AhlolBayt News Agency (ABNA)

source :
Salı

8 Nisan 2014

11:26:16
601316

Hz. Muhammed Mustafa (salallahu aleyhi ve alihi) (2)

Ebu Talib’in vefatı ile Hz. Peygamber (s.a.a) en önemli hamisini kaybetmiş ve müşrikler ellerine geçen bu fırsatla Hz. Peygamber ve Müslümanlara eziyetlerini arttırmışlardı. Hz. Peygamberin (s.a.a) Mekke dışında yaşayanları özellikle Taif’i İslam’a davet etme çabaları sonuç vermemiş ve oldukça yıpranmış ve rahatsız bir şekilde Mekke’ye geri dönmek zorunda kalmıştı.

Medine’ye Hicret

Taif’e Yolculuk

  1. [1] (Bkz. Hüzün Yılı) Ebu Talib’in vefatı ile Hz. Peygamber (s.a.a) en önemli hamisini kaybetmiş ve müşrikler ellerine geçen bu fırsatla Hz. Peygamber ve Müslümanlara eziyetlerini arttırmışlardı. Hz. Peygamberin (s.a.a) Mekke dışında yaşayanları özellikle Taif’i İslam’a davet etme çabaları sonuç vermemiş ve oldukça yıpranmış ve rahatsız bir şekilde Mekke’ye geri dönmek zorunda kalmıştı.[2] (Bkz. Peygamberin Taif Seferi)

Medine’nin Durumu

Sonunda Hz. Peygamber (s.a.a) İslam dinine davet için Yesrip şehrinin münasip olduğu düşüncesine vardı. Tarihçilerin belirtiğine göre Yesrip Yahudileri ile şehrin put perestleri arasında zaman zaman çatışmalar yaşanır ve Yahudiler onlara yakın bir zamanda İsrail ırkından bir peygamberin geleceğini ve bizlerin kontrolünü eline alacağını ve sizlere başkanlık edeceğiz dediklerini yazmaktadırlar. Bu şekilde bir peygamberin ortaya çıkacağı düşüncesi Yesrip halkı arasında yaygınlaşmıştı. Öte yandan bu şehirde sükûnet eden bazı kabileler arasında devamlı çatışmalar yaşanırdı. Hicrete yakın bir zamanda iki büyük kabile olan Evs ve Hazrec arasında büyük bir çatışma yaşanmıştı. Aralarındaki çatışma “Yevmu Buas” diye meşhurdur. Bu savaşta iki taraftan da çok büyük kayıplar verilmişti. Her iki kabile de savaşlardan gına gelmiş ve artık aralarında barış yapmak istiyorlardı, ancak tıpkı yaygın kabile geleneklerine göre savaşın ortadan kalkması ve tarafların barışması için maktul tarafına kan parası ödenmesi gerekiyordu. Kan parasını ise herkesin başkanlığını kabul edeceği büyük bir adamın belirlemesi gerekiyordu. Ayrıca kan parasını belirleyecek kişi çatışmalarda yer almamalıydı.

İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a):

الجَنّةُ حرامٌ علی کلِّ فاحِش ان یَدخُلَها (Tercüme: Kötü söz söyleyen herkesin cennete girmesi haramdır.)

Peyam-ı Peygamber, s. 378–379.

Böyle birisinin Yesrip’te bulunması mümkün değildi. Çünkü ilk olarak önde gelen kabilelerin başkanlarının çoğunluğu savaşlara karışmıştı ve ikinci olarak hiçbir kabile reisi kendisini başka kabile reisinden aşağı görmüyordu. Yazdıklarına göre Yesrib halkı, kabile savaşlarında tarafsız kalmış ve nispeten kudretli olan Abdullah b. Ubey b. Ebi Selul’u şehrin başkanı olarak atamak istemişler ve hatta onun için bir taç bile hazırladıklarını yazmışlardır, ancak aynı günlerde Mekke’de başka bir hadise baş göstermiştir.[3]

  1. [4]

Bu altı kişi Yesrib’e geri döndüler ve şehir halkını Hz. Muhammed’in (s.a.a) davetinden haberdar ettiler. Şehir halkının çoğu ortaya çıkan bu yeni durumdan çok mutlu oldu. Bir taraftan dediğimiz gibi Hz. Peygamberin zuhur öyküsünden haberdar olduklarından Hz. Muhammed’i (s.a.a) kendi şehirlerine davet ederek böyle bir şerefin kendilerinin olmasını ve Yahudilerden öne geçmek istiyorlardı. Diğer taraftan kendilerine başkan olarak kabul edecekleri kişi kabile tarafından değil, Allah tarafından seçilmiş olacak ve öte yandan O, şehir halkından olmadığından savaşlara ve çatışmalara da katılmamış olacaktı.[5]

