AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : ابنا
Salı

5 Aralık 2023

16:03:28
1417633

Üstad Abdullah Cevad-i Amulî

Kur’ân Ayetlerinde Hac İbadeti 2

Öte yandan Kâbe, insanoğlu için bir hidayet vesilesidir. Çünkü gelmiş geçmiş tüm ibadet ehli insanlar ve ârifler, o yöne doğru yönelmiş ve o yönden dünyanın diğer noktalarına Hak söz ve davet, enbiyalar sayesinde insanların kulağına ulaşmıştır.

     Uluslararası Ehl-i Beyt (a.s) Haber Ajansı – ABNA: Şeyh Tûsî’nin (r.a.) Görüşü

   Merhum Şeyh “Tibyan”[1] kitabında bu ayet-i kerimenin açıklamasında şöyle buyuruyor:

“Bazen bir şeyin evveli olur ama ahiri yoktur. Aynı “Vahid” gibi, ahiri yoktur çünkü rakamlar için bir son yoktur.[2] Ya da Cennet nimetleri gibi bir başı vardır; Müminler bu dünyadan göç edip gittiklerinde Cennet’e girerler ve orda herhangi bir son yoktur. Çünkü “Orada ebedî kalacaklardır./ خَالِدِينَ فِيهَا” öyleyse başı olan bir şeyin illa da bir sonu olması gerekmiyor ki birileri: “İlk kurulan ev bu ise peki son ev hangisidir?” diye sorsun.”

Diğer müfessirler de bu noktayı kabul etmekte ve bir şeyin evvel ve ilkinin olması ikincisinin de olması manasına gelmediğini savunmaktadırlar. Mesela birisi şöyle derse: “Bu benim Hac ile şereflendiğim ilk yolculuğumdur” bunun gereksinimi mutlaka ikinci yolculuğu da olmalı değildir. İlk, yani önceden yoktu; öyleyse ikinci bir evin olması gerekmemektedir. Elbette ikinci ev ve üçüncü ev “(Bu ışık) Allah’ın yükseltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerdedir. / [3] فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللّٰهُ أَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ” gibi kulların ibadet için içlerinde bulundukları evlerdir ama Kâbe karşısında zikredilecek ikinci bir ev mânasını taşımamaktadırlar.

Şeyh Tûsî’nin (k.s.) bu sözleri özünde hatalı değil ama “Bir şeyin evveli olur ama sonu yoktur. Aynı Cennet nimetleri gibi” cümlesi doğru değildir; çünkü her ne kadar cennet nimetleriyle nimetlenmenin başı var ve sonu yok ise de bizzat cennet nimetlerinin ne başı ne de sonu vardır; Cennet şu an bile vardır, dünya hayatından sonra yaratılması ise yalnızca bir masaldan ibarettir. Cennet nimetleri her zaman vardı ve hâlâ da vardır, yani hiç bir kesinti yoktur. Bu bilhassa “Güçlü padişahın huzurunda/عِنْدَ مَلِيكٍ مُقْتَدِرٍ” [4] ] olan cennet için geçerlidir.

“Evveliyet” yani “Öncelik” Bizzat ve Bi’l-gayr diye ikiye ayrılır ve Evveliyet-i Bizzat yani “Zat-i Öncelik” yalnızca Allah’a mahsustur: O, İlk’tir ve Son’dur. “هو الأوّل و الاخر”

Sonsuz olan Hakk’ın feyzi gibi bir şeyin “minneti kadimdir” ve “fazlı daimdir” başı ve sonu yoktur. Fakat bu, arızîdir; zatî değil. Başı “O İlk’tir”e, sonu ise “O Son’dur”a dayalıdır. Ancak Zat-ı Akdes’in başı ve sonu yoktur; bilakis kendisi bizzat İlk ve Son’dur.

İlk Mabet Kâbe

    Kâbe, yeryüzünün ilk inşa edilen evi değil, bilakis ilk inşa edilen ibadethanesi olmuştur. Konuyla ilgili ayet-i kerime irdelendiği zaman Kâbe’nin ilk mesken değil de ayetin önceliği göz önünde bulundurulduğunda, ilk mabet olması gerektiği ortaya çıkmaktadır.

Mekke, her ne kadar dünya yaratıldığında suların çekilmesiyle birlikte ortaya çıkan ilk kara parçası olma özelliğini taşısa da Kâbe’nin ilk yerleşke ve ilk ev olma özelliğine sahip olduğu kesin bir delille isbat edilemez. Elbette ayet bunun böyle olmadığına dair de her hangi bir yalanlama önümüze sunmuyor ve öte yandan böyle olduğuna dair de hiç bir mefhumu dile getirmiyor.

Ayrıca konu dışında yeryüzünde kurulan ilk evin Kâbe olduğuna dair delil getirmek gerekirse “دحو الأرض” Dahvu’l-Arz[5] vb. göre Kâbe’dir. Ama bu ayet sözümüze muhalif değildir. Ayrıca bu ayeti, inşa edilen ilk ev veya ilk dinlenme mekânı için bir delil olarak kullanmak istersek de sıkıntı çekeriz.

