde bile bilinip tanınır.”

Ebi Abdillah el-Hüseyin'in (s) Arefe duasından: “Kendisi kendi varlığında sana muhtaç olan şey senin varlığına nasıl delil olsun? Senin zuhuruna vesile olacak senden başka sende olmayan bir zuhur olur mu? Sen ne zaman gizlendin ki seni bulmaya kılavuzluk yapacak bir delile ihtiyaç duyalım? Ne zaman uzaklaştın ki alametlerin bizi sana ulaştırsın? Sen izlediğin halde seni görmeyen göz kör olsun.” (Amellerin kabul edilmesi)

2) Kur'an'da Allah'ı Kesin İlke Olarak Beyan Eden Ayetler

Fussilet: “Biz ayetlerimizi hem afakta, hem kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Her şeyin üzerinde Rabbinin şahid olması yetmez mi? (53) Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, her şeyi sarıp-kuşatandır. (54)”

3) Allah Tek Mutlak Hakikattir ve Onun Mefhumu Muhalifi de Allah'tan Başka Hakikat Yoktur, Yani Bâtıl Vardır

Hac 62: “İşte böyle; çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O'nun dışında, onların taptıkları ise, şüphesiz batılın ta kendisidir. Gerçekten Allah yücedir, büyüktür.”

4) Tevhidi Tanıma Kendini Tanımaya Önceliklidir

Enfal 24: “Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resûlü'ne icabet edin. ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız.”

5) Kendini Tanıma Hakikati Tanımak Demektir

Rum 30: “Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.”

Sonuç:

Esas itibariyle Kur'an'da insanın nefsine odaklanılmışsa ve onun varlığının kabulü ebedî kesin ilkelerden ise hakikate yönelme ve onu kabul etme nefse öncelikli sayılmış demektir.

Sonuç olarak da onun varlığının, onun için her varlığın nefsinden ebedî olduğu bariz ortadadır.

A'raf 172: “Hani Rabbin, Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' (demişti de) onlar: 'Evet (Rabbimizsin), şahid olduk' demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: 'Biz bundan habersizdik' dememeniz içindir.”

Haşr 19: “Kendileri Allah'ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir.”

1. Bu ayetin Hz. Ali'den (s) gelen rivayetle bağı (Kim nefsini tanırsa onu tanımış demektir)

2. Ayet, rivayetten daha yüksek bir mesajı ortaya koyuyor. Bunu açıklayınız.

3. Tevhidin doğru tanınması huzurî marifettir.

- Tevhide bakış açısının itikat ve amellerdeki diğer dinî rükûnlara (nübüvvet, imamet, mead) etkisi

- Tevhide bakışın değişmesiyle dinin öne çıkan anlamlarında, özellikle de tevhidde değişim

Nisa 126: “Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatandır.”

Fussilet 54: “Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, her şeyi sarıp-kuşatandır.”

  Tevhide Huzurî Bakışın Sonuçları

Tevhide bu bakışın teorik ve pratik alanlarda paha biçilmez etkileri vardır.

İtikadî Konularda

Tevhid, insanın varlığının en derin katmanlarında ve insanın kendi kendisine de yakında zuhur eder.

Sonuç olarak:

1. Allah'ı doğru tanımanın yolu nefsi tanımaktır.

2. Nefsi tanıma huzurî ilim olduğundan Allah'ı doğru tanıma da huzurî ilimlere dahildir.

3. Nefsin derinlemesine ve detaylı araştırılması aynı zamanda tevhidin derinlemesine ve detaylı araştırılmasıdır.

Velayet (nübüvvet ve imamet)

Eğer tevhide odaklanmak huzurî ise ve ebedî kesin ilkelerden biriyse Allah'ın zâtî isimlerine yönelmek de tevhidin konularındandır ve apaçık kesin ilkelerdendir. Tıpkı kudret, ilim, hayat, irade ve meşiyet gibi.

Velayet Allah'ın ism-i a'zamındandır

Nübüvvet ve imamet, velayet makamının en yüce konularındandır.

(Bakara 124: Hani Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimelerle denemişti. O da (istenenleri) tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim'e): 'Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım' dedi. (İbrahim) 'Ya soyumdan olanlar?' deyince (Allah:) 'Zalimler benim ahdime erişemez' dedi.)

Sonuç:

İmamet meselesine bakışın değişmesi (Allah Rasülü (s) ilk imam ve diğer Masumlar (a) sonraki imamlar)

İnsanın, Allah Rasülü (s) ve Masum İmamlar (a) gibi Allah'ın evliyasıyla ilişkisine bakışın değişmesi

Kelamî bakışta bu ilişki yöneticinin ahali ile ilişkisi, daha üst seviyede öğretmenin öğrenci ile ilişkisi, daha üst seviyede de hidayet edenin muhtedi ile ilişkisi şeklindedir.

Bu bakışta: İmamete odaklanmak, zâtî tevhide odaklanmak gibidir ve huzurî ilimler kategorisindendir.

Pratik Konularda Değişim

Kelam ıstılahındaki taabbüdün manasında değişim (taabbüd, bir taraftan kendi yokluğunu müşahede ve diğer taraftan kendi içindeki varlığa şahitliktir)

Sonuç itibariyle itikadî meselelerde kelamî kanıtların en büyüklerinden olan lütuf kanıtında değişim

Tevhide Bakışta Değişimle Sağlanan Nihaî Sonuç

Birincisi, tevhidi bilmenin teorik mertebedeki getirisi, imanın en aşağı seviyesi, yani ilmu'l-yakini armağan eder ve elbette imanın sonraki mertebelerine giriş için yakın mukaddimedir.

 Tekasür: Hayır; eğer siz kesin bir bilgiyle bilmiş olsaydınız (5) Andolsun, o çılgınca yanan ateşi de elbette görecektiniz. (6) onra onu, gerçekten yakîn gözüyle (Ayne'l Yakîn) görmüş olacaksınız. (7)

İkincisi, imanın daha yüksek mertebelerine giriş için kendini tanımaktan başlamak gerekir. Böyle bir tanımanın sağlayacağı getiri, aynu'l-yakin makamında tevhidi bilmektir ve daha üst seviyesi de hakku'l-yakindir.

Üçüncüsü, böyle bir tanımanın yolu da amel, nefsi donatmak, kalpten ve insanın tevhidî fıtratından pası gidermek ve perdeleri kaldırmaktır. Bunun sağlayacağı sonuç, nefisle ilgili huzurî marifet ve Rabbe dair huzurî marifete giriştir. (Nefsini bilen Rabbini bilir).