Birinci Akabe Antlaşması

Bir yıl sonra hac mevsiminde Medine halkından 12 kişi Akabe’de Hz. Muhammed’e (s.a.a) biat etti. Biatleri gereği Allah’a şirk koşmayacaklar, hırsızlık yapmayacaklar, zina etmeyecekler, kendi çocuklarını öldürmeyecekler (Bkz. Kızları diri diri toprağa gömmek), kimseye iftira atmayacaklar, Hz. Muhammed’in (s.a.a) emrettiği hayır işlerde ona itaat edeceklerdi. Hz. Peygamber (s.a.a) Musab b. Umeyr adlı birisini insanlara Kur’an’ı öğretmesi ve şehrin durumu ve halkın İslam’ı kabul etme oranından haberdar olmak için onlarla birlikte Yesrib’e gönderdi.[6]

İkinci Akabe Antlaşması

Bir yıl sonra (Bi’setin 13. Yılı) hac mevsiminde 73 erkek ve kadın hac ibadetlerini yerine getirdikten sonra Akabe’de bir araya geldiler. Allah Resulü (s.a.a) amcası Abbas b. Abdulmuttalib’l birlikte onların yanına gitti. Yazdıklarına göre ilk konuşmacı Abbas olmuş ve şöyle demiştir: Ey Hazrec halkı! Muhammed bizdendir ve gücümüz olduğunca onu insanların zararlarından korumaya çalıştık. Şimdi O, sizin yanınıza gelmek istiyor. Eğer onu himaye edecek ve muhaliflerin şerrinden koruyacak gücünüzün olduğunu kendinizde görüyorsanız ne âlâ, yoksa şimdiden onu terk edin. Onlar Abbas’a cevap olarak şöyle dediler: Konuşmalarını duyduk; şimdi ey Allah’ın Resulü! sen ve Allah’ının yanında hoşuna giden şeyi bize söyle. Hz. Peygamber Kur’an’dan bir ayet okuyarak şöyle buyurdu: Beni kendi adamınız gibi himaye edeceğinize dair sizinle biatleşiyorum. Medine halkının temsilcileri; onun düşmanına düşman, dostuna dost ve ona savaş açana savaş açacaklarına dair ona biat ettiler. Bundan dolayı bu biate Bey’etu’l Harp demişlerdir. Bu biatten sonra Hz. Peygamber (s.a.a) Müslümanların Yesrib’e gitmelerine izin vermiştir. Onlar Yesrib’e gitmiş ve Yesrib halkı onları çok güzel karşılamıştır. İslam tarihinde Mekke’den Medine’ye gidenlere “Muhacir” ve Medine’de Muhacirleri kabul edenlere ise “Ensar” denmiştir.[7]  

Daru’n Nedve Komplosu

Kureyş ileri gelenleri İslam’ın yayılması için yeni bir üssün oluştuğunu anlar anlamaz ve ondan daha önemlisi Medine halkının Hz. Peygamberle (s.a.a) yardım anlaşması yapması tehlikeyi daha çok hissetmelerine neden oldu. Hz. Muhammed ve takipçilerine yaptıkları onca işkence ve eziyetten sonra öç almaya kalkabilir ve savaş kastı olmasa bile onlar için ciddi bir tehlike oluşturabilirlerdi. Zira Yesrip şehri Mekke’ye yakın en büyük şehirdi. Kureyş tacirleri mallarını satmak için oraya gitmekte ve her birinin o şehirde müşterileri vardı. Bu şehri kaybetmeleri durumunda büyük bir ekonomik zarar göreceklerdi. Böyle bir yenilgiden kurtulmak için geleneksel kabile antlaşmalarını görmezlikten gelerek Hz. Muhammed’i (s.a.a) öldürmeyi kolaylaştıracak kararlar almak zorunda kaldılar. Ancak onu öldürmek kolay bir iş değildi. Haşim oğulları öylece sessizce oturmaz ve aralarında kan davası oluşur ve intikam isterdi. Buna uygun bir yol bulmak için Daru’n Nedve’de bir toplantı düzenlediler. Sonunda her kabileden bir gencin gelmesini, toplu olarak Hz. Muhammed’e (s.a.a) saldırarak, hep birden kılıçlarıyla ona vurarak onu öldürmeleri gerektiği sonucuna vardılar. Bu durumda katil, bir kişi olmayacak ve Haşim oğulları da intikam almaya kalkamayacaktı, çünkü tüm kabilelerle savaşmak onların gücünü aşmaktaydı. Mecburen yalnızca kan parası almak zorunda kalacaklardı.

