AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA.İR
Salı

10 Mayıs 2011

19:30:00
241060

Ayet ve hadisler ışığında

Kadınlar hakkında bilinmesi gereken her şey

Kadın ve Erkeğin Kur’an’da Eşitliği / Felsefi Bir İnceleme ve Karşılaştırma / Peygamber’in (s.a.a) Yanına Gelen Kadınların Temsilcisi / Erkeklerin Kadınlar Üzerindeki Yöneticiliği / Tefsir / Erkeklerin Kadınları Yönetmelerinin Anlamı Hakkında / Kadınların En İyi Özellikleri / Yöneticiliği Kadınlara Havale Etmekten Sakınmak / Kadın Sevgisini Övmek / Kadın Sevgisini Kınamak / Kadınlara Tutkun Olmak...

Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- Kadın ve Erkeğin Kur’an’da Eşitliği

Kur’an:

“Doğrusu erkek ve kadın Müslümanlar, erkek ve kadın müminler, boyun eğen erkekler ve kadınlar; doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve kadınlar, gönülden bağlanan erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı çok anan erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır.”[1]

Mukatil bin Hayyan şöyle diyor: “Esma binti Umeys kocası Cafer bin Ebi Talib ile Habeşistan’dan dönünce Allah Resulünün (s. . a) eşlerinin yanına gitti ve şöyle dedi: “Acaba biz kadınlar hakkında da Kur’anda bir şey var mıdır?” onlar, “hayır” dediler. Esma Allah resulünün yanına gitti ve şöyle arzetti: Ey Allah’ın resulü! Kadınlar mahrum ve hüsran içindedirler.” Peygamber (s.a.a.), “Neden?” diye sordu. O şöyle arzetti: “Çünkü onlar da erkekler gibi iyilikle anılmamaktadırlar.” Bunun üzerine Allah-u Teala şu ayeti nazil buyurdu: “Şüphesiz Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar”[2]

Felsefi Bir İnceleme ve Karşılaştırma

Gözlem ve tecrübe, erkek ile kadının ortak bir cevhere sahip bir türün iki ferdi olmasına hükmediyor. Bu ortak cevher ise insandır. Çünkü erkek kesiminde görülen bütün sonuçlar, farksız bir şekilde kadın kesiminde de görülüyor. Hiç şüphesiz bir türe ait sonuçların ortaya çıkması ve o türün konusunun (objektif varlığının) gerçekleşmesini gerektirir. Evet şu da var ki kesimlerden biri, bu ortak belirtilerin bazılarında şiddet ve zayıflık farklılığı gösterebilir. Fakat bu farklılık türdeşlik niteliğinin fertte yok olup aradan gitmesini gerektirmez. Bundan anlaşılıyor ki, iki kesimden biri için mümkün olan türsel kemal öbürü için de mümkündür. Bunlardan biri de iman ile, ibadet ile ve Allah’a yaklaştırıcı eylemlerle elde edilen manevi kemallerdir. Bundan anlayabilirsin ki, bu anlamı ifade eden en güzel ve geniş kapsamlı söz, yüce Allah’ın “Ben, erkek olsun, kadın olsun, içinizden çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmam. Bazınız bazınızdan meydana gelmedir” ayetidir.

Eğer bu ayeti, Tevrat’ta yer alan konuya ilişkin ifadelerle karşılaştırırsan, bu iki kitabın bu konudaki bakış açısı farkını açıkça görürsün. Tevrat’ın bir bölümünde şu ifadeler ile karşılaşıyoruz: “Döndüm ve hikmeti ve şeylerin sebebini bilmeye ve araştırmaya ve aramaya ve kötülüğün akılsızlık odluğunu, ve akılsızlık delilik olduğunu bilmeye koyuldu. Ve kadını ölümden acı buldum, o kadın ki, yüreği tuzak ve ağlar ve elleri zincirlerdir…” Bu satırlar şöyle noktalanıyor: Binde bir erkek buldum; fakat onların hepsinde bir kadın bulmadım.” [3]

Eski milletlerin çoğu, kadının amellerinin Allah katında kabul edilmeyeceğini düşünüyorlardı. Eski Yunan’da, “kadın şeytan işi bir pislik” olarak adlandırılıyordu. Romalılar ve bazı eski Yunanlıların görüşüne göre erkek soyut bir insani benliğin sahibi idi; ama kadının böyle bir benliği yoktu. Miladi 586 yılında Fransa’da toplanan bir kongrede uzun tartışmalardan sonra kadının insan olduğu kabul edilmiş; fakat erkeğe hizmet etmek için yaratıldığı sonucuna varılmıştır. İngiltere’de yaklaşık yüz yıl öncesine kadar kadın, insan toplumunun bir parçası sayılmıyordu. Eğer milletlerin görüşlerini, inançlarını ve edebiyatlarını inceleyen kitaplara başvurursan, o milletlerin kadına ilişkin birçok şaşırtıcı görüşlerini bulursun.” [4]

