AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : ابنا
Pazartesi

11 Aralık 2023

14:08:55
1419309

Üstad Abdullah Cevad-i Amulî

Kur’ân Kerim Ayetlerinde Hac 1

Yoluna gücü yetenin o evi ziyaret etmesi, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır.


         Uluslararası Ehl-i Beyt (a.s) Haber Ajansı – ABNA:  “Doğrusu insanlara (ma’bed olarak) ilk kurulan ev, Bekke’de (Mekke’de) olandır. Âlemlere uğur, bereket ve hidayet kaynağı olarak kurulmuştur. Apaçık deliller, İbrahim’in makamı vardır orada. Oraya giren, güvene ermiş olur. Yoluna gücü yetenin o evi ziyaret etmesi, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır. Kim nankörlük ederse hiç kuşkusuz, Allah bütün âlemlere muhtaç olmayacak bir Ganî’dir.”[1]

اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَمينَۚ  96

 فيه اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰهيمَۚ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِنًاۜ وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَبيلًاۜ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمين 97

Ayetin, Önceki Ayetlerle Bağlantısı

Yüce Allah önce şöyle buyurmuştu:

“Hadi artık siz de doğru yolu tutan İbrahim’in dinine uyun ve o, şirk koşanlardan değildi.”[2]

Bilindiği üzere İbrahim dininin en bariz özelliklerinden birisi “Kâbe’ye saygı” gösterilmesiydi.

Sonra şöyle buyurdu:

“Doğrusu insanlara (ma'bed olarak) ilk kurulan ev…"

Burada hitap İbrahim (a.s.) dinine tabi olduklarını iddia eden Yahudileredir. Şöyle buyuruyor: “Eğer sizler gerçekten İbrahim’in dini üzerineyseniz, öyleyse İbrahim’in inşa ettiği evi de aziz ve kutsal bilmelisiniz. Onu kıble ve tavaf yeri olarak kabul edin ve onun etrafında tavaf edin.” Bu iki sebepten ötürü zikredilen ayet, “Hadi artık siz de doğru yolu tutan İbrahim’in dinine uyun…” ayetinden sonra gelmiştir.

Ehl-i Kitab’ın Şüphesi

Ayrıca, görünüşe göre bu ayet, Ehl-i Kitab’ın ortaya attığı bir diğer şüpheye de cevap mahiyetindedir. Onlar Müslümanlara dediler ki:

“Öncelikle nâsih doğru değildir ve batıl olan veya olabilecek bir şey İbrahim Halilullah’ın (a.s.) dininde asla yer bulmaz. Namaz kılanların kıblesi Beytü’l-Mukaddes’tir. Aynı şekilde siz Müslümanlar da Medine’ye gelmeden önce o yöne doğru namaz kılmaktaydınız. Şimdi Allah verdiği hükümden döndü ve Kâbe’ye doğru namaz kılıyorsunuz, bunu da kıble hükmü nâsih olduğu için yapıyorsunuz hâlbuki nâsih mümkün değildir.

İkinci olarak bunu İbrahim dinine nispet vermekte ve onu Müslüman, kendinizi de onun takipçisi olarak görmektesiniz. Sizler batıl olan bir şeyi İbrahim’e isnat etmekte ve demektesiniz ki; biz bu hükümde onun yolunun takipçileriyiz üstüne üstlük nâsihe de mürtekip oldunuz.”

Ehl-i Kitab’ın Bu Şüphesine Cevap

Bu şüpheye verilecek cevap şu olacaktır; Nâsih elbette caizdir ve olmasında da hiç bir sakınca yoktur. Asıl hüküm, Kâbe’nin kıble olmasıdır. “Doğrusu insanlara (ma’bed olarak) ilk kurulan ev…” Filistin topraklarında Hz. Süleyman (a.s.), Mescid-i Aksa’yı inşa etmeden önce, İbrahim Halilullah (a.s.) Mekke’de Kâbe’yi inşa etmişti. Öte yandan Beytü’l-Makdis kıble olmadan önce Kâbe, hem kıble hem de tavaf yeriydi. Öyleyse eğer biz Beytü’l-Mukaddes’ten Kâbe’ye doğru döndüysek ilk kıblemize doğru dönmüş sayılmaktayız ve bu eylem, İbrahim’in (a.s.) ve İbrahim yolu takipçisi nebilerin sîresidir. Zat-i Akdes-i İlâhî, Hz. İbrahim’in olayını anlatırken şöyle buyurmaktadır:

Hz. İbrahim (a.s.) kendi eşi ve evladını yakıcı ve ziraata elverişsiz olan yere getirdi ve şöyle dedi; “Ey Rabbim! Ben, çocuklarımı senin kutsal evinin yanına getirdim ki, namazı yerine getirsinler.” Yani yeryüzünün en temiz soyu yeryüzünün en değerli mekânında namazı ayakta tutmak için görevlendirildiler.

“Mubareken/مباركاً” ve “Huden/هدي” Kelimelerinin İrapları

“Mubareken/مباركاً” ve “Huden/هدي” kelimeleri ya “Mekke’de/بِبَكَّةَ” sözcüğüne hal olarak müteallik oldukları için mensupturlar; yani “bereket kaynağı ve yol gösterici halinde.” ya da “Vudia/وُضِعَ” zamiri için haldirler; yani “rahmet ve hidayet kaynağı olarak kuruldu.” ya “insanlar için pek feyizli ve hidayet rehberidir.” veyahut da “Mekke’deki o kutsal ve bütün âlemler için hidayet kaynağı.” Bu ihtimallerin hepsinin olmasının olasılığı pek tabii vardır. Yani Kâbe, âlemler için hidayet kaynağıdır ve herkes hidayet ve bereket kaynağından yararlanabilir.