Kureyş’in böyle bir komployu yürürlüğe koymak istediği o gece, Hz. Peygamber (s.a.a) Allah’ın emri ile Mekke’yi terk etti ve Hz. Ali’yi (a.s) kendi yatağına yatırdı. (Bkz. Leyletu’l Mebit) Kendisi Ebu Bekir b. Kuhafe ile birlikte Yesrib’e doğru yola koyuldu. Üç gün boyunca Mekke yakınlarındaki Sevr dağında kaldılar. Böylelikle onları takip edenler ümitsizliğe kapıldılar. Daha sonra Yesrib yolunu tuttular.[8]    

Hicretten Vefata Kadar

Allah Resulünün (s.a.a) Rebiyülevvel ayının hangi günü Mekke’den çıktığı ve hangi gün Medine’ye vardığı konusunda siyer yazarları arasında ihtilaflar vardır. Onun siyer çizgisini kaydeden İbn Hişam şöyle yazmaktadır: 12 Rebiyülevvel Pazartesi günü, gün ortası Kuba’ya vardı. İbn Kelbi ise Hz. Peygamberin Rebiyülevvel’in birinde Pazartesi günü Mekke’den çıktığını ve Kuba’ya varmasını ise aynı ayın 12’si Cuma günü olduğunu yazmaktadır. Bazıları ise Rebiyülevvel ayının 8’inde oraya yetiştiğini yazmışlardır. Sonraki İslami tarihçiler ve Avrupalılar ise Hz. Muhammed’in 9 gün yolculuk yaptığını ve Bi’setin 14. Yılında (24 Eylül 622) Rebiyülevvel ayının 12’sinde Medine yakınlarındaki Kuba’ya vardığını yazmaktadırlar. Daha sonraları Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) Mekke’den Medine’ye hicreti Müslümanların tarih başlangıcı oldu. Ancak Kameri yılın birinci ayı olan Muharrem ayını yılın başlangıç ayı olarak aldılar. Allah Resulü (s.a.a) Kuba’da tevakkuf ettiğinde şu anda Kuba mescidi denen bir mescit bina etti.[9]  

  1. [10]
  2. [11]

Adına hicret denilen Hz. Peygamberin (s.a.a) Mekke’den çıkışı, Hz. Peygamber ve İslam tarihinin atıf noktası olmuştur. Zira o günden sonra artık Hz. Peygamber (s.a.a) yalnızca müşrikleri put perestlikten uzak tutup onları tek Allah’a iman etmeye çağırmayacak, bilakis artık bir hükümetin başı olmuş ve semavi şeriat ölçülerine göre yeni bir toplum kurması gerekiyordu. Hz. Peygamber (s.a.a) bu süre zarfında İslam’ın tebliği için bazılarını kabilelere göndermekte ve ülke başkanlarına davetler göndererek insanları tevhit dinine davet ediyordu.

Günbegün Muhacirlerin sayısı artmakta ve Ensar –Yesrib’te önceden kalan yerlilere denilmektedir- onlara kendi evlerinde yer vermekteydiler. Hz. Peygamber (s.a.a) ilk önce Ensar ve Muhacirler arasında kardeşlik akdi kıydı ve kendisi Hz. Ali’yi kendi kardeşi olarak ilan etti.[12] Azınlıkta olan bir grup ise gerçi zahirde İslam iddiasında bulunmaktaydılar, ancak kalpleriyle iman etmemişlerdi. Bunlara münafık adını verdiler. Hz. Peygamber (s.a.a) Medine’ye hicret ettikten bir süre sonra Yahudiler olmak üzere şehir halkı ile birbirlerinin sosyal haklarına riayet etmeleri için antlaşmalar yaptı.[13] (Bkz. İslam’daki ilk antlaşma sözleşmesi)