Peygamber’in (s.a.a) Yanına Gelen Kadınların Temsilcisi

Beyhaki Esma binti Yezid Ensari’den ashabı arasında oturduğu bir sırada Peygamberin yanına gelerek şöyle dediğini nakletmektedir: “Babam ve anam sana feda olsun! Ben kadınların temsilcisi olarak yanına geldim. Fedan olayım. Alemin doğusunda ve batısında bulunan her kadın bu sözü işittiğinde benimle aynı görüşü paylaşacağını biliyorum. Allah seni hak üzere kadın ve erkeklere gönderdi. Biz de sana ve seni gönderen Allah’a iman ettik. Biz kadınlar grubu sınırlı ve mahsur haldeyiz. Bizler evlerinizin esasıyız. Sizin (erkeklerimizin) isteklerini karşılıyoruz. çocuklarınıza hamile kalıyoruz. Ama siz erkekler bizlerden üstünsünüz. Örneğin Cuma ve cemaat namazlarına katılıyorsunuz, hastaların ziyaretine gidiyorsunuz, cenazeleri teşyi ediyorsunuz, birbiri ardınca hac ziyaretine gidiyorsunuz, bütün bunlardan da üstünü Allah yolunda cihad ediyorsunuz. Sizden biri hac, umre veya cihad için evinden çıkınca biz mallarınızı koruyoruz. Elbiselerinizi dikiyoruz, çocuklarınızı terbiye ediyoruz. O halde Ey Allah’ın resulü! Ecir ve sevap hususunda da sizlere ortak mıyız?” Peygamber (s. a. a. ) tümüyle ashabına yöneldi ve şöyle buyurdu: “Şimdiye kadar acaba dini işleri sorma hususunda bu kadından daha güzel soru soran birini gördünüz mü?” Onlar şöyle arzettiler: “Ey Allah’ın Resulü! Biz kadının bu dereceye ulaşabileceğini tahmin etmiyorduk” peygamber (s.a.a) daha sonra Esma’ya dönerek şöyle buyurdu: Ey kadın! Geri dön ve seni temsilci olarak gönderen kadınlara şöyle bildir: Siz kadınların kocasına güzel eşlik etmesi, erkeğinin rizayetini celbetmesi ve bir işte onun muvafık olduğu görüşe uyması (erkeklerin yaptığını zikrettiğin) bütün bu amellere eşittir.” Esma sevincinden tehlil) Lailahe illallah) ve tekbir getirerek geri döndü.”[5]

Ebu Said Hudri şöyle diyor: “Bir kadın Allah resulünün yanına geldi ve şöyle arzeti: Ey Allah’ın resulü erkekler sizin sözlerinizden istifade etmektedir. Bizler için bir gün belirle ki sizin huzurunuza gelelim ve Allah’ın size öğrettiği şeyleri sizde de bize öğretin.” Peygamber şöyle buyurdu: “Ey falan gün falan yerde toplanınız.” Vadedilen günde kadınlar bir araya toplandılar. Peygamber (s. a. ) kadınlar topluluğunun yanına vardı ve onlara Allah’ın kendisine öğrettiklerini öğretti.”[6]

Allame Tabatabai Esma binti Yezid’in hadisini açıklarken şöyle buyurmuştur: “Kadınların Peygamberimizin (s.a.a) yanına gelmelerini, Peygamberin onlarla İslam dininin yasalarına ilişkin konular ve İslam’ın kadınlar için belirlediği çeşitli hükümler hakkında konuştuğunu anlatan ve bu benzeri hadislerin değerlendirilmesiyle şu gerçek ortaya çıkıyor: Kadınlara hicap zorunluluğuna ve hayat sorumluluklarından çoğunlukla sadece ev işleri ile meşgul olmalarına rağmen devlet başkanının huzuruna çıkmalarına ve kafalarındaki problemleri çözmeye çalışmalarına engel olunmamıştır. Bu da inanç özgürlüğü demektir. Biz Al-i İmran suresinin sonunda, İslam’da insanlar arasındaki ilişkileri incelerken bu konuya değinmiştik.

