AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA.İR
Pazar

9 Mart 2014

20:30:00
512643

Kur’an-ı Kerim’de ölmüş evliyalara tevessül etmek yasaklanmış mıdır?

Diyorlar ki: Bakara Suresinin iki yerinde put ve ölüleri vasıta kılmak… yasaklanmıştır. Şefaat, Kur’an’da müminler için kabul edilmiş bir şeydir. Hz. Peygamberin (s.a.a) şefaati de Allah’ın izniyle sadece müminler içindir. Yani Allah Resulünün (s.a.a) anne, baba ve amcası için şefaat etme hakkı yoktur!

Diyorlar ki: Bakara Suresinin iki yerinde put ve ölüleri vasıta kılmak… yasaklanmıştır. Şefaat, Kur’an’da müminler için kabul edilmiş bir şeydir. Hz. Peygamberin (s.a.a) şefaati de Allah’ın izniyle sadece müminler içindir. Yani Allah Resulünün (s.a.a) anne, baba ve amcası için şefaat etme hakkı yoktur!

Cevap

İlk önce sormak gerekir ki Bakara Suresinin neresinde ölülerin vasıta kılınması yasaklanmıştır? Bakara Suresindeki şefaatle ilgili ayetler şunlardan ibarettir:

  1. {مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ}

“İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? (Bakara, 255)”

  1. {وَ اتَّقُوا يَوْماً لا تَجْزِي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْئاً وَ لا يُقْبَلُ مِنْها شَفاعَةٌ وَ لا يُؤْخَذُ مِنْها عَدْلٌ وَ لا هُمْ يُنْصَرُونَ}

“Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz. (Bakara, 48)”

  1. {وَ اتَّقُوا يَوْماً لا تَجْزِي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْئاً وَ لا يُقْبَلُ مِنْها عَدْلٌ وَ لا تَنْفَعُها شَفاعَةٌ}

“Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse başkası namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez. (Bakara, 123)”

  1. {أَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْناكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لا بَيْعٌ فِيهِ وَ لا خُلَّةٌ وَ لا شَفاعَةٌ}

“Kendisinde artık alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın. (Bakara, 254)”

Bu ayetler, Bakara Suresinde şefaat hakkındaki ayetler mecmuasıdır. Bu ayetlerin hangisinde ölülerin şefaatinin yasak olduğundan bahsedilmektedir?

  1.  Birinci ayette şefaat edecek ara bulucuların Allah’ın izniyle olacağı söylenmektedir.
  2.  İkinci ayet, İsrail Oğullarının şefaat hakkındaki iddialarını reddetmektedir. Zira ayetin başında onlara hitap edilmekte ve şöyle demektedir:

{وَ اتَّقُوا يَوْماً لا تَجْزِي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْئاً}

“Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz.”

  1.  Üçüncü ayet de Allah’ın izni dışındaki şefaati reddetmekte ve Yahudi ümmetinin inandığı şefaatle ilgilidir.
  2.  Dördüncü ayet, her ne kadar genel anlamda şefaati olumsuzlamakta olsa da başka ayetin karinesiyle kitap ehli ve müşriklerin inandığı şefaati reddetmektedir.

Şimdi sormak gerekir ki bu ayetlerin hangisinde önceden yaşamış ilahi evliyaların vasıta karar kılınması yok sayılmıştır? Delilsiz konuşmak kolaydır, ancak ispat etmesi zor!

***

Kıyamet Gününde Şefaate İzin Verilmesi Tahakkuk Bulacaktır

Diyorlar ki bu ayetin hükmüyle: {مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ}؛ ; “İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? (Bakara, 255)” şefaat Allah’ın izniyle olmalı, ancak bu izin Kıyamet günü muhakkak olur.

Cevap

Bu şüphe iki konuya şamil olmaktadır:

  1. 1. Şefaat, ilahi izne bağlıdır.
    2. Bu izin Kıyamet günü tahakkuk bulur.

