AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : ابنا
Salı

9 Ocak 2024

14:09:07
1427927

İlim ve Hikmet Kapısı İmam Ali'den İnciler 5

Dindar kimselerin bazı alametleri vardır ki onlarla tanınırlar: Doğru konuşmak, emaneti sahibine vermek, verdiği söze bağlı kalmak, akrabalara iyilikte bulunmak, zayıflara acımak, kadınlara az teslim olmak, bağış ve ihsanda bulunmak, güzel huylu olmak, çok sabırlı olmak, ilme ve insanı Allah'a yaklaştıran her şeye tabi olmak. Ne mutlu bu sıfatları haiz olan kimselere, varılacak yerin güzel olanı da onlarındır.

     Uluslararası Ehl-i Beyt (a.s) Haber Ajansı – ABNA: Hikmet, Öğüt, Teşvik ve Tehdit Hususundaki Kısa Sözleri
61- Hz. Ali aleyhi'sselâm bir gün bineğe binip hareket edince, bir grup halkın yaya olarak arkası sıra yürüdüğünü gördüler: ‘Bir binek üzerinde gidenin yanında yaya yürümenin binekte olanı bozduğunu ve yaya yürüyeni de küçülttüğünü bilmiyor musunuz? Geriye dönün’ dedi.

62- İşler üç çeşittir: Doğru olduğu açık olan bir iş; böyle bir işin ardına düş. Doğru olmadığı belli olan bir iş; böyle bir işten kaçın. Karışık ve şüpheli olan bir iş; böyle bir işi ehline (o işi iyice bilene) bırak.

63- Bir gün Cabir, Hz. Ali'ye: "Ya Emir-el Mü'minin, nasıl sabahladınız?" dediğinde şöyle buyurdular: İşlediğimiz bu kadar günahlarla birlikte, Rabbimizin sayılmayacak nimetleri bizde olduğu halde sabahladım. Hangisine şükredeceğimizi bilmiyoruz; aşikâr ettiği güzelliklere karşı mı, yoksa gizlediği çirkin işlerimize karşı mı?

64- Abdullah ibn-i Abbas'ın küçük çocuğu öldüğünde, Hz. Ali aleyhi'sselâm ona tesliyette bulunup şöyle dedi: Başka birisinin musibete uğrayıp (dünyadan gidip) senin onun (mateminde) sevap alman, benim için, senin musibete uğrayıp başkasının sevap almasından daha sevimlidir. O zaman sevap senin hakkında (başkası için) değil de senin için olur, başkaları senin ayrılığında değil de sen başkalarının ayrılığında (ölümünde) iyi sabretmiş olursun. Allah o çocuğa senin için karşılık verdiği gibi onun için de sana mükâfat verir.

65- “Nasuh tövbe nedir?” diye sorduklarında İmam aleyhi'sselâm şöyle cevap verdi: Kalple pişmanlık duymak, dille mağfiret dilemek ve bir daha (günaha) dönmemeye karar vermektir.

66- Siz insanlar, Allah'ın kudretiyle yaratılmışsınızdır; ister istemez rabbinize boyun eğip, kabirlere konulursunuz; toprak olur çürürsünüz; tek tek (kimsesiz) haşredilirsiniz; yaptıklarınız neyse karşılığını görürsünüz. Öyleyse günah işlediğinde günahını itiraf eden, korkup kulluğa yönelen, sakınıp ibadete koyulan, yaşayıp geçmişlerden ibret alarak kendine gelen, korkutulduğunda çekinen, çağrıya uyup kötülükten vazgeçen, geri dönüp tövbe eden, (hayrını isteyenlerin tavsiyesine) uyarak hareket eden, kurtuluş yolunu araştıran, kurtuluş sınırına doğru kaçan, azık toplayan, batınını tertemiz eden, kıyamet günü için hazırlanan, (takva) azığından göçeceği gün, yöneleceği yol, muhtaç olacağı günler, yokluk yoksulluk yurdu için yardım alan ve ebedi kalacağı evi için önceden (azık) gönderen kimseye Allah rahmet etsin.