Bu ve benzeri rivayetlerden şu sonuçlar çıkar:

1-) İslam’a göre kadının en iyi hayat biçimi, evin iç işleri ile ve çocuk yetiştirmekle meşgul olmasıdır. Bu her ne kadar farz olmayan bir sünnet idiyse de, ancak İslam –ortama dinin ve takvanın hakim olduğunu, insanların Allah’ın rızasını kazanma peşinde koşup ahiretteki sevabı dünya varlığına tercih ettiklerini, kadınların iffet, haya, çocuk sevgisi ve aile hayatına bağlılık gibi iyi ahlak örneklerine bağlı olarak yetiştirildiklerini göz önünde bulundurarak- buna yönelik bulunan müstahap nitelikli özendirme ve teşviki ile bu sünneti koruyordu.

Kadınların bu hususlarla meşgul olmaları ve kendilerini yapılarına tevdi edilen temiz duyguları canlı tutmaya adamaları, onları erkekler arasına girmekten, hatta kendilerine izin verildiği kadarı ile bile erkeklerle karışık olmaktan alıkoyuyordu. Bu geleneğin birçok yüzyıllar boyunca Müslümanlar arasında yaşaması bunun bir göstergesidir. Ancak sonraları batıdaki başıboşluk, “Kadın özgürlüğü” adı altında İslam toplumuna girdi. Bu akımın etkisi ile kadınların da, erkeklerin de ahlakı bozuldu, hayat düzenleri alt üst oldu. Onlar bunun farkında değillerdi; ama daha sonra tabi ki (neler kaybettiklerini) anlayacaklardır. Eğer o ülkelerin halkı iman edip kötülüklerden sakınsalardı, elbette Allah onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardı. Fakat onlar yalanladılar ve bu yüzden (Allah tarafından azaba) yakalanıverdiler.

2-) İslam’a göre kadını yargı ve devlet yönetimi alanlarında görevlendirmemek farz olduğu gibi, cihatla yükümlü kılmamak da farz olan bir gelenektir.

3-) İslam kadına getirdiği bu kısıtlamaları –mesela kadının cihadın faziletinden yoksun bırakılması gibi- gerçek övünçlere sahip olan meziyetler ve faziletlerle onlara denk gelecek ve eksikliklerini tamamlayacak şekilde telafi etmeyi de ihmal etmemiştir. Örnek olarak, kocaya karşı görevini iyi yapmasını kadın için cihat saymıştır. İslam tarafından kadına sunulan bu üstünlükler ve taktirler –ortamımıza bozuk hayat düzeninin hakim olduğunu göz önünde bulundurarak- neredeyse bizim gözümüzde değersiz gibi görünmektedir.

Fakat davranışları ve kavramları hakiki değerleri ile değerlendiren, gerçekte İslami ortamdır. Böyle bir ortamda, yarışlar ancak yüce Alalh’ın razı olduğu insani faziletlerde yapılır. Bu faziletleri gerçek değerlerine göre değerlendiren de yüce Allah’tır. Yüce Allah ise, her bir insanın kendisinin özendirdiği yolda hareket etmesini ve onun için çizilen hayat yolunu izlemesini, değer olarak çeşitli hizmetlere ve davranışlara denk gelecek biçimde değerlendirebilir. Buna göre İslam’da taşıdığı bütün fazilete rağmen savaş alanında şehit olmak ve cömertçe can vermek, kadının eşlik görevini titizlikle yerine getirmesinden daha faziletli değildir.

Toplumu yöneten bir devlet başkanının ve yargı koltuğunda oturan bir hakimin de durumu böyledir. Onların da kocalarına karşı görevini yapan bir kadına karşı övünecekleri bir üstünlükleri yoktur. Oysa bu iki görevi üstlenenler, eğer görevlerini gerçek anlamı ile yaparlarsa, yapacakları işlerde hep hakka bağlı kalırlarsa, yönetimin ve yargının ağır yükünü taşımaktan başka bir şey ellerinde kalmaz. Üstelik her an alemlerin rabbinden başka koruyucusu olmayan kimseler hakkında bunları tehdit eden haksızlık yapma tehlikesi ile de karşı karşıyadırlar. [Unutmamak gerekir ki, haksızlık edecekleri kimselerin tek koruyucusu Allah’tır] ve “Rabbin (her an) gözetlemededir.”[7]

Şimdi bu kimselerin, dinin emri ile onların çalışma alanlarına girmesi yasaklanan, kendileri için başka yol çizlen ve devamlı bu yolu izlemeleri emredilen kimselere (kadınlara) karşı ne gibi bir övünme gerçekleri olabilir?!

Bu övülen değerleri ancak fertlerini herhangi bir çelişki söz konusu olmaksızın istediği amaçlara uygun biçimde yetiştiren toplumlar, halkı harekete geçirerek ihya eder ve onları sağlamlaştırır. Toplumlardaki ortam değişikliklerine bağlı olarak sosyal mevkilerin ve insan davranışlarının da değişik olacağını hiç kimse inkar edemez.