Münafıklar ve Yahudiler

Yesrib halkının çoğunluğu Müslüman veya Hz. Peygamberle (s.a.a) muvafık olmalarına rağmen, şehrin ve çevresinin tam olarak boyun eğen ve dingin olduğu söylenemez. Şehrin başkanlığını üstlenme girişimleri yapılan Abdullah b. Ebi, Hz. Muhammed’in (s.a.a) Yesrib’e gelmesiyle bu makamdan mahrum kalmıştı, o da öylece sessizce yerinde boş oturmadı ve görüntüde kendisini Müslüman olarak tanıtmakta, ancak gizlice Hz. Muhammed (s.a.a) ve Müslümanlar aleyhine komplolar düzmekteydi. Medine Yahudileri ile bile gizli ve sırlı işler çevirmekteydi.[14]

Kur’an’ın ilk medeni ayetlerinin münafıklar olarak andığı bu grup, Peygamber ve Müslümanların yolunda sorunlar yaratmaya başladılar. Bu grubun çözüm yolu, müşrik ve Yahudilerden daha zordu, zira bunlar kendilerini Müslümanların yanında Müslüman olarak göstermekte ve Hz. Peygamber İslam’ın zahiri hükmüne göre onlarla savaşamamaktaydı.[15]  

Kur’an ayetleri, Allah ve Resulünün (s.a.a) sizin içinizden haberi var ve sizin Müslümanlığı kendi güvenliğiniz için bir kalkan olarak kullandığınızı bilmektedir diye bazen onları tehdit etmiştir:

اِذَا جَاءَكَ الْمُنَافِقُونَ قَالُوا نَشْهَدُ اِنَّكَ لَرَسُولُ اللّٰهِ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِنَّكَ لَرَسُولُهُ وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّ الْمُنَافِقٖينَ لَكَاذِبُونَ (Tercüme: Münafıklar sana geldiklerinde: Şahitlik ederiz ki sen Allah'ın Peygamberisin, derler. Allah da bilir ki sen elbette, O'nun Peygamberisin. Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir.) (63–1)

Abdullah’ın İslam yolundaki baltalama girişimleri ölümüne (hicretin dokuzuncu yılına) kadar sürdü. Yahudiler Medine antlaşması ile hukuk sahibi olmalarına ve savaş ganimetlerinden bile yararlanmalarına rağmen ilk önceleri kendilerini Müslümanlarla muvafık olarak gösteriyorlardı ve onlardan kaç kişi Müslüman olmuştu, ama sonunda rahatsızlıklarını belli etmeye başladılar. Bu rahatsızlıklarının nedeni ise geçmişte Yesrip şehrinin ekonomisine hâkim olmaları hasebiyle çöl Arapları ve ayrıca Mekke müşrikleri ile ticaret yapmaktaydılar ve Abdullah b. Ebi’nin Medine hâkimi olmasıyla ekonomik nüfuzlarını daha da arttırmayı düşünüyorlardı. Ancak Hz. Muhammed’in (s.a.a) bu şehre gelmesi ile İslam dininin yayılması bu nüfuzun genişlemesine mani oldu. Bunun dışında Yahudiler Yahudi neslinden olmayan bir peygamberi peygamber olarak kabullenemiyorlardı. Bundan dolayı onlarda bir süre sonra Hz. Muhammed’e karşı muhalefet bayrağı açtılar. Anlaşıldığı kadarıyla Abdullah b. Ebi’de onların tahriklerine etkisiz kalmıyordu. Yahudiler diyorlardı ki bizim beklediğimiz peygamber Muhammed değildir ve Kur’an ayetleri karşısında Tevrat ve İncil’i Müslümanların karşısına çıkararak Kur’an’ın dediği şeyler bizim kitaplarımızda söylenen şeylerle aynı değildir diyorlardı. Bu konu hakkında Kur’an’dan çok sayıda ayet nazil olmuş, Tevrat ve İncil’in zamanla tahrif olduğunu ve Yahudi âlimlerin kendi makamlarını korumak için ayetleri değiştirdiklerini açıklamıştır. Nihayetinde Kur’an İslam’la Yahudi ve Nasranîler arasındaki bağlantıyı bir defada koparmış ve Arapların Yahudiler karşısında bir ümmet olduğunu onlara telkin etmek için şöyle buyurmuştur: Araplar İbrahim milletindendir ve İbrahim İsrail’in büyük babasıdır:

يَا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَاجُّونَ فٖى اِبْرٰهٖيمَ وَمَا اُنْزِلَتِ التَّوْرٰيةُ وَالْاِنْجٖيلُ اِلَّا مِنْ بَعْدِهٖ اَفَلَا تَعْقِلُونَ (65)هَا اَنْتُمْ هٰؤُلَاءِ حَاجَجْتُمْ فٖيمَا لَكُمْ بِهٖ       عِلْمٌ فَلِمَ تُحَاجُّونَ فٖيمَا لَيْسَ لَكُمْ بِهٖ عِلْمٌ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ(66) مَا كَانَ اِبْرٰهٖيمُ يَهُودِيًّا وَلَا نَصْرَانِيًّا وَلٰـكِنْ كَانَ حَنٖيفًا مُسْلِمًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكٖينَ (67) (Tercüme: Ey ehl-i kitap! İbrahim hakkında niçin çekişirsiniz? Halbuki Tevrat ve İncil, kesinlikle ondan sonra indirildi. Siz hiç düşünmez misiniz?İşte siz böyle kimselersiniz! Hadi hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysaki Allah, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz. İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslüman idi; müşriklerden de değildi.) (3-65-67)[16]

Kıble’nin Değiştirilmesi

قَدْ نَرٰى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِى السَّمَاءِ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضٰيهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ وَاِنَّ الَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ (Tercüme: (Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.) (2–144)

سَيَقُولُ السُّفَهَاءُ مِنَ النَّاسِ مَا وَلّٰيهُمْ عَنْ قِبْلَتِهِمُ الَّتٖى كَانُوا عَلَيْهَا قُلْ لِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ يَهْدٖى مَنْ يَشَاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ (Tercüme: Birtakım kendini bilmez beyinsizler, “Onları (Müslümanları) yönelmekte oldukları kıbleden çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu da, Batı da Allah’ındır. Allah, dilediği kimseyi doğru yola iletir.”)[17] (2–142)

Bedir Savaşı

  1. [18] Ebva veya Veddan gazvesi diye adlandırılan ilk gazve Safer ayında hicretin ikinci yılında meydana geldi. Bu ordu çıkarmasında bir çatışma yaşanmadı. Ondan sonra Rebiyülevvel ayında “Buvat” gazvesi meydana geldi. Bu gazvede de bir çatışma yaşanmadı. Cemaziyülevvel ayında Kureyş kervanının Ebu Süfyan önderliğinde Mekke’den Şam’a doğru yola çıktığı haberi ulaştı. Hz. Peygamber (s.a.a) Zatu’l Uşeyre bölgesine kadar onların peşi sıra gitti, ancak ortadan kaybolmuştu. Bu gazveler sonuçsuz kalmıştı, çünkü Medine’deki casuslar Hz. Peygamberin (s.a.a) kararından haberdar olmuş ve ordu hareket etmeden önce kervana ulaşarak durumu haber vermişlerdi. Kervan ise ya yönünü değiştirmiş ya da aceleyle yol almıştı.[19]   

Sonunda aynı yıl hicretin ikinci yılında, Müslümanlarla müşrikler arasında en önemli askeri çatışma yaşandı. Bedir savaşı diye meşhur olan bu savaşta Müslümanların sayısı Mekkelilerin sayısından az olmasına rağmen, savaştan galip çıkmayı başarmışlardı. Müşrikler, çok sayıda kayıp vererek esir düşmüş ve geride kalanlar ise kaçmışlardı.[20] Bu savaşta başta Ebu Cehil ve Kureyş’in ileri gelenleri olmak üzere çok sayıda (70) kişi öldürülmüş ve aynı sayıda müşrikte esir alınmıştı. Müslümanlardan yalnızca 14 kişi şehit olmuştu. Savaşta, Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) fedakârlıkları ve Peygambere (s.a.a) olan yardımlarının yanı sıra, aynı zamanda İslam ordusunun dayanağı idi ve cesaret ve yiğitlikleri ile ünlü olan Mekke’nin bazı savaşçıları onun eliyle öldürülmüştü. Onun yiğitliği sayesinde İslam ordusunun zaferi kesinleşmişti.[21]

