AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : ابنا
Pazartesi

25 Aralık 2023

16:23:49
1423596

Hüseyin ŞEREFİ

Şer’i Hükümlerde Taklit 2

Müminlerin tümünün göç etmeleri gerekmez. Öyleyse onlardan her bir topluluktan bir grup, göç etsin ve dinde derin bir kavrayış edinerek (tafakkuhta bulunarak) kavimlerine geri döndüklerinde onları uyarıp-korkutsunlar. Umulur ki onlar da kaçınıp sakınırlar.

      Uluslararası Ehl-i Beyt (a.s) Haber Ajansı – ABNA:  Kur'an Ayetleri

Akıl sahiplerinin sireti ve akıl, taklidin caiz olduğunu bildirdiği gibi Kur'an-ı Kerim de bunu açıklamaktadır. Bu ayetlerden taklidin caiz oluşu anlaşıldığı gibi Kur'an-ı Kerim açısından "taklid" teriminin mafhumu açıklık kazanır:

1. Ayet: "Müminlerin tümünün göç etmeleri gerekmez. Öyleyse onlardan her bir topluluktan bir grup, göç etsin ve dinde derin bir kavrayış edinerek (tafakkuhta bulunarak) kavimlerine geri döndüklerinde onları uyarıp-korkutsunlar. Umulur ki onlar da kaçınıp sakınırlar."[16]

Ayetten bir grubun ilim öğrenmek için göç etmelerinin farz olduğu anlaşılıyor. Çıkma farz olduğuna göre çıkmanın hedefini teşkil eden tafakkuh ve korkutma da farzlar dairesine girmektedir.

Tafakkuh ve korkutma bizzat kendileri için gerekli değil, bilakis kaçınma ve bilinçlenme için gereklidir. Bu durumda korkutmadan sonra, günahtan kaçınmak da farz olur.

Yani fakih korkutunca korkma ve kaçınma gerçekleşmelidir. Kaçınma sadece bir korku ve içte oluşan bir etki değildir; bilakis korkutma sonucu insanın hareket ve tavırlarında görülen bir ameldir. Dolayısıyla, fakihin korkutmasıyla kaçınma gerektiği zaman başka birinin söz ve fetvasına uyma ve taklid de ortaya çıkıyor.

Korkutmanın en bariz örneklerinden biri de Allah Teala'nın hükümlerini, helal ve haramları beyan etmektir. Fakih cezalandırılmaya sebep olacak hükümleri halka ulaştırmak ve halkın da cezaya çarptırılmamak için onlara uyması farzdır.

Korkutmayı fakihin vazifesi ve halkın kaçınmasını da onun etkilerinden bilince fakihin sadece bir rivayet eden, nakleden ve bir haberi bildiren olmadığı, bilakis Allah Teala'nın hükmünün delilini anlayan, hükümleri elde etmede görüş sahibi olan olduğu açıklığa kavuşur.

2. Ayet

"…Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun"[17]

Maksat bilgilenmeye sebep olacak sormadır. Bilmek ve ona uymak için sorun. Sormanın kendisi hedef değildir, bilakis sormadan hedef ona amel etmektir. Sorulan şeye amel olmazsa sorma ve cevaplama boşuna olacaktır.

Başka bir deyişle, bu türden olan emirler avam halkın yanında insanın bilmediği vazifeyi beyan etmek içindir. Ona uymak için sormak zorundadır. Amel bilinçlenmeden sonra vuku bulur. "Eğer doktor değilsen bir doktora müracaat et" dememiz gibi. Avam halk bu cümleden, "bilmek için doktora müracaat et" anlamını çıkarmıyorlar, bilakis halk şunu anlıyor: "Eğer doktor değilsen tedavi görmek için doktora müracaat et ve onun tavsiyelerine uy."

Bazıları, ayet-i kerimede geçen zikir ehlinden maksadın kitap ehli veya masum imamların olduğu görüşünü ileri sürmüş ve dolayısıyla bu ayetten taklidin caiz olduğunu ispatlanamayacağını söylemişlerdir.

Oysa ki, Ayet-i kerime mutlak olarak nazil olmuştur, dolayısıyla nüzul sebebi, yeri ve misdakı ayetin kapsamının sınırlandırılışına sebep olmaz. Bu ayet genel hükmü açıklamaktadır. Bu hüküm hem kitap ehline, hem masum imamlarla, hem de alim ve fakihlere şamil olur. Her soru için ehline müracaat edilir.