Kendiniz için hazırlık yapın. Acaba gençliklerinin en güzel günlerinde bulunanlar, ihtiyarlığın düşkünlüğünden, sağlıklı ve sıhhatli yaşayanlar, hastalığın baş göstermesinden, yaşayıp ömür sürenler, fenanın ansızın saldırmasından, fevt'in (ecelin) yaklaşmasından, ölümün ulaşmasından başka bir şeyi mi beklerler?

67- Eteğini beline bağlayıp kolları sıvazlayan, mühlet zamanı ciddiyet gösteren, titreyerek korkan, Allah’a tekrar dönüşün akıbeti ve bu hareketin sonucu hakkında düşünen bir kimse gibi Allah'tan korkun. Allah yardım ve intikam için yeterlidir. Cennet yeterli bir mükâfat ve karşılıktır. Cehennem de yeterli bir ceza ve azaptır. Allah'ın kitabı ise davacı ve hasım olarak yeterlidir.

68- Birisi Hz. Ali aleyhi'sselâm'dan sünnet, bid’at, fırka ve cemaat hususunda sorduğunda şöyle buyurdular: Sünnet Resulullah'ın sünnetidir; bid’at, sünnete muhalif olan şeylerdir; fırka (muhalefet ederek toplumdan ayrılan), sayıları çok olsa bile, batıl ehli kimselerdir; cemaat, sayıları az olsa bile, hak ehli olan kimselerdir.(5)

Resulullah buyurmuş ki: "İnsan ancak Allah'a güvenmeli ve ancak kendi günahından korkmalıdır. Alim, kendisinden bilmediği bir şeyi sorduklarında: "Allah daha alimdir" demekten utanmamalıdır. Sabrın imandaki yeri, başın bedendeki yeri gibidir.

Resulullah buyurmuş ki: "İnsan ancak Allah'a ümit etmelidir; ancak kendi günahından korkmalıdır. Alim, ondan bilmediği bir şeyi sorduklarından, Allah-u a'lem (Allah daha alimdir) demekten utanmamalıdır. Sabırın imandaki yeri, başın bedenkdeki yeri gibidir.

69- Bir kişi, bana tavsiyede bulun, dediğinde İmam aleyhi'sselâm şöyle buyurdular: Sen, hayırlı işlere çokluk yönünden bir sınır tanımamalısın, günaha da azlık yönünden bir had bırakmamalısın.(Şu kadar günah azdır dememelisin.)

70- Başka birisi de bana nasihat et dediğinde şöyle buyurdular: Fakirliği ve uzun ömrü kendine telkin etme.

71- Dindar kimselerin bazı alametleri vardır ki onlarla tanınırlar: Doğru konuşmak, emaneti sahibine vermek, verdiği söze bağlı kalmak, akrabalara iyilikte bulunmak, zayıflara acımak, kadınlara az teslim olmak, bağış ve ihsanda bulunmak, güzel huylu olmak, çok sabırlı olmak, ilme ve insanı Allah'a yaklaştıran her şeye tabi olmak. Ne mutlu bu sıfatları haiz olan kimselere, varılacak yerin güzel olanı da onlarındır.

72- Uzun arzulu olan, ameli unutur.

73- İnsanoğlu, her şeyden daha çok terazinin (kefelerine) benzer; ya cehaletiyle hafif veya ilmiyle ağır olur.

74- Mü'mine küfür etmek fısktır; onunla savaşmak küfürdür; mü’minin malı, canı gibi muhteremdir (kanını dökmek haram olduğu gibi malını da gasbetmek haramdır).

75- Mal ve canını kardeşine, adalet ve insafını düşmanına, ihsan ve güler yüzlülüğünü ise herkese bağışla. Halka selam ver ki, onlar da sana selam versinler.

