AhlolBayt News Agency (ABNA)

source :
Salı

13 Mayıs 2014

06:03:01
608173

İmam Ali b. Ebu Talib Aleyhi selam (2)

Talha ve Zübeyr, ilk önceleri hilafete göz dikmişlerdi, ancak isteklerine kavuşamayınca ve İmam Ali (a.s) halife olunca, imamla hilafeti paylaşma eğilimine girmişledir. O ikisi, İmam Ali’den Basra ve Kufe valiliklerini onlara vermesini istemişler, ancak İmam onlara bu iki yerin valiliklerini uygun görmemiştir. Bundan dolayı, kendi amaçlarına ulaşmak için Ayşe ile birlik oldular. Hâlbuki Ayşe’nin kendisi de Osman’ın evi kuşatıldığında bırakın Osman’a yardım etmeyi Osman’a itiraz edenleri hak talep edenler olarak anmıştır, ama buna rağmen Ayşe, halkın İmam Ali’ye (a.s) biat ettiğini duyunca, hemen Osman’ın zulümle öldürüldüğünü dile getirmiş ve Osman’ın katillerinin cezalandırılmasını istemiştir. Ayşe, önceden beri İmam Ali’ye (a.s) kin ve hınç duymaktaydı. Bundan dolayı, Talha ve Zübeyr’le birlik oldu.

Hükümet Dönemi

 

Osman öldürüldükten sonra, bir grup ashap İmam Ali’nin (a.s) yanına gelerek şöyle dediler: Bizler senden hilafete daha layık kimseyi tanımıyoruz; İmam Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Benim size vezir olmam, emir olmamdan daha hayırlıdır.” Onlar dediler ki: Sana biat etmek dışında bir şeyi kabul etmeyiz. Bunun üzerine İmam (a.s) onlara biatin gizlide değil, cami de olması gerektiğini söyledi.[1]

 

Tüm Ensar birkaç kişi dışında hepsi Hz. Ali’ye biat ettiler. Muhalefet edenler şunlardı: Hassan b. Sabit, Ka’b b. Malik, Meslemet b. Muhalled, Muhammed b. Musallim ve Osmaniye diye bilinen birkaç kaç kişi. Ensar’dan olmayanlar: Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit ve Usame b. Zeyd. Bunlar da Osman’a yakın insanlardı.[2]

İmam Ali’nin (a.s) halkın biatine neden yanaşmadığı sorusuna gelince, denilebilir ki İmam Ali (a.s) mevcut topluma rehberlik ederek kendi ölçü ve miyarlarını icra etmekten daha bozuk görmekteydi.[3]

Halk ve Hâkimin Karşılıklı Hakları

İmam Ali (a.s) açısından yöneticinin halka olan hakkı ve halkın yöneticiye olan hakkı Allah’ın karar kıldığı en büyük haktır ve tam olarak iki yönlüdür. Nitekim şöyle buyurmuştur:

“Başkasının üzerinde hakkı olanın, başkasının da onun üzerinde hakkı vardır. Başkasının kendi üzerinde hakkı olanın da, başkası üzerinde hakkı vardır. Herkes üzerinde hakkı olan, ama başkalarının onun üzerinde hakkı olmayan kullarından kimse yoktur, yalnızca Allah Teâlâ’dır.”[4]

İmam Ali (a.s) açısından halk ve yöneticiler arasındaki karşılıklı haklara riayet etmenin bir çok faydası vardır:

“Tebaa emredenin hakkını ve emreden de tebaanın hakkını eda ederse aralarında hak üstün olur, dinin esasları sağlamlaşır, adaletin nişaneleri doğrulur, Peygamberin (s.a.a) sünnetleri kendi yoluna girer ve halk arasında yürürlükte olur.”[5]

Daha sonra İmam (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Halk, emirine karşı koyduğu, emir de halkına zulmettiği zaman aralarında ihtilaf çıkar, İnsanların dert ve hastalıkları çoğalır. Yürürlükten kaldırdıkları en büyük haktan ve uygulamaya koydukları en büyük batıldan korkmazlar. O zaman iyiler zillete düşer, kötüler izzet sahibi olur. Allah’ın kullarına yönelttiği azaplar çoğalır ve büyür.”[6]