3. Ayet

"Gerçek, apaçık belgelerden indirdiklerimizi ve insanlar için Kitap'ta açıkladığımız hidayeti gizlemekte olanlar; işte onlara, hem Allah lanet eder, hem de lanet ediciler lanet eder."[18]

Gizlemek sadece nübüvvet ve peygamberlik belirtilerini gizlemekle sınırlı değildir, insanların hidayet ve mutluluğa ulaşabilmesine sebep olan her şeyi gizlemek haramdır ve kınanmıştır.

O halde, eğer ilim ve bilgiyi gizlemek haram olup onu açıklamak farz ise, bilgi açıklandıktan sonra onu kabul etmek de farz olmalıdır; aksi takdirde ilmi açıklamanın farz oluşu yersiz olacaktır. Gizlemenin en bariz ve en mükemmel örneği; şeri hükümleri halka ulaştırmamaktır. Yani şeri yollarla Allah Teala'nın hükümlerini elde etmeye gücü yeten kimse, bunu yapmazsa veya bu işi yapar da ancak halka ulaştırmazsa hakkı gizlemiş ve Allah Teala'nın hükümlerini halka ulaştırmamış olur. Buna göre, Müçtehidin içtihad ederek görüşünü söylemesi ve diğerlerinin de ona uyması farzdır.

Rivayetler

    Taklidin caiz olduğuna delalet eden rivayetlerin sayısı oldukça çoktur. Farklı tabirlerde olan bu rivayetler, hemen hemen tevatür haddine ulaşmaktadır.

Bu rivayetleri incelemek için bir kaç gruba ayırıyoruz:

1- Masum imamların, (a.s) belli kişileri tayin veya şartlara haiz olan müçtehidlerin özelliklerini bildiren rivayetler:

Bu rivayetlerden, liyakatli kişilerin fetvalarına amel etmek caiz ve böyle bir durumun söz konusu olduğu her zamanda müslümanların vazifelerinin bu olduğu ve buna uyabilecekleri anlaşılmaktadır.

Ahmed. b. İshak, İmam Ali Naki (a.s) dan ihtiyaç duyduğu meseleleri kime sorması ve kimin sözünü kabul etmesi gerektiğini sorduğunda İmam Ali Naki (a.s), şu cevabı veriyor:

"-Osman b. Said- Amri kendisine güven duyduğum şahıslardandır; benim tarafımdan sana ulaştırdığı her şey bendendir. Benim dilimden sana söylediği her şey benim sözümdür. Onun sözünü dinle ve ona itaat et; o, benim güvendiğim bir şahıstır.[19]

Yukardaki hadiste geçen, "kiminle muamele edeyim" ve "kime sorumu sorayım" cümleleri soru konusunun umumi olduğuna ve sadece hadis nakletmeye has olmadığına, müçtehidin fetvasını da kapsadığına delalet etmektedir.

Abdullah b. ebi Ya'fur der ki, -bir gün İmam Sadık'a (a.s). "Ben, her zaman huzurunuza gelerek ihtiyaç duyduğum meseleleri sizden soramıyorum, oysa ashabımdan birisi gelerek benden bir soru sorduğunda ben cevap veremiyorum -bu durumda ne yapayım-" diye arzedince İmam şöyle cevap verdi:

"Niçin Muhammed b. Müslim'e sormuyorsun? -ondan sor- O babamdan ilim öğrenmiştir, babamın yanında güvenilir bir kişidir."[20]

Burada Ebi Ya'fur'u Muhammed b. Müslim'e göndermekten İmam'ın maksadı ondan kitap ve sünnet ışığında kendi vazifelerini öğrenmelerini  belirtmektedir. İmam bu hadiste insanları din uzmanına gönderiyor, hadis nakleden bir raviye değil.

Bunların dışında hadis öğrenmek ve fetva almak için İmam'ın kendilerine gönderdiği diğer kimseler de vardır. Zekeriya b. Adem-i Kummi,[21] Yunus b. Abdurrahman,[22] Bureyd b. Muaviye el- İcli,[23] Ebu Basir,[24] Zurare,[25] Eban b. Tağlib.[26]

Yukarda aktardığımız bu hadisler senet açısından sağlamdır. Bu konuda diğer bir çok hadis de vardır ki biz burada sözü uzatmamak için onları zikretmekten sakınıyoruz. Bütün bu hadislerde müslümanların ihtiyaç duyduğu şeri meselelerin hükmünü kaynaklardan çıkarabilen bir kimseye başvurmak söz konusu edilmektedir. Bu hadislerde irca mutlak olarak verilmiştir. Halkın meselelerine cevap verecek olan kimse vereceği cevaba ister birbirleriyle çelişen hadisleri bir araya toplayarak hepsinden ortak bir kanıya varsın, ister mutlak hadisleri, mukayyed hadislere hamlederek ve ister şüphe durumunda umum hadislere dayanarak veya sınırlandırıp hadisin kapsamını daraltarak ve ister başka bir yolla bu sonuca varsın.

