Şehadet Günü Tarihindeki Farklılık
Hz. Zehra’nın (s.a) şehadet günü farklı tarihi nakiller ve İmamlardan (a.s) nakledilen çeşitli rivayetler kaynaklı olarak, farklılıklar arz etmektedir. Bazıları Hz. Fahr-i Kâinat Efendimizin (s.a.a) vefatından kırk gün, bazıları yetmiş iki gün, bazıları yetmiş beş gün, bazıları doksan beş gün, bazıları üç ay ve bazıları da altı ay sonra olduğunu belirtmişlerdir.[1]
Bazı tarihi nakillere göre Hz. Fatımatu’z Zehra (s.a), Hz. Resul-ü Kibriya Efendimizin (s.a.a) vefatından yetmiş beş gün sonra 13 Cemaziyelahir’de şehit olmuştur.[2] Şialar bugüne ve bundan birkaç gün önceye ve sonrasına “birinci Fatıma (s.a) günleri” demektedir.
Ehlibeyt dostlarının yaşadıkları bazı coğrafyalarda Hz. Sıddıka-ı Tahire (s.a) için matem merasimleri “birinci Fatıma (s.a) günlerinden” başlamakta ve “ikinci Fatıma (s.a) günlerine” kadar sürmektedir.
Bugünlerde cami, mescit, dernek, vakıf ve evlerde mersiyeler okunmakta ve ağıtlar yakılarak, Hz. Fatıma’nın (s.a) mazlumca şehadetinden ötürü gözyaşı dökülerek, anılmaktadır.[3]
Zehray-ı Ethar’ın (s.a) hayatında dikkate değer bir nokta vardır. Elbette biz o yüce insanın manevi makamlarının tarifine girmiyoruz, Zehray-ı Ethar’ın manevi makamlarını anlama gücüne de sahip değiliz. İnsani maneviyatın ve beşeri tekâmülün doruklarında olan böyle şahsiyetleri yalnızca Allah ve onlarla aynı ayarda olan kullar tanır ve onların makamını görür. Bunun için Fatımatü’z-Zehra’yı Emîrü’l-Müminin, değerli babası ve kendi masum evlatları tanıyorlardı. O zamanın ve sonraki zamanların insanları ve bizler, o yüce insandaki maneviyatın miktar ve değerini teşhis edemeyiz. Manevi nurun aydınlığı herkesin gözüne ulaşmaz. Bizim yakını görebilen ve zayıf gözlerimiz, o parlak insaniyet cilvelerini, o yüce insanın varlığında görme gücüne sahip değildir. Dolayısıyla Fatımatü’z-Zehra’nın manevi tanıtımı alanına girmiyoruz. Ancak bu yüce insanın normal hayatında olan önemli bir noktaya dikkat çekeceğiz. O nokta, bir yandan Müslüman bir kadın olarak kocası, çocuklarına karşı olan davranışları ve evdeki vazifelerini yerine getirirken, bir yandan da Resul-ü Ekrem’in (s.a.a) vefatından sonraki önemli siyasi olaylarda mücahit, yiğit ve yorulmaz bir insan gibi yapması gerekenleri yapabilmesidir. Mescide gider, konuşma yapar, duruşunu gösterir, savunma yapar ve sözünü söylerdi. Diğer taraftan tam anlamıyla yorulmaz, cefakâr, zorluklara tahammül eden bir mücahittir. Yine diğer bir yandan karanlık gecelerin derinliklerinde namazla, kıyamla, tevazu ve huşu izinde ibadetle meşgul bir abitti… İbadet mihrabında bu genç kadın eski ilahî evliyalar misali Allah’la razüniyaz ve ibadetle meşgul olurdu.
Bu üç boyutu birleştirmek Fatımatü’z-Zehra’nın (s.a) hayatında çarpıcı bir noktadır. O, bu üç yönü birbirinden ayırmamıştır. Bazıları ibadetle meşgul olan bir insanın abid, huşu sahibi, dua ve zikir ehli bir insanın aynı zamanda siyasi bir insan olamayacağını sanıyorlar. Ya da bazıları siyaset ehli olan ve Allah yolunda cihad meydanında etkin huzura sahip olan bir kimsenin, – ister kadın ister erkek olsun- eğer kadınsa eşlik ve annelik vazifeleriyle birlikte bir ev hanımı olamayacağını, eğer erkekse evcil, iş sahibi ve hayatına bağlı bir erkek olamayacağını sanıyorlar. Bunların birbirleriyle zıt olduklarını
zannediyorlar. Halbuki, İslam açısından bu üçü birbirleriyle zıt değil, aksine insan-ı kâmilin şahsiyetini oluşturmada birbirine yardımcı unsurlardır. Zehray-ı Ethar; siyaset, toplum ve cihad boyutlarında seçkin bir şahsiyettir. Dünyanın bütün direnişçi, inkılabi, seçkin ve siyasi kimlikli kadınları onun
kısa ama dopdolu hayatından dersler alabilirler. O, inkılâbın evinde dünyaya gözlerini açan ve bütün dünyayı değişime uğratacak bir direnişi başlatan bir babanın kucağında büyüdü.