Dördüncüsü, tevhidle ilgili böyle bir tanımanın yolu, insanın en yüksek kemal-i nefis mertebelerini, yani nefsin ilahî velayet ve hilafet mertebesini bilmektir. (Nefsini bilen Allah'ın nefsi üzerindeki velayetini bilir.) (Küçük önerme)

Beşincisi, ilahî velayete dalmakla ve kendini görmeyip Hakkın tam zenginliği karşısında kendindeki kâmil fakirliği müşahede etmekle nefsinde Rabbanî tevhid yükselir. (Allah'ın kendi nefsindeki velayetini bilen Rabbini huzurî olarak bilir). (Büyük önerme)

Sonuç: Huzurî olarak kendini bilen Rabbini de huzurî olarak bilir. Tıpkı nefsini huzurî olarak bilmek gibi.

Altıncısı, bu yolun katedilmesi, Allah'ın evliyasının, özellikle de Rasul-i Ekrem'in (s) ve ismet- taharet Ehl-i Beyt'inin (a) velayet ve imamet makamını tanıma vasıtasıyladır.

Sonuç itibariyle kulluğa dalıp tevhidî fıtrattan şirki temizlemekle, birinci derecede, Masum İmam'ın (a) velayet makamı insana açılır. Bu da tevhidin amelle beyanıdır.

Ebu Amr ez-Zübeyrî, Ebu Abdillah'tan (a) rivayet etti: Ona dedim ki: “Ey âlim, bana hangi amelin Allah katında efdal olduğunu söyler misiniz?” Dedi ki: “Allah'ın o olmaksızın hiçbir şeyi kabul etmeyeceği amel.” Dedim ki: “O nedir?” Dedi ki: “Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a iman, derece olarak amellerin en üstünü, makam olarak en kıymetlisi ve fayda olarak en barizidir.” Dedim ki: “Bana imanın sözle mi, yoksa amelle mi olduğu, ya da amelsiz sözle mi olduğundan bahseder misiniz?” Dedi ki: “İmanın hepsi ameldir. Sözün bir kısmı da ameldir.” (el-Kâfî, İslamiyye baskısı, c. 2, 34, Bab Fi Enne'l-iman Mebsusu'l-Cevarihi'l-Beden Külleha..., s. 33)

 

Allame Tabatabaî'nin Ekolüne Genel Bir Bakış Giriş:

Son yüzyılın büyük insanı Allame Tabatabaî'nin (rh) melekutî rıhletinin yıldönümü münasebetiyle onun süluk ve ahlak mektebini kısaca gücümüz yettiğince bu makalede özet olarak arzedeceğiz.

İnsafla söylemek gerekirse dinin Kur'anî, ahlakî, tevhidî ve ibadî meseleleri ve aslî anlamlarının çoğunun izahını, asrımızın büyüklerinden iki kişinin çabalarına borçluyuz. Bunlardan biri merhum Allame Tabatabaî (rh) ve diğeri de devrimin büyük lideri merhum İmam Humeynî'dir (rh). Dolayısıyla bu iki kıymetli büyük aracılığıyla İslam'ın ilmî ve amelî mektebini tanımak hayli ön açıcı ve zaruridir. Bu makalede özetle merhum Allame Tabatabaî'nin (rh) eğitim ekolünün içbükey özelliklerini açıklayacağız.

İlke ve Talimatların Kur'an'a ve Rivayetlere Uygunluğu

Allame Tabatabaî'nin (rh) eğitim ekolünde -tıpkı bu yolun diğer büyüklerinde olduğu gibi- göze çarpan temel özellik, bu mektebin prensip ve talimlerinin Kur'an'a ve ismet-taharet Ehl-i Beyt'inin (a) sözlerine uygun olmasıdır. Yani İbn Fehd Hıllî'den Seyyid b. Tavus'a (rh) kadar bu yolun büyük şahsiyetleri zincirinde; yine Allame Bahru'l-Ulûm (rh) -her birinin kendine özgü ahlakî ilkeleri ve talimatları vardı ve onları beyan ediyorlardı- ve merhum Molla Hüseyinkulî Hemedanî ile onun talebeleri Allame Tabatabaî (rh) ve Ayetullah Saadetperver'in (rh) eğitim mektebinde tüm ilke ve düsturların kökünün ve tevhidî seyru sülukta açıklanan herşeyin Kitab ve Sünnet'e uygun olduğuna ilişkin apaçık ilke dikkat çekmektedir.

Süluk Talimatlarının Düzeni

Allame'nin eğitim mektebinde net şekilde görülen ikinci özellik, kendisini düsturların nizamında tecelli ettiren sülukun düzenidir. Bu düzen de, hem akılcı kanıtlarla hem de Kur'an'da ve Ehl-i Beyt'in (a) rivayetlerinde geçen nakil kanıtlarıyla ispat edilebilen muteber bir nizamdır. Bu düzen ve uyumun kökeni, mektebin bakış açısını biçimlendiren koordineli prensiplerde bulunabilir. Bu özel bakışaçısı, bu ekolü, diğer ahlak ekollerine göre ayrıcalıklı yapmaktadır. Makalenin devamında kısaca bu bakış açısının genel çerçevesini ve temelini açıklayacağız. 

 

Amaçlara Göre Ahlakın Tasnifi Dünyevî ve Uhrevî Gayeler

Allame Tabatabaî'nin (rh) eğitim mektebinde bir temel nokta göze çarpmaktadır: El-Mizan tefsirinde “Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: 'Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz.” (Bakara 156) ayet-i şerifesini açıklarken çeşitli ahlak ekollerinin büyük üstad merhum Ayetullah Gazi Tabatabaî'nin (rh) ahlak mektebiyle ilişkisinden nispeten genişçe bahsetmektedir. O kısımda, kendi eğitim ve düşünce ekolünün hangi unsura dayandığını izah eder. Şöyle der: Muhlis olma -ihlasın çeşitli makam ve menzillerine dair merhum Bahru'l-Ulûm'un tabiri- yolunda hareket edenlerin hedefi ya Müslüman ve gayri Müslimlerin doğal olarak müşterek olduğu dünyevî gayelerdir ya da uhrevî gayelerdir. Eğitim mektepleri esas itibariyle bu iki eksene rücu eder. Yani eski ulemanın kitaplarına baktığımızda, kıymetli muhaddislerin ahlaka ilişkin rivayet kitapları gibi önceki zamanlardan, merhum Allame Meclisî'nin Hilyetu'l-Muttakîn'i ve diğer ahlak kitapları gibi sonrakilere varıncaya dek hemen hepsinde ahlak rivayetlerini görebiliyoruz. Bunlardaki rivayetler ilahî sevap ve azaba göre ortaya konup açıklanmaktadır. Merhum Allame de şöyle buyurur: Geniş bir bakış açısıyla bu kitaplarda geçen bütün bu düsturların -aynı şekilde Kur'an'da ve rivayetlerde geçen çok sayıda talimatın- tamamı ilahî sevap ve azaba, diğer bir ifadeyle uhrevî gayelere rücu eder.[1]

