Uluslararası Ehl-i Beyt (a.s) Haber Ajansı – ABNA: Kara bulutlar güneşin önünü kapattıkları
zaman; yeşillikler ve ovalar güneş ışınlarından mahrum kaldıkları
zaman; güller ve çiçekler şefkat yağmuru yağmadığı için soldukları
zaman; ne yapmak gerekir? Çare nedir?
Varlığın özü, güzelliklerin özeti ve iyiliklerin aynası yüzüne gaybet
örtüsüyle örttüğü zaman; varlıklar onun lütfundan ve feyzinden nasipsiz
kaldıkları zaman; ne yapmak gerek?
Bahçe gülleri, bahçıvanının yolunu gözlemektedir. Onun şefkat elinden
hayat suyu içmek istemektedir. Âşıkların kalpleri ayrılıktan dolayı
sızlamakta ve sabırsızlıkla onun yolunu gözlemektedir. Onun lütuf ve
şefkat elini başlarına sürmelerini istemektedir. İşte
“İntizar-Bekleyiş”in şekillendiği nokta burasıdır. Evet, herkes
mutluluğu, kurtuluşu ve sevinci getirmesi için onun gelmesini
beklemektedir.
Eğer lezzetini tadacak kalpler ve güzelliğini görecek gözler olursa, gerçekten de bekleyiş ne kadar güzel ve ne kadar tatlıdır.
Bekleyişin Hakikati ve Makamı
Bekleyiş için birçok muhtelif manalar söylenmiştir. Bu kelimenin manası
üzerinde dikkatlice düşünecek olursak, bekleyişin hakikatini daha iyi
bir şekilde anlayabiliriz.
Bekleyiş; Gözün (bir şeyin gelmesini ve) yolcuyu gözlemesine denir. Bu
bekleyiş; alt yapısına göre değer kazanır ve bazı neticeleri vardır.
Sadece ruhî ve batini bir durum değildir. Bu inanç; içerden dışarıya
çıkarak hareketi, girişimi ve aktifliği yaratır. Bundan dolayı,
rivayetlerde Mehdi'nin
(a.f) zuhurunu beklemek bir amel olarak hatta amellerin en iyisi olarak
tanıtılmıştır. Bekleyiş, bekleyene şekil verir. İşlerine, çalışmalarına
özel bir yön ve cihet kazandırır. Bu cihet; bekleyen kişinin, beklediği
şeyin gerçekleşmesi ile son bulan bir yoldur.
Bundan dolayı “Bekleyiş” eli el üstüne koyarak oturmak ile uyuşmaz. Bekleyiş, insanın
gözünü kapıya dikmesi ve hasret çekmesiyle de olmaz. Bekleyişin
hakikatinde hareket, canlılık, heyecan ve yaratıcılık yatmaktadır.
Saygı değer bir konuk bekleyen kimse ne yapacağını bilmez. Sürekli
çalışır çabalar. Etrafını ve çevresini konuk gelecek olmasından dolayı
hazırlayarak engelleri kaldırır. Sözümüz; güzellikte ve kemalde sonu
olmayan benzersiz bekleyiş hakkındadır. Bekleyiş; geçmiş tarihin hiçbir
zamanının güzellikte ve mutlulukta kendisine benzemediği bir vakittir. Dünya,
ömrü boyunca böyle bir güzelliği tatmamıştır. Bu rivayetlerde
“Kurtuluşu Beklemek” olarak anılan İmam Mehdi'nin (a.f) Evrensel
hükümetinin beklentisidir. Amellerin, ibadetlerin en hayırlısı olarak
bildirilmiştir. Bununla da yetinilmemiş, bütün amellerin kabulünün
sebebi ve destekçisi olarak sayılmıştır.
Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
“Ümmetimin en iyi ameli, zuhuru beklemektir.”[1]
İmam Cafer-i Sadık (a.s) dostlarına şöyle buyurmuştur:
“Allah
azze ve celle'nin onsuz hiçbir ameli kabul etmediği şeyi size
bildireyim mi? dedi: ‘Evet buyurun.' dediler. İmam (a.s) şöyle buyurdu:
Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in (s.a.a) onun kulu (ve
resulü) olduğuna şahadet getirmektir. (Sonra) Allah'ın emrettiklerini ve
biz Ehl-i Beyt'in (a.s) velâyetini kabul ettiğini söylemektir. (Sonra)
Biz imamların düşmanlarından uzaklaşarak bize teslim olmaktır. Takva sahibi olmak ve Kaim'in (a.f) zuhurunu beklemektir.”[2]
Bundan dolayı “Zuhuru Beklemek” kendine
has bir takım kuralları, şartları ve özellikleri olan bir bekleyiştir.