Mesela kendisini tehlikelerin en büyüğüne atan şu askeri düşünelim. Adam bombaların arka arkaya patladıkları bir alanda ölümün kucağına atılıyor. Maksadı, onurlu ve artış vesilesi olarak gördüğü şeyi kazanmaktır. Bu ise adının kendini vatanına feda edenler arasında anılmasıdır. Böylece övülen herkesten daha çok övüneceği bir konum kazanacağını düşünüyor. Oysa ölümün kesin bir yok oluş olduğunu öngören bir inanca sahiptir. Buna göre onun bu arzusu, asılsız bir amaç ve hayali bir onur arayışından başka bir şey değildir.

Bunun yanı sıra şu sinema yıldızlarının bıraktığı etkilere bakalım. Bunlar bu yaptıkları işler sayesinde büyük devletlerin başkanlarının göremedikleri itibarı görüyorlar. Fakat onların mesleğinin ve uzun süre insanlara verdiklerinin, kadınların değerini en çok alçaltan ve en çirkin şekilde kınanmalarını gerektiren şey olduğunu görürüz.

Bunların hepsinin gösterdiği tek şey şudur: Yaşama hakim olan belirli şartlar belirlediği her şeyi, halk kitlelerinin beğenisini kazanma, önemsiz şeyleri büyütme, önemli ve saygın şeyleri de küçültme amacıyla belirler. Buna göre bizim böylesine bir karışık ortamda önemsiz gördüğümüz bazı şeyleri İslam’ın önemli sayması veya önemli gördüğümüz ve uğrunda birbirimizle yarıştığımız bazı şeyleri küçümsemesi uzak bir ihtimal değildir. Şunu hiç unutmamak gerekir ki, İslam’ın ilk dönemindeki ortam takva ve ahireti dünyaya tercih etme ortamı idi.”[8]

Erkeklerin Kadınlar Üzerindeki Yöneticiliği

Kur’an:

“Allah’ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından infak etmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine hakimdirler .”[9]

İmam Ali (a.s) Sıffın savaşında düşmanla karşılaşmadan önce ordusuna şöyle buyurmuştur: “Liderle­rinize veya şahsınıza sövseler bile, kadınlara eziyet et­meyin. Çünkü onların (savaşı yönlendirme açısından) akılları, nefisleri ve güçleri zayıftır. Gerçekten biz, müşrik kadınlardan bile el çek­mekle emrolunduk. Cahiliye döneminde de bir kimse taş ya da sopa ile bir kadına saldırsa, bu hareket kendisi için ve sonra da torunları için yüz karası sayılırdı.”[10]

İmam Ali (a.s) , Cemel savaşında okuduğu hutbenin bir bölümünde şöyle buyurmuştur: “Hiçbir kadını eziyet ederek tahrik etmeyin… Eğer erkek kadını sopayla veya hurma dalıyla döverse onun geride kalanları bu iş sebebiyle kınanırdı. Onun soyundan gelenler bu iş sebebiyle kınanır.”[11]

Abdullah b. Cündeb babasından şöyle nakletmektedir: “Ali (a.s) düşmanla savaşırken bize emrediyor ve şöyle buyuruyordu: “Hiçbir kadını tahrik etmeyin… Cahiliyye döneminde erkek kadını sopa ve demirle dövecek olursa, ondan sonraki çocukları da bu iş sebebiyle kınanırdı.”[12]

İmam Ali (a.s) , Cemel savaşından sonra şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Kadınlar iman, pay ve akıl bakımından noksandırlar. İman bakımından noksanlıkları, hayızlı günlerde, namazlardan ve oruçtan uzak olmalarıdır. Akıllarının noksanlığı iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliği yerine geçmesidir. Payların noksanlığı ise mirastaki paylarının erkeklerin yarısı olmasıdır.”[13]

Tefsir

Allah-u Teala’nın, “Allah’ın insanlardan bir kısmını diğer kısımdan üstün kılması ve mallarında harcamalar yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisidir” ayetinin orjinalinde“kavvam” kelimesinin türevi olan “kayyim” kavramı, başkasının işini üstlenen kişi demektir.”Kavvam” ve “kayyam” kelimeleri de aynı anlamda mübalağayı ifade etmek için kullanılır.

“Allah’ın insanlardan bir kısmını diğer kısmından üstün kılması” ifadesinden, tabii olarak erkeklerin kadınlara üstün ve fazla olan yönleri kastediliyor. Bu da erkeklerdeki akıl yürütme gücünün fazlalığı ve bunun uzantısı olan güçlü-kuvvetli olma ve zor işlere dayanma gibi ayrıcalıkları ifade eder. Kadınlar ise inceliğe ve nazikliğe dayalı duygusal ve heyecan ağırlıklı insanlardır.”Mallarından harcamalar yaptıkları için” ifadesi ile de erkeklerin mehir vermeleri ve kadının geçim masraflarını sağlamaları kastedilmektedir.

