Ebu Muhammed Hasan b. Ali Ehl-i Beyt’in
11. imamıdır. Babası (İmam Hadi) ve kendisinin Asker’de (Samarra) zorla
alıkonulmasından dolayı bu iki imam ‘Askeri’
diye anılmışlardır. Samarra’daki zorunlu ikamet, bu iki imamın tüm
hareketlerinin hükümet güçleri tarafından kontrol altında tutulmasına
neden olmuştur. Dolayısıyla Şialar, bu dönemde İmam’a (as) ulaşmakta
büyük kısıtlamalarla karşı karşıya kalmıştır. İmam Hasan Askeri’den (as)
Kur’an tefsiri, ahlak, inanç ve dualar konusunda çeşitli hadisler baki
kalmıştır.
İmam Hasan el-Askeri (as) şöyle buyurmuştur:
“Tahammül edebildiğin kadar insanlardan bir şey dileme, zira her
günün yeni bir rızkı vardır. Bil ki insanlardan bir şey dilemekte
ısrarcı olmak insanın azametini giderir ve insan için birçok sıkıntılar
vücuda getirir. O halde sabret ki Allah senin yüzüne rahatça
girebileceğin bir kapı açsın. Zira hüzünlü ve dertli insana ihsan/iyilik
ve kaçıp ürken insana güvenlik ne de yakındır! Nice değişiklikler ve
dönüşümler Allah’ın bir tür edeplendirmesidir. Nasiplerin dereceleri
vardır. O halde olgunlaşmamış meyveleri toplama hususunda acele
davranma. Böylece onu zamanı geldiğinde toplarsın. Bil ki seni idare
eden kimse, hangi zamanın, senin haline daha uygun olduğunu şüphesiz
daha iyi bilir. O halde tüm işlerinde onun seçimine itimat et ki halin
düzelsin.”[1]
Hasan b. Ali b. Muhammed b. Ali b. Musa b. Cafer, İmam Hadi’nin oğlu ve
Şiaların 11. imamıdır. Bir köle olan annesinin adı Hadise”, bazı
kaynaklarda “Süsen” olarak diye geçmektedir.
İmam Cevad, İmam Hadi ve İmam Hasan Askeri (aleyhima’s selam) “İbn Rıza” lakabıyla ünlenmişlerdir.
İmam Hadi (a.s) Samarra’da 20 yıl 9 ay kadarlık bir süre kaldığı için ona ve oğlu İmam Hasan’a “Askeri” demişlerdir. ‘Asker’ o dönemde Samarra için kullanılan bir isimdi.
Ahmed b. Ubeydullah b. Hakan, İmam Hasan Askeri’nin (as) zahiri
görüntüsünü şu şekilde tasvir etmiştir: Siyah gözlü, güzel boylu, güzel
yüzlü ve orantılı bir fiziği vardı. Ve İmam Hasan Askeri’nin künyesi
“Ebu Muhammed”dir.
Doğumu ve Şehadeti
İmam Hasan Askeri (as) hicretin 232. yılında Rebiülahir ayının onunda Medine’de dünyaya gözlerini açtı ve 28 yıl kadar bir ömür sürdü. İmam Hasan el-Askeri (as) hicretin 260. yılında Rebiülevvel ayının sekizinde şehit olmuştur. Elbette bazıları aynı yılın Cemaziyelahir ayında şehit olduğunu belirtmiştir.
Eş ve Çocukları
Tıpkı meşhur nakle göre, İmam Hasan el-Askeri (as) hiçbir zaman
evlenmemiş ve yalnızca bir cariye (köle) olan İmam Mehdi’nin (as) annesi
ile neslini sürdürmüştür, ancak Şeyh Saduk ve Şehid-i Sani’nin nakline
göre İmam Mehdi’nin annesi köle değildi ve İmam Hasan Askeri (as) ile
evlenmiştir. Ama İmam Mehdi’nin (as) annesinin adı konusunda oldukça
fazla ihtilaflar söz konusudur. Kaynaklarda nakledildiğine göre İmamın
Rum, Türk ve çeşitli milletlerden hadimleri bulunmaktaydı. Muhtemelen bu
ihtilafın nedeni İmam’ın kölelerinin sayısından ve İmam Mehdi’nin (as)
dünyaya gelişinin gizlenmesinden kaynaklanmıştır.
