AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : ابنا
Cumartesi

6 Ocak 2024

15:59:11
1427122

S. Mehdi Musavi Kaşmeri

Birlik, Beraberlik ve Kardeşlik 2

“Allah'tan başka çağırıp dua ettikleri şeylere sövmeyin ki sonra bilgisizlikle onlar da Allah'a söverler. İşte biz, böylece her topluluğa, yaptıklarını süsleyip güzel gösterdik, sonra da dönüp varacakları yer, Rablerinin tapısıdır ve o da, ne yaptıklarını bildirir onlara.”

       Uluslararası Ehl-i Beyt (a.s) Haber Ajansı – ABNA:  Tefrika Ve Nedenleri
 1- Küfür Ve Hakaret

İnsan bir şeye inandığı zaman, o inanç batıl olsa bile, ona karşı sevgi duyar ve giderek kendisiyle onun arasında duygusal bir bağ oluşturur. Bu durumda kutsalına saldırıyı, kendine saldırı olarak algılar ve tepki gösterir. Böyle bir durumun baş göstermesi, onu hem hak sözün kabulünden alıkoyar hem de hak inanca hakarete sürükler. Nitekim Peygamber (s.a.a) hiçbir zaman cahiliye Araplarının putlarına veya küfrün elebaşlarına hakaret ve küfür etmedi, aksine putperest halkın izanlarını uyandırmak, zihinlerini putların güçsüzlüğüne ve ibadete layık olmadıklarına yönlendirmek doğrultusunda çaba harcadı.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

“Allah'tan başka çağırıp dua ettikleri şeylere sövmeyin ki sonra bilgisizlikle onlar da Allah'a söverler. İşte biz, böylece her topluluğa, yaptıklarını süsleyip güzel gösterdik, sonra da dönüp varacakları yer, Rablerinin tapısıdır ve o da, ne yaptıklarını bildirir onlara.”[14]

    Ali b. İbrahim, babasından, o da Mes’ade b. Sadaka’dan şöyle nakletmiştir: “İmam Sadık’tan (a.s) Peygamberin (s.a.a) ‘Şirk, karanlık gecede siyah taşın üzerinde yürüyen siyah karıncadan daha gizlidir.’[15] Sözü hakkında sordular. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: ‘Müminler İslam’ın başlangıcında müşriklerin mabutlarına küfür ve hakaret eder, müşrikler de bunun karşısında müminlerin taptığı Allah’a küfür ve hakaret ederlerdi. Daha sonra Allah müminleri onların yalancı ilahlarına küfür ve hakaretten menetti ki kâfirler Allah’a sövmesin ve farkında olmadan Allah’a şirk koşup müşriklerin kötü amellerine ortak olmasınlar.’”[16]

Bu hadiste ilgi çekici bir nükte var; o da şu ki, birçok yerde insan, inancına hizmet zannıyla, muhaliflerinin mukaddesatına hakaret eder. Bu hakaret kesinlikle nifak doğurur ve karşı tarafın benzer tepkisinden başka güvensizlik, tekfir, katliam ve saldırılara sebep olur. Bu hadis uyarınca küfür ve hakaret edenler, bunun bütün sonuçlarına, kendileri yapmış gibi ortak olurlar.

İmam Rıza (a.s), İbrahim b. Ebi Mes’ud’a söylediği hadisinde, Ehlibeyt düşmanlarının, kendileri hakkında hadis uydurma desiselerini şöyle beyan eder:

“Ey Ebi Mahmud’un oğlu! Muhaliflerimiz, faziletlerimiz hakkında bir takım rivayetler düzmüşlerdir ki bunlar üç kısımdır:

    Ğuluv (abartılı) rivayetler İçeriği, hakkımızda yetersiz ve eksik olan rivayetler Düşmanlarımıza hakaret eden rivayetler

Halk bizimle ilgili aşırıya kaçan rivayetleri duyduğu zaman, taraftarlarımızı tekfir eder, onların bizi ilahlaştırdıklarını sanır, hakkımızda yetersiz ve eksiklik barındıran rivayetleri duyduklarında, onu kabul eder, düşmanlarımızı kötüleyen hadisleri duydukları zaman ise, bizi kötülerler. Allah-u Teâla şöyle buyurur:

“Allah'tan başka çağırıp dua ettikleri şeylere sövmeyin ki sonra bilgisizlikle onlar da Allah'a söverler…”[17]

Ey Ebi Mahmud’un oğlu! Halk sağa sola saptıklarında, sen bizim yolumuzu tut, doğrusu kim bizim yolumuzu takip ederse, biz onunlayız ve kim bizden ayrılırsa, ondan ayrıyız.”[18]

Bazı rivayetler, Ehlibeyt muhaliflerinin hayatları ve yaptıkları hakkındadır. Bazısı da, kimi tarihi olaylara (doğru-yanlış) işaret etmenin yanında, sert bir tonla onlara küfür ve lanet içerir. İmam Rıza’nın (a.s) maksadı bu ikinci kısımdır.