Ayette gerekçe olarak gösterilen hususların [Allah’ın üstün kılması ve mali harcamada bulunmak] olgularının kapsamlı olması [Bütün erkek ve kadınlarda geçerli olması], bu gerekçeye dayandırılan hükmün yani “Erkekler kadınların yöneticisidirler” hükmünün sadece kocalarla sınırlı olmadığını gösterir. Yani söz konusu yönetim yetisi sadece aile içinde kocanın karısını yönetmeye yetkili olmasından ibaret bir ayrıcalık değildir. Bu ayrıcalık, kadınlarla erkeklerin hayatları ile bağlantılı olan bütün kamusal alanlarda erkeğin kadını yönetmesi gerektiğini ifade eder. Erkeklerin üstünlüğü ile bağlantılı olan örneğin toplumun temelini oluşturan ve doğal olarak erkeklerde kadınlardan daha fazla bulunan akıl yürütme gücü ile yönlendirilen devlet yönetimi ve yargı mekanizması gibi kamusal alanlarda ve yine vücut yapısı ve akıl gücü ile sıkı ilişkisi olan savunma gibi alanlarda erkeklerin kadınlara karşı üstünlükleri ve yönetim ayrıcalıkları vardır.

Buna göre, “Erkekler kadınların yöneticisidr” ifadesi, tam anlamı ile mutlak bir ifadedir. Bu ifadenin arkasından gelen ve aşağıda anlatılacağı üzere sırf karı-koca ilişkilerine yönelik açıklamada bulunan “O halde iyi kadınlar…” ifadesi ise, bu mutlak hükmün bir uzantısı, onun bir parçası ve ondan çıkarılmış bir sonuçtur. Yoksa hükmün mutlaklığını kayıtlandıracak bir niteliğe sahip değildir.

“O halde iyi kadınlar, Allah’ın (erkeklerin haklarını) koruduğu için (eşlerine karşı) itaatkar ve kocaları yanlarında olmadığı halde (onların haklarını) koruyucudurlar.”

Ayette geçen “salihat” /iyiler) kelimesinin kökü olan “salah” burada “nefis liyakati” diye ifade edilen sözlük anlamındadır. Yine ayetteki “kanitat” kelimesinin kökü olan “kunut” kelimesi, “devamlı itaat ve boyun eğme hali” anlamındadır.

Bu ifadenin karşıtı olarak, “Serkeşlik etmelerinden korktuğunuz kadınlara” ifadesinin yer alması, “iyi kadınlar” demekle iyi eşlerin kastedildiğini ve bu hükmün kadınların evlilik hali için geçerli olduğunu, mutlak şekilde bütün kadınlara hitap edilmediğini gösterir. Ayrıca sıfat olarak getirilen ama emir maksatlı olan “itaatkar ve koruyucudurlar” –yani itaatkar olmalı, kocalarının haklarını korumalıdırlar- ifadesi de bu hükmün, karı-koca ilişkileri ile aile hayatına yönelik bir hüküm olduğunun bir diğer kanıtıdır. Bununla birlikte bu hüküm genişlik ve darlık bakımından gerekçesine, yani erkeğin kadını eşi olması sıfatı ile yönetme yetkisine sahip olmasına bağlıdır. Buna göre kadın kocasına itaat etmekle ve karı-koca ilişkilerine yönelik kocasının haklarını korumakla yükümlüdür.

Başka bir deyişle burada şu mesaj verilmek isteniyor. Erkeklere tanınan kadınları toplum içinde yönetme yetkisi, sadece iki taraf arasında ortak olan kamusal alanlar için geçerlidir. Bu alanlar devlet yönetimi, yargı mekanizması ve savaş alanları gibi erkeğin üstün akıl gücü ve güçlü-kuvvetli oluşu ile ilişkilidir. Bu yetki, kadınların ferdi irade özgürlüğünü ve kendine ait iş yapma hakkını ortadan kaldıramaz. Şöyle ki, kadın sevdiği şeyleri elde etmeye çalışmakta ve istediği işi yapmakta serbesttir. Erkeğin –şeriata aykırı işler hariç- bu gibi konularda o kadına engel olmaya hakkı yoktur. Dolayısıyla kadınların kendileri hakkında yaptıkları meşru şeylerden dolayı erkekler için herhangi bir sorumluluk ve günah yoktur.