O, çocukluk döneminde Mekke’deki mücadelelerin zorluğunu tatmış, Şi’b-i Ebu Talib’e götürülmüş, açlık, zorluk, korku ve Mekke mücadelesi döneminin her çeşit şiddetini yakından hissetmiştir. Medine’ye hicret ettikten sonra da hayatını cihada adamış bir adamla evlenmiştir. Emîrü’l-Müminin ve Fatımatü’z-Zehra’nın yaklaşık on bir yıllık müşterek hayatlarında hiç bir yıl hatta hiçbir yarıyıl yoktu ki bu eş Allah yolunda cihad bayrağını eline almamış ve savaş meydanına gitmemiş olsun. Bu büyük vefakâr kadın savaş meydanlarının daimi savaşçısı olan eşini bütün varlığıyla desteklemiştir.
Fatımatü’z-Zehra’nın hayatı gerçi kısaydı, yirmi yıldan fazla da sürmemişti ama bu hayat; cihat, direniş, çaba, inkılabi çalışma, inkılabi sabır, ders, fedakârlık, insanların eğitimi, hitabet, nübüvvet, imamet ve İslam nizamını savunma açısından bir çaba ve direniş okyanusudur. Sonu ise şehadettir. Fatımatü’z-Zehra’nın cihadi yaşantısı oldukça gösterişli, olağanüstü ve gerçekten benzersizdir. Kesinlikle insanlığın zihninde -ister bugün ister gelecekte- çarpıcı ve sıra dışı bir noktadır.[4]
Önemli Bir Nükte:
İmam Seyyid Ali Hamaney; “Hz. Fatıma’yı (s.a) anma günlerine dikkat edilmelidir. O yüce insanın hayatı anlatılırken, şehadeti anlatılırken ihtilafa sebep olacak meseleler anlatılmamalıdır. Bugün uluslararası dehşetli ve şeytani siyasetler ciddi bir şekilde Şii ve Ehlisünnet arasında ihtilaf çıkarma peşindedir. Bugün bölgede yaşanan savaşların hiçbiri itikadı savaşlar değildir. Siyasi savaşlardır ve çeşitli siyasi ve kavmi güdülerdir. Mezhebi değildir.
Lakin düşman yani Amerika, yani İşgalci Siyonist yani İngiliz bu davaları bu ihtilafları mezhebi bir ihtilafa çevirmeye çalışıyorlar. Çünkü mezhebi ihtilafların kolaylıkla çözüleceğini biliyorlar. Biz bu hedefe yardım etmemeliyiz. Biz bugün yanımızda Ehli Sünnet kardeşlerimizden öyle kimselere sahibiz ki bizimle birlikte Ehl-i Beytin haremini savunmak için savaşıyorlar ve şehit oluyorlar.
Haremi savunurken şehit olanların ailelerinden yanıma gelenler arasında birkaç Ehlisünnetten aile de vardı. Bu Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz Hz. Zeyneb’in haremini veya Emirel Müminin’in haremini veya Seyyid’üs Şüheda’nın haremini savunmak için kendi gençlerini cepheye gönderiyorlar ve şehitleri ile iftihar ediyorlar. Bunları gücendirmemeli miyiz? Bunların bizden uzaklaşmasına sebep olacak bir iş mi yapmalıyız? Bunlar önemli noktalardır.
Bugün Ruhaniyet camiasının âlimler camiasının önemli önceliklerinden biri Amerika’nın gerçekleştirmekte olduğu, Siyonistlerin gerçekleştirmekte olduğu bu işe engel olmaktır. Müslümanları tefrikaya düşürmesine engel olmaktır. Buna dikkat ediniz.”
[1] Nezeri Münferid, Ali, Tenha Yadikar, İntişar-ı Cilve-i Kemal, Kum, 1389 h.ş, s. 427- 431.
[2] Kuleyni, Muhammed b. Yakub, el-Kâfi, Daru’l Kutubu’l İslami, Tahran, c. 1, s. 241, h. 5.
[3] Wikishia.net
[4] Seyyid Ali Hamaney, İki Yüz Elli Yaşında İnsan, s. 118.