İmam Ali (a.s) insanların şahsiyet ve hukukuna oldukça değer vermekteydi ve bu konu devlet memurlarına gönderilen genelgelerde tam olarak netlik kazanmaktadır. Vergi ve haraç toplamakla görevli memurlar için yazılan genelgede şöyle geçmektedir:

“O halde halka adaletli ve insaflı davranın, kendiniz hakkında halka hak veriniz ve çok tahammülü olunuz. Halkın ihtiyaçlarını karşılamada sabırlı ve istikametli olunuz. Çünkü siz halkın hazine memurları, milletin vekilleri ve hükümetin elçilerisiniz.”[7]

Aynı şekilde zekât memurlarına tavsiye içerikli mektubunda şöyle buyurmaktadır:

“İnsanların senden hoşlanmayacağı şekilde onlara davranma. Onun malından Allah'ın hakkı dışında fazla bir şey alma… Sonra onlara de ki: “Ey Allah’ın kulları! Allah’ın velisi ve halifesi, mallarınızdaki Allah’ın hakkını almam için beni gönderdi. Mallarınızda Allah'ın velisine vereceğiniz Allah'ın hakkı var mıdır?” Birisi yok derse, ona müracaat etme; birisi evet var derse, onu tehdit edip, korkutmadan onunla beraber git…”[8]

İmam Ali (a.s) Malik Eşter’i Mısır valiliğine atadığında atama kararında şöyle buyurmuştu:

“Halkına merhametle muamele etmeyi kalbine şiar, onları sevip, lütfetmeyi kendine huy edin. Onlara karşı yiyeceklerini ganimet bilen yırtıcı bir canavar gibi olma. Çünkü onlar iki sınıftır: Bir kısmı, dinde kardeşindir, bir kısmı ise yaratılışta senin eşindir…”[9]

Adalet

İmam Ali (a.s) hilafetinin ilk günlerinde halifelerin yanlış uygulamaları karşısında – Beytülmalı insanların İslam’ın ilk günlerindeki savaşlarındaki önceliği veya imanlarının sabıkasına vb. gibi şeylere göre taksim ediyorlardı- durarak şöyle buyurmuştur: “Onların taksiminde eşit davranın ve hiç kimseyi hiç kimseye tercih etmeyin… Ben Kur’an’ı mütalaa ettim, ancak başından sonuna kadar İsmail’in oğullarının –Yani Mekke Araplarının- İshak’ın oğullarından üstün ve faziletli olduğuna dair bir şey bulamadım.”[10] Kendisi Ammar b. Yasir ve Ebu’l Haysem b. Teyhan’ı Beytülmal sorumlusu yapmıştı ve onlara yazılı olarak şöyle emretmişti: “Arap ve acem ve her ne soy ve kökenden olursa olsun herkesin beytülmaldaki payı eşittir.”[11]

Ayrıca İmam Ali (a.s) halife olduktan sonra, Osman’ın birilerine verdiği toprak ve arsaları Allah’ın malı olarak açıklamış ve onların beytülmala geri verilmesi emrini vermiştir.[12]

Beytülmal Hakkında Dost ve Akrabalarına Karşı Davranışı

Hz. Ali (a.s) beytülmal konusunda çok sıkı idi. Nitekim kızı inci bir kolyeyi beytülmaldan emanet olarak aldığında hem kızını ve hem de Ali b. Ebu Rafi’yi şiddetle sorgulamıştır.[13]

Başka bir olayda da İmam Ali (a.s) yaranlarından birisinin özel bir mal isteğine karşı şöyle buyurmuştur: “Bu mal ne benimdir ve ne de senin, bilakis kılıçla elde edilen Müslümanlar için bir ganimettir. Eğer sen savaşta onlarla ortaktıysan, onların payı kadar senin de ondan bir payın vardır, yoksa onların elleri ile topladıklarının başkalarının boğazından geçmesi doğru değildir.”[14]