İşte, toplumla ilgili işlerde erkekler topluluğunun kadınlar topluluğunu yönetme yetkisi, ancak iki taraf arasında ortak olan kamusal alanlarda geçerli olduğu ve bunun kadınların irade özgürlüğünü ortadan kaldırmadığı gibi, aynı şekilde aile hayatında da erkeğin eşini yönetmeye yetkili olması demek, kadının kendi malı üzerinde ifade ve tasarruf hakkından mahrum olması, kendi haklarına ulaştıran ön tedbirlere başvurmakla ferdi ve sosyal haklarını korumakta ve savunmakta bağımsız olmaması ve bu amaçlara ulaştırıcı ön tedbirlere girişememesi demek değildir. Erkeğin eşini yönetmeye yetkili olması şu demektir. Erkek, eşinden yararlanmanın karşılığı olarak onun için mali harcama yaptığına göre kadın, kocası yanında iken yararlanma ve cinsel ilişki kurma ile ilgili bütün konularda kocasına itaat etmekle, onun arzularına cevap vermekle yükümlüdür. Kocası evde yokken de onun haklarını korumakla, ona ihanet etmemekle, yani kocasının yatağını başkasına çiğnetmemekle, sadece kocasının yararlanabileceği yönlerinden başkasını yararlandırmamakla, evli kaldıkları ve ortak aile hayatı yaşadıkları sürece eline verdiği ve tasarruf yetkisine sunduğu malları konusunda kocasına ihanet etmemekle yükümlüdür.” [14]

Erkeklerin Kadınları Yönetmelerinin Anlamı Hakkında

Kur’an-ı Kerim’in insandaki aklıselimi güçlendirmesi; onu heva ve hevese, nefsin isteklerine uymaya, hissiyatın ve coşkun duyguların hükmü karşısında boyun eğmeye tercih etmesi, ona uymayı özendirip teşvik etmesi ve bu ilahi armağanı zayi olmaktan korumayı tavsiye etmesi gayet açık gerçeklerdendir. Bunun böyle olduğunu kanıtlamak için Kur’an’dan delil göstermeye ihtiyaç yoktur. Kur’an’da bu gerçeği kanıtlayan açıkça ve ima yolu ile belirten ve bütün ifade biçimleri ile vurgulayan çok sayıda ayet vardır.

Kur’an-ı Kerim bununla birlikte güzel ve temiz duygular konusunu, onların fertlerin ruhi gelişimlerindeki olumlu etkilerinin önemini, toplumu ayakta tutan katkılarını da ihmal etmiş değildir. Aşağıdaki ayetler bu gerçeğin delilidir: “Kafirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler.”[15]

“Kaynaşmanız için size kendi (cinsi) nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet koyması, O’nun (varlığının) delillerindendir.”[16] 

“De ki: Allah’ın, kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı?”[17] 

Fakat Allah-u Teala bu duyguları, aklın hükümleriyle uyum içerisinde olmakla dengelemiş ve böylece bu duygular ve eğilimler uyarınca hareket etmek, aklın hükümlerine uymakla aynı şey olmuştur.

Daha önceki bazı incelemelerde söylediğimiz gibi İslam’ın aklı koruduğunun, ortaya koyduğu hükümleri ona dayandırdığının en önemli delili, aklın hüküm vermedeki doğruluğunu ortadan kaldıran, hükümlerinin yanlış olmasına yol açan ve toplumun gelişmelerini değerlendirmesini engelleyen içki, kumar, aldatıcı alışveriş çeşitleri, yalan, iftira ve dedikodu gibi bütün eylem, durum ve davranışların İslam dininde haram olmasıdır.

Dikkatle araştırma yapan bir kimse, bu kadarından şunu sezer: Genel kapsamlı meselelerin ve kamusal alanların dizginleri, akıl fazlalığı ayrıcalığını taşıyan ve duyguların üzerlerindeki etkisi zayıf olan insanlara verilmelidir. Bu insanlar da erkeklerdir, kadınlar değildir. Çünkü bu kamusal meseleleri akıl gücü incelemeli, bunlarla uğraşırlarken duyguların ve nefsani eğilimlerin etkisi altında kalmaktan kaçınılmalıdır. Devlet yönetimi, yargı alanı ve savaş meselesi gibi.

Bu iş böyledir. Çünkü yüce Allah, “Erkekler kadınların yöneticisidir” buyuruyor. Kur’an’daki mesajların tercümanı olan Peygamberimizin (s.a.a) sünneti bunun böyle olduğunu açıkladığı gibi, Resulullah’ın (s.a.a) uygulamaları da bu ilke doğrultusunda olmuştur. Nitekim Peygamberimiz (s.a.a) hiçbir topluma kadın vali göndermemiş, hiçbir kadını yargı görevine tayin etmemiş ve hiçbir zaman fiilen vuruşmak anlamında kadınları savaşlara çağırmamıştır.

