AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA.İR
Çarşamba

22 Ocak 2014

20:30:00
499449

Felak suresinin Tefsiri

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ {1} مِن شَرِّ مَا خَلَقَ {2} وَمِنشَرِّ غَاسِقٍ إِذَا وَقَبَ {3} وَمِن شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِ {4} وَمِن شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ {5} “De ki: “Yarılan karanlıktan çıkan sabahın Rabbine sığınırım. Yarattıklarının şerrinden, çöktüğü zaman karanlığın şerrinden, düğümlere üfleyip tüküren üfürükçülerin şerrinden, kıskandığı zaman hasetçinin şerrinden.”[1] Allah-u Teala bu surede Resulullah’a her kötülükten özellikle de bazı kötülüklerden Allah’a sığınmasını emrediyor...

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ {1} مِن شَرِّ مَا خَلَقَ {2} وَمِنشَرِّ غَاسِقٍ إِذَا وَقَبَ {3} وَمِن شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِ {4} وَمِن شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ {5}

“De ki: “Yarılan karanlıktan çıkan sabahın Rabbine sığınırım.

Yarattıklarının şerrinden, çöktüğü zaman karanlığın şerrinden, düğümlere üfleyip tüküren üfürükçülerin şerrinden, kıskandığı zaman hasetçinin şerrinden.”[1]

Allah-u Teala bu surede Resulullah’a her kötülükten özellikle de bazı kötülüklerden Allah’a sığınmasını emrediyor...

Bu sure, nüzul sebebini beyan eden rivayetlerden de anlaşıldığı gibi Medeni surelerdendir.

“De ki: “Yarılan karanlıktan çıkan sabahın Rabbine sığınırım.”

“Euzu” kelimesi “avz” masdarından türemiştir ve birine sığınarak kötülüklerden korunmak manasınadır. Elbette bu kendisine sığınılan kimse de o kötülüğü defedebilen kimse olmalıdır. “ Felk” kelimesi ise yarmak ve ayırmak manasınadır. Ama “felak” diye okunursa “kasas” gibi mef’ul manasını ifade eden sıfat-ı müşebbehe’dir. [2]“Kasas” ise bilindiği gibi “kıssa’nın çoğuludur ve mef’ul manasına gelmektedir. Yani hikaye edilen, nakledilen ve kıssa edilen manasını ifade eder. Bu kelime sabah vakti için kullanılmaktadır.”Falak” ışığın zulmeti yardığı ve içinden çıktığı an için kullanılmaktadır. Bu esas üzere ayetin manası şöyledir: “De ki sabahın Rabbine sığınırım. O Rabb ki, karanlığı yarmakta ve içinden nuru çıkarmaktadır.” Bu tabirin kötülüklerden (ki hayrı örten ve hayra engel olandır) Allah’a sığınma konusuyla ilgisi ise herkese aşikârdır. Ama bazıları “Felak” kelimesinin yaratılış vesilesiyle yokluk sırrından ortaya çıkan herhangi bir şey olduğunu söylemişlerdir. Zira yaratılış gerçekte yokluğu yarmak ve varlığı yokluk aleminden varlık alemine çıkarmaktır. Bu esas üzere “felakın rabbi” “yaratığın rabbi” manasınadır. Bazıları ise “falak” kelimesinin cehennemde bir kuyu olduğunu söylemişlerdir. Bu tefsiri bir takım rivayetler de teyit etmektedir.

“Yarattıklarının şerrinden.”

Yani her yarattığının şerrinden; ister insan, ister cin, ister hayvan veya kötülüğü olan herhangi bir şey. O halde “yaratıklarından” kelimesinden tüm yaratıkların kötü olduğu veya bir kötülüğü bulunduğu manası algılanmamalıdır. Zira, bu tabirin tümel/külli oluşu külliyet/umumiyet ifade etmez.”Çöktüğü zaman karanlığın şerrinden”

Sihahu’l Lügat “gasak” kelimesinin gece karanlığının ilk merhalesine dendiğini belirtmiştir. “Kad Gasaka’l Leyl” denince “gece karanlığı çattı” manasınadır. “Gasiku’l Leyl” ise batı tarafındaki şafağın kaybolduğu andır.

“Vakup” ise “vakabe” fiilinin masdarıdır ve girmek manasınadır. Neticede ayetin manası şudur: “Gecenin karanlığından Allah’a sığınırım. O an ki gece karanlığıyla çöküyor.”