Fakat Allame, sözlerinin devamında kendisinin mektebinde ve diğer pek çok kıymetli âlimdeki ayırt edici yön olan noktaya işaret eder. Şöyle buyurur:

Kur'an'da ne uhrevî gayelerden ne de dünyevî gayelerden bahseden, bilakis halis tevhidden söz eden bazı ayetler görüyoruz. Şöyle ki, birçok meselede açık emir, müminin tevhide yönelmesidir. Tıpkı ayet-i şerifede geçtiği gibi, mümin çeşitli musibetlere düçar olduğu ve musibetler onun tahammül gücünü yükseltmek istediğinde Allah, tahammül gücünü arttırmak için musibetin uhrevî sevabına odaklanmak gerektiğin buyurmaz. Ya da onun dünyevî sonuçları dikkat edilmesini istemez. Yahut hatta insanın insanlık onuruna yönelmesini buyurmaz. Bilakis genel kalıp halinde der ki: “Mümin tevhide odaklanmalı”. Şöyle takdim eder: “Biz Allah'a aitiz ve ona döneceğiz.”[2] İşte bu makamda huzur bulur. Öyleyse anlaşılıyor ki diğer mecralar şeytanın menzili içindedir. Yani şeytan sâlike, bu mecralarda hareket ettiği ve en yüksek mertebelere çıktığında dahi hamle yapıp onu yere çalabilir.

Tevhidî Gayeler

Allame Tabatabaî (rh) sözlerinin devamında şöyle der: Allah, bir grubu, şeytanın onlara hamle yapabilmesinden istisna tutmaktadır. Bu grup ‘muhlesîn’dir. Bu konunun şahidi, mübarek Hicr suresinin ayetlerinde ve mübarek Sad suresindedir.

Hicr suresinde şeytanın sürülmesinden ve şeytanın Allah'ın karşısında kararlılıkla yemin etmesinden bahsedilir. Der ki: “Ben kesinlikle tüm insanları aldatacağım ve senin dosdoğru yolunda hareket etmelerine izin vermeyeceğim.” Sonra şeytanın kendisi muhles kulları istisna eder.[4] Şeytanın bu istisnası merhamet ve şefkatten değildir. Çünkü şeytan Allah'ın kullarına düşmandır.[5] İnsanın kesin düşmanı olan kimse ona asla merhamet etmez. Şeytan muhles olanlara da merhamet gösterecek ve bu merhametle onlara hamle yapmayacak değildir. Bilakis şeytan muhleslere saldıramaz. Buradan anlaşılmaktadır ki sülukun mertebelerinde bir menzil ortaya çıkabilir ve sâlik için bir yol açılabilir. Sâlik de “onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır.”[6] denilen kimselerin sülukunda yerini alır. Yani Allah'ın kendi evliyasına verdiği vaat, muhles olanlar için tahakkuk edecektir. Zira o makamda bunlar artık şeytanın şerrinden kurtularak şeytandan kaygılanıp üzülmeksizin Mabuduna yalvarıp niyazda bulunacaktır.

Bu konu, merhum Ağa Seyyid Gazi Tabatabaî'nin (rh) “tarika-i ahrakiyye”[7] adını verdiği ve Molla Hüseyinkulî Hemedanî (rh) mektebinin kendine has eğitim yolu olan şeyin ta kendisidir. Aynı tarik, Allame Tabatabaî'nin (rh) mektebinde de kanıta dayandırılmış, insicamı sağlanmış ve mühendisliği yapılmış olarak tarikat sokağının sâliklerine sunulmaktadır.

Bu Makamın Kur'an'daki Yeri ve Mertebesi

1. İlahî rızanın razı olunan tavsifi: Saffat: “Allah, onların nitelendirmelerinden yücedir. (159) Ancak Allah'ın muhles kulları başka. (160)”

2. Nefislerdeki kıyametin zuhuru nedeniyle ufuklardaki kıyamete vakıf olunması:

Saffat: “Fakat onu yalanladılar; bundan dolayı gerçekten onlar, (azab için getirilip) hazır bulundurulacak olanlardır. (127) Ancak Allah'ın muhles kulları başka. (128)”

3. Kıyamette hesaptan muaf olunması:

Saffat: “Yaptıklarınızdan başkasıyla cezalandırılmayacaksınız. (39) Ancak Allah'ın muhles kulları başka. (40)”

4. Şeytanın ulaşamaması:

Hicr: “Dedi ki: 'Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım.' (39) 'Ancak onlardan muhles kulların müstesna.' (40)”

  Ma'rifetu'n-Nefs: Allame Tabatabaî Mektebenin Odağı

Diğer bir nokta, talimatların ma'rifetu'n-nefs ekseninde gelmesidir. Bunun sebebi de ma'rifetu'n-nefsin tam anlamıyla ma'rifetu'r-Rab olmasıdır. Çünkü Peygamber-i Ekrem (s)[8] ve Emirulmü'minin Ali (a) muhtelif beyanlarında bu noktaya değinmişlerdir: “Nefsini bilen Rabbini bilir.”[9] Yahut Emirulmü'minin Ali (a) başka bir nuranî beyanında şöyle buyurur: “Nefsini bilmenin cahili olan herşeyin cahilidir.”[10]

Şu halde ma'rifetu'n-nefs, Allame Tabatabaî'nin (rh) mektebinde ciddi bir eksendir. Çünkü muhles olma makamına ve saf tevhide ulaşmak için aslî yol, aynı zamanda kestirme, en az zahmetsiz, en yakın ve en emin yol ma'rifetu'n-nefse dikkat, odaklanma ve yönelme tarikidir. Çeşitli açıklamalar bu anlama delalet etmektedir. Allame Tabatabaî, kıymetli kitabı el-Mizan'da bu delillerden bazılarına değinmiştir. Elbette ki el-insan Kable'd-Dunya fi'd-Dunya ve Ba'de'd-Dunya üçleme risalesinde ve el-velaye risalesinde de özel olarak bahsi geçen konular için bu kısa makalede ele almaya fırsatımızın olmadığı hem kanıt ikame etmiş hem de ayetler ve rivayetler zikretmiştir. Ama başlangıç seviyesinde aşinalık için Kur'an'dan bu meselelerle ilgili bazı ayetleri gözden geçireceğiz.