Bunların dışında kalan eğitim ve öğretim, ticaret ve üretim, tıp ve eczacılık gibi duyguların başarıya ulaşmaya engel oluşturmadığı alanlara gelince, sünnet bu alanlarda kadınların çalışmasını engellemiyor. Hatta Peygamberimizin (s.a.a) sireti (gidişatı) bu alanların çoğunu onaylamıştır. Kur’an’da da bu alanlarda kadınların çalışabilme haklarının olduğuna dalalet eden ayetler vardır. Bu hak, hayatın birçok alanında kadınlara tanınan irade ve çalışma özgürlüğünün gereğidir. Çünkü hem onları erkeklerin velayeti dışına çıkarıp kendilerine mülk edinme yetkisi tanımak ve sonra da ellerindeki mülkü herhangi bir şekilde değerlendirmelerini yasaklamak anlamsızdır. Tıpkı bunun gibi hem onlara mahkemeye başvurma ve şahitlik yapma hakkı tanımak ve sonra valinin veya hakimin karşısına çıkmalarını engellemek de anlamsız olur. Bunun gibi daha nice örnekler vardır.

Ama eğer kadının bu alanlardaki çalışması kocasının (farz) hakları ile çelişecek olursa, o zaman durum fark eder. Çünkü erkeğin kendi karısı üzerinde yetkisi vardır; yanında olduğu zaman kadının ona itaat etmesi, yanında olmadığı zaman da haklarını koruması gerekir. Bu nedenle İslam, kocasının haklarıyla çelişen durumlarda kadının caiz olan alanlarda bile çalışmasına izin vermemiştir.”[18]

Kadınların En İyi Hasletleri

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kadınların en iyi sıfatları, erkeklerin en kötü sıfatlarıdır. (Örneğin: ) Kibir, korku ve cimrilik. Kadın kibirli olursa, eşinden başkasına teslim olmaz. Cimri olursa, kendisinin ve eşinin malını korur. Korkak olursa, kendine yönelen her şeyden korkar, uzaklaşır.”[19]

Yöneticiliği Kadınlara Havale Etmekten Sakınmak

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İşini bir kadının hakimiyetine veren bir topluluk asla kurtuluşa erişemez.”[20]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kadının hükümet ettiği bir topluluk asla kurtuluşa erişemez.”[21]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İşlerini kadının ellerine veren bir topluluk asla kurtuluşa erişemez.”[22]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kadının yönettiği her erkek mel’undur.”[23]

Ebu Bekret şöyle diyor: “Allah beni, Allah Resulünden (s.a.a) duyduğum söz sebebiyle korudu. Kisra öldüğünde Allah Resulü (s.a.a) , “Onun yerine kimi geçirdiler” diye sordu. Şöyle arzettiler: “Onun kızını.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Kendilerine kadını önder edinen topluluk asla kurtuluşa erişemez.

Ebu Bekret şöyle diyor: “Ayşe Basra’ya gidince ben de Allah Resulü’nün (s.a.a) bu sözünü hatırladım ve bu söz sebebiyle Allah beni korudu.”[24]

Ebu Bekret şöyle diyor: “Talha ve Zübeyr Basra’ya girdiklerinde onlara yardım için kılıcımı aldım. Ayşe’nin yanına gittim. Onun emredip sakındırdığını ve ferman verdiğini gördüm. Bu esnada Allah Resulü’nden (s.a.a) işittiğim bu hadisi hatırladım. İşlerini kadının yönettiği topluluk asla kurtuluşa eremez.” Bunun üzerine geri döndüm ve onlardan uzaklaştım.[25]

Ben şöyle diyorum: İbn-i Ebi’l-Hadid şöyle diyor: “Bu haber şu şekilde de rivayet edilmiştir: “Benden sonra bir grup kıyam edecek, onların başında bir kadın olacaktır. Bu topluluk asla kurtuluşa erişmeyecektir.”