Ancak her ne hikmet ve sebeple olursa olsun, önceki çağlarda İmam
Mehdi’nin (as) annesinin adı Nergis Hatun diye tanınmış ve o şekilde
Şialar arasında bilinmiştir. Süsen, Reyhane ve Meryem isimlerini de
zikretmişlerdir. Şia ve Ehl-i Sünnetin kaynaklarının çoğunluğuna göre,
İmam Hasan el-Askeri’nin (as) tek bir çocuğu olmuştur ve o da “Mehdi”
adıyla meşhur olan Muhammed’dir. İmam Mehdi (as) meşhur görüşe göre
hicretin 255. yılında Şaban ayının on beşinde dünyaya gelmiştir.
Huseybi, İmam Mehdi’nin (as) dışında Fatıma ve Delale adlı iki kızının
daha olduğunu belirtmişlerdir. İbn Ebu’s-Selc ise İmam Mehdi’ye ek
olarak Musa, Fatıma ve Ayşe (veya Ümmü Musa) adlı üç çocuğu da
saymıştır.
Ancak bazı nesep kitaplarında adları geçen kişilerin İmam Hasan
Askeri’nin (as) kız ve erkek kardeşleri olduğu yönündedir. Muhtemelen
çocukları ile karıştırılmıştır. Buna karşın İbn Cerir Taberi, Yahya b.
Said ve İbn Hazm gibi bazı Ehl-i Sünnet âlimleri, İmam Askeri’nin (as) hiç çocuğunun olmadığına kaildirler.
İmam Askeri kötü âlimlerin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur:
“Onların, zayıf Şiilerimize zararı, Yezid ordusunun, Hüseyin ibn Ali (as) ve ashabına zararından daha çoktur. Zira onlar, mallarını ve canlarını aldılar. Bu kötü âlimler ise... zayıf Şiilerimizin kalbine şek ve şüphe atmakta ve onları saptırmaktadırlar.”[2]
İmametinin Delilleri
Şeyh Müfid’in yazdığına göre, Hasan ibn Ali (İmam Askeri) babası İmam
Hadi’nin (as) vefatının ardından İmam Hasan Askeri’nin imametle ilintili
gerekli ve tüm fazilet ve erdemlere sahip olmasının yanı sıra İmam
Hadi’nin (as) onun hakkında 11. imam olduğuna dair açıklaması buna
delalet etmektedir. Ali b. Ömer Nufali, İmam Hadi’den şöyle
nakletmektedir:
“İmam Hadi (as) ile birlikte evinin
bahçesinde idim. Oğlu Muhammed –Ebu Cafer- yanımızdan geçti. İmama arz
ettim ki: Kurbanınız olayım! Bu sizden sonraki imamımız mıdır?
Buyurdular ki: Benden sonraki imamınız Hasan olacaktır.”
Çok az bir grup Muhammed ibn Ali’yi (babası İmam Hadi daha hayatta iken
vefat etmiştir) ve parmakla sayılacak kadar çok az sayıda kişi ise Cafer
ibn Ali’yi imam olarak kabul etmişlerdir. Ancak İmam Hadi’nin (as)
yaranlarının çoğu İmam Askeri’nin (as) imametine inanarak ona tabi
olmuşlardır. Mes’udi, İsna A’şeri’nin (On iki imam’ın) cumhurunun İmam
Hasan Askeri ve oğlu İmam Mehdi’ye tabi olduklarını ve bu grubun tarihte
Kataiyye diye meşhur olduklarını yazmıştır.
Samarra
İmam Hasan Askeri (as) babası ile birlikte yaklaşık olarak 3 yaşında
iken h. 233/ m. 847 yılında Samarra’ya getirildi ve yaşamının geri
kalanını orada sürdürdü. İmam Hadi’nin (as) h. 254. yılında şehit olduğu
düşünülürse, İmamın Samarra’ya intikalinin h. 233. yılında olması
gerekir.[31]
Şialar İle İlişkisi
İmam Hasan Askeri (as) birkaç kere hapse atılmasının yanı diğer insanlar
gibi sıradan bir hayat yaşamaktaydı. Doğal olarak hareketleri hükümet
güçleri tarafından kontrol altında tutulmaktaydı. Açıktır ki İmam Hasan
el-Askeri (aleyhi selam) öteki İmamlar gibi (birkaçı istisna) özgür ve
seçme hakkı olsaydı Samarra’da değil, Medine’de yaşamayı seçerdi.