Şüphesiz, İslam mezhepleri ve grupları arasındaki ikiliğin ana sebeplerinden biri, her mezhebin fanatik ve mutaassıp bazı taraftarının, diğer mezhebin inançları aleyhine hakaret ve küfrüdür.

Esas nokta şu ki; bu konuda söz ve fiil aynı olmalı. Bu konuda oturum ve kongreler düzenlenmesi, içeriğinin mezhep mensuplarınca pratikte de tecelli etmesiyle faydalı olur. Hâlbuki gerçek bazı durumlarda böyle değil. Bazen halifeleri veya Ehlibeyti savunma ve benzeri bahanelerle yekdiğerinin mukaddesatına ihanet edilir. Bu durum İslam açısından yanlış, İslam ve Müslümanların ortak düşmanlarının umut kaynağıdır.

2- Tanınmamışlık

    İnsanın kabiliyetlerinden biri, araştırıcılık ve hakikat peşinde olma fıtratından kaynaklı, gerçeklere ve maarife ulaşma imkânıdır. Araştırmacı, fıtratın bu sesine olumlu cevap veren, her duyulan ve söyleneni güvenilir şekilde araştırmadan kabul etmeyendir.

Halkın çoğu araştırmazlar; başkalarının inancıyla ilgili hükümleri, duyumlara göre şekillenir, dolayısıyla birçok yerde hatalı hüküm verirler. Bu da ikiliğin esas sebeplerindendir.

Emire’l-Müminin Ali (a.s) şöyle buyurur:

“Halk, bilmediklerinin düşmanıdır.”[19]

Birçoğunun gerçeklere olan garezinin sebebi, o gerçeği doğru kavrayamamasıdır. Eğer doğru kavranırsa, hakikatin cazibesi onları kendine doğru cezbeder.

Örneğin mühre secde, Kur’an ve tahriften korunmuş oluşu, namazdan sonra tekbir, Şia’nın sahabe hakkındaki görüşü ve tevessül gibi konular doğru algılandığı zaman vahdet sebebidir, hâlbuki bu meseleler, Ehlisünnet nezdinde şeffaflıktan yoksun olduğu ve yanlış algılandığı için, ümmet arasında ikilik çıkaran etkenlere tebdil olmuştur.

Bu şekilde Şia’nın birçoğu, Ehlisünnetin Ehlibeyt ile arasının iyi olmadığını ve onlara muhalif olduğunu tasavvur ederek haklarında aşırılığa gider.

Şüphesiz bu belirsizliğin giderilmesi yönünde yapılacak planlamanın, İslam ümmetinin birliği ve yakınlaşmasına fazlasıyla katkı sağlayacağı tecrübeyle sabittir.

3- Düşmanların Komploları

    İslam ümmetinin iktidarının en önemli etkeni, tevhid kelimesi (Allah’tan başka ilah olmadığı) ve vahdet-i kelimedir. (söz birliği) Onun için düşmanların zehirli oklarının çoğu bu hedefe doğrulmuştur.

Amerika’da yayınlanan “Dini mezhepleri ayırmaya yönelik planlar” kitabında Amerikan merkezi istihbarat teşkilatının (CIA) eski şeflerinden Micheal Brandt ile yapılan uzun bir söyleşiye yer verilmiştir. Bu söyleşide Şia mezhebi ve Şiilere yönelik projelere işaret etmiştir.

Kitabın bir bölümünde şöyle geçer:

“Amerikan merkezi istihbarat teşkilatının (CIA) siyasi makamlarının katılımıyla gerçekleşen bir konferansta, Şia mezhebi üzerine daha fazla araştırma ve bu araştırmaların ışığında plan program yapmamız gerektiğini kararlaştırdık.

Bunun için kırk milyon dolar bütçe ayırdık. Bu proje üç aşamaya ayrıldı:

    Bilgi ve istatistik toplama. Şia aleyhine propaganda ve diğer İslam mezhepleriyle arasında ihtilaf çıkarmak suretiyle kısa vadeli hedeflerin icrası. Bu mezhebin ortadan kaldırılması için, projenin birinci aşamasına binaen dünyanın birçok yerine araştırmacılar göndererek aşağıdaki sorulara yanıt aranmasına yönelik uzun vadeli hedeflerin icra edilmesi: Şiiler dünyanın hangi bölgelerinde ve her bölgede ne ölçüde etkindirler? Şiilerin iç ihtilafları ne şekilde tahrik edilebilir? Şiilerle Sünniler arasında nasıl ihtilaf yaratılıp bu ihtilaflardan yararlanılabilir?…”[20] 4- Düşmanın Gücünü Tahminde Yanılgı

İslam ümmetinin ikiliğinin sebeplerinden biri de, düşmanın güç ve iktidarına yönelik ihtilaflı bakış açısıdır.

