AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : ابنا
Salı

28 Kasım 2023

13:20:21
1415589

Tarih Boyunca Kadının Yeri-2

Kadın, ilkel insan toplumlarında insan toplumunun bir parçası sayılmıyordu ve hiçbir şekilde toplumsal ağırlığa sahip değildi. Kadına karşı yapılan muamele, bir hayvana yapılan muamelenin aynısı idi.

     Uluslararası Ehl-i Beyt (a.s) Haber Ajansı – ABNA:  İkinci Merhale:

   Kadının toplumdaki yaşamında, medenî milletler arasında medenî kanun ve kuralların ortaya çıktığı bir merhale vardır; medenî kanunlarla benzerliği olan Babil’deki Samurabi kuralı, eski Roma, eski Yunan kanunu, eski İran, Çin ve Mısır kuralları gibi.

Bu kanun ve kurallar arasında her ne kadar birçok farklılıklar varsa da, kadının insan toplumunda birtakım haklara sahip olduğu ve kadına yaşamını sürdüremeyen zayıf bir insan gözüyle bakılması konusunda ortak özelliğe sahiptirler.

    Bu toplumlarda kadın, her zaman ve her durumda erkeğin velâyet ve yönetimi altında yaşamalıdır. Sürekli günlerini uyumluluk ve bağlılıkla geçirmeli, hiçbir istiklâli olmamalıdır. Ne yaşamında kendine bir yol seçmek veya serbest bir girişimde bulunmak için irade bağımsızlığına ve ne de az da olsa kendisine çalışmak, bir işinden kendisi yararlanmak, bir ücreti hak etmek, yargı makamlarında bir dava açmak veya tanıklıkta bulunmak ya da emir ve nehiy etmek için amelî bağımsızlığa sahiptir. Bu toplumlarda kadın, babasının evinde olduğu müddetçe babasına uyar, özellikle ona itaat eder. Babasının onun hakkındaki her türlü tasarrufu geçerlidir; onu kiminle evlendirirse, kime hediye ederse, hakkında hangi siyaseti uygularsa, itiraz edemez.

Kadının bu toplumda hiç kimseyle miras alma ve diğer aile hakları için şart olan resmî bir akrabalık bağı yoktur. Ne erkeklerle ve ne de diğer kadınlarla böyle bir hakka sahiptir. Sadece bazen babası, kardeşi ve oğluyla evlenmesini engelleyen tabiî bir akrabalık bağı vardır.

Elbette eski İran’da mahrem konumundakilerle de evlenilebiliyordu. Çin ve Himalya’nın etrafında ise tabiî akrabalık, sadece kadınla oluyor ve nispetler onda merkezleşiyordu. Bu da, bir kadının birkaç kocası olmasından kaynaklanıyordu. Onlardan bazıları arasında bu âdet, hâlâ bile sürdürülmektedir ve çocuk babası ve babasının babasıyla değil de annesi ve anne annesiyle tanıtılmakta ve soy silsilesi annelerle sayılmaktadır.

Bu millet ve kavimlerde kadın, bazen velisinin izniyle yaptığı bir iş veya evlilik mihri ile elde ettiği para dışında servet sahibi olamazdı. Eğer velinin kendisi kullanmasaydı, kadının geçimi velisinin kefilliği veya onun kayyımlık ve velâyetiyle idare edilirdi. İşte bu nedenle babası veya kocası kadını istediği gibi cezalandırma -hatta uygun görürse öldürme- hakkına sahipti.

Kadının en kötü durumu, yabancı bir erkekle çirkin bir ilişkide bulunduğu veya ay başı âdeti gördüğü -bu durumda ondan çirkin bir varlık gibi kaçınılırdı- ya da doğum yaptığı ve özellikle kız doğurduğu zamanlardı.

Kadın iyi bir iş yapsaydı, onun yarar ve övgüsü erkeğin olur, iyi mükâfatı erkeğe verilirdi. Fakat kötü ve çirkin bir iş yaptığında, o işten kendisi sorumlu tutulur ve o işin cezasını kendisi çekerdi.

Evet, bazen istisna olarak baba-evlâtlık şefkati veya karı-kocalık sevgisiyle vasiyet vb. yollarla ona bir mal verilir veya hakkında bazı özellikler tanınırdı. Fakat her durumda irade ve amelinde bağımsız değildi.

    Bir benzetme yapacak olursak, bu millet ve kavimlerde kadın, yaşamını idare etme gücüne sahip olmayan, velilerinin velâyet ve kayyımlığı altında ve onlara uyarak yaşayan küçük bir çocuk gibiydi. Küçük bir çocuk, her ne kadar bir insan olsa da, fakat yine de irade ve amel bağımsızlığına sahip olamaz. Aksi takdirde düşünce zaafı ve irade güçsüzlüğü nedeniyle toplumun düzenini bozar, toplumun azalarını felç eder. İşte bu nedenle tedricen eğitilip toplumun bir üyesi olma liyakati bulmak için velilerine uyarak yaşamak, büyüklerinin emirlerine uygun olarak davranmak zorundadır.

    Bu millet ve kavimlerde kadının konumunu kul ve köle hâlinde yaşayan, irade ve amel serbestliği nimetinden mahrum olan esirliğe de benzetebiliriz. Savaşta zafere ulaşan düşmana esir düşen bir köle, her ne kadar bir insan olsa ve insan vücudundaki bütün teçhizata sahip olsa da, ancak onun sonuçta fatih ve galip toplumun düşmanı olduğu, irade ve amel özgürlüğünün o toplumun yıkılmasına, parçalarının dağılmasına ve insanlığın yok olmasına yol açabileceği göz önünde bulundurarak, galip gelen toplumun hareketini normal olarak sürdürebilmesi için, onun amel ve irade özgürlüğünü elinden alarak zillet ve köleliğe düşürmeli, sulta altında tutmalıdır.

Aynı şekilde kadının şuuru zayıf, duygu ve şefkati kuvvetli olduğu için toplumun düşmanı sayılır; kadının irade ve amel bağımsızlığıyla topluma girmesi toplumu felç etmekten ve pişmanlıktan başka bir şey doğurmaz.

    Eski medenî milletlerin ortak kanun ve kurallarında kadın bu konuma sahipti. Yahudilik ve Hıristiyanlık açısından ise, ellerinde olan İlâhî kitapları Tevrat ve İncil'e bakılacak olursa, kadının toplumdaki yeri, hemen hemen medenî milletler toplumunda olduğu gibi idi. Çünkü Tevrat ve İncil'de her ne kadar kadınlarla iyi geçinmek tavsiye edilmişse de, fakat bu mukaddes kitapların açıklamalarında kesin olan bir şey vardır. O da şudur: Kadın, kesinlikle erkeğin seviyesine ulaşamaz; kadının toplumsal ve dinî ağırlığı, erkeğin toplumsal ve dinî ağırlığından oldukça aşağıdır.[1]

İlâhî olmayan diğer dinlerde ise, kadının dini amellerinin ya hiç ya da pek önemli bir değeri yoktur.

.............................

[1]– Fransa Dinî Kurultayı, Miladî 586 yılında kadın hakkında uzun tartışmalardan sonra, kadının da bir insan olduğuna, fakat erkeklere hizmet için yaratılmış olduğuna karar verdi. Yaklaşık yüz yıl öncesine kadar İngiltere'de de kadın, insan toplumundan sayılmıyordu. Yine çoğu eski dinler, kadının amelinin Allah katında kabul olmadığını söylüyordu. Eski Yunan'da diyorlardı ki: Kadın, şeytanın meydana getirdiği bir çirkinlik ve pisiliktir.