Ayeti şerife kötülüğü geceye isnat etmiştir. Bunun nedeni ise karanlığın kötüye kötülüğünü ulaştırmada yardımcı olması hasebiyledir. Bu yüzden görüyoruz ki gece vaki olan kötülükler, gündüz vaki olan kötülüklerden daha çoktur. Ayrıca kötülüklerin saldırısına uğrayan insan geceleyin gündüzden daha zayıftır. Ama bazıları demişlerdir ki; “gasık” sadece gece demek değildir. Aksine insana saldıran herhangi bir kötülüktür. Birinci ayette mutlak kötülük zikredilmiş, ikinci ayette ise “karanlığın kötülüğü” zikredilmiştir. Bu tümelden/amm’dan sonra tikelin/hass’ın zikredilmesidir. Ta ki tikele/hassa daha fazla önem verilsin. Bu surede de tümel/amm şerrin zikredilmesinden sonra üç özel kötülük zikredilmiştir. Birincisi; girdiği zaman gecenin kötülüğünden, ikincisi; sihirbazların kötülüğünden ve üçüncü olarak da düzen ve komplo peşinde koşturan hasetçilerin, çekemeyenlerin şerrinden. Bu üç kötülüğe önem verilmesinin nedeni ise genelde insanın bu üç kötülükten gaflet etmesindendir. Yani bu üç kötülük insan gaflet içinde olduğu zaman saldırıya geçer.

“Düğümlere üfleyip tüküren üfürükçülerin şerrinden.”

Yani sihirbaz ve cadı kadınların şerrinden ki, düğümlere sihir yapmak istedikleri kimselerin aleyhine üfürmektedirler. Bu vasıtayla o insanı büyülemeye çalışmaktadırlar. Sihirbazlar arasından özellikle kadınların zikredilmesi ise sihir ve cadılığın kadınlar arasında daha yaygın olmasındandır. Bundan da anlaşılıyor ki Kur’an-ı Kerim sihirin etkisini onaylamaktadır. Bu ayetin bir benzeri ise şudur: “. . . İşte (insanlar) , onlardan karı ile koca arasını ayıran şeyleri öğreniyorlardı. Ama Allah’ın izni olmadıkça kimseye sihirle bir zarar veremezlerdi. . .” (Bakara 102) Ama bazı müfessirler bu ayetin sihiri kastetmediğini söylemişlerdir. Düğümlere üfürenlerden maksat hileleriyle kocalarını kararından döndüren ve onları istediği yöne sevk eden kadınlardır. O halde “ukat” kelimesinin manası “rey” ve “görüştür”. Düğümlere üfürmek ise kocaların kararını gevşetmekten kinayedir. Ama bu mana doğru bir mana değildir.

“Kıskandığı zaman hasetçinin şerrinden.”

Yani, hasete mübtela olduğu ve deruni hasedini uygulamaya koymaya başladığı an, hasetçinin şerrinden Allah’a sığınırım. Bazı müfessirler bu ayetin kötü gözlü insanların nazar etmesini de kapsadığını söylemişlerdir. Zira, göz etmek/nazar da deruni hasetten kaynaklanmaktadır. Hasetçi insan ilginç ve güzel bir şey görünce haset duygusu uyanır ve o bir tek bakışla zehrini kusar. . .

Durru’l Mensur’da Abd b. Hamid, Zeyd b. Eslem’den şöyle rivayet ediyor: “Yahudi bir şahıs Peygambere sihir yaptı ve bunun sonucunda Peygamber hastalandı. Cebrail bunun üzerine Peygambere Felak ve Nas sürelerini indirerek şöyle dedi: “Yahudi bir adam sana sihir yaptı ve bu sihir falan kuyudadır. Resulullah (s.a.a) Ali’yi göndererek o sihri getirtti. Bu sihirlerin düğümlerini çözerken de her düğüm için bir ayetin okunmasını emretti. Ali (a.s) çözdüğü her düğüm için bir ayet okuyordu. Düğümler çözüldüğünde bu surelerde bitmiş oldu. Bunun üzerine Resulullah ayak bağı çözülmüş gibi ayağa kalktı. (c. 6; s. 417)

Tıbbu’l Eimme kendi senediyle Muhammed b. Sinan’dan, O da Mufazzal’dan, O da İmam Sadık’tan bu rivayetin bir benzerini nakletmiştir. Ehli Sünnet’te de çok küçük farklılıklarla nakledilmiştir. Bunların bir çoğunda Zübeyr ve Ammar’ın da Ali ile birlikte gönderildiği yer almıştır ve bu kitapta Ehl-i Beyt İmamları yoluyla bir çok rivayetler de yer almıştır. (Nuru’ s Sakaleyn c. 5 s. 718 Tıbbu’l Eimme’den naklen)