Din ve Yasaların İcrasında Katı ve Sıkı Kurallılık

Hz. Ali efendimiz (a.s) din işlerinde toleransız ve katı kurallı idi. İşte bu sebep, onu bazıları için tahammül edilmez kılmıştı. Aşağıdaki iki olay bunu ifade etmektedir:

· Bir gün Kamber’e adamın birine had vurması için emretti. Kamber duygularının etkisi altında kalarak üç kırbaç fazladan vurdu. Hz. Ali (a.s), üç fazla kırbacın karşılığında o adamı Kamber’e kırbaç vurması için zorladı.[15]

· Basra eşrafından birisi, bir gece Osman b. Huneyf’i (Basra valisi) ağırlayarak onun için bir meclis düzenledi. Bu ziyafetin haberi Hz. Ali’ye (a.s) ulaşınca, hazret hemen Osman b. Huneyf’e şöyle bir mektup yazdı: Ey Huneyf’in oğlu! Basra eşrafından birinin seni ziyafete çağırdığını, oraya koşarak gittiğini, çeşit çeşit yemeklerin, kocaman kocaman kâselerin sana sunulduğunu öğrendim… Bil ki her kişinin uyduğu, yolundan gittiği, ilminin nuruyla ışıklandığı bir imamı vardır. Yine bil ki sizin imamınız, dünyasında eskimiş bir elbise ve iki lokma ekmeğiyle yetinmektedir…”[16]

Dalkavukluk ve Övgücülere Çıkışma

İmam Ali (a.s) insanların övgü ve iltifatlarından bıkkındı. Müslümanları bu tutumlarından şiddetle nehyetmekteydi. Aşağıdaki öyküler bunun açık kanıtıdır:

İmam Ali (a.s) Sıffın savaşından dönünce, Kufe’de Harp b. Şerhebil Şayani – kendisi yaya idi- İmamla – atlı idi- birlikte hareket ediyordu. İmam (a.s) durarak Harb’a: “Geri dön” dedi. Harp geri dönmekten imtina etti. Hz. Ali (a.s) yeniden ona “Geri dön, senin gibi yaya birisinin benim gibi birisiyle hareket etmesi, vali ve yönetici için fitne, mümin için zillet ve düşüklüktür.” Dedi.[17]

Bir gün ashaptan birisi İmam Ali’yi (a.s) övünce, İmam şiddetle onu bundan sakındırarak şöyle buyurdu: “Bilin ki Emir sahiplerinin Salihlerin yanında en aşağı sayılan durumları, onların böbürlendiği ve işlerinin daha iyi bir şekilde yoluna koyulacağının sanılmalarıdır. Ben hatta zihinlerinizden benim övülme ve methedilmeyi sevdiğimin ve bu tür övgü ve metihleri duymaktan hoşlandığımın geçmesinden bile rahatsızım… Zalim ve gaddarla konuştuğunuz gibi benimle konuşmayın, söylenen övgü dolu tantanalı sözleri söylemeyin bana…”[18]

İmam Ali’nin (a.s) Ordusu Şam’a sefer ederken, geçtiği Enbar şehrinin büyükleri, saygı ifadesi olarak saf tutarak İmam (a.s) yaklaşınca atlarından inip önünde koştuklarında; “Bu yaptığınız nedir?” diye sordu. Onlar; “Bu bizim gelenimizdir; emirlerimize böyle saygı gösteririz.” dediler. İmam (a.s) şöyle buyurdu; “Vallahi emirleriniz bundan faydalanmamaktalar. Sizler böyle yapmakla dünyada kendinize zahmet veriyorsunuz; ahirette de bu işinizden dolayı ilahî azaba ve ebedi cezaya çarptırılacaksınız.”[19]

Askeri Yapı

 

İmam Ali (a.s) orduyu, halkın sağlam sığınakları, yöneticilerin haysiyeti, dinin görkemi ve ülkenin emniyeti olarak görmekte, başarısını ise ülke ekonomisinin durumuna ve halkın vergileri, devlet memurları, tüccarlar, sanatkârlara bağlamaktadır. Onların devamı ve güçleri ülkenin hıfzı için devletin genel yapısına bağlıdır.[20]