Bu tür hadislerde Resulullah ve masum imamlar müslümanların belli kişilere başvurmalarını istemişlerdir. Bazı hadislerde de bunun sebebi o kişilerin fakih ve güvenilir olduğu olarak açıklanmıştır. Buna göre mezkur ölçülere sahip olan kimseye müslümanlar müracaat edip dinin ahkamını öğrenebilirler.

2- İlim ve ulamayla ilgili olarak nakledilen hadisler ulemaya taklit etmenin gerekliliğini açıklamaktadır.

Resulullah (s.a.a) üç defa "Ya Rabbi halifelerime merhamet et." diye buyurmaları üzerine "Ya Resulullah; sizin halifeniz kimdir?" diye soruldu. Resul-i Ekrem (s.a.a): "Onlar benden sonra gelecek, hadis ve sünnetimi rivayet edecek ve benden sonra onları halka öğretecek olanlardır. Onlar hadis ve sünnetimi tebliğ eder, onları ümmetime öğretirler.[27] Onlar sünnetimi ihya eder ve Allah kullarına öğretirler."[28] buyurdular.

Bu hadisler farklı kaynaklarda çeşitli şekillerde rivayet edilmiştir. Hadislerin farklı kimseler tarafından nakledilmesi bu hadislerin doğru olarak masum imamlardan nakledildiğine dair güveni daha da artırmaktadır.

Peygamberlerin en önemli görevlerinden biri de Allah Tealanın ayetlerini ve şeri hükümleri açıklamaktır. Yani peygamber halkın vazifelerini ve tekliflerini beyan etmelidir. Şüphesiz bu vazife peygamberden sonra onun halifelerine, ilmi ve İslami meselelerde onun yerine oturacak olan imamlara düşer. Hüküm ve velayet makamı Peygamber'den sonra ehline ulaşması gerektiği gibi bu makam da sahipsiz bırakılamaz. Hadiste, sünnet ve rivayetimi ihya etmek, sünnet ve rivayetlerimi öğretmek, onları tebliğ etmek gibi muhtelif tabirlerin kullanılması gösteriyor ki, sadece hadis nakletmek değil. İslam ahkamını anlamak için araştırma yapıp neticeye ulaşmak kastedilmiştir. Fakih ve alim olmaksızın sadece hadislerin lafızlarını ezberleyerek nakleden bir kimseye Resulullah'ın (s.a.a) hadis ve sünnetini tebliğ ettiği, halka öğrettiği ve ihya ettiği söylenilemez.

Rivayet nakletmeye talim ve ihya denilmez. Bunun yanında dini araştırma ve anlama İslami hükümleri elde edebilmek te şarttır.

Abdullah b. Salih-i Herevi İmam Rıza'dan (a.s) şöyle duyduğunu nakleder: "Allah bizim imametimizi ihya edene merhamet etsin" Abdullah b. Salih der ki, ben İmam'dan "sizin imametiniz nasıl ihya olur" diye sorunca İmam buyurdular ki: "Bizim hadislerimizi öğrenir onları halka öğretirler; eğer halk bizim sözlerimizi bilseler hiç şüphesiz bize uyarlar…"[29]

Bu hadisten de taklidin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü masum imamların buyruklarının güzellik ve derinliklerini anlamak ve halka öğretmek için bu konuda uzman olmak şarttır.

3- Bazı hadisler fetva vermeyi emrediyor ve liyakatli kişileri buna teşvik ediyorlar: Örneğim İmam Bâkır (a.s) Eban b. Tağlib'e şöyle buyuruyor: "Medine mescidinde oturarak halka fetva ver, çünkü ben senin gibilerini şiilerim arasında görmeği severim."[30]

Fetva vermek diğerlerinin ona uymasıyla anlam kazanır. Aksi takdirde fetva vermeyi emretmek ve buna teşvik etmek anlamsız olur.

Hz. Ali (a.s) Mekke'deki adamlarından olan Kasım b. Abbas'a fetva vermesini emrediyor.[31]

4- Bazı hadisler de ilmi olmaksızın fetva vermeyi nehyetmektedirler. Bu hadislerden anlaşılıyor ki, fetva ilim ve bilim üzere verilirse doğru olur ve ancak bu durumda o fetvaya amel etmek caizdir.