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yöneticileriniz en iyileriniz, zenginleriniz en çok bağışlayanınız olduğunda ve işleriniz meşveretle yapıldığında yeryüzü sizler için yerin altından daha iyidir. Yöneticiler en kötüleriniz, zenginler en cimrileriniz olur ve işleriniz de kadınların eline düşerse yerin altı sizler için yerin üzerinden daha iyidir.”[26]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kadınları güçlerini aşan işlere koşma; çünkü kadın zarif bir güldür; sert bir kahraman değil. Onları aşırı yüceltme ve başkasına şefaatçi olma hususunda tamahlandırma.”[27]

Kadın Sevgisini Övmek

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kulun imanı arttıkça kadın sevgisi de artar.”[28]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kimin bizlere ilgisi çok olursa kadına ve helvaya ilgisi de çok olur.”[29]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dünyadan sadece kadın ve güzel koku bana sevdirildi.”[30]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kadınları sevmek Peygamberlerin ahlakındandır.”[31]

Kadın Sevgisini Kınamak

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fitneler üç tanedir: Şeytanın kılıcı olan kadın sevgisi… kadını seven kimse hayatından faydalanamaz.”[32]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah Tebarek ve Teala’ya altı haslet sebebiyle isyan edildi: “Dünya sevgisi, makam sevgisi, yiyecek sevgisi, kadın sevgisi, uyku sevgisi ve rahatlık sevgisi.”[33]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İblisin kadınlardan ve gazaplardan daha büyük bir ordusu yoktur.” [34]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kadınlar en büyük fitnelerdir.”[35]

Kadınlara Tutkun Olmak

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kadınları fazla sevmekten ve dünya lezzetine bağlanmaktan sakının. Zira kadını fazla seven kimse sıkıntıya düşer, lezzetlere bağlanan kimse ise hor olur.”[36]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kadınlara tutkun olmak ahmakların hasletidir.”[37]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kadınlarla fazla halvet etmeyin ki birbirinizden bıkarsınız. Onların yanına gitmeyi azaltarak bir miktar canını ve aklını baki bırak.”[38]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Haya elbisesini giyin, vefadarlık zırhına bürün, kardeşliği koru, kadınlarla konuşmayı azalt ki yüceliğin kemale ersin.”[39]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cahil kimselerle çekişme ve kadınlara tutkun olma. Zira bunlar akıl sahipleri için ayıptır.”[40]

Kadın (Çeşitli)

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her sabah iki melek şöyle seslenir: “Kadınların elinden erkeklere eyvahlar olsun ve erkeklerin elinden kadınlara eyvahlar olsun.”[41]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kadının korunması halini güzel ve güzelliğini kalıcı kılar.”[42]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve kıyamet gününe iman eden kimse namahrem kadının nefesini işittiği yerde sabahlamaz.”[43]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir erkek bir kadınla halvet ettiğinde mutlaka üçüncüleri şeytan olur.”[44]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kadınlara ne ezan ve ne de ikame vardır. Ne Cuma ve ne de cemaat vardır.” [45]

ABNA.İR

--------------------------------------------------------

[1] Ahzab suresi, 35. ayet

[2] Nur’us-Sakaleyn, 4/277/113

[3] Vaiz Kitabı, 7. Bölüm; 23-28

[4] Tefsir’ul Mizan, 4/89

[5] Dur’ul-Mensur, 2/518

[6] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/76/6

[7] Fecr suresi, 14. ayet

[8] Tefsir-i el-Mizan, 4/351

[9] Nisa suresi, 34. ayet

[10] Nehc'ül-Belağa, 14. mektup

[11] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/228

[12] a. g. e. 4/25

[13] Nehc'ül-Belağa, 80. hutbe; Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/214

[14] Tefsir-i el-Mizan, 4/343

[15] Feth suresi, 29. ayet

[16] Rum suresi, 21. ayet

[17] A’raf suresi, 32. ayet

[18] Tefsir-i el-Mizan, 4/346

[19] Nehc'ül-Belağa, 234. hikmet

[20] Sahih-i Buhari, 4163

[21] Müsned-i İbn-i Hanbel, 7/335/20540

[22] Tuhef’ul-Ukul, 35

[23] Bihar, 103/228/25

[24] Sünen-i Tirmizi, 2262

[25] Şerh-i Nehc'ül-Belağa-i İbn-i Ebi'l-Hadid, 6/227

[26] Sünen-i Tirmizi, 2266

[27] Nehc'ül-Belağa, 31. mektup

[28] Nevadir’ur-Ravendi, 12

[29] Müstetrafat’is-Serair, 143/8

[30] Sünen-i en-Nisai, 7/61

[31] el-Kafi, 5/3210/1

[32] el-Hisal, 113/91

[33] a. g. e. 330/27

[34] el-Kafi, 5/515/5

[35] Gurer'ul-Hikem, 1680

[36] a. g. e. 2721

[37] a. g. e. 1317

[38] Gurer'ul-Hikem, 10414

[39] Gurer'ul-Hikem, 4536

[40] a. g. e. 10422

[41] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/37/12

[42] Gurer'ul-Hikem, 5820

[43] Tenbih'ul-Havatir, 2/91

[44] et-Terğib ve’t-Terhib, 3/38/14

[45] Vesail’uş-Şia, 4/638/6