Askerlerin seçimi hakkında şöyle buyurmaktadır: askerler şahsiyetli kişilerden, asil ailelerden ve deneyimlerine göre seçilmelidir. Onlarla toplum lideri arasında sıkı ilişkiler olmalı ve mali olarak temin edilmelidirler.[21]

İmam Ali (a.s) açısından halk, devletin en asli savunma yedek gücünü oluşturmaktadır. Eğer onlara destek verilmezse, devletin resmi askeri gücünün uzun soluklu bir savaşta dağılması ve devletin yıkılmasını peşi sıra getirmesi mümkündür. Nitekim şöyle buyurmaktadır: “toplumun eşraf grubu, her zaman hükümete ağır yükümlülükler yüklemektedir, zira zor günlerde yardımları az, adaletin icrası konusunda herkesten daha rahatsız ve sorunlar karşısında daha az istikamet sahibidirler. Hâlbuki dinin sağlam sütunları, hareketli İslam toplumu ve savunma yedek gücünü, genel halk kitlesi oluşturmaktadır.”[22]

Valiler

İmam Ali (a.s) hükümeti boyunca, şehirlere valiler atamış veya yerlerini değiştirmiştir. Onlardan bazıları şunlardan ibarettir: Muhammed b. Ebu Huzeyfe, Mısır valisi, Kays b. Sa’d b. Ubade, önce Mısır sonra Azerbaycan valisi, Muhammed b. Ebu Bekir, Mısır valisi, Malik Eşter Nahei, önce Nusaybin ve Sencar ve ardından Mısır valisi oldu, Abdullah b. Abbas, Cemel savaşından sonra Basra valisi, Ebu Eyüp el-Ensari, Medine valisi, Ebu Musa Eş’eri, Osman tarafından Kufe valisi olarak atanmış daha sonra Malik Eşter’in önerisi ile İmam Ali (a.s) onu bir müddet görevde tutmuş, ama bir süre sonra hatalarından dolayı azletmiştir, Huriyet b. Raşit, Ahvaz valisi, Huzeyfe b. Yeman, Osman tarafından Medain valisi olarak atanmış, İmam Ali de onu görevinde tutmuştur. Kumeyl ibn Ziyad, Heyt valisi, Muhannef b. Süleym, İsfahan, Rey ve Hamedan valisi, Süleyman b. Sured, Cubbel valisi.

İmam Ali’nin (a.s) atadığı bazı valiler İmam Ali’nin (a.s) düşmanları tarafından öldürüldü. Örneğin: Malik Eşter, Muhammed b. Ebu Bekir, Abdullah b. Habbab Ert, Muhammed b. Ebu Huzeyfe, Ebu Hassan b. Hassan Bekri ve Halu b. Afv.

Bazıları ise İmam’ın (a.s) zamanında ileri yaşlarından ötürü dünyadan göçmüşlerdir. Örneğin: Sehl b. Huneyf, Ebu Kutade ve Huzeyfe b. Yeman.

Bir grup ise İmam Ali’nin (a.s) son nefesine kadar görevlerinin başında kalmışlardır. Örneğin: Kays b. Sa’d, Osman b. Huneyf, Kumeyl, Sa’d b. Mesut ve Süleyman b. Sured.

Bazıları ise görevlerini ihmal ederek zaaf göstermişlerdir. Örneğin: Ubeydullah b. Abbas ve Said b. Nemran azarlanmış ve kınanmışlardır.