Kâbe’nin Yeniden İnşası

    Mâide suresinde geçen “جعل اللّٰه الكعبة البيت الحرام قياماً للناس”[6] “Beyt” kelimesi Kâbe için kullanılmıştır. Ayrıca “kıyamen” de “Ceale” fiili için ikinci mef’ûl hükmündedir. Yani Beytu’l-Haram sıfatına sahip Kâbe’yi Allah, bütün insanlar için kıyam yeri olarak karar kılmıştır; öte yandan konumuz olan “مباركاً و هدي للعالمين” ayetinde yer alan “Mübarek” ve “âlemleri hidayet eden” kelimelerinin sırrını diğer ayetlerde bulmak gerekir.

Hz. İbrahim’in (a.s.) olayından önce bu ev ve bulunduğu mekân, toplum arasında bilindik bir yerdi, ama Nuh tufanı başta olmak üzere vuku bulan birçok olay, onun ilk hâlinde kalmasına izin vermemiştir. Elimizde olan tarihî kaynaklar günümüzdeki Kâbe’nin Hz. İbrahim’in (a.s.) eliyle inşa edildiği doğrultusundadır ama bilindiği üzere İbrahim Nebi’den önce de orası bir ev şeklinde var idi.

İbrahim suresi konuyu şu şekilde aydınlatmaktadır: “ ربنا إني اسكنت من ذرّيتي بواد غير ذي زرع عند بيتك المحرّم”[7] Hz. İbrahim (a.s.) eşi Hacer ve evladı İsmail’i (a.s.) bu topraklara getirip yerleştirmiş ve veda günü gelince de Hacer, İbrahim’e dönerek; “Bizi kime emanet ediyorsun?” deyince Hz. İbrahim ona şöyle buyurmuştur; “Bu evin sahibine!”

Görüldüğü gibi Hz. İbrahim (a.s.) “Rabbimiz, ben çocuklarımdan bazısını, senin hürmete değer evinin yanında, ekilebilir toprağı olmayan bir vadiye yerleştirdim.” diye buyurmuş ve daha sonra isteğini dile getirmiştir: “Rabbimiz, namazı kılsınlar diye (böyle yaptım). Artık sen de insanlardan birtakım gönüllüleri, onları sever yap ve onları çeşitli meyvelerle besle ki şükretsinler.”[8] Görünüşe göre yakıcı ve ıssız olan bu diyarı mesken edindim ve onların başarılı olması için halktan bir grubu onlarla kaynaştır, çünkü sen “Mukallibe’l-Kulub” (Kalbleri şekillendiren) olansın ve onları meyvelerinle rızıklandır ki şükredenlerden olsunlar.

Taberî, bu ayet-i kerimenin açıklamasında şöyle der: “Eğer Hz. İbrahim (a.s.) “Bütün herkes” diye buyursaydı; Yahudiler ve Hristiyanlar da Hac farizası için Kâbe’de toplanacaklardı.”

Hz. İbrahim (a.s.) bu duasını yakıcı ve ıssız olan hiçbir yerleşimin olmadığı bir toprakta dile getirmiştir. Mekke, ekin yapılamaz bir kara parçasıydı. Kur’ân’ın tabiriyle “غير ذي زرع” “ekilebilir toprağı olmayan bir vadiye” Yani bayındır olabilecek ve ekin yapılabilecek bir yer değildir. Ekin yapılamaz bir topraktır. Taşlık, susuz ve çölü andıran bu yer için “ekilebilir toprağı olmayan bir vadi” tabiri kullanılmıştır.

Öte yandan Hz. İbrahim (a.s.) Yüce Allah’ın o sonsuz gücünün farkında olduğu için şöyle buyurmuştu: “Ey Rabbimiz! Soyumdan bazılarını ekilebilir toprağı olmayan bir vadiye…” yani “Ey Rabbim! Yeryüzünde var olan tüm imkânlar bu topraklar üzerinde son bulmakta, ama Sen ne istersen yapabilirsin!” bu bölümde birkaç dua vardır:

1- “رَبَّنَا لِيُقِيمُواْ الصَّلاَةَ” “Ey Rabbim! Onları namazı ikame etsinler diye başarılı kıl!” Her ne kadar amaç bu olsa bile yine de bu cümle dua ve istek içeriklidir.

2- Halkın gönlünü onlardan yana yap ki onları her zaman hürmet etsinler.

3- Onları nimetlerinle nimetlendir.

Son olarak da asıl amaçları olan konuyu zikretmektedir Halilullah (a.s.) “لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ” “Umulur ki şükrederler.”

