AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : ابنا
Salı

28 Kasım 2023

13:54:19
1415595

Erkek Haklarına Kıyasla Kadın Haklarının Dengelenişi

Hiçbir tabakaya özel bir ayrıcalık tanınmadığı bu konuda da İslâm açısından sadece takva ve dinî hizmetler muteberdir ve bu hususta da kadınla erkeğin hiçbir farkı yoktur; takvalı bir kadın, takvasız bin erkekten daha saygın ve üstündür.

      Uluslararası Ehl-i Beyt (a.s) Haber Ajansı – ABNA:   Kadının mirastan aldığı pay erkeğin aldığı payın yarısıdır. “Allah size çocuklarınız hakkında, erkeğe kadının payının iki katını tavsiye eder.” (Nisâ, 11)

Bu konuda her ne kadar kadının payı erkeğe nazaran daha aşağı bir seviyede tutulmuşsa da, ancak bu eksiklik başka bir yolla giderilmiştir. Şöyle ki, kadının nafakası (geçim masrafları), erkeğin üzerine bırakılmıştır. Dolayısıyla bu alanda İslâm’ın temel görüşünü inceleyerek gerçek maksadın ne olduğunu anlamak gerekir.

Şüphesiz kadında his ve duygu ruhu, akletme ve düşünme ruhuna galiptir. Kadının bütün hâl ve amelleri çeşitli ince şefkat ve duyguların mazhar ve cilvegâhıdır. Ancak erkek, yaratılışı gereği bu halet-i ruhiyenin tam karşı noktasında yer almıştır. Konunun başında değinildiği gibi İslâm dini, insan toplumunu düzene sokmada akıl ve düşünceyi duygu ve hislerden öne geçirmektedir.

    İnsan toplumuna bütünsel bir bakışla baktığımızda, her asırda dünyadaki tüm servetler o asrın insanlarına aittir. O asrın insanları hayatta oldukları süre içerisinde ondan yararlanırlar. Öldükten sonra da onu kendilerinden sonrakilere (gelecek nesle) miras bırakırlar. Yani o tabaka yok olup gidince, normalde yarı yarıya kadın ve erkekten oluşan sonraki tabaka iş başına geçer ve bırakılan servetin üçte ikisini erkek, üçte birini de kadın alır. Ancak kadının nafakası erkeğin üzerine olduğundan kadının hakkı olan malın üçte birinde erkekler tasarruf edemez ve erkeklerin üçte iki payları erkekle kadın arasında yarı yarıya kullanılır ve sonuçta dünya servetinin üçte ikisinden kadınlar, üçte birinden ise erkekler yararlanırlar. Bu miktar, onların Kur’an-ı Kerim’de belirtilen paylarının tersidir: “Erkeklerin kadınlar üzerinde bulunan hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır.” (Bakara, 227)

    Böyle bir taksim gereğince, malikiyet, idare ve çalıştırma açısından erkek yeryüzünün servetinin büyük bölümüne sahiptir ve bunun yuları ona teslim edilmiştir; fakat kullanma ve yararlanma açısından servetin büyük bölümü kadının istifadesine sunulmuştur. Toplumsal adalet de, bunu gerektirir. Yani, servetin idare ve korunması akla ve ondan yararlanma ise duygu ve hislere bırakılmalıdır.

İşin saygınlığı, el emeğinin malikiyeti ve onda tasarrufta bulunma açısından İslâm dininde kadın tamamen bağımsızdır; hiçbir engelle karşılaşmadan veya erkeğin yönetim ve kayyımlığına girmeksizin amel ve iradesinde serbesttir.

Öğrenme, öğretme, terbiye, meşru toplumsal ilişkiler ve beğenilir muaşeret konusunda da kadınla erkek arasında en küçük bir fark yoktur; ziynetlerini ortaya koymama, kendini sergilememe, cilve yapmama ve erkeklerin şehvetini uyandırmama şartıyla kadın erkeklerle muaşerette serbesttir.

“Kadınların kendileri için uygun olanı yapmalarında size bir günah yoktur.” (Bakara, 234)

İslâm açısından makam ve saygınlık ihtilâfının yegane kaynağı olan dinî ameller ve meziyetler hususunda da erkekle kadın arasında hiçbir fark yoktur. “Ben, sizden erkek kadın, hiçbir çalışanın işini zayi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz.” (Âl-i İmran, 195.) “Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, (günahlardan) en çok korunanınızdır.” (Hucurat, 13.)

Hiçbir tabakaya özel bir ayrıcalık tanınmadığı bu konuda da İslâm açısından sadece takva ve dinî hizmetler muteberdir ve bu hususta da kadınla erkeğin hiçbir farkı yoktur; takvalı bir kadın, takvasız bin erkekten daha saygın ve üstündür.

    Nikâh ve evlilik konusunda da kadın istediğiyle evlenmekte serbesttir. Fakat miras farzları ve yine evlilik ölçüleri soy ve akrabalık esasına dayandığından kadın aynı zamanda birden fazla erkekle evlenemez, diğer erkeklerle karı-koca ilişkisi kuramaz. Fakat erkek eşleri arasında adaleti gözetme şartıyla birden fazla kadınla evlenebilir. İnsan toplumlarının tabiatı ve karşılaşılan beklenmedik olaylar üzerinde düşünüldüğünde bu hükmün doğruluk ve sağlamlığı ve mantıklı olduğu açıklık kazanmaktadır. Çünkü insan toplumunda kadınla erkeğin sayı bakımından eşit olduğu farz edecek olursak (nitekim çoğu sayımlar bunu gösterir), eğer belli bir yılı başlangıç tutar, o yılla diğer yıllarda dünyaya gelen erkek bebeklerle kızları ayrı ayrı toplarsak, erkek çocukların bir grubunun tabiî veya kanunî mükellefiyet yaşına erdiği ilk yılda evleneme şartlarına sahip olan kızların erkeklerden kaç kat fazla olduğunu görürüz.