Bazıları da ihanetlerinden dolayı İmam Ali (a.s) tarafından görevden alınarak azledilmişlerdir. Örneğin: Munzir b. Carud ve Ukbe b. Amr.[23]

Savaşlar

Cemel (Nakisin) Savaşı

Cemel Savaşı, İmam Ali (a.s) ile Nakisin (neks, bozmak, ihlal etmek çiğnemek anlamındadır. Talha, Zübeyr ve taraftarları, ilk önce İmam Ali’ye (a.s) biat etmiş ve ardından biat ve anlaşmalarını ihlal ederek bozdukları için onlara nakisin denmektedir.)[24] Arasında hicrî 36 yılında cemaziyülahır ayında gerçekleşti.[25]

Talha ve Zübeyr, ilk önceleri hilafete göz dikmişlerdi,[26] ancak isteklerine kavuşamayınca ve İmam Ali (a.s) halife olunca, imamla hilafeti paylaşma eğilimine girmişledir. O ikisi, İmam Ali’den Basra ve Kufe valiliklerini onlara vermesini istemişler, ancak İmam onlara bu iki yerin valiliklerini uygun görmemiştir.[27] Bundan dolayı, kendileri Osman’ın katili olarak müttehim ve zanlı olmalarına rağmen ve halk arasında Osman’ın öldürülmesinde Talha’dan daha açgözlü kimsenin bulunmamasının bilinmesine rağmen[28] kendi amacına ulaşmak için Ayşe ile birlik oldular. Hâlbuki Ayşe’nin kendisi de Osman’ın evi kuşatıldığında bırakın Osman’a yardım etmeyi Osman’a itiraz edenleri hak talep edenler olarak anmıştır, ama buna rağmen Ayşe, halkın İmam Ali’ye (a.s) biat ettiğini duyunca, hemen Osman’ın zulümle öldürüldüğünü dile getirmiş ve Osman’ın katillerinin cezalandırılmasını istemiştir.[29] Ayşe, önceden beri İmam Ali’ye (a.s) kin ve hınç duymaktaydı. Bundan dolayı, Talha ve Zübeyr’le birlik oldu.[30] Dolayısıyla bu grup üç bin kişilik bir ordu kurarak Basra’ya doğru hareket etti.[31] Bu savaşta Ayşe “asker” adlı bir erkek deveye binmişti, bundan dolayı bu savaş, Cemel savaşı olarak adlandırılmıştır.[32]

İmam Ali’nin (a.s) emri ile (Basra valisi) Osman b. Huneyf, isyancıları hak yola davet etmekle görevlendirildi. Daveti kabul etmemeleri durumunda İmam Ali (a.s) oraya ulaşıncaya kadar onlara karşı direnmesi istendi.[33]

İmam Ali (a.s) Basra’ya ulaşır ulaşmaz biatlerini bozanlara nasihat etmeye koyulmuş ve bu şekilde yaşanabilecek bir savaşı önlemeye çalışmıştır, ancak İmam’ın (a.s) bu girişimleri sonuç vermemiş ve karşı taraf İmam’ın (a.s) yaranlarından birini öldürerek savaşı başlatmıştır.[34] Elbette Zübeyr, savaş başlamadan önce İmam Ali’nin (a.s) Peygamber efendimizin (a.s) Zübeyr’e hitaben buyurduğu bir hadisi kendisine hatırlatması üzerine –Peygamber efendimiz (s.a.a) bir gün Zübeyr’e sen bir gün Ali ile savaşa tutuşacaksın demiştir- ordudan ayrılmış ve Basra’nın dışında Amr b. Curmuz tarafından öldürülmüştür.[35]

Cemel ashabı, birkaç saat muharebenin ardından çok sayıda ölü vererek yenilmiştir.[36] Bu savaşta Talha öldürülmüş, Ayşe ise savaş sonrası saygın bir şekilde Medine’ye gönderilmiştir.[37]

Sıffin (Kasitin) Savaşı

Sıffin Savaşı, İmam Ali (a.s) ile Kasitin (Muaviye ve ordusu)[38] arasında Safer ayının hicrî 37. Yılında Şam’da Fırat yakınlarında “Sıffin” denen bir yerde gerçekleşmiştir. Sonunda savaş hicrî 38. yılı Ramazan ayında hakemlik olayı ile sona ermiştir.[39]