Bu rivayetlere itiraz edenler de vardır. Onlara göre Peygamber’in masumiyeti kendisine sihir edilmesine bir engel olmalıdır. Güya Kur’an-ı Kerim Peygamber’e sihir edilemeyeceğini beyan ederek şöyle buyurmaktadır:

“Yahut ona gökten bir hazine indirilse veya bir bahçesi olsa da ondan yese ya! “dediler. O Zalimler, (müminlere) “Siz, ancak büyülenmiş bir adama tabii oluyorsunuz” dediler. Bak senin hakkında ne temsil yaptılar da çıkmaza saplandılar. Artık hiç bir yol bulamazlar (Furkan/89)

Halbuki bu itiraz yersiz bir itirazdır. Zira; müşriklerin Peygamber’in sihirlenmiş olduğunu söylemelerinden maksat, haşa onun akılsız ve deli olduğunu ifade etmekti. Bu ayet işte bu manayı reddetmektedir. Ama Peygamber’in sihir vasıtasıyla hastalanabileceğini reddetmediği gibi masumiyetiyle de çeliştiğini beyan etmemektedir. Hatta Mecmeu’l Beyan’da rivayet edildiği üzere Peygamber, Hasan ve Hüseyin (a.s) ‘i yanına çağırarak bu sureleri okumalarını ve zikredilen kötülüklerden Allah’a sığınmalarını söylüyordu. (C. 10/s. 569) Aynı eserde Ukbe b. Amir’den şöyle rivayet edilmektedir: “Resulullah şöyle buyurmuştur: “Bana eşi olmayan sureler nazil oldu. Bunlar Felak ve Nas sureleridir. “ (Bu hadisin sahih olduğunu da beyan etmiştir. )

Durru’l Mensur bu hadisi Tirmizi ve Nesai’ye de isnat etmiştir. Bu rivayetin benzerlerini de Taberani’nin “Evset” kitabından İbni Mesud’dan naklen zikretmiştir. (c. 6/s. 416)

Peygamber’in bu sureleri, “Eşi olmayan sureler” diye nitelendirmesinin nedeni de bu surelerin sırf Allah’a sığınma hakkında nazil olması ve diğer surelerin bu özelliğe sahib olmaması olabilir. Durru’l Mensur’da Ahmed, Bezzar, Taberani ve İbni Merduye sahih bir yolla İbni Abbas ve İbni Mesud’dan rivayet etmiştir ki İbni Mes’ud bu iki sureyi Kur’an’dan siliyor ve şöyle diyordu: “Kur’an’ı Kur’an’dan olmayan şeylerle yanyana zikretmeyin. Bu sureler Kur’an’ın bir cüzü değildir, sadece Resulullah’ın korunması için nazil olmuştur. İbni Mes’ud bu sureleri Kur’an sureleri olarak asla okumuyordu.”

Suyuti Bu hadisi zikrettikten sonra şöyle diyor: Bezzar şöyle diyor: “Sahabelerden hiç kimse bu konuda İbni Mes’ud’a tabi olmamıştır. Nasıl tabi olsun ki? Zira Resulullah bu iki sureyi namazlarda sure olarak okuyordu. Ayrıca Kur’an’ı Kerim’de de kayıtlara geçmiştir.” (Durru’l Mensur c. 6/s. 416)

Tefsir-i Kummi kendi senediyle Ebubekir Hazremi’den şöyle rivayet ediyor: “Ebi Cafer’e dedim ki: “İbni Mesud niçin bu iki sureyi Kur’an’dan siliyordu? Dedi ki: “Babam bu konuda şöyle diyordu: “Bu onun kendi görüşüdür. Bize göre bu iki sure bizzat Kur’an surelerindendir.” (c. 2/s. 450)

Bu hususta Şii ve Sünni yoluyla bir çok rivayetler nakledilmiştir. İslam’a inanan herkes tevatüren bu iki surenin Kur’an surelerinden olduğuna inanmak zorundadır. Kur’an’ın mucize oluşunu inkar edenler diyorlar ki: “Eğer Kur’an mucize olsaydı bu iki surenin Kur’an sureleri olup olmadığında ihtilaf olmazdı.” Halbuki tevatüren biz bu iki surenin de Kur’an surelerinden olduğuna inanıyoruz ve bu tevatür söz konusu ihtilafa itina edilmemesi için yeterli delildir.

Ayrıca bunun Kur’an’dan olmadığını söyleyenler de haşa Peygamber’in kendisinin uydurduğunu iddia etmemiştir. Yani yine Allah’tan nazil olmuştur.