Paha biçilmez el-Mizan tefsirinde Maide suresinin 105. ayetini yorumlarken bu konudan genişçe bahseder. Ayet şöyledir:

 “يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا عَلَيْكُمْ أَنْفُسَكُمْ”[11] Yani “Ey müminler, size gereken kendinize dönüp bakmanızdır.” (اَلزِمُوا اَنفُسَکُم) Sakın nefislerinizi unutmayın. “لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ إِذَا اهْتَدَيْتُمْ” “Bu yoldan sapıp zarara uğrayanlar sakın sizi bu yoldan saptırmasın.”

Yahut Allah'ın mead ve kıyameti gözetleme tavsiyesinden sonra “Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın.”[12] buyurduğu mübarek Haşr suresindeki ayet gibi başka ayetler. Ayet, merhum Allame'nin süluk menzillerinde birkaç erbainlik orta menzillerde üzerinde durduğu nokta olan murakabeyi emretmektedir.

Sonraki ayette “وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللَّهَ”[13] buyurulmaktadır. Yani “Sakın Allah'ı unutan kimselerden olmayın.” Eğer böyle olursa Allah da size kendi nefislerinizi unutturur. Öyleyse bu sözün mefhumu muhalifi şudur: Eğer kişi Allah'ı unutmak istemiyorsa kendisini unutmamalıdır. Bu nokta, merhum Allame'nin sülukunda son düstur ve nihaî merhaledir. Elbette ki talimatlarda buyurduğu özellikli yöntemlerle.

 

Allame'nin Eğitim Ekolünün İlkeleri

Başlangıç seviyesindeki bu aşinalıktan ve belirtilen girişten sonra sıra Allame Tabatabaî'nin (rh) eğitim mektebinin ilkelerini ortaya koymaya gelmektedir. Allame Tabatabaî'nin eğitim mektebinde birkaç kesin ilke vardır:

1. Talimatların Kitab ve Sünnet'e Dayanması

Tüm düsturların Kitab ve Sünnet'e dayanması ve dinin zâhirî hükümlerinin emrettiği çerçevenin dışına çıkılmaması.

2. Nefsi Eksen Alan Yöneliş

Nefsin özellikle vurgulanması, insanın daima nefsini gözetim altında tutması ve kalbin Allah'ın güvenli haremi olmasına odaklanma. (Kalp Allah'ın haremidir.) Sakın bu kalbe tevhidden başka bir şey girmemelidir.

“Allah'ın haremi Allah'tan başkasıyla huzur bulmaz.”[14]

3. Dinin Zâhiri ve Bâtını Vardır

Üstad Saadetperver (rh) şöyle buyurur: “Dinde temel ilke şudur ki, İslam'ın kıymetli Peygamberi'nin (s) risaleti, dinin zâhirini Müslümanların geneline iletmektir. Yani dinin zâhirinde vacip, haram, müstehap, mekruh vs. ne varsa Müslümanlar onlarla amel etmek durumundadır.”

Sonra şöyle buyurur: “Dinin zâhiri herkes içindir. Diğer bir ifadeyle, dinin zâhirlerine uyulması, küfür ve İslam'ı zâhirde birbirinden ayıran şeydir. Bu mertebeden başlayarak İslam ve imanın üst aşamalarına varmaya uzun bir yol vardır. Tıpkı Kur'an gibi. Bu semavî Kitap, onun ayetleri ve kelimeleri kainatın tamamının muazzamlığı ölçüsünce derinliklere sahiptir.

“O elbette asil Kur'an'dır. (77) Korunmuş bir kitaptadır. (78) Ona temiz olanlardan başkası el süremez. (79)”[15]

Kitabın hakikatı “Asıl kitap”tadır.[16] O makamda harf, kelime, cümle ve Kur'an'ın sözlü ayetlerinden bahsedilmez. Bilakis orada herşeyin hakikatı vardır. Bundan dolayı dinin zâhiri, Ehl-i Beyt'in (a) kelimelerinin zâhirinden ve Kur'an'ın zâhirinden elde edilir. Zâhirî buyruklara tâbi olmakla insanın kalbi yavaş yavaş dinin bâtınına aşina olmaya başlar. Bu meselenin şahidi[17] Kur'an ayetleri ve İmam Sâdık'tan (a) gelen sözdür.

Şöyle buyurur: “İmanın basamaklar halinde on derecesi vardır. İnsan bu basamakları adım adım çıkmalıdır.” Sonra şöyle buyurur: “Oradan basamak basamak yükseğe çıkar.” İnsan çokça gayret göstererek ve uzun erbainlerle imanın mertebelerini basamak basamak kateder. Bu nedenle sözünün devamında şöyle buyurur: “En yüksek mertebelerde olan kişi, herkesin kendisi gibi anlamasını, amel etmesini, onun gibi itikada sahip olmasını beklememelidir.” Sonra şöyle buyurur: “Yüksek mertebelerin itikadını aşağı seviyedeki mertebelere; kalbi, bedeni ve ruhsal mizacı o meseleyi kaldıracak tahammül ve kabiliyette olmayan kişiye yüklememek gerekir.”[18]

Aynı şekilde çok sayıda ayet de vardır. Mesela şöyle buyrulur: “Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin”  İlim sahiplerinin dereceleri vardır. Bu derecelerin, onların sahip olduğu ilmî dereceler nedeniyle olduğu ortadadır. Dolayısıyla Allame Tabatabaî'nin (rh) mektebinde bahsedilen, dinin zâhiri ve bâtınıdır.

 

Dinin Zâhir ve Bâtını Olduğuna Şahitler

Şayet bu ilkelerin pratik olarak kendini nerede gösterdiği sorulacak olursa, mesela itikatlarda gerekli olan, kişi İslam ve küfrün sınırına girdiğinde tevhide ve Rasul-i Ekrem'in (s) risaletine itikattır.

Tevhide itikat ilmu'l-yakin mertebesinde, insanın istidlal ve kanıtla elde edeceği inanç mertebesidir. Bu mertebe kabul edilebilir, ama yeterli değildir. Çünkü Kur'an'a göre Allah'ın evliyası Allah'tan ilmu'l-yakin ile yetinmiyordu. Mesela Hz. İbrahim (a) daima Rabbinin dergahına başvuruyor, ağlıyor ve niyazda bulunuyordu: “Allahım, beni aynu'l-yakin ve daha yükseğine çıkar.” Sonunda Hz. İbrahim'in (a) duasına icabet edildi. Nitekim ayet şöyle buyurur: “Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun.”  Buradan anlaşılıyor ki âlemin ve onun ardından da dinin melekutu var. Allah'ın evliyası da aynu'l-yakin mertebesinde ve daha yükseğinde (hakku'l-yakin) onun peşindedir.