Osman muhasara altına alındığında Muaviye ona yardım edebileceği halde ona yardım etmemiş ve onu Şam’a götürerek işleri kendi eline almayı istiyordu. Muaviye Osman öldürüldükten sonra, Şamlıların gözünde Hz. Ali’yi Osman’ın katili olarak tanıtmaya çalışıyordu. İmam Ali (a.s) işe koyulur koyulmaz Muaviye’ye mektup yazmış ve ondan kendisine biat etmesini istemiştir, ama Muaviye bahaneler üreterek ilk önce yanında dolaşan Osman’ın katillerini bana gönder ben onlara kısas uygulayayım, eğer böyle yaparsan sana biat ederim demiştir. İmam Ali (a.s) bu yazışmanın ve Muaviye’ye elçiler göndermesinin ardından Muaviye’nin kendisiyle savaşma niyetinde olduğunu anladı. Bunun üzerine ordusunu Şam’a doğru harekete geçirdi. Diğer taraftan ise Muaviye kendi ordusunu harekete geçirdi. Her iki ordu da Sıffin yakınlarında mevzi aldılar. İmam Ali (a.s) savaşın patlak vermemesi için mümkün olan her yola başvurdu. Dolayısıyla yeniden mektup yazışmaları yaşanmış, ancak bir sonuç alınamamıştır. Sonunda savaş hicrî 36. Yılda başladı.[40]

Eğer son saldırı gerçekleşmiş olsaydı İmam Ali’nin (a.s) ordusu savaşı kazanmış olacaktı, ancak Muaviye, Amr b. As’la yaptığı görüşmelerin ardından hile yoluna başvurdu. Yanlarında bulunan Kur’anları mızrakların ucuna takarak Hz. Ali’nin (a.s) ordusunu Kur’an’ın hükmüne çağırmaları emrini verdi. Bu hile ve aldatmaca sonuç vermiş ve Hz. Ali’nin (a.s) ordusunda bulunan Kur’an karileri İmamın (a.s) yanına giderek: Bizler bu insanlarla savaşamayız, onların dediklerini kabul etmeliyiz, demişlerdi. Her ne kadar İmam Ali (a.s) bunun onların savaştan kaçmak için başvurdukları bir hile olduğunu söylese de fayda etmemiştir.[41]

İmam Ali (a.s), Muaviye’ye bizler her ne kadar senin Kur’an ehli olmadığını bilsek de hakemliği kabul etmek zorunda olduğunu belirten bir mektup yazar.[42]

Bir kişinin Şam ordusundan ve bir kişinin de Irak ordusundan oturarak Kur’an hükmüne göre bu konu hakkında görüş belirtmesi kararlaştırıldı. Şam ordusundan bu iş için Amr b. As görevlendirildi. Irak Ordusundan ise sonradan Havarici (Haricîleri) oluşturan Eş’as ve başka bir grup, Ebu Musa Eş’eri’yi önerdiler. Ancak İmam Ali (a.s) İbn Abbas veya Malik Eşter olması gerektiğini söyledi, ama Eş’as ve taraftarları bunu kabul etmediler. Bahaneleri ise Malik Eşter’in savaşa eğilimli olduğu ve İbn Abbas’ın ise olmaması gerektiğini söylediler, zira bu gruba göre Amr b. As, Mısır’dan olduğu için karşı tarafında Yemen’li olması gerekiyordu![43]

Sonunda Amr b. As, Ebu Musa Eş’eri’yi aldatarak, hakemlik olayını Muaviye’nin lehine sonuçlandırmıştır.[44]

Nehrevan (Marikin) Savaşı

Sıffin’de gerçekleşen hakemlik olayı, İmam Ali’nin (a.s) bazı yaranlarının pratik olarak itiraz ve muhalefeti ile sonuçlanmıştır. Onlar neden Allah’ın işinde yargıda bulundun diye çıkışmışlarıdır, hâlbuki İmam Ali (a.s) bu işe başlangıçta muhalefet etmiş ve onların kendileri İmam Ali’yi hakemliğe zorlamışlardı. Ve sonunda İmam Ali’yi (a.s) tekfir etmiş ve lanetlemişlerdir.[45]