Bu özelliklerin çok iyi bilinmesi gerekir. Böylelikle fazilet, eser, sır
ve sınırlarının aşikâr olması gerekir.
Mehdi'yi (a.f) Beklemenin Özellikleri
“Bekleyiş” konusunun batını bir konu olduğunu söylemiştik.
Bütün dinlerde ve kavimlerin hepsinde bekleyiş inancı vardır. Fakat
insanların alışılmış yaşamlarında ve toplumda var olan normal
bekleyişler; ne kadar büyük ve önemli olursa olsun, Allah tarafından
vaat edilmiş evrensel bekleyiş karşısında küçük ve değersiz kalırlar.
Çünkü Onun zuhurunu beklemenin bir takım has özellikleri vardır:
Hz. Mehdi (a.f) beklentisi, âlem yaratıldığı andan itibaren
bulunmaktadır. Yani; geçmiş zamanlarda enbiya ve evliyalar onun zuhur
edeceğinin müjdesini vermişlerdir.
Bütün imamlarımız (a.s) onun devletinin arzusu içinde olmuşlardır.
İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Eğer onun zamanında yaşasaydım ömrüm boyunca ona hizmet ederdim.”[3]
Mehdi'yi (a.f) beklemek, evrensel kurtarıcıyı ve ıslah ediciyi
beklemektir. Evrensel adalet hükümetini beklemektir ve bütün
güzelliklerin gerçeğe kavuşmasını beklemektir. Böyle bir bekleyişle,
insanlar; temiz ilahi fıtratlarından kaynaklanan ve hiçbir zaman tam
manada gerçekleşmeyen arzularına kavuşmak için, onun yolunu
gözlemektedirler.
Mehdi (a.f); adaleti, maneviyatı, dostluğu, kardeşliği, barışı, dünyanın
maddi ve manevi kalkınmasını, emniyeti, insan aklını ve ilmini
tahminlerden uzak bir şekilde ilerlemesini gerçekleştirecek olan büyük
kurtarıcıdır. Mehdi (a.f); sömürüyü, insanların köleleştirilmesini, her
türlü zulmü yeryüzünden kaldıracak ve toplumları ahlaki bozukluklardan
kurtaracak olan hâkim ve önderdir.
Mehdi'yi (a.f) beklemek; onun zuhurunun gerçekleşmesini sağlayacak
ortamı hazırlamak demektir. Bu zuhur, bütün insanların ahir zamanın
kurtarıcısını bekledikleri ve gelmesini arzu ettikleri bir anda
gerçekleşecektir. O gelecektir. Dostları ve sevenlerinin yardımı ile
bütün kötülüklerin karşısında kıyam edecektir. Bütün zorluklara mucizevî
bir şekilde galip gelip işleri düzeltmeyecektir.
Mehdi'yi (a.f) beklemek; onu bekleyenlerin kalplerinde heyecan ve
yardım aşkı yaratır. İnsana hüviyet ve hayat verir. Boşluktan ve
hedefsizlikten kurtarır.
Yukarıdaki anlattıklarımız, tarihin bütün boyutlarına ve insanların
kalplerine kök salmış olan bekleyişin bazı özellikleridir. Öteki
bekleyişler, onun ayağının tozu kadar bile değere sahip değildir. Bundan
dolayı İmam Mehdi'yi (a.f) beklemenin eserlerini ve boyutlarını
tanımamız gerekir. Onu bekleyenlerin vazifelerine ve alacakları eşsiz
mükâfatlara değinmemiz zorunludur.
Bekleyişin Boyutları
İnsan çeşitli açılardan farklı boyutlara sahiptir. Bir taraftan teorik
ve pratik boyutu vardır. Başka bir taraftan da bireysel ve toplumsal
boyutu vardır. Başka bir açıdan ise bedensel ve ruhsal boyutu
bulunmaktadır. Hiç şüphesiz insan içinde olduğu bütün boyutlarda belli
bir çerçeveye ve sınıra muhtaçtır. Bu sınırlar vesilesiyle; hayatın
gerçek, sahih ve doğru yolunu bulmalıdır. Yanlış yollardan kaçınmalıdır.
Sapık yolların kapılarını sonuna kadar kapamalıdır. İşte bu yol,
bekleyişin ta kendisidir.
Evrensel vaat edilen kurtarıcıyı beklemek; onu bekleyenlerin hayatlarının bütün boyutlarını etkilemektedir.
Ameller ve davranışlarının temelini oluşturan fikirsel ve teorik
boyutta; insan hayatının esasını oluşturan inançları bir sınır ve
çizgiyle koruma altına almaktadır. Başka bir tabirle; doğru bir
bekleyiş, bekleyenlerinden itikat ve inançlarını sağlamlaştırmalarını
istemektedir. Böylelikle yanlış mezhep ve mekteplerin tuzaklarına
düşmelerine engel olmakta veya İmam-ı Asr'ın (a.f) gaybetinin
uzamasından dolayı ümitsizliğe kapılmalarını önlemektedir.
İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Bir zaman, insanların imamı kayıp olacaktır. Böyle bir zamanda bizim velayetimiz üzere sabit kalanlara ne mutlu.”[4]
Yani; gaybet döneminde düşmanlar çeşitli şüpheler yaratarak müminlerin
sahih inançlarını yok etmeye çalışacaklardır. Fakat kalpleri imanla dolu
insanlar, bekleyiş cephesinde yer alarak değer biçilmez inançlarını
koruyacaklardır.
Pratik boyut olarak ise; bekleyiş, insanın bütün hal ve davranışına yön
vermektedir. Bekleyen kimse, amel meydanında çalışıp çaba göstererek hak
devletin zuhur ortamını hazırlamalıdır. Bundan dolayı bekleyen
kimsenin, bu sahada kendisini yetiştirmesinin yanı sıra, toplumu da
düzeltmeye çalışmalıdır.
Bireysel boyut olarak ise; bekleyiş, insanın ruhi dünyası için ahlaki
faziletleri kazanma yoluna gitmesini sağlar. Nur cephesinin becerikli ve
iş yapabilir bir bireyi olabilmesi için bedensel boyutuna dikkat
etmesini sağlar.
İmam Cafer-i Sadık (a.s) bu konu hakkında şöyle buyurmuştur:
“Kaim'in (a.s) ashabından olmak isteyenler; onu beklemeli, takva ile amel etmeli ve iyi ahlak sahibi olmalıdırlar.”[5]
“Bekleyiş”in özelliklerinden biri de insanı kendi dünyasının
ötesine götürmesidir. Bekleyiş inancı, bekleyeni camia bireyleri ile tek
tek irtibat içinde olmaya sürükler. Yani; bekleyiş, bekleyenin kendi
yaşamı içinde olumlu etki yarattığı gibi, toplum ile olan ilişkisinde de
olumlu etkiler yapar. Hak devletinin kurulması ve zuhurun gerçekleşmesi
için, toplu bir hazırlık gerekmektedir. Bundan dolayı da herkes kendi
gücü miktarınca toplumu ıslah edip düzeltmek için çalışmalıdır. İntizarı
bekleyen kimse toplumsal olumsuzluklar karşısında sessiz ve lakayt
kalamaz. Çünkü Evrensel ıslahçıyı bekleyen kimse, düşünce ve amel
yolunda doğru ve ıslahatçı bir yöntem izlemektedir.
Uzun sözün kısası “Bekleyiş” bereketli bir akım olup,
insanların bireysel ve toplumsal sahalarının her noktasında kendisini
gösterir. Yaşamın bütün merhalelerinde, insan hayatına ilahi bir renk
kazandırır. Acaba Allah'ın renginden daha güzel ve daha kalıcı bir renk
olabilir mi?
Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
“Allah'ın verdiği renk. Allah'tan daha güzel renk veren kimdir?”[6]
Yukarıda yaptığımız açıklamaları göz önünde bulunduracak olursak, Evrensel ıslah ediciyi bekleyenlerin vazifesi “İlahi renge” bürünmekten
başka bir şey değildir. Bekleyişin bereketi onların bireysel ve
toplumsal hayatlarında cilve edecektir. Böyle bir bakış açısı ile olaya
baktığımız zaman, böyle vazifeler biz bekleyenlerin omuzlarına ağırlık
eden bir yük olmayacaktır. Aksine tatlı bir akım olarak hayatımızın
bütün boyutuna mana ve hedef kazandıracaktır.
Hakikaten eğer şefkatli bir komutan ve dostluk kervanının önderi, seni
liyakatli bir asker olarak iman çadırına çağırır ve senin hak cephesinde
olmanı isterse, ne hissedersin? Sana görev vermeleri mi gerekir? Onu
yap bunu yapma diye emir etmeleri mi gerekir? Yoksa sen, bekleyiş yolunu
tanıdığın, bu yola âşık olduğun ve bunu hedef olarak bildiğin için
kendin adım atan birisi mi olmak istersin? Bu ikisi arasında seçim hakkı
sana aittir...
---------------------------------------------------------
[1]- Biharu'l-Envar, c.52, s.122
[2]- Gaybet-i Numanî, bab.11, h.16, s.207
[3]- Gaybet-i Numani, bab.13, h.46, s.252
[4]- Kemaluddin, c.1, h.15, s.602
[5]- Gaybet-i Numani, bab.11, h.16, s.200
[6]- Bakara, 138