Birinci konu, bahis ve tartışma konusu değildir. zira şefaat ilahi bir haktır. Kur’an şöyle buyurmaktadır:

{قُلْ لِلَّهِ الشَّفاعَةُ جَمِيعاً} ; “De ki: "Şefaatin tümü Allah'ındır. (Zümer, 44)” Başka ayetlerde bunu şahitlik etmektedir. Nitekim Kur’an, meleklerin şefaatini kabul etmemiş ve onu Allah’ın iznine bağlamış ve şöyle buyurmuştur:

{كَمْ مِنْ مَلَكٍ فِي السَّماواتِ لا تُغْنِي شَفاعَتُهُمْ شَيْئاً إِلاَّ مِنْ بَعْدِ أَنْ يَأْذَنَ اللَّهُ لِمَنْ يَشاءُ وَ يَرْضی}

“Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar. (Necm, 26)”

Bu iznin fakat Kıyamet günü tahakkuk bulacağı konusuna gelince bu söz sadece ‘Şefaat-i Kubra’ (Büyük şefaat) için geçerlidir. Hz. Adem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa Peygamberler huzura gelerek mahşer ehli hakkında şefaat isteğinde bulunurlar.[1] 

Ancak şefaatin bir kısmı peygamber efendimizin hayatında tahakkuk bulmuştur. Allah’ın günahkarları peygamberin huzuruna göndererek onlar hakkında dua etme isteğinde bulunma emri vermesi buna konunun şahididir:

{وَ لَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جاؤُكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَ اسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّاباً رَحِيما}

“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etse Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlar.(Nisa, 64)” 

  1. Hz. Peygamberin (s.a.a) şefaati, Allah’ın dergâhından dua ve istekten başka bir şey değildir.

Şefaat sözcüğü, “şef’a”; ( (شفعsözcüğünden türemiş ve bir şeyi benzeri olan bir şeye eklemek anlamına gelmektedir. Günahkâr birinin isteği, şefaat edecek olan şafinin duasına eklenir ve şefaat tahakkuk bulur.

Sahihi Buhari’da “İnsanlar kendi imamlarından yağmur yağması için aracılıkta bulunmasını istediklerinde imam onların isteklerini reddetmez” diye bir bab vardır.

Aynı şekilde “Kıtlık olduğunda müşrikler, Müslümanlardan şefaatte bulunurlar” diye bir bab vardır.[2]

Bu iki babdaki rivayetler, şefaat isteğinde bulunmanın dua isteğinde bulunmak olduğuna delildir. Bunu başka bir şekilde tefsir etmemek gerekir.

Gördüğünüz gibi şefaat, dua talep etme anlamında kullanılmaktadır. Kur’an, Peygamberin (s.a.a) şefaatini bu dünyada kabul etmeyenleri kınamakta ve bunu nifak alametlerinden biri olarak bilmektedir. Kur’an şöyle buyurmaktadır:

{إِذا قِيلَ لَهُمْ تَعالَوْا يَسْتَغْفِرْ لَكُمْ رَسُولُ اللَّهِ لَوَّوْا رُؤُسَهُمْ وَ رَأَيْتَهُمْ يَصُدُّونَ وَ هُمْ مُسْتَكْبِرُونَ}

“Onlara: Gelin, Allah'ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin, denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların, büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün. (Münafikun, 5)”

***

Evliyaların eserlerini teberrük etmek şirke sebep olur mu?

Diyorlar ki: Teberrük etmek, Allah’tan gayrisinden hayır dilemektir ve bu Allah için bir dengin varlığına inanmak anlamına gelmektedir.

Cevap

Yaratılış alemi, sebep ve müsebbepler esasına göre yaratılmıştır. Allah’ın dünyevi bereketleri doğal sebepler yoluyla bizlere ulaşmaktadır. Güneş biz insanlara ve canlılara ışığını yansıtarak hayat bağışlar ve… bu konu akıl, düşünce, Kur’an ve rivayetlerin şahitlik ettiği bir konudur.

Teberrük etmek ilahi hayrın mecrası olabilecek mukaddes sebeplerden bir çeşit hayır dilemektir. Hz. İsa’nın (a.s) zamanında bazı ilahi bereketler onun aracılığı ile insanlara ulaşmaktaydı. İyileşmesi imkansız olan hastaların şifası bulması, ölülerin diriltilmesi gibi. Gerçekte şifa veren ve hakikî yaratıcı Allah’tır, ancak O, feyzini yüce makam sahibi kulları aracılığıyla insanlara ulaştırmaktadır. Bu sözün aynısı Hz. Peygamber, İmamlar ve öteki yüce makam sahibi insanlar içinde geçerlidir.