76- Dünyada halkın efendileri cömertler, ahirette ise çekinenlerdir.

77- (Dünyada bulunan) şeyler iki çeşittir: Biri, geçmişte bana verilmeyen, gelecekte de ummadığım başkalarının sahip olduğu şeylerdir. İkincisi ise yerin ve göğün tüm gücünü harcasam dahi zamanı gelmedikçe elde edemiyeceğim şeylerdir. Öyleyse bunlardan hangisi için ömrümü harcıyayım.(6)

78- Mü'min, baktığında ibret alır; sustuğunda tefekkür eder; konuştuğunda zikreder; mustağni olduğunda şükreder; sıkıntıya uğradığında sabreder. Çabuk razı olur, geç öfkelenir. Az nimetle Allah'tan razı olur, çok (belaya) da öfkelenmez. Hayır işlerde irade ettiği şeylerin hepsine ulaşmaz. İyi işleri çok niyet eder, fakat onlardan bazısını yapmaya muvaffak olur. Elinden kaçırdığı hayır işlere, şiddetle üzülür.

Münafıka gelince; eğlenmek için bakar;; sustuğunda gaflete dalar; konuştuğunda yalan söyler; müstağni olduğunda haddini aşar; sıkıntıya uğradığında inleyip durur; çabuk sinirlenir, geç razı olur; Allah az nimet verirse öfkelenir; çok bağışta bulunursa da razı olmaz. Çok kötülükleri amaçlar, fakat onların hepsini yapmaya muvaffak olmaz; yapamadığı şer ve fitnelerden dolayı teessüf eder, üzülür.

79- Dünya ve ahiret birbirine saldıran iki azılı düşman ve iki ayrı yoldur. Dünya ve ondaki güzellikleri seven kimse, ahirete nefretle bakar ve ona düşman kesilir. Bunların misali doğu ve batıya benzer; ikisinin arasında yürüyen kimse, birinden uzaklaşmadıkca öbürüne yaklaşmaz.

80- İlahi tehditten (amellerin cezasından) korkan kimseye, uzak yakın olur (ölümü, uzak olsa bile yakın görür).

Dünya azığından açlığı giderecek miktarla doymayan (kanaati olmayan) kimse, her ne kadar dünya malı toplasa da yetinmez. Kim dünyayı elde etmeye çalışırsa elinden çıkar gider; kim dünyanın ardından gitmezse dünya ona ulaşır. Dünya, sınırlı günlerin sonuna dek yayılmış bir gölgedir. Allah rahmet etsin o kula ki, hikmetli sözü duyar, onu beller; doğru yola çağrıldığında yaklaşır; bir kurtarıcının, kılavuzun eteğine sarılır da kurtulur. İyi işler gönderir; iyi işlerle kullukta bulunur; (kendi kabrine) azık gönderir; çekinilmesi gereken şeyden çekinir; hedefine yönelir; nefsî isteklerine karşı direnir; arzularını yalanlar; sabrı, kurtuluşuna binek yapar; takvayı ölüm günü için hazırlar; apaçık doğru yoldan ayrılmaz; fırsatı ganimet sayar; ecele hazırlanmaya koşar; ameli ile azık toplar.

81- Hz. Ali aleyhi'sselâm bir adama, “Nasılsınız?” deyince, o:"Ümit ediyor ve korkuyoruz" dedi. İmam aleyhi’sselâm bunun üzerine şöyle buyurdular: Bir şeye ümidi olan onu elde etmeğe çalışır; bir şeyden korkan, ondan kaçar. Bilmiyorum bu nasıl bir korkudur ki, kişi bir lezzetle karşılaştığında, korktuğu şeyden (cehennem ateşinden) dolayı onu terkedemiyor ve nasıl bir ümit beslemektir ki, bir bela geldiğinde kişi ümit ettiği şeye ulaşmak (sevap) için ona karşı sabredemiyor.