Kur’ân’da Evveliyet Konusu

Evveliyet yani öncelik Kur’ân-ı Kerim’de birçok defa kullanılmış ve genellikle de nisbî olmuştur. Ama “Doğrusu insanlara ilk kurulan ev…/ إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ” ayetindeki evveliyet ve ilklik nefsidir (kendine özgüdür). Allah Teâlâ, Tevbe suresinde nifak ehline ait olan o mescidde bulunma konusundan sonra şöyle buyurmaktadır: “Nifak ehlinin kurduğu böyle bir mescidde[3] sakın bulunma!/لَا تَقُمْ فِيهِ أَبَدًا” buyuruyor ki: “Daha ilk gününde takva üzere kurulan bir mescid,[4] içinde namaz kılıp, bulunman için çok daha uygundur.[5] Mescid-i Dırar gibi nifak üzerine kurulmuş bir yerde değil.
/ لَمَسْجِدٌ أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَىٰ مِنْ أَوَّلِ يَوْمٍ أَحَقُّ أَنْ تَقُومَ فِيهِ”[6]

Bu ayette geçen “İlk gününde/أَوَّلِ يَوْمٍ” sözcüğü nefsî değil nisbîdir. Yani inşa edildiği gün takva ve yakınlaşmak adına temeli atılmıştır.

Şeyh Tûsî’nin (r.a.) Görüşü

Merhum Şeyh “Tibyan”[7] kitabında bu ayet-i kerimenin açıklamasında şöyle buyuruyor:

“Bazen bir şeyin evveli olur ama ahiri yoktur. Aynı “Vahid” gibi, ahiri yoktur çünkü rakamlar için bir son yoktur.[8] Ya da Cennet nimetleri gibi bir başı vardır; Müminler bu dünyadan göç edip gittiklerinde Cennet’e girerler ve orda herhangi bir son yoktur. Çünkü “Orada ebedî kalacaklardır./ خَالِدِينَ فِيهَا” öyleyse başı olan bir şeyin illa da bir sonu olması gerekmiyor ki birileri: “İlk kurulan ev bu ise peki son ev hangisidir?” diye sorsun.”

Diğer müfessirler de bu noktayı kabul etmekte ve bir şeyin evvel ve ilkinin olması ikincisinin de olması manasına gelmediğini savunmaktadırlar. Mesela birisi şöyle derse: “Bu benim Hac ile şereflendiğim ilk yolculuğumdur” bunun gereksinimi mutlaka ikinci yolculuğu da olmalı değildir. İlk, yani önceden yoktu; öyleyse ikinci bir evin olması gerekmemektedir. Elbette ikinci ev ve üçüncü ev “(Bu ışık) Allah’ın yükseltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerdedir. / فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللّٰهُ أَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ”[9] gibi kulların ibadet için içlerinde bulundukları evlerdir ama Kâbe karşısında zikredilecek ikinci bir ev mânasını taşımamaktadırlar.

Şeyh Tûsî’nin (k.s.) bu sözleri özünde hatalı değil ama “Bir şeyin evveli olur ama sonu yoktur. Aynı Cennet nimetleri gibi” cümlesi doğru değildir; çünkü her ne kadar cennet nimetleriyle nimetlenmenin başı var ve sonu yok ise de bizzat cennet nimetlerinin ne başı ne de sonu vardır; Cennet şu an bile vardır, dünya hayatından sonra yaratılması ise yalnızca bir masaldan ibarettir. Cennet nimetleri her zaman vardı ve hâlâ da vardır, yani hiç bir kesinti yoktur. Bu bilhassa “Güçlü padişahın huzurunda/عِنْدَ مَلِيكٍ مُقْتَدِرٍ”[10] olan cennet için geçerlidir.

“Evveliyet” yani “Öncelik” Bizzat ve Bi’l-gayr diye ikiye ayrılır ve Evveliyet-i Bizzat yani “Zat-i Öncelik” yalnızca Allah’a mahsustur: O, İlk’tir ve Son’dur. “هو الأوّل و الاخر”

Sonsuz olan Hakk’ın feyzi gibi bir şeyin “minneti kadimdir” ve “fazlı daimdir” başı ve sonu yoktur. Fakat bu, arızîdir; zatî değil. Başı “O İlk’tir”e, sonu ise “O Son’dur”a dayalıdır. Ancak Zat-ı Akdes’in başı ve sonu yoktur; bilakis kendisi bizzat İlk ve Son’dur.

.....................................

[1]     Âl-i İmran suresi: 96-97

[2]     Âl-i İmran suresi: 95

[3]     Zararlı Mescid (Mescid-i Dırar)

[4]     Kuba Mescidi

[5]     Mecmau’l-Beyân, C. II, S. 535

[6]     Tevbe suresi: 108

[7]     Mecmau’l-Beyân, C. II, S. 477

[8]     Gayr-i Mütenahî

[9]     Nur suresi: 36

[10]    Kamer suresi: 55