Diğer bir örnek ilahî ahkâmda en büyük fariza olan namazdır. ermKur'an'da muhtelif ayetlerde görülmektedir ki, ilk mertebede namazın zâhirine bağlılık emri verilir. “Namaz kıl, güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar”  Fakat Allah'ın mübarek Maide suresinde abdest, gusül ve teyemmümden bahsettiğini görüyoruz. Şöyle buyruluyor: “Allah size güçlük çıkarmak istemiyor.” Yani hüküm getirmekle meşakkat vek ve sizi zahmete sokmak istemiyoruz. “Fakat sizi temizlemek istiyor.” Bilakis sizi temizleyip arındırmak ve Üzerinizdeki nimetimizi tamamlamak istiyoruz: “Üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor. Umulur ki şükredersiniz.”  Şu halde, namazın bâtını taharettir ve taharetten murad da manevîdir. Çünkü daha önce taharet “toprakla” ve “suyla” buyurulmuştur. Namazla elde edilen bu taharet namazın zâhrî değil bâtınî hükümlerinin parçasıdır.

Mübarek Nisa suresindeki başka bir şahitte şöyle buyurulmaktadır: “Ey iman edenler, sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın.”  Kişi eğer sarhoş haldeyken namaz kılarsa namazda ne yaşanır? Namaza nasıl bir halel gelir ki bâtıl olur? Şöyle buyuruluyor: “Ne söylediğinizi bilinceye kadar.” Demek ki Rabbimiz burada hükmün gerekçesini beyan etmektedir. İnsan kalp huzuruyla namaz kılmalı ve ne dediğini bilmelidir. Yani sarhoşken kaybedilen ve bu hükme sebep olan şey. Şuurun kaybedilmesi, namazla ve onda olması gereken kalp huzuruyla ilgilidir.

İnsan ayet-i şerifeyi süluk bakımından analiz edecek olursa kalp huzurunun olmadığı her namaz, velev ki fıkhen sahih olsa ve iadesi gerekmese de manevî ve bâtınî bakımdan bu namaz hoşnut olunmayacak bir namazdır. Bunun delili de namaz konusunda gelmiş başka ayetlerdir. Mesela şöyle buyurulur: “Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” 

İnsan, bâtını olan hakiki namazı eda ederse onu kötülüklerden ve çirkin şeylerden alıkoyar. Halbuki kişi namaz kılar ve namazdan sonra günah işlemeyi sürdürürse namazı fıkhî bakımdan sahihtir ama dinin bâtını açısından bâtıldır. Dolayısıyla kılınan namazın gerçek namaz olmadığı bellidir. Çünkü gerçek namaz olsaydı o namazı kılanı kötülük ve çirkinlikten alıkoyması gerekirdi. Şu halde bu noktalardan çıkan sonuç şudur ki, dinin sadece zâhir ve bâtını yoktur, bilakis aslında sâlikin zâhirî hükümlerden istifadesinin mizan ve kriteri, dinin ve hükümlerinin bâtınına ve hakikatine odaklanmasıdır. Sâlikin, namazda namazın bâtınına dikkat kesilmesi ölçüsünce. Bu kritere uyduğunda namazı gerçekten eda etmiş olacaktır. Aynı kritere göre de namazın etkilerinin vücuduna yayılması beklentisi içinde olabilir. Öyleyse dinin bâtına sahip olması ilkesi sırf teorik bir ilke değildir. Aksine tamamen pratik bir ilkedir ve sâlike amelinde yardımcı olur.

 

Dinin Bâtınî Hükümlerini Zâhirinden İstinbat

Şimdi soru şudur: Namazın bâtınına erişebilmek için ne yapmalıyız? Acaba dinin zâhirî buyruklarında bu konulardan bahsedilmiş midir? Yoksa seçkin bir şahsiyet gelip dinin bâtın ahkâmını, kalp huzurunu kazanmanın yol ve yöntemini, tahareti, kötülük ve çirkinlikten kaçınmayı vs. Allah'ın Kur'an'da beyan ettiği ve rivayetlerde geçen hükümleri dinin zâhirlerinden çıkarmalı ve bir eğitim ekolünün ahlak düsturları mecmuası olarak açıklamalı mıdır? Tam da dinin zâhir ahkâmını ayetler ve rivayetlerden istinbat eden bir fakih gibi. Bu sorunun cevabı şudur ki, dinin zâhirî ahkâmında hükümleri ayetlerden ve rivayetlerden çıkarıp müminlerin istifadesine sunacak bir âlime ihtiyaç duyduğumuz gibi, dinin bâtınî hükümler alanında da böyle bir âlime muhtacız. Çünkü dinin bâtınî hükümleri Masumların (a) sözleri içinde ve Kur'an'ın ayet-i şerifelerinde beyan edilmiştir. Mesela ayette “Sarhoşken namaza yaklaşmayın.”  buyurulmuştur. Peki sarhoşluk nedir? Akla gelen ilk anlam şarabın verdiği sarhoşluktur. Bu doğru bir anlamdır. Fakat şarabın sarhoşluğu gibi başka bir sarhoşluk da var mıdır?

Rivayetlere ve Kur'an ayetlerine müracaat ettiğimizde pek çok sarhoşluğun bulunduğunu görüyoruz. Mesela “Günah sarhoşluğuna dikkat et.”  buyuran Hz. Rasül'ün (s) sözlerindeki dinin hakikatini anlamaya kör ve bariz maarifi işitmeye sağır olan kişi gibi. Anlaşılıyor ki günahın da sarhoşluğu vardır. Öyleyse günaha bulaşan insanın tevbe etmeden namazlarında kalp huzuru bulunamayacağı bellidir. Dolayısıyla günahtan gusül ve teyemmüm yapmalı, abdest almalıdır.

Başka bir rivayette Emirulmüminin Ali'nin (a) şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Sarhoşluk dört tanedir.”  Şarap sarhoşluğu, mal ve servet sarhoşluğu, çok uyuma sarhoşluğu ve makam sarhoşluğu. Diğer bir nuranî beyanında ise şöyle buyurur: “Kudret ve ilim sarhoşluğu.”  Çünkü insan ilmiyle sarhoş olabilir ve kendisini zamanın büyük âlimi sanıp diğer ulemaya haset besleyebilir. Yine “gençlik sarhoşluğu”na dikkat çekiyor. Bu nedenle fakihin dinin zâhirî hükümlerini istinbat etmek için ayet ve rivayetlerin zâhirinden istifade etmesi gibi, dinin ibadet ve itikatlarda bâtını olduğunu kabul ediyorsak, dinin bâtınını bize açıklayacak ve Kur'an'ın güzel beyanıyla dinimize ruh kazandıracak talimat ve hükümler mecmuasına da ihtiyacımız vardır.