Havariç (Hariciler) veya Marikin olarak adlandırılan bu grup, sonunda halkı öldürmeye başladılar. Babası Allah Resulünün (s.a.a) sahabesi olan Abdullah b. Habbab’ı öldürdüler ve gebe olan eşinin karnını deştiler.[46] Bu şekilde, İmam Ali (a.s) onlarla savaşmak zorunda kaldı. İmam savaştan önce İbn Abbas’ı onlarla müzakere etmesi için gönderdi, ancak bir yararı olmadı. Nihayet kendisi aralarına giderek onlarla konuştu. Bir çokları pişman olmasına rağmen bir çokları da kendi düşüncelerinde baki kaldılar. Sonunda savaş başladı ve Haricîlerden dokuz kişi geride kaldı, İmamın (a.s) yaranlarından ise yedi veya dokuz kişi öldürüldü.[47]

Şehadet

Nehrevan savaşından sonra, İmam Ali (a.s) Irak halkını yeniden Şam’a karşı savaşması için hazırlamaya başladı, ancak az bir grup dışında kendisine katılan olmadı. Öte yandan Irak’ın durumundan ve Iraklıların gevşekliğinden haberdar olan Muaviye, İmam’ın egemenliği altında bulunan Arap yarım adasına ve hatta Irak’ın çeşitli yerlerine saldırarak onların gücünü zayıflatmaya ve Irak yolunu açmaya koyuldu.[48]

İmam Ali (a.s) Sıffin’a gitmek için ordusunu tedarik etmeye koyulduğu zaman, hicrî 40. Yılında Ramazan ayının 19’unda sabaha doğru Abdurrahman İbn Mülcem Muradi tarafından (namaz kıldığı sırada) saldırıya uğrayarak yaralandı ve Ramazan ayının 21’inde şehit oldu. İmam Ali, Muaviye ve Amr b. As’ın öldürülmesi için Haricîlerden üç kişinin iş birliği yaptığı ve Kuttam adlı bir kadının da bu işte rolü olduğu kaynaklarda geçmiştir, ancak bu konu biraz hikâyemsi ve mizansen görülmektedir.[49]

Emirilmümin’in Hz. Ali’nin (a.s) çocukları -İmam Hasan, İmam Hüseyin ve Muhammed b. Hanifiyye- Abdullah İbn Cafer’le birlikte gece vakti Gariyin (Şimdiki Necef) denen yerde İmamı toprağa veridiler ve kabri gizlediler.[50] Çünkü Emeviler ve Hariciler eğer Hz. Ali’nin (a.s) kabri şeriflerinin yerini bilecek olsaydılar naaşını kabirden çıkarıp saygısızlık yapacaklardı.[51]

Vasiyetleri

İmam Ali’nin (a.s) çocuklarına gusül, kefen, namaz ve tedfin işlerinin nasıl olması gerektiğine dair nasihatler ettiği rivayet edilmiştir.[52] İmam (a.s) çocuklarına defnedildiği yerin gizli kalmasını vasiyet etmiştir.[53]

İbn Mülcem tarafından başından aldığı darbenin ardından oğulları İmam Hasan ve İmam Hüseyin’e (a.s) şöyle nasihatte bulunmuştur:

“Allah’tan korkmanızı, dünya sizi istese bile onu istememenizi vasiyet ederim. Ona ait bir şeye ulaşmadığınız veya kaybettiğiniz için üzülmeyin. Hakkı söyleyin; ahiret ecri için çalışın. Zalime düşman, mazluma yardımcı olun.