Yahudilerle Savaşlar

Yahudilerle ilk çatışma, Bedir savaşından ve Müslümanların büyük zaferinden birkaç hafta sonra meydana geldi. Beni Kaynuka Yahudileri, Medine’nin dışında bir kalede yaşıyorlardı ve orada kuyumculuk ve demircilik yapıyorlardı. Yazdıklarına göre bir gün Arap kadınlarından birisi pazara giderek malını Kaynuka Yahudilerinin pazarında satar ve bir kuyumcu dükkânında oturur. Yahudilerden birisi onun eteğini beline bağlar ve kadın yerinden kalkınca eteği açılır ve orada bulunan Yahudiler bu duruma gülüşürler. Kadın feryat eder ve Müslümanları yardımına çağırır. Kargaşa kopar ve Müslümanlardan birisi kadının yardımına koşar ve Yahudi adamı öldürür. Yahudiler toplanır ve Müslümanı öldürürler ve fitne alevi kızışır. Bu olaydan sonra Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) Kureyş’in sonunun geldiği ile onları korkutur ve orada kalmak istiyorlarsa onlardan teslim olmalarını ister. Beni Kaynuka, Peygamber Efendimize (s.a.a): Mekke halkının yenilmesi seni yanıltmasın, onlar savaş adamı değildiler, eğer bizler seninle savaşırsak sana ne olduğumuzu gösteririz, dediler. Aşağıdaki ayet bu Yahudiler için nazil oldu:

    قُلْ لِلَّذٖينَ كَفَرُوا سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ اِلٰى جَهَنَّمَ وَبِئْسَ الْمِهَادُ (12) قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ فٖى فِئَتَيْنِ الْتَقَتَا فِئَةٌ تُقَاتِلُ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَاْيَ الْعَيْنِ وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِهٖ مَنْ يَشَاءُ اِنَّ فٖى ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُولِى الْاَبْصَارِ (13) (Tercüme: (Resûlüm!) İnkâr edenlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası kalınacak ne kötü bir yerdir! (Bedir'de) karşı karşıya gelen şu iki gurubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır: Biri Allah yolunda çarpışan bir gurup, diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kâfir bir gurup. Allah dilediğini yardımı ile destekler…) (3–12–13)

  1. [22]

Uhud Savaşı

Hicretin üçüncü yılında, Kureyşliler kendileri ile müttehit olan kabilelerden Müslümanlara karşı yardım istediler ve Ebu Süfyan komutasında mücehhez bir ordu ile Medine’ye doğru yola koyuldular. Hz. Peygamber (s.a.a) ilk önce Medine’de kalmayı istiyordu, ancak sonradan Mekke ordusu ile şehir dışında karşılaşma kararı aldı. Uhud dağı yakınlarında iki ordu karşı karşıya geldiler. İlk önce Müslümanlar zafer kazanmış, ancak Halit İbn Velid’in hilesi ile müşrikler bir grup Müslümanın gafletinden yararlanarak Müslümanların arka tarafından saldırıya geçtiler ve oradaki Müslümanları öldürmeye başladılar. Bu savaşta Peygamber Efendimizin amcası Hz. Hamza (a.s) şehit oldu. Hz. Peygamberin kendisi de yaralandı ve öldüğüne dair söylentiler, Müslümanların morallerinin bozulmasına neden oldu. Müslümanlar üzgün bir şekilde Medine’ye geri döndüler. Bu vakıa hakkında inen Kur’an ayetleri, Müslümanlara taziye niteliğindedir.

Beni Nadir ve Dumetu'l Cendel Savaşları

Hicretin 4. Yılında, Medine çevresindeki kabilelerle birkaç dağınık çatışma yaşandı. Bu çatışmalarla yeni oluşumun kendilerinin yararına olmadığını bildiklerinden, müttehit olarak Medine’ye saldırmaları mümkündü. Reci’ ve Bi’r-i Maune adlı iki hadise sonucu Müslüman tebliğcilerin müttehit olmuş kabileler tarafından öldürülmeleri, bu ittihadı göstermekte ve ayrıca Hz. Muhammed’in (s.a.a) Medine’de İslam’ı yaymak için gösterdiği çabayı ortaya koymaktadır.[23] Aynı yıl, Hz. Peygamberin (s.a.a) en önemli savaşlarından birisi Medine Yahudilerinden Beni Nadir adlı kabileye karşı olan savaşıdır. Hz. Peygamber (s.a.a) onlarla müzakerelere oturmuş, ancak Yahudiler onun canına kastetmişlerdi, ama sonunda bölgeden göç etmek zorunda kalmışlardır.[24] (Bkz. Beni Nadir Gazvesi) bir yıl sonra, Hz. Peygamber Efendimiz ve Müslümanlar Dumetu’l Cendel denilen Şam sınırlarına kadar gittiler; İslam ordusu oraya ulaştığında düşman kaçmıştı, bunun üzerine Peygamber Efendimiz Müslümanlarla Medine’ye geri döndü.[25]