Yüce Allah’ın iradesi Hz. Yakub’un gözlerinin şifa bulmasına yönelikti, ancak bu Hz. Yusuf’un gömleği ile gerçekleşti. Konu hakkında şöyle buyurmaktadır:

{فَلَمَّا أَنْ جاءَ الْبَشِيرُ أَلْقاهُ عَلی وَجْهِهِ فَارْتَدَّ بَصِيراً}

“Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koyar koymaz (Ya'kub) görür oldu. (Yusuf, 96)”

  1. Hz. Peygamberin (s.a.a) sahabesi, bebeklerini onun huzuruna getirir ve peygamber parmaklarıyla onların damaklarını açardı. Böylelikle Hakk’ın rahmetinin Resulü Ekrem yoluyla onlara ulaşmasını umuyorlardı.

Elbette teberrük de bulunulan şey şer’i açıdan kutsal ve yüce olmalıdır veya böyle bir insana ait olmalıdır.

Peygamber efendimizin ashabı, onun abdest suyuyla teberrük eder ve onun bir damlasının bile yere düşmesine izin vermezlerdi. Zira Allah’ın rahmet ve bereketinin bu yolla onlara ulaşacağına inanmaktaydılar.   

*** 

Neden Şiiler, İmamların karşısında kul ve köle gibi oturmaktadır?

Cevap

Tasavvur ediyorlar ki Resulullah gibi büyüklerin karşısında edepli olmak onlara bir çeşit tapma anlamına gelmektedir. Sen diyorsun ki onlar edep, saygı, tapma konusunda hiçbir had ve hududa kail değillerdir. Kur’an-ı Kerim, Müslümanlara ona başkaları gibi seslenmeyin ve sesinizi onunun sesinin üstünde yükseltmeyin diye emretmektedir. Nitekim şöyle buyurmaktadır:

{يا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لا تَرْفَعُوا أَصْواتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَ لا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ أَنْ تَحْبَطَ أَعْمالُكُمْ وَ أَنْتُمْ لا تَشْعُرُونَ}

“Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir. (Hucurat, 2)”

Nur suresinde buyrulduğu gibi edep en üstün sermayedir:

{لا تَجْعَلُوا دُعاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضاً}

“(Ey müminler!) Peygamber'i, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. (Nur, 63)”

  1. Hz. Peygamberi (s.a.a) çağırdığınız zaman ona layık olan ihtiram ve saygıyla onu çağırın, birbirinizi çağırdığınız gibi çağırmayın. Peygamberin mahzarının sahip olduğu şeref için böyle yapılmalıdır.

Rivayette cenabetli kişilerin peygamberlerin ve evlatlarının evlerine girmemeleri istenmektedir:“Peygamberlerin ve evlatlarının evlerine cünüplü halde girmeyin.[3] 

Dolayısıyla, İmamların karşısındaki her türlü huzu ve huşu onların azametine duyulan edep ve saygının bir işaretidir. Yoksa kimse onları ne yaratıcı bilmekte ne rızık verenleri, ne alemin idare edicileri ve yöneticileri bilmekte ve nede günahları bağışlayanlar olarak bilmektedir, tam tersi bu kişiler huzurlarında edep ve saygıyla durulması gereken yüce insanlardır. Çocuklar babaları, öğrenciler üstatları karşısında böyle yapmaktadırlar. İslam dinide üstatlar, yaşlılar ve ebeveynler karşısında edepli ve saygılı olmayı onaylamış ve tekit etmiştir. 

Kölelerin sahipleri karşısında müeddep bir şekilde oturdukları gibi, Şiilerde imamlar karşısında böyle bir halete sahiptirler. Onları kendi öncüleri olarak bilmekte ve onlar karşısında edepli davranmayı gerekli bilmektedirler. 

İslami edebin soru altına girmesi üzüntü verici bir şeydir ve gerçekte sünnet bidat olmakta, bidat sünnet.

Ayetullah Cafer Subhani

ABNA.İR

-------------------------------------

[1] -Sahihi Buhari, c. 5, s. 226.

[2] -Sahihi Buari, c. 1.

[3] -Biharu’l Envar, c. 27, s. 255.