Siz ikinize, bütün evlatlarıma, ehlime ve bu vasiyetin ulaştığı kimselere Allah’tan korkmayı, işlerinizde intizamlı olmayı, birbirinize iyilikle davranmayı, insanlarla barışık yaşamayı vasiyet ederim. Ben dedeniz Resulullah’tan (s.a.a) şöyle duydum: “Birbiriyle barışık yaşamak bir yıllık namaz ve oruçtan daha faziletlidir.” Allah için, Allah için yetimlerin hakkını gözetin, onları bir aç bir tok bırakarak nezdinizde zayi etmeyin. Allah için, Allah için komşularınızın hakkına riayet edin. Onlar, size Nebi’nizin vasiyetidirler. O, komşular hakkında öylesine tavsiyelerde bulunurdu ki biz mirasa da dâhil olacaklar sandık. Allah için, Allah için Kur’an’a uyun; onunla amel etmede ve onun hükümlerine uymada başkası sizden önde olmasın. Allah için, Allah için namaza dikkat edin; çünkü namaz, dininizin direğidir. Allah için, Allah için, Rabbinizin evi Kâbe’ye dikkat edin, var olduğunuz müddetçe orayı boş bırakmayın, eğer orayı terk edecek olursanız ve saygınlığını korumazsanız azap hususunda sizlere fırsat dahi verilmez. Allah için, Allah için mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle Allah yolunda cihat edin. Size düşen görev, karşılıklı iyi ilişkilerde bulunmak, karşılıklı olarak hediyeler vermektir. Sırt çevirip gitmekten ve birbirinize dargın durmaktan sakının, iyiliği emredip kötülükten men etmeyi terk etmeyin. Aksini yaptığınız takdirde başınıza en kötüleriniz geçer ve sonra ne kadar çağırsanız da artık sizlere icabet edilmez.

Ey Abdulmuttalip oğulları! “Müminlerin emiri katledildi” diyerek Müslümanların kanını akıtmaktan, öç almaya kalkışmaktan sakının. Sakın, benim için katilimden başkasını öldürmeyin.

Biraz bekleyin bakın; şayet onun darbesinden ölürsem, darbesine karşı kendisine bir darbe vurun, organlarını kesmeyin. Ben Resulullah’ın şöyle dediğini işittim: “Öldüreceğiniz kuduz köpek bile olsa, ölünün bedenini kesmeyin.”[54]

Kabrin Gizli Olması

Hz. Ali’nin (a.s) kabrinin gizli kalması için vasiyet etmesinin nedeni, Havariç ve Münafıkların naaşını kabirden çıkararak ona saygısızlıkta bulunacaklarından çekiniyor olmasından dolayıdır.[55]

İmam Ali’nin (a.s) kabrinin yerini yalnızca çocukları ve has yaranı bilmekteydi. İmam Cafer Sadık (a.s) Abbasi halifelerinden Mansur’un zamanında hicrî 135. Yılda ilk kez Hz. Ali’nin (a.s) kabri şeriflerinin yerini açıklayarak Necef’teki kabrin yerini göstermiştir.[56]

Fazilet ve Menkıbeler

Kur’an Ayetleri

İmam Ali’nin (a.s) fazilet ve menkıbeleri için nazil olan ayet sayısı oldukça fazladır. Hatta İbn Abbas’tan nakledildiğine göre 300’ün üzerinde ayet İmamın fazileti hakkındadır.[57] Burada bu ayetlerden bazılarını zikredeceğiz:

Mübahale Ayeti

فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَاءَنَا وَاَبْنَاءَكُمْ وَنِسَاءَنَا وَنِسَاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا واَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِبٖينَ (Tercüme: De ki: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım.”) (61–3)

Hicrî onuncu yılında “Mübahale” günü, Allah’ın yalancılara azap etmesi için Müslümanlarla Necran Hıristiyanları arasında lanetleşme yapılması kararlaştırıldı. Bu amaçla, Peygamber efendimiz (s.a.a), Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i (a.s) kendisiyle sahraya götürdü. Hıristiyanlar Peygamberin kendisinden çok emin bir şekilde yalnızca en yakınlarını kendisiyle getirdiğini görünce, korkarak cizye ödemeyi kabul ettiler.[58]

Tathir Ayeti

اِنَّمَا يُرٖيدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهٖيرًا (Tercüme: Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.) (33–33)

Şia ulemalarına göre, bu ayet Peygamber efendimizin (s.a.a) eşi Ümmü Seleme’nin evinde nazil olmuş ve nüzul anında orada Peygamberimizin (s.a.a) yanı sıra Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hüseyin de bulunmaktaydı. “Tathir ayeti” nazil olduktan sonra Hz. Muhammed (s.a.a) oturduğu bir parçayı (kisa