Ayetullah Saadetperver (rh) şu ayeti çok tekrarlardı:

“Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resûlü'ne icabet edin.” 

Bu çağrının müminlere yapıldığına ve tahsis içerdiğine dikkat edilmelidir. “اسْتَجِيبُوا لِلهِ” kesinlikle ve kesinlikle Allah ve Rasülü'nün çağrısına cevap verin demektir. Bu çağrının vurguladığı şey nedir? “Size hayat verecek şeyler”. Size ruh, neşe ve yüksek akıl verecek şeyler. Sizi mertebe mertebe yükseltecek ve sonunda en yüce makam olan muhleslik makamına çıkartacak ve muhles olanların makamına oturtacak şeylerdir onlar. Hayat bahşedilmesi işte bu emirler vesilesiyle olacaktır. Bu bakımdan devamında şöyle buyurulur:

“Bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer.”

Yani bilin ki, Allah, bu emirlerin neticesinde sizi aynu'l-yakin makamına, hatta daha da üstüne, Allah'ın size kendinizden bile yakın olduğunu anlayacağınız yere, hakku'l-yakin makamına yerleştirir.

 

Pratik ve Uygulamalı Emirlerin Tümüne Giriş

Merhum Allame Tabatabaî'nin (rh) ekolünün teorik prensipleri hakkındaki noktaların tamamından bir özet çıkarılmış oldu. Şimdi çağımızın bu büyük şahsiyetinin vefat yıldönümünde pratik bir hisse de çıkarabilmek için bu mektebin bir kısım talimatlarına kısaca değinelim.

Amellerin Muhasebesi

Rivayetlerde şöyle buyurulur:

“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin.” 

Yani insan görüş, söz, davranış ve inançlarını dikkatle muhasebe etmelidir.

Daha önce işaret edildiği gibi, onun mektebi ma'rifetu'n-nefs eksenlidir. İnsan hakikati tanıyabilmek için muhtelif emirleri muhasebetu'n-nefs esasına göre adım adım izlemelidir. Dolayısıyla ma'rifetu'n-nefs mecrasında hareketin pratik temel şartlarından biri muhasebetu'n-nefs, kendini sürekli hesaba çekme ve hep kendine dikkat etmektir. (Merhum Allame Bahru'l-Ulûm, Risale-i Seyru Süluk’ta kendine dikkat etme ve muhasebetu'n-nefs bahsine değinmiştir.)

Süluk Menzillerinin Erbainiyyat Olarak Taksimi

Diğer bir nokta da menzilleri erbainiyyat olarak kısımlara ayırmasıdır. Yani sâlik her menzile kırk gün devam etmelidir. Bu talimin kaynağı, ismet-taharet Ehl-i Beytinin (a) çeşitli beyanlarıdır. Bir insan bir amale başladığında onu kalıcı hale getirmek için en az kırk gün bu işi tekrarlamalı ve ona devam etmelidir. “Allah azze ve cellenin en sevdiği amel, kulun devam ettiği ameldir. Az bile olsa.”  Az ama sürekli olanlar en iyi amellerdir. “Rabbimiz Allah'tır deyip sonra da doğrulukta devam edenler”  “Rabbimiz Allah'tır” beyanını takip eden bu istikamet bir ilkedir. Yani Rabbinin ardında olan kişi, “Rabbimiz Allah'tır” beyanından sonra onun yolunda dosdoğru ve devamlı olmalıdır. Bu durumda diğer bir pratik ilke, amelde istikamet ve süreklilik olmaktadır. En az kırk gün süreyle.

Allame'nin Mektebinde Sülukun Aşamaları

 

1. Tevbe

Pratik bakımdan ele alınması gereken diğer bir önemli şart tevbe meselesidir. Yani insan bir aşamada dinin bâtını olduğunu anlar, uyanıp dinin zâhiriyle yetinmenin insanı bir yere götürmeyeceğini, dine ruh ve hayat kazandırmak gerektiğini kavradığında tevbe etmelidir.

Hz. Emirulmüminin Ali'den (a) rivayete göre tevbenin mertebelerini izah

Merhum Allame'nin mektebinde tavsiye edilen tevbe, Emirulmüminin Ali'nin (a) buyurduğu şeydir. Yaşanan olay şöyledir:

Birisi Hazret'in karşısında “Estağfirullah” dedi. Hazret sert biçimde ona şöyle buyurdu: “Ne söylediğini biliyor musun acaba? Bu arşın kelamıdır.” Şahıs sordu: “Kastettiğiniz nedir? Arşın bu hazinesinin hakikatine ulaşmak için ne yapmalıyım?” Hz. Emir (s) tevbe için altı merhale zikretti: “Birincisi pişman olmak ve nedamet getirmektir. İkinci aşama günahı terketmeye ve bir daha ona dönmemeye ciddi olarak azmetmektir. Üçüncü mertebe insanların hakkını eda etmektir. (Amelî risalelerde bunun tafsilatı geçmektedir.)”  Hazret'in beyanına göre sonraki mertebe, insanın başkalarında yokettiği şeyi bir şekilde telafi etmesidir. Özellikle itibar konusundaki hakku'n-nası. Mesela gıybet, dedikodu, sövgü vs. gibi. Bunlar ilmihallerde pek az açıklanmıştır. (Buna mukabil Ayetullah Mezahirî, kendi Risale-i Ameliyye'sinde bu konuda bağımsız bir bahis açmıştır. Mükellef kişi ilgili kitaplardaki fetvalara başvurarak ilmihallerde yer almayan bu hükümlere ulaşabilir. Çünkü sülukun meselelerinde hayli önemlidir.)

Hazret'in buyurduğu sonraki mertebe, insanın, günahta nefse tattırdığı haz nedeniyle nefsi zorluk ve arınmaya tâbi tutmasıdır. Böylece nefis tenbellik, böbürlenme, rahatlık vs. davranışlara alışmayacaktır. Süluka dair yazılanların tamamında genellikle rehavet ve tenbellikten şiddetle sakındırılmıştır. Bu bakışaçısıyla şeriat da riyazet ile tefsir edilmiştir. “Şeriat, nefsin riyazetidir.”  Yani dinin tüm emirleri nefse riyazet uygulamak ve tenbelliğe alıştırmamak içindir.

Üstad Saadetperver (rh) merhum Allame Tabatabaî'den güzel bir izah nakleder: “Eğer kişi sülukun talimatlarına ciddiyetle uyar ve murakabeye riayet ederse bu işin, Hind riyazetçilerinin (Sadular) yaptıklarından (çivi üstünde uyumak, ateşte yürümek gibi) çok daha çetin olduğunu anlayacaktır.”