İslam dünyasının bir bölümünün, ortak düşmanın gücünü gözünde büyütmesi, onların, İslam ümmetinin menfaat ve temel tutumlarını göz ardı etmelerine ve düşman karargâhına yaklaşmalarına sebep oluyor. Buna karşılık aynı kanıda olmayanlar ve düşmanın gücünü başka şekilde yorumlayanlar farklı bir yol izlerler.

Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:

“Hani Allah, rüyanda sana onların az olduğunu göstermişti; çok gösterseydi ürker, gevşerdiniz ve iş hususunda da çekişe kalkışırdınız. Fakat Allah sizi bundan kurtardı ve şüphe yok ki o, gönüllerdekini bilir.”[21]

Şimdi açıkça görülmektedir ki, bazı İslam ülkelerinin yöneticilerinin, emperyalist iktidarların gücünü tahmin yanılgıları ve bu iktidarların, güçlerinin üzerinde görünüşleri, onları emperyalistlerin siyasetleriyle birlikte hareket etmeye ve İslam cumhuriyeti düzeninin değerleriyle mücadeleye sürüklemiştir.

Eğer İslam cumhuriyetinin dış siyaset sorumluları, İran’da tecrübe edilmiş olan, İslam düşmanları her ne kadar askeri ve diğer konularda güçlü olsalar da, bu gücün İslam ümmetinin iman ve birliği karşısında hiç bir şey yapamayacağı gerçeğini Müslüman devletlerin yöneticilerine anlatabilirlerse, ümmetin birliği ve tek ses olması yönünde büyük bir adım atmış olurlar.

5- Bencillik Ve Kavmiyetçilik

İnsanların ayrılık ve ikiliğinin önemli faktörlerinden biri bencilliktir. Bencillik kişisel alanda insanı diğerleriyle iyi ilişkiler kurmaktan mahrum eder; sosyal ve uluslararası alanda ise grupların ve milletlerin birbirlerinden ayrılmasına ve ikiliğe sebep olur.

Sömürgeci güçler, Müslümanları iç meseleleri ve ırkçı çekişmelerle meşgul etmek için büyük Osmanlı imparatorluğunu parçalayarak her Müslüman grubun, İslam ümmetinin ülke eksenli menfaat ve maslahatlarını kendi ırkının çıkarlarına tercih etmelerine, hatta bazen kendi menfaatlerini başka bir Müslüman ülkeyle çekişmede görmelerine sebebiyet verdiler.

Kur’an-ı Kerim, Ahzab savaşına katılmayan bir kısım münafığın bahanesini şöyle beyan ediyor:

“Hani münafıklarla gönüllerinde hastalık olanlar, Allah ve Peygamberi demişlerdi, bizi ancak aldattılar, vaatlerinde aldatıştan başka bir şey yok. Ve hani onların bir bölüğü, ey Yesribliler demişti, burada durmanıza imkân yok, dönün artık ve bir bölüğü de Peygamberden, evlerimiz açık, sağlam değil diye izin istemişti, hâlbuki evleri açık değildi ve sağlamdı, onlar, ancak kaçmayı diliyorlardı.”[22]

Bunların mantığında söz konusu olan kendi evleridir; bütün şehrin emniyet ve maslahatı değil. Hâlbuki İslam düşmanlarının hedefi bütün şehrin yok edilişidir. Onlara göre şehir, herkesin koruması gereken evlerden müteşekkildir; herkesin sorumlu olup koruması gereken tek bir ev değil. Bu ise sosyal ve insani sorumluluktan kaçmak demektir.

Şu an dünya çapında sınırlar kalkmakta, ülkeler ortak noktalarına önem vermekte ve buna göre birlikler şekillenmektedir. Bu durumda akli ve şer’i zorunluluk, İslam ülkelerinin de bu esasa dönmelerini ve “evlerimiz mahremlerimizdir” sloganı yerine, İslam ümmetinin menfaat ve maslahatlarını düşünmelerini gerektirmektedir.

Örneğin Sudan, yabancı Müslüman yolculara vize muafiyeti uygulayarak yerinde bir girişimde bulunmuştur.

...........................................................................

[14] En’am, 108.

[15] Vesailu’ş-Şia, c. 16, s. 254.

[16] Muhammed Hüseyin Tabatabai, el-Mizan, Tahran 1390, c. 7, s. 343.

[17] En’am, 108.

[18] Muhammed b. Ali b. Huseyn Babeveyh Kumi, Uyunu Ahbari’r-Rıza, Beyrut 1404, c. 2, s. 272.

[19] Nehcu’l-Belaga, 172. Hutbe.

[20] Cumhuriy-i İslami Gazetesinin 05.03.1383 tarih, 7203 sayı ve 16. sayfasından alıntı.

[21] Enfal, 43.

[22] Ahzab, 12-13.