Ahzab, Beni Kureyza, Beni Mustalik Savaşları

Ebu Süfyan, hicretin 4. Yılında bir grubu Bedir’e getirmiş, ama yolun yarısında pişman olarak geri dönmüştü. Bu geri dönüş onun komutanlığını Kureyş ileri gelenlerinin gözünde zayıflatmıştı. Bunun üzerine büyük ve donanımlı bir ordu hazırlamak zorunda kaldı. Nihayetinde hicretin beşinci yılında altı yüzü süvari olmak üzere yedi ile on bin kişilik bir ordu hazırladı. Bu büyük orduyu Medine’ye doğru yola koydu. Bu ordu, çeşitli Arap kabilelerinden teşkil olduğu için adına Ahzab savaşı denmiştir. Buna ilave olarak Hayber’de yaşayan Yahudi Beni Nadir kabilesi ile Gatfan kabilesi Kureyş’le Hz. Peygambere karşı müttehit oldular. Medine içlerinde yaşayan ve Kureyş’e yardım etmeyeceklerine dair Müslümanlarla anlaşma yapan Beni Kurayza kabilesi de antlaşmayı bozarak Mekkelilerle işbirliği yaptılar. Bu büyük ordu karşısında, Hz. Peygamberin birkaç süvari dışında yalnızca üç bin kişilik piyade ordusu vardı.

Medine halkı bu kez Uhud savaşının aksine şehri savunma pozisyonuna geçirme kararı aldı. Bu savaşta Salmanı Farisi’nin önerisi ile şehrin korunması için hendek kazıldı. Medine şehri üç taraftan hurma bahçeleri ve binalarla koruma altındaydı, düşman bu üç noktadan onlara saldıramazdı; kuzeye kazılan hendekle düşman süvari birliklerinin o noktadan saldırısı da önlenmiş oldu. Mekke ordusu Medine’ye ulaşmadan önce hendek kazma işlemi tamamlanmıştı. Düşman oraya ulaşınca şaşkınlık içinde kala kaldı, çünkü o güne kadar böyle bir savunma metodu görmemişlerdi. Süvari birlikleri hendekten geçemiyordu, her ne kadar onlara yaklaşmak isteseler de okçular onlara fırsat vermiyordu.

Amr b. Abdived ve İkrime b. Ebu Cehil, hendekten aşma kararı aldılar. Cesaret ve kahramanlığı ile ünlü olan Amr, Hz. Ali (a.s) tarafından öldürüldü. Görüntüde Hendek savaşı, Medine için zarar vericiydi. Az sayıda bir ordu, öylesine büyük bir orduya karşı ne yapabilirdi ki? Hz. Peygamber (s.a.a) ilk önce Gatfan kabilesini düşman ordusundan ayırmaya çalıştı. Onlara Kureyş’le iş birliği yapmamaları halinde Medine mahsulünün üçte birinin onlara verileceğini bildirdi. Ensar, Hz. Peygamberden (s.a.a) bu barış anlaşmasının vahiy kaynaklı olup olmadığını sordu. Peygamber (s.a.a) vahiy kaynaklı olmadığını söyleyince, şöyle dediler: Bu durumda bizler böyle bir yenilgiye razı olmayız. Allah, bizi İslam diniyle hidayet etmediği günlerde bile aşağılanmaya razı olmuyorduk, bugün Allah senin sayende bizleri kurtarmış başarılı kılmıştır, nasıl kendimizi aşağılatabiliriz? Sonunda o barış anlaşması gerçekleşmedi.

İslam dinini seçtiğini belli etmeyen Müslümanlardan birkaç kişi bir taraftan Beni Kurayza ve öte yandan Gatfan ile ilişki halindeydiler. Bu Müslümanlar bu iki grubu birbirine düşürerek dolduruşa getirdi. Doğa olayları da buna yardımcı oldu. Rüzgâr ve sıcaklıklar Mekke ordusuna çok zor anlar yaşatıyordu. Sonunda Ebu Sufyan, geri çekilme emri verdi ve Medine on beş günlük bir kuşatmanın ardından kurtuldu.