82- Hz. Ali aleyhi'sselâm'a: "Kendisiyle oturup kalktığımız ve iş yaptığımız güç (iyi ve kötü işlere karşı olan kudret) hususunda (bu güç bizden midir yoksa Allah'tan mı? diye) soru soran Abaye b. Rıb’i’nin cevabında şöyle buyurdu: Sen yetenek (güç) hakkında soru sordun. Acaba ona, Allah'tan olmaksızın sen mi maliksin, yoksa Allah ile birlikte mi maliksin? (Yani o kudret senin kendinden mi, yoksa Allah ile ortak mısın?)

Abaye susup kaldı; İmam Ali aleyhi’sselâm şöyle buyurdu: Eğer Allah ile birlikte malikim, deseydin, öldürürdüm seni (çünkü müşrik olurdun); yalnız ben malikim deseydin, yine de öldürürdüm seni. Abâye, "Öyleyse ne diyeyim?" dedi, Ali aleyhi’sselâm buyurdu ki: şöyle de: Ben ona malikim, fakat ona malik olan Allah beni ona malik kılmıştır; eğer bu malikiyeti bana verirse, bağışta bulunmuş olur; vermezse bu O’ndan bir bela olur. Öyleyse seni malik kıldığı şeylerin asıl maliki O’dur, seni kadir kıldığı şeylere gerçek kadir O’dur.

83- Asbeğ b. Nebate naklediyor ki: Emir-ül Mü'minin Hz. Ali aleyhi'sselâm'ın şöyle buyurduğunu duydum: "Size her müslümanın ezberlemesi gereken bir hadis söyleyeyim" Sonra bize bakarak (sözüne) şöyle devam etti: Allah-u Teâla bir mü'min kulu, hem dünyada, hem de ahirette cezalandırmaktan daha cömert, daha uludur. Yine Allah-u Teâla bu dünyada bir kulu affedip ahirette affını ondan esirgemesinden daha yüce, daha cömert, daha kerimdir.

Sonra; "Bazen olur ki Allah-u Teâla, bir mü'mini, canı, malı, evladı ve ailesi hakkında bir belaya duçar eder." buyurarak şu ayeti tilavet etti: "Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizin kazandığı şeyler yüzündendir. (Allah) günahların bir çoğunu da bağışlar.”(1) Üç defa elini yumup açarak şöyle buyurdu: "(Allah) çoğunu da affeder."

Dipnotlar
.......................................
(5)- Yani hakkı tanımak için ölçü sayı olarak çok olmak değildir; asıl ölçü, hakka uymaktır. Hak çevresinde toplanan kimselere cemaat denilir, sayı bakımından az olsalar bile onlara katılmak gerekir; haktan sapan fırkalar, sayı bakımından çok olsalar bile onlardan uzaklaşmak lazımdır. Bazen olur ki bir tek insan, bir ümmet sayılabilir. Nasıl ki Kur'an-ı Kerim'de Hz. İbrahim aleyhi’s-selâm hakkında şöyle buyurulmuştur: "Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti..." (Nahl/120)

(6)- Bu tür hadislerden maksat ‘her şeyi takdir ve kazay-i ilahiye bırakıyorum’ diyerek insanın hedefsiz ve çabasız bir varlık haline dönüşmesi değildir; maksat şudur ki insan evren ve kendisi hakkında doğru bir bilince sahip olursa o zaman hedeflere ulaştıracak işleri tam olarak yapmanın yanı sıra onu bu işleri yapmaya sevkeden faktör, vazifesini yerine getirmek olur; mutlak surette o hedefe ulaşmak değil; çünkü böyle bir kimse bu âlemde çok kapsamlı ve adil bir nizam altında yönetildiği ve onun iradesi haricinde nice etkenlerin var olduğunu bilir. Bunun farkında olan arif bir mü’min bundan başka düşünemez zaten.