İmam Bâkır (a.s) buyuruyor ki: "İlmi olmaksızın ve Allah tarafından hidayete erişmeden halka fetva verirse rahmet ve azap melekleri ona lanet ederler; o fetvayla amel edenin de günahı ona döner.[32]

Başka bir hadiste de şöyle buyuruyor: "…Fetva veren herkes -verdiği fetvadan- sorumludur.[33] Delil ve şeri burhana dayanarak fetva verirse mazurdur; aksi takdirde sorumludur. Bunlardan anlaşıldığı gibi, fetva ancak sahih şeri delil yoluyla elde edilirse doğrudur.

Bu konuda, başka hadisler de vardır[34], ancak biz burada bu kadarıyla yetiniyoruz.

Fetva verme ve taklidin caiz olduğunu, fakihin fetva ve hükmüne itaat etmenin caiz olduğunu bildiren bazı hadisler de ulamadan olan fakihlere başvurmalarını emrediyor. Hakimin de hüküm ve fetva verebilmesi için müçtehid olması şarttır.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurur: "Sizlerden hadis nakledebilen, helal ve haramımızda görüş verebilen, -İslam hükümlerini- elde edebilen, hükümlerimizi bileninizi size hakim kıldım, onun hükmüne razı olun. O bizim hükmümüzle hükmeder ancak siz kabul etmezseniz Allah'ın hükmünü hafife almış, bizi reddetmiş olursunuz. Bizi reddetmek ise Allah'ı reddetmektir; bu iş ise Allah'a ortak koşma gibidir."[35]

Hadiste geçen hakimden maksat hadis ve dini kaynaklardan şer-i hükümleri çıkarma gücüne sahip olan, fıkhi kaynaklara müracaat ederek fetva (hüküm) verebilen kimsedir.

İmam Sadık (a.s) yine buyuruyor ki: "… Bizim helal ve haramımızı tanıyan bir kimseyi kendi aranızda hakim kılın, çünkü ben onu sizin aranızda hakim kıldım…"[36]

Buna göre, yukardaki açıklamalardan bu hadisin de fetva verme ve taklidin caiz olduğuna delalet ettiği açıklık kazanmaktadır; Çünkü hüküm verme de helal ve haramları hakkıyla bilen bir müçtehidin verdiği bir çeşit fetvadır.

Makale de din alanında taklidin yeri konulu bu değerlendirmeden şu sonuçları alıyoruz:

1- Uzman ve mutahassıs bir kişinin görüşüne uymak yeni ve müslümanlara has bir konu değildir; geçmişte ve günümüzdeki bütün insanların yaşamlarının bir çok boyutlarında  uygulanan bir metottur.

2- Taklid, hiç bir zaman körü körüne itaat etmek demek olmayıp bilakis bilinçli, ilmi ve akli ölçülere dayanan bir davranıştır.

3- Bazılarının sandığının tam aksine bütün İslami konularda taklid sözkonusu olmaz sadece İslami konuların bir bölümünde o da cüz-i fıkhi hükümlerde belli bir takım şartlarla olur; sapık algılamalarla veya diğer hayat boyutlarıyla hiç bir ilgisi yoktur.

4- İçtihad taklid bilimsel olduğu gibi eğiticidir de; eğer doğru bir şekilde ayet ve hadislere değinilip uygulanırsa ilmi ve fikri ilerlemeye engel olmayacağı gibi halkın şaşkınlık ve ihmalkarlıktan kurtularak mantıklı bir şekilde kendi vazifelerine amel etmelerine yardım eder.



.....................................

[16]– Tevbe/122.

[17]– Nahl/43; Enbiya/ 7.

[18]– Bakara/159.

[19]– Usul-u Kâfi, c.1, s.330.

[20]– Rical-i Keşşi, -şeyh Tusi- s.161.

[21]– Vesail-uş şia, c.18, s.106.

[22]– Aynı kaynak, s.107.

[23]– Aynı kaynak, s.104.

[24]– Aynı kaynak.

[25]– Aynı kaynak.

[26]– Fehrest-i Þeyh Tusi, s.17.

[27]– Ayný kaynak, s.89.

[28]– Munyet-ul Mürid -Þehid-i Sani- s.101.

[29]– Meani-ul Ahbar -Þeyh Seduk-, s.180, Beyrut basımı.

[30]– el- Fihrest -Þeyh Tusi-, s.17.

[31]– Nehc-ül Belaða, -Feyz-ul islam-

[32]– Furu-u Kâfi, c.7, s.409.

[33]– Aynı kaynak.

[34]– Vesail-uþ Þiâ, c.18, s.10-102.

[35]– Usul-u Kâfi, c.1,, s.67.

[36]– Tahzib-ul Ahkam -Þeyh Tusi-c.6, s.303 Beyrut  basımı.