Ahzab savaşının sonucu Müslümanlar için ümit verici, ancak Mekke için fazlaca sıkıntıları beraberinde getirdi. Kureyş ticaret adamları için Medine pazarının artık sonsuza kadar kaybedildiği netlik kazandı. Buna ilave olarak Medine’nin gücü, Mekke’nin Suriye’ye olan ticaret yolunu da tehlikeye düşürmüş ve artık Kureyş tacirleri rahat bir şekilde işlerine devam edemiyorlardı. Ebu Süfyan’ın komutanlık pozisyonu Kureyş nezdinde sarsıldı. Kureyş’in diğer kabileler nezdindeki azameti de kırıldı. Beklenmedik bir hadise ile öylesine büyüklükteki bir ordu şehir kapılarından geri dönmek zorunda kalmıştı; bu, bazı bedevi Arapların İslam’a eğilimine neden olmuş ve Müslümanların harikulade bir güçle korunduğuna inanmışlardı. Ve bu savaşın ardından olaylar Müslümanların lehine gelişmeye başladı.[26]

Ahzab savaşı sona erince, Hz. Peygamber Beni Kurayza Yahudilerinin peşine düştü. Bu Yahudi grubu, Medine antlaşması gereği Müslümanlara karşı girişimde bulunmadıkları sürece güvende olacaklardı, ancak onlar Ahzab Savaşında düşmanla ittifak kurmuştu. Bu grubun tehlikesinin de hafife alınmaması gerektiği herkesin malumuydu. Hz. Peygamber onların peşine düşerek muhasara altına aldı. 25 gecelik muhasaranın sonunda teslim oldular. Beni Kurayza ile antlaşması olan Evs kabilesi Peygambere şöyle dediler: Beni Kurayza bizim müttefikimizdir, yaptıklarından pişmanlık duyuyorlar; müttefiklerimize Hazrec’in müttefiklerine (Beni Kaynuka’ya) davrandığın gibi davran, nitekim Peygamberin Abdullah b. Ebi ile müttefik olan esir olmuş Yahudileri bağışladığını gördük. Hz. Peygamber (s.a.a) Beni Kurayza esirleri hakkındaki kararı, Evs kabile reisi Sa’d b. Muaz’ın vermesini istedi. Beni Kurayza’da buna razı oldu. Sa’d dedi ki: Benim görüşüm erkeklerinin öldürülmesi, kadın ve çocuklarının esir alınmasıdır. Sa’d’ın hakemliği esasına göre hendekler kazıldı ve Beni Kurayza erkeklerinin boyunları hendeklerin yanlarında vuruldu.[27]     

Elbette tarihçiler yukarıdaki hadise hakkında ihtilaf etmektedirler. Doktor şehidi şöyle yazmaktadır: Öyle anlaşılıyor ki Beni Kurayza öyküsü, olayın yaşandığı tarihten yıllar sonra ve Hazrec kabilesine mensup olan o muhasarada hazır bulunanlar tarafından oynanmış ve kaleme dökülmüştür. Bu şekilde Evs kabilesinin Hazrec kabilesi kadar Peygamberin yanında değeri olmadığı ve bundan dolayı Hazrec’in müttefiklerine dokunmadığı, ama Evs kabilesinin müttefiklerinin boynunu vurduğu gösterilmek istenmiştir. Ve ayrıca Evs kabile reisinin kendi müttefiklerinin haklarına riayet ettiği de anlatılmak istenmiştir.[28]

Hicretin altıncı yılında, Müslümanlar Hz. Peygambere (s.a.a) karşı toplanan Beni Mustalik kavmine karşı da bir zafer kazandılar.[29] (Bkz. Beni Mustalik Gazvesi)

Devam edecek...

ABNA.İR

Wikishia.net 

--------------------------------------------------------

[1] — Tabari, c. 2, s. 343.

[2] — İbn Hişam, c. 2, s. 60 ve sonrası; Taberi, c. 2, s. 344–346.

[3] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 55.

[4] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 55–56.

[5] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 56.

[6] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 56.

[7] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 56–59.

[8] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 59.

[9] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 59–60.

[10] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 60.

[11] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 60–63.

[12] — İbn Hişam, c. 2, s. 150–153.

[13] — İbn Hişam, c. 2, s. 147 ve sonrası.

[14] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 67–68.

[15] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 68.

[16] — Ayrıca Bkz. Hac Suresi, 78. Ayet; Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 68–69.

[17] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 69–71.

[18] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 72.

[19] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 73.

[20] — Vakidi, c. 1, s. 19 ve sonrası.

[21] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 75.

[22] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 79–80.

[23] — Taberi, c. 2, s. 538–555.

[24] — Vakidi, c. 1, s. 363 ve sonrası.

[25] — Vakidi, c. 1, s. 402–404; İbn Hişam, c. 3, s. 224.

[26] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 86–87.

[27] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 87–88.

[28] — Şehidi, Tarihi Tahlilîyi İslam, s. 90.

[29] — İbn Hişam, c. 3, s. 302 ve sonrası.