Gerçekte İmam’ın (as) Samarra’daki uzun süreli ikameti, Abbasi
halifesi tarafından göz hapsinde tutulması dışında açıklanamaz. Bu konu
ve özellikle uzun süre önce Şialarca kurulan düzenli ağ, halife
tarafından üzerinde titizlikle durulan bir konuydu. Bu da halifenin
endişelenmesine ve korkmasına neden olmaktaydı. Dolayısıyla İmam’ı her
daim kontrol altında tutmaktaydı.
Bundan dolayı, İmam Hasan Askeri’den (as) kendisini her daim hükümet
güçlerine göstermesi istenmişti. İmamın hizmetkârlarından birisinin
naklettiğine göre, İmam her pazartesi ve perşembe günü kendisini
Daru’l-Hilafet merkezine (bazı nüshalarda ise Daru’l-A’mme diye
geçmiştir, bu da aynı anlama gelmektedir) göstermek zorunda idi. Böyle
bir huzur, görüntüde İmam’a ihtiram gibi telakki edilse de gerçekte
İmam’ın halife tarafından kontrol amacı taşımaktaydı.
Şialar İmam’ı görmekte zorluklar çekmekteydi. Bir gün Halife Basra
valisini görmek için gittiğinde İmam’ı da yanında götürmüştü. İmam’ın
ashabı yol boyunca İmam’ı görmek için hazırlık yapmışlardı. Bu olaydan
İmam’ın bazı dönemler evinde doğrudan görülme imkânının bile olmadığı
anlaşılmaktadır.
İsmail b. Muhammed şöyle demektedir: “Para talep etmek için İmamın yol güzergâhı üzerinde durdum. İmam oradan geçerken ondan mali yardımda bulunmasını istedim.”
Başka bir ravi ise şöyle nakletmektedir: “İmam bir gün Daru’l-Hilafet
merkezine gitmek için hazırlık yapmıştı. Bizler de Asker’de/Samarra onu
görmek ümidiyle toplanmıştık. O sırada İmam’dan bize doğru şöyle bir
tevki ulaştı: “Hiç kimse bana selam vermesin ve hatta bana doğru işaret
bile etmesin. Zira güvende değilsiniz.” Bu rivayet hükümet güçlerinin
Şialarla İmam arasındaki ilişkilerini hangi boyutlarda takip ettiğini
güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Elbette İmam ve Şiaları çeşitli
fırsatlarda birbirleriyle görüşme imkânı bulmakta ve bunları gizli
tutmaktaydılar.
Şiaların İmam’la görüşmesinin en iyi yollarından birisi, yazışma yoluylaydı. Bazı yerlerde buna şahit olmaktayız.
İmam’ın Samarra’daki Konumu
İmam Hasan el-Askeri (as) oldukça genç olmasına rağmen ilmi ve ahlaki
yüksek konumu ve özellikle Şiaların liderliği ve onların İmama olan
özverili inancı ve kayıtsız şartsız ihtiramından dolayı oldukça büyük
şöhrete sahip olmuştu. Genel ve havasın yanında ilgi odağı olması,
Abbasi hâkimiyetinin birkaç istisna dışında İmam’a görüntüde saygılı
davranmalarına neden oldu.
Meşhur Şia âlimlerinden olan ve muhtemelen İmam Hasan el-Askeri ile de
görüşme saadetine eren Saad ibn Abdullah Eş’ari şöyle demektedir:
Ahmed b. Abdullah b. Hakan, Kum şehrinin emlak ve maddi işleriyle
görevliydi. Bir gün onun meclisinde Alevilerden ve mezheplerinden söz
edildi. Kendisi Aleviliğin Hz. Ali (as) ve evlâtlarının] düşmanıydı.
Dedi ki: Samarra'da Aleviler içinde, Hasan b. Ali b. Muhammed b. Rıza
gibi, kendi ailesi ve Haşimoğulları nezdinde vakarlı, ağırbaşlı,
iffetli, soylu, cömert birini görmedim. Ona o kadar saygı
gösteriyorlardı ki, içlerindeki yaşlı ve önde gelen insanların önüne
geçirip değer verirlerdi. Komutanlar, vezirler ve sıradan insanlar da
öyle. Bir gün babamın başucunda duruyordum. O gün babamın halkla
toplantı düzenlediği bir gündü. Muhafızları içeri girdiler ve dediler
ki: "Ebu Muhammed b. Rıza (Hasan b. Ali aleyhisselâm) kapıdadır."
Yüksek bir sesle dedi ki: "İçeri girmesine izin verin."