Bununla ilgili diğer bir dua da Bakara suresinde geçmektedir: “رَبِّ اجْعَلْ هَذَا بَلَدًا آمِنًا”[9] “Rabbim, bu beled’i (kenti) güvenli bir kent yap!” daha sonra geçen yıllar içerisinde bu duanın bereketi ile Hacer’in ve o küçük çocuğun yüzünü güldüren Zemzem pınarı yerden fışkırmaya başladı. Yavaş yavaş kuşlar ve diğer hayvanlar ardından insan kafilelerinin uğrak yerlerinden bir yer olup çıktı. Artık ayette geçen “Beled = Kent” gerçek hükmüne bürünmüş ve bu şekilde ilk duaya da icabet edilmiş olundu. Hz. İbrahim (a.s.) bu topraklara tekrar teşrif ettiklerinde oranın yaşanır bir kent haline döndüğünü kendi gözleriyle görmüş oldu. Ardından aynı duayı biraz farkla tekrarladı: “وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَذَا الْبَلَدَ آمِنًا”[10] “Bir zaman, İbrahim şöyle demişti: “Rabbim, bu beldeyi güvenli kıl.” dikkat edilecek olunursa buradaki dua da aynı olmasına rağmen “الْبَلَد” kelimesi “elif-lam” ile belirlenmiş maarife (belirtili) bir isim olmuştur. Her iki durumda da “Emniyeti” Allah Teâlâ’dan istemiş ve Allah da bu duaya icabet etmiştir.

“Görmediler mi çevrelerinde insanlar kaçırılıp, yağma edilirken, biz Harem (Mekke’yi) güvenilir (ve dokunulmaz) kıldık. Yine de onlar, batıla inanıp Allah’ın nimetlerine nankörlük mü ediyorlar?”[11]

Mekke dışında adam kaçırmak[12] oldukça olağan bir durumdur ama biz burayı emniyetli ve güvenilir olarak karar kıldık. Bu emniyet İbrahim Nebi’nin (a.s.) ettiği duanın yüzü suyu hürmetine vuku bulmuş ve fıkhî bir hükme dahi bürünmüştür: “وَمَن دَخَلَهُ كَانَ آمِنًا”[13] “Oraya giren, güvene ermiş olur.”

Kur’ân ayetlerinden anlaşıldığı üzere ve daha önce de belirttiğimiz gibi Hz. İbrahim’den (a.s.) önce Kâbe, Beytu’l-Harem olarak geçmişe sahiptir. İbrahim’den önce ve sonra yaşanan birçok olay, onun viran olmasına sebep olmuştur. Kimi zaman sel gibi doğal afetler kimi zaman da Haccac gibi insanlıktan nasibini almamış kişilerin saldırılarıyla viran olmuştur. Bilindiği üzere Haccac, Ebû Kubeys Dağı’na mancınıklar kurarak Kâbe’yi taşa tutmuştur. Bugün Kâbe’nin duvarlarını oluşturan o siyah taşlar bundan birkaç yüzyıl önce yoktu.

İslam dininin ortaya çıktığı dönemlerde Emîru’l-Mü’minîn Ali b. Ebî Tâlib’in (a.s.) Allah Resulü‘nün (s.a.a.) o mübarek omuzlarına basarak Kâbe üzerinde yer alan putları kırması olayından o zamanlar Beytullah’ın takriben iki normal insan boyunda olduğu yani insan boyunun iki katı olduğu ortaya çıkmaktadır.

Elbette işin mânevî boyutu şüphesiz oldukça farklıdır. Hz. Ali (a.s.) Peygamber Efendimizin mübarek omuzlarına çıktığı zaman elini nereye uzatmak istese uzatabilirdi. Neyi tutmak istese tutabilirdi; bu farklı bir değerlendirmedir.

Kâbe yıkıldı ve Allah, İbrahim’e (a.s.) Kâbe’yi tekrar inşa etme emrini verdi. Kâbe’nin nasıl bir mühendislikle inşa edileceğine biz karar verdik ve onun nereye inşa edileceğini de İbrahim’e biz gösterdik:

“لَا تُشْرِكْ بٖى شَيْپًا وَطَهِّرْ بَيْتِىَ لِلطَّائِفٖينَ وَالْقَائِمٖينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ وَاِذْ بَوَّاْنَا لِاِبْرٰهٖيمَ مَكَانَ الْبَيْتِ اَنْ ”[14]

“Bir zamanlar İbrahim için, o evin yerini, şöyle diyerek hazırlamıştık: Bana hiçbir şeyi ortak koşma, evimi; tavaf edenler, kıyamda duranlar, rükû, secde edenler için temizle.”

..............................

[1]     Mecmau’l-Beyân, C. II, S. 477

[2]     Gayr-i Mütenahî

[3]     Nur suresi: 36

[4]    Kamer suresi: 55

[5]    25 Zilkâde’de vuku bulduğuna inanılan sularla kaplı yeryüzünün bu olayla birlikte ortaya çıkan ilk kara parçası

[6]    Mâide suresi: 97

[7]    İbrahim suresi: 37

[8]    İbrahim suresi: 37

[9]    Bakara suresi: 126

[10]    İbrahim suresi: 35

[11]    Ankebut suresi: 67

[12]    Ayet-i kerimede geçen “خطفهَ” fiili, kartal ve şahinlerin güvercin ve serçeleri ansızın, gafil avladıkları an için kullanılan bir tabirdir.

[13]    Âl-i İmran suresi: 97

[14]    Hacc suresi: 26