    Diğer taraftan, kadınların az bir grubu dışında çoğunluğu elli yaşından sonra doğuramazlar; oysa erkekler genelde ömürlerinin sonlarına kadar çocuk yapma gücüne sahiptirler. Toplumda erkeklerle kadınların sayı bakımından eşit olduğu ve erkeğin bir kadından fazlasıyla evlenmesinin yasaklanması varsayımında sürekli birçok yetenekler iptal olacaktır.

Bunların dışında can alıcı savaşlar, zor ve tehlikeli işler gibi sürekli karşılaşılan beklenmedik tabiî olaylar sayısız miktarda erkeğin canını almakta, sonuçta çok sayıda kadınlar dul ve evlenme çağındaki birçok kızlar kocasız kalmaktadır. Bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesinin yasaklanması durumunda iffet perdelerinin yırtılması ve meşru olmayan çocukların dünyaya gelmesi kaçınılmaz olacaktır.

    Nitekim birinci ve ikinci dünya savaşısın sonuçları bu konuyu ispatlamıştır. Bu savaşlardan sonra durum öyle bir yere vardı ki kocasız kadınlar sonunda Alman devletinden İslâm dininde olduğu gibi bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesine müsaade etmesini ve böylece kocasız kadınların sorunlarının halledilmesini istediler; gerçi bu istekleri kilisenin muhalefetiyle reddedildi.

Bu olay gösteriyor ki kadınların, erkeklerin birkaç kadınla evlenmelerine muhalefetleri tabiat ve fıtrata değil, örf ve âdete dayanmaktadır. Yine bu olay, bu İslâmî hükme, “Erkeğin birden fazla kadınla evlenebilmesi hükmü, toplumda kadınların duygu ve hislerini yaralamış, kalplerini kırmış, onlarda intikam hissini uyandırmış ve birçok tatsız olayların kaynağı olmuştur” şeklindeki itirazlara da en güzel cevaptır. Çünkü bu ve benzeri olaylar, ihtiyaç duyulduğunda ve kadınların evlenebilmek istediklerinde koca azlığıyla karşılaştığında bütün bu muhalif düşüncelerin muvafık düşüncelere dönüşeceğini ve bu hüküm karşısında teslim olunacağını ispatlamaktadır.

    Ayrıca, birden fazla kadınla evlenme olayı İslâm dininden önce belli bir sınırla sınırlanmadan ve İslâm dininde de belli bir sınırla sınırlandırılarak uzun zamanlar uygulanmış, ama hiçbir zaman toplumun düzenini bozmamış, kayıtsızlık meydana getirmemiştir. Evli erkeklerle ikinci, üçüncü veya dördüncü karısı olarak evlenen kadınlar da, yerden bitmemiş veya gökyüzündeki başka kürelerden inmemişlerdir. Oysa bu itirazda bulunan kişinin iddiasına göre, tabiat ve fıtratları gereğince erkeğin birden fazla kadınla evlenmesine muhalif olan kadınlardı.

Yine İslâm dini erkeğin aynı zamanda birden fazla kadınla evlenmesini farz kılmamış, erkeğin onlara karşı adaletsiz davranmaktan korkmadığı ve aralarında adaleti uygulayabileceği durumda birden fazla kadınla evlenmesini caiz görmüştür. Bütün bunlarla birlikte İslâm dininde kadının, kocasının başka bir kadınla evlenmesini engelleyebilmesi veya bu durumda kocasını kendisini boşamaya zorlayabilmesi için bir yol bırakılmıştır. Bunun bir benzeri, boşamada da söz konusudur. Dinimize göre boşama hakkının ilk etapta erkeğin elinde olmasına rağmen kadın bir yola başvurarak boşama hakkını erkeğin elinden çıkarabilir veya zaruret durumlarını göz önünde bulundurarak bu yollara başvurarak bu hakkı kendi elinde tutup içini rahatlatabilir.

    Evlilikte boşama yasası ve bunun yasama hasebince erkeğe verilmesi meselesi (gerçi kadın da özel birtakım yollarla gayr-i müstakim olarak boşama hakkını kendi eline geçirebilir), İslâm dinine has bir övünç kaynağıdır. Dünyanın medenî milletleri ve kanunlarla yönetilen devletleri, çektikleri birçok ıstıraplar ve uzun çekişmeler sonucu nihayet boşamayı yasallaştırmış, fakat boşama hakkını doğrudan doğruya hem erkeğe ve hem de kadına verdikleri için her yıl boşanma (özellikle kadınların isteğiyle gerçekleşen boşanmaların) oranının yükselmesiyle karşılamışlardır. Bu durum, bu devletleri sarsmış ve bunun bir çaresini bulmaya yöneltmiştir. Özellikle kadınların boşanma için ileri sürdükleri deliller -ki gazeteler ve dergilerde bunlara yer yer rastlarız-, İslâm’ın görüşünün metanetini güneşten daha fazla aydınlatmaktadır.