İçeri esmer bir adam girdi; boyu, endamı güzeldi. Sevimli, sevecen bir
yüzü vardı. Vücut olarak göze hoş geliyordu ve henüz gencecikti.
Heybetli ve görkemliydi. Babam ona bakınca, ayağa kalktı ve yürüyerek
onu karşıladı. Böyle bir şeyi, Haşimoğullarından veya Askeri
komutanlardan birine karşı yaptığını hatırlamıyordum. Ona iyice
yaklaşınca kucakladı, yüzünü ve anlını öptü. Elinden tuttu ve üzerinde
oturduğu seccadesine oturttu. Kendisi de onun yanında ve yüzünü ona
döndürerek oturdu. Onunla konuşmaya başladı ve konuşması esnasında,
kendisini ona feda etmekten söz ediyordu. Ben onun bu davranışları
karşısında şaşkınlıktan donakalmıştım…
Babamın muhafızlarına ve özel hizmetçilerine dedim ki:
"Yazıklar olsun size! Babamın huzurunda künyesiyle andığınız ve babamın
bunca saygı gösterdiği bu adam da kimdi?" Dediler ki: "Bu, Ali'nin
evladından biridir. Adı, Hasan ibn Ali'dir. Daha çok "İbn Rıza" olarak
bilinir." şaşkınlığım gittikçe artmıştı. O gün, sürekli olarak onu ve
babamın ona karşı takındığı bu tavrı düşünerek kıvranıp durdum. Bu durum
akşama kadar sürdü. Babamın âdetiydi; önce yatsı namazını kılar, sonra
da meclis düzenleyip görüşülmesi gereken meseleleri görüşür, sultana
ulaştırılması gereken hususları tespit etmeye çalışırdı. Namazı kılıp
oturunca gelip önünde oturdum. Yanında hiç kimse yoktu. Bana: "Ey Ahmed!
Bir ihtiyacın mı var?"
"Evet" dedim "babacığım. Eğer izin verirsen sana bir soru sormak istiyorum."
Dedi ki: "Sana izin verdim, ey oğul! İstediğini sor."
Dedim ki: Babacığım! Sabahleyin gördüğüm, senin de daha önce
rastlamadığım şekilde hürmet gösterdiğin, saygı sunduğun, kendini, anne
ve babanı kurban ettiğin o adam da kimdi?
Dedi ki: "Ey oğul! O. Rafızîlerin İmamı Hasan ibn Ali'dir. İbn Rıza
olarak bilinir." Babam bir süre sustu. Sonra dedi ki: "Ey oğulcuğum!
Eğer imamlık Abbasoğullarının elinden çıkarsa, Haşimoğullarından hiç
kimse bu adam kadar bu makamı hak etmemiştir. Bu adam imamlık makamını,
fazileti, iffeti, saygınlığı, değeri, takvası, ibadeti, güzel ahlâkı,
sâlihliği ile hak etmektedir. Eğer onun babasını görmüş olsaydın, aydın,
soylu, faziletli bir adam görmüş olurdun." Babamdan duyduklarım
karşısında sıkıntım, düşüncem ve öfkem biraz daha arttı. Babamın onun
karşısındaki davranışlarını ve onunla ilgili sözlerini gereksiz ve
abartılı buluyordum. Bundan sonra bütün çabam onun durumunu sormak,
yapıp ettiklerini araştırmak üzerinde yoğunlaştı. Haşimoğullarından,
komutanlardan, kâtiplerden, kadılardan, fakihlerden ve sıradan
insanlardan, her kimden onu sorduysam, onun son derece saygın, heybetli,
yüksek bir dereceye sahip, güzel söz söyleyen biri olduğunu ve onun
bütün akrabalarından, ailesinin ak sakallarından önde geldiğini söyledi.
Duyduklarım karşısında onun benim nezdimdeki değeri arttı. Çünkü ona
dost veya düşman olan her kimi gördüysem, onun hakkında güzel şeyler
söyledi, onu övdü.
Bu rivayetin ravisinin Ehl-i Beyt’in azılı düşmanlarından biri olması
düşünüldüğünde İmam Hasan Askeri’nin (as) halk ve hatta havas arasındaki
ahlaki ve toplumsal konumunu güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. İmam
Hasan Askeri’nin hadimi şöyle diyor: İmam’ın hilafet merkezine gittiği
günler, halk arasında şaşırtıcı bir şekilde coşku ve heyecan oluşurdu.