Ayrıca belagat hususundaki icazını da inkar etmemişlerdir. Sadece Kur’an surelerinden olmadığını söylememişlerdir. Elbette bu iddia bile doğru değildir ve tevatür delili bunu reddetmektedir. Durru’l Mensur da İbn’i Cerir ve Ebu Hureyre’den Peygamber’imizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. “Felak, Cehennemde üstü örtülü bir kuyunun adıdır.” (c. 6s. 418) Bu rivayetlerin benzeri bir çok rivayetler de vardır. Bazılarında şöyle yer almıştır: “Felak Cehennemde bir vadinin adıdır. Bu dere açılınca Cehennem ortaya çıkacaktır.” Bu rivayeti Ukbe b. Amir nakletmiştir. (c. 6/s. 418)

Diğer bazı rivayetlerde ise şöyle yer almıştır: “Felak; Cehennemde bir kuyudur. Cehennemi yakmak istediklerinde oradan yakmaktadırlar.” Bu Rivayeti de Ömer b. Anbese nakletmiştir.” (a. g. e. c. 6/s. 418)

Mecme’ul Beyan ise bazılarının şöyle dediğini yazmaktadır: “Felak Cehennemde bir kuyudur ki Cehennem ehli onun aşırı hararetinden bir sığınak ararlar.” (c. 10/s. 568)

Bu rivayeti Sediyy nakletmiştir. Ebu Hamza Sumali ve Ali b. İbrahim de bunu tefsirlerinde yazmışlardır.

Ali b. İbrahim babasından, o da Nufeli’den o da Sekuni’den, o da İmam Sadık’tan Resulullah’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Fakirlik ile küfür arasında fazla bir mesafe yoktur. Haset ise o kadar etkilidir ki adeta ilahi kader ve kazayı geçmeye çalışmaktadır.” (Usuli Kafi c. 2/s. 233)

Bu rivayet Enes vasıtasıyla da Peygamber’den nakledilmiştir. (Durru’l Mensur c. 6/s. 420) Kitabu’l Uyun[3] kendi senediyle Resulullah (s.a.a) ’ın şöyle buyurduğunu zikretmiştir: “Haset neredeyse Allah’ın kaza ve kaderinden öne geçecektir.” (c. 2s. 130 16. Hadis Necef baskısı)

Bu tabir hased’in şiddetini ifade etmek istemektedir. Yoksa hased’in ilahi kader ve kazanın önünü alması düşünülemez. Zira hasedin tesiri de ilahi kader ve kazadandır.

Durru’l Mensur İbni Ebi Şeybe’den, o da Enes’ten Resulullah’ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Haset ateşin odunu yaktığı gibi insanın iyiliklerini yakmaktadır.” (c. 6/s. 420)

Bu teşbihte var olan ince nüanslar da okuyucuların gözünden kaçmamalıdır.

Allame Tabatabai

ABNA.İR

---------------------------------

[1] Nas suresi, 1-5. ayetler

[2] Benzetmek, benzetilmek. Benzetiş. Bir vasıfta vehmetmek. Aralarında maddi veya mânevi bir münasebet bulunan iki şeyi birbirine benzetmek sanatı. Erkân-ı teşbih: ( Teşbihin rükünleri) : 1- Müşebbeh ( Benzetilen) , 2 - Müşebbehün bih ( Kendisine benzetilen) , 3 - Vech-i şebeh ( benzetme ciheti) , 4 - Edât-ı teşbih ( Teşbih edatı) Birinci ve ikinciye ( Yâni, müşebbeh ve müşebbehün bih) “tarafeyn : İki taraf” denir. Meselâ: “Nuri şecâatte Hazret-i Ali gibidir” denildiğinde: “Nuri” müşebbeh, “şecâatte” vech-i şebeh, “Hazret-i Ali” kelimesi ise müşebbehün bih’dir. “Gibi” kelimesi ise edat-ı teşbihtir.

[3] Uyun-i Ahbar’ir-Rıza, şianın hadis kaynaklarından biridir ve Şeyh’ul-Muhaddisin, Muhammed b. Ali b. Bebevyh Kumi’nin, -ki Şeyh Saduk diye meşhurdur- eserleriden biridir. Şeyh Saduk H. K. 381 yılında vefat etmiştir. Şeyh Seduk bu değerli eserini İmam Ali b. Musa Rıza’nın hadisleri ve halleri hakkında kaleme al-mıştır ve bu eserini bilgin vezir Said b. Abbad Deylemi’ye hediye etmiştir. (ez-Zerie, Şeyh Aga Bozorg Tehrani (r.a) , c. 15, s. 375)