Mi'raç hadis-i şerifinde şöyle geçer: “یَموتُ الناسُ مَرَّةً” Sıradan insanlar ömürlerinde ölümün acı yiyeceğini bir kez tadarlar. “وَ یَمُوتُ أَحَدُهُم فِی کُلِّ یَوم سَبعِینَ مَرَّة” Fakat sâlik insanlar günde yetmiş kere ölümün acı yiyeceğini tadar. Neden? “بِمُجاهِدَهِ أَنفُسِهِم” Cihad-ı ekber meydanında nefisleriyle cihat ettikleri için. “وَ الشَّیطانُ الَّذِی یَجرِی فِی عُرُوقِهِم” Hayatlarının her yerinde, zâhir ve bâtınlarında ortaya çıkan ve onları ayartmaya çalışan melun şeytanla devamlı cereyan eden bir cihattır bu.

  2. Allah'ın Haram ve Helaline Murakabe

Bu mektepte konu edilen sonraki murakabe, Allah'ın haram ve helaline dikkat etmektir. Bir farkla ki, sıradan insanlar yalnızca belli bir zamanda haram ve vaciple karşı karşıya kalır ve haramdan kaçınıp vacibi yerine getirir. Fakat sâlik devamlı harama bulaşma kaygısı taşır. Bu yüzden devamlı olarak nefsini hesaba çeker. Bu, murakabenin ilk emridir. Birkaç erbain boyunca o kadar sürmelidir ki sâlikte haramlardan kaçınma melekesi oluşmalı ve Rabbi tarafından yavaş yavaş tevhidin yüksek maarifini idrak kabiliyeti ve ruhu meydana gelmelidir.

  3. Günahın Gizliliğine Murakabe

Bir sonraki aşamanın murakabesi günahın gizliliğinedir. Yani sâlik insan başkalarından farklıdır. Peygamber-i Ekrem (s) şöyle buyurur: “Helal nettir. Haram da nettir. Fakat bu ikisinin arasında belirsiz durumlar da vardır.”  İnsanlar açık ve net olan haram ve helallere tâbi olur. Fakat belirsiz ve şüpheli olanlar haram sayılmadıklarından ona bulaşabilirler. Halbuki sâlik insan belirsiz durumlarda da ihtiyatlı davranır. Zira “Şüpheli durumları terkeden haramlardan kurtulur.”  Günahın harimine yaklaşan herkes için günaha düşme ihtimali vardır. Dolayısıyla sâlik o ortamdan da kaçınır. Mesela öfkelendiğinde envai çeşit günahın zemini de hazırlanmış olur. Öyleyse öfkelenmemelidir. Allah için bile öfkelense bunu yönetebilmelidir. Yahut insan şehvet ortamına girerse yine çeşit çeşit günaha zemin hazırlanmış demektir. Bu nedenle asla makam, mide vs. gibi muhtelif şehvet ortamlarına girmemelidir. Girse bile onu idare edebilmelidir.

  4. Ölüme Murakabe

Bir sonraki murakabe ölüme murakabedir. Hz. Üstad Saadetperver'in (rh) ifadesiyle, eğer kişi bu murakabeyi dikkatle yerine getirirse hoş haller yavaş yavaş onda zâhir olur. Sâliki güzergahta tutacak ve “yere saplayacak”  olan şey dünyevî alakalardır. Dolayısıyla sâlik daima ölümü karşısında görmelidir. “Yarın ölecekmiş gibi ahiretiniz için çalışın.”  buyurulur. Sıra ahirete geldiğinde adeta şu anda ölüme hazırmışçasına amel işle. Ölüme murakabenin tabii ki pek çok ayrıntısı vardır ve basitçe ele alınamaz.

İnsan bu murakabelerde öyle davranmalıdır ki, dünya hayatını idare etmesinin yanısıra ölüme de hazırlanmalıdır. Nitekim rivayette şöyle buyurulur: “Ebediyen yaşayacakmış gibi dünyan için çalış.”  Yani dünya için sanki sonsuza kadar yaşayacakmışsın gibi plan program yap ve uğraş.  Bundan dolayı ölüme odaklanmanın hayat için düzenli plan program yapmaya herhangi bir aykırılığı yoktur.

Emirulmüminin'in (a) Nevf'e nuranî beyanında şöyle geçer: “Ey Nevf, hayatında kendini terketmeyen ve daima kendini Rabbine doğru seyir için derleyip toparlamayan kimseler bilsinler ki hayatları ölüm gibidir ve onların ölümü hüsranlarının başlangıcıdır.”

Ölüme murakabe emri, merhum Allame'nin eğitim-ahlak mektebindeki murakabelerin ikinci mertebesidir. O, ahrak mertebesine girmeden önce ondan “uhrevî gayeler”e dönük amel olarak bahseder. Bu aşamadan sonra ağır talimatlar ve uzun süreler içeren ma'rifetu'n-nas ve kendine odaklanma merhalelerine geçiş vardır. Bu kısa fırsatta onları ele almamız mümkün değildir.

  Mektebin Genel Düsturları

Mektebin üstatları, hususen de merhum Allame Tabatabaî (rh) ve merhum üstat Saadetperver (rh) genel düsturlar olarak birkaç talimi ifade buyurmuştur. Bu talimatlar aşağıdaki beş düsturdan ibarettir:

1. İlk Vakitte Namaza Durmak

Namaza dikkat etmek, özellikle vaktin başında namaza durmak adeta namazın bâtınına ilk adımı atmaktır. Yani namaza önem vermek onu vaktin evvelinde kılmakla başlar. İnsan başlarda her ne kadar kâmil manada kalp huzurunu kazanamazsa da namazı vaktin başında kılmaya bağlılık gösterirse yavaş yavaş Allah ona bunu nasip eder.

 

2. Sürekli Abdestli Olmak

İkinci düstur devamlı abdestli olmaktır. Hatta uyumadan önce bile. Çünkü insan Allah'a yakınlaşma ve Rabbinin çeşitli nimetleri meydanında tertemiz olmalıdır. Taharetsizlik Allah tealanın huzurunda bir tür edebe aykırılık halidir. İnsanın Rabbinin huzurunda bulunmadığı hiçbir zaman yoktur. Aynı şekilde sâlikin, Kur'an ve Ehl-i Beyt'in temel ve yüksek maarifini kazanmanın peşinde olduğuna dikkat edilmelidir. “Ona ancak tertemiz olanlar dokunabilir.” hükmüne göre Kur'an'ın zâhirine dokunmak için zâhirî taharete ihtiyaç duyulması gibi, Kur'an ve Ehl-i Beyt'in tevhidî maarifinin yüksek mertebelerine temas edebilmek için de bâtınî taharete ihtiyaç vardır. Bâtınî taharetin gerçekleşmesinin şartlarından biri de zâhirî taharete devam edilmesidir.

 

3. Kur'an'la Sürekli Ünsiyet

Üçüncü düstur, hayatı boyunca buyurduğu, Kur'an'la sürekli ünsiyet halinde olmaktır. Şöyle ki, insan hiç değilse günde bir cüz, yarım cüz Kur'an okumalı ve Kur'an üzerinde düşünmelidir. “Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitler mi var?”  Kur'an üzerinde düşünmemek kalbi kilitler. “Hayır. Fakat onların kazançları kalplerinin üzerine pas bağlamıştır.”  Peygamber-i Ekrem (s) bu ayeti ashabına okudu. İzah ederken “Kalpler pas tutar” dedi. Ashab sordu: “Pası nasıl temizleyebiliriz?” Hazret (s) cevap verdi: “Kur'an'ı tilavet ederek.” Bu nedenle sülukun düsturlarından bir diğeri de Kur'an'la düzenli biçimde meşgul olmaktır.  Bunun hediyesi de İslam'ın aziz Peygamberinin (s) mübarek huzurunda bulunmaktır.

 

4. Gece Namazı

Dördüncü düstur, gece namazını sürekli hale getirmektir. Başkaları için günlük namazlar vacipse de sâlik için gece namazı vacip seviyesindedir. Yani hiçbir gerekçeyle gece namazını ihmal edemez. Eğer birisi yorgun olduğunu, çok ders okuduğunu ve gece geç vakitte istirahate çekildiğini ve bu yüzden gece namazını terkettiğini söylüyorsa bu hiçbir şekilde kabul edilemez. Gece namazını mutlaka kılmalıdır. Ayetullah Gazi (rh) Allame Tabatabaî'ye (rh) şöyle demişti: “Dünyayı istiyorsan gece namazı kıl. Ahireti istiyorsan da gece namazı kıl.”

 

5. Kabirleri Ziyaret

Beşinci düstur ölümle sürekli irtibat halinde olmaktır. İnsan hafta boyunca kabir ziyaretleri yapmalı ve kendi geleceğini düşünmelidir. Kabir ziyareti için kısıtlılık sözkonusuysa haftada yarım saat kendisiyle başbaşa kalmalı ve dünyadan ayrıldığını düşünmelidir. Dünyadan ayrıldığında kabirdeki ilk gece ne anlatacağını görmelidir. “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin.”  Bu yöneliş vasıtasıyla insan net bir muhasebetu'n-nefse sahip olur ve kabirdeki ilk gecede amel defterini gerçekten sunup sunamayacağını görür. Nitekim ayet-i şerife şöyle buyurmaktadır: “Her insanın amel defterini boynuna doladık, kıyamet günü açılmış bulacağı kitabı önüne çıkarırız.”  Kıyamette kabrinden kalkacak olan herkese amellerinin defteri boynuna asılacaktır. Bu amel defteri karşısına açılıp serilecek ve ona şöyle hitap edilecektir: “Kitabını oku. Bugün hesap görücü olarak sana nefsin yeter.”  Yani kendin oku, biz seninle ne yapalım? Dolayısıyla beşinci düstur ölümle sürekli ünsiyet halinde olmaktan ibarettir.

Merhum Allame Tabatabaî'nin (rh) eğitim mektebinin bakışaçısı, ilkeleri, amel ve girişe dair talimatlarını bu şekilde özetleyebiliriz.

 

Dipnotlar

[1] El-Mizan fi Tefsiri'l-Kur'an, c. 1, s. 354.

[2] Bakara 156.

[3] “Dedi ki: 'Senin izzetin adına andolsun, ben, onların tümünü mutlaka kışkırtıp azdıracağım.' (82) 'Ancak onlardan, muhles olan kulların hariç.' (83) (Allah) 'İşte bu haktır ve ben hakkı söylerim' dedi. (84) 'Andolsun, senden ve içlerinde sana tabi olacak olanlardan tümüyle cehennemi dolduracağım.' (85)” (Sad suresi)

[4] “Dedi ki: 'Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım.' (39) 'Ancak onlardan muhles olan kulların müstesna.' (40) (Allah) Dedi ki: 'İşte bu, bana göre dosdoğru yoldur.' (41)” (Hicr suresi)

[5] “Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmağa çağırır.” (Fatır 6)

[6] “Haberiniz olsun; Allah'ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır. ” (Yunus 62)

[7] Bu yolun “ahrak” olarak adlandırılmasının sebebi, varlıklar, niyetler, özlemler ve sorunlar harmanının tek  kalemde yakılması, kökünün kesilmesi ve sâlikin vücudundan ondan eser kalmamasıdır. Kur'an-ı Kerim'de bazı yerlerde tarika-i ahrakiyye kullanılmıştır. Bir kimse maksada ulaşmak için bu tarikattan istifade eder ve bu yolda yürürse birkaç yılda katetmesi gereken yolu kısa sürede alabilecektir. Kur'an-ı Mecid'de ondan bahsedilen yerlerden biri rücu kelimesinden ibarettir: “Biz Allah'a aitiz ve ona döneceğiz.” (Risale-i Lübbü'l-Lübab der Seyru Süluk-i Ulu'l-Elbab, s. 125)

[8] Nebi (s) dedi ki: “Nefsini bilen Rabbini de bilir. Sonra o olmaksızın amelin sahih olmayacağı şeyin bilgisi vardır senin için. O da ihlastır.” (Biharu'l-Envar, Beyrut baskısı, c. 2, s. 32)

[9] Tasnifu Ğureri'l-Hikem ve Dureri'l-Kelim, s. 232.

[10] A.g.e., s. 233.

[11] “Ey müminler, size gereken kendinize dönüp bakmanızdır. Siz doğru yola girerseniz sapıtan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır ve O size yapmakta olduklarınızı bildirecektir.” (Maide 105)

[12] Haşr 18.

[13] Haşr 19.

[14] Biharu'l-Envar, c. 67, s. 25.

[15] Vakıa 77-79.

[16] “Gerçekten o bizim nezdimizde bulunan ana kitapta mevcut yüce ve hikmet dolu bir kitaptır.” (Zuhruf 4).

[17] Bu makalenin özet olması nedeniyle delillere sadece değinilmektedir. Daha ileri araştırma için Allame Tabatabaî'nin eğitim ekolünün bir dizi konu ve prensiplerine başvurulmalıdır.

[18] Abdulaziz el-Karatisî'den: Ebu Abdillah (a) bana dedi ki: “Ey Abdulaziz, imanın basamaklar halinde on derecesi vardır. Bu basamaklar adım adım çıkılır. ”