İmamın merkebiyle geçeceği caddeler halk tarafından doldurulurdu. İmam
geri döndükten sonra halkın heyecan ve coşkusu bir anda sönerdi. Bu
insanların çoğunun uzak ve yakın bölgelerden gelen Şialardan oluşması
muhtemeldir, ancak öteki insanlar da Hz. Resulullah’ın evlatlarını
görmek için oldukça şevk ve arzuyla toplanmaktaydılar.
İmam Askeri (as) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz cömertliğin bir ölçüsü vardır. Bu ölçü aşıldığı takdirde
israf olur. Şüphesiz uzak görüşlülüğün de bir ölçüsü vardır. Bu ölçü
aşıldığı takdirde korkaklık olur. Tutumluluğun da bir ölçüsü vardır. Bu
ölçü aşılırsa, cimrilik olur. Cesaretin de bir ölçüsü vardır. Bu ölçü
aşılırsa çılgınlık olur.”[3]
Çağdaşı Halifeler
İmam Hasan Askeri’nin (as) imamet dönemi üç Abbasi halifesinin dönemine
tekabül etmektedir. Mütez-i Abbasi (k. 252-255), Muhtedi (k. 255-256) ve
Mutemid (k. 256-279)
İmam’ın Tutuklandığı Dönemler
Yukarıda değinildiği gibi İmam Hadi (as) ve İmam Hasan Askeri’nin (as)
Abbasi halifesi Mütevekkil tarafından celp edilmesinin anlamı bu iki
İmam’ın kontrol ve gözetim altında tutulması ve Şialarla ilişkilerinin
yakından takip edilmesi için şehirde hapis hayatı yaşaması anlamına
gelmekteydi. Bu iki İmam’ın bazen tutuklanarak çok ağır şartlarda
kaldıkları ve özellikle düzene karşı gelindiği dönemlerde İmam’ın (as)
kendisi ve yakın adamları hapse atılmaktaydı. İmam Hasan Askeri’nin (as)
hapse atıldığına dair rivayetlerin sayısı oldukça fazladır. Saymuri,
“el-Avsiya” kitabında şöyle demektedir: Kendim Ebu Muhammed Askeri’nin
(as) Mutemid’in zindanından çıkarken kendi hattıyla şu ayeti yazdığını
gördüm:
يُرٖيدُونَ لِيُطْفِؤُا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِهٖ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
“Onlar ağızlarıyla Allah'ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.”[4]
Şeyh Müfid, Muhammed b. İsmail Alevi’den şöyle nakletmektedir: İmam Askeri (as) Ali b. Evtameş’in (veya Barmeş) yanında zindana atıldı. Bu kişi, Ebu Talip hanedanına oldukça düşmanlık gütmekteydi. Ona elinden geldiğince İmam’a zorluk ve güçlük çıkarması emri verilmişti, ancak İmam’ı (as) görmesiyle oradan ayrıldığı an başkalarından daha çok İmam’daki ilahi azameti tanımış ve ona övgüler yağdırmıştı.
İmam Hasan Askeri (as) şehadetinden hemen
önce hicretin 259. yılında annesini Hacc’a göndermiş, hicretin 260.
yılında başına gelecek hadiseleri ona anlatmış, oğlu İmam Mehdi’ye (af)
gerekli vasiyetlerini anlatmış ve İsm-i A’zam, imamet mirası ve silahı
ona teslim etmişti. Daha sonra İmam’ın annesi Mekke’ye yola koyulmuş ve
oğlu Hz. Mehdi’yi de (as) yanında götürmüştü. İmam Hasan Askeri (as)
hicretin 260. yılının Rebiülevvel ayının başlarında hastalandı ve aynı
ayın sekizinde 28 yaşında iken Samarra’da gözlerini kapadı ve babasının
defnedildiği eve defnedildi.
Tabersi (ö. 548) şöyle yazmaktadır: Ashabımızın (yani Şia ulemalarının)
çoğu, İmam Hasan Askeri’nin zehirletilerek öldürüldüğüne inanmaktadır.
Yazısının devamında İmam’ın babasının, dedesinin ve tüm Şia imamlarının
şehit olduklarını belirtmiştir. Bu konudaki Şia ulemalarının delili ise
İmam Cafer Sadık’ın (as) şu buyruğudur: “Allah’a ant olsun ki hepimiz
öldürülerek şehadete ermekteyiz.”
- - - - - - - - -
[1] el-Bihar, 78/378/4
[2] el-İhticac, 2/512/337
[3] el-Bihar, 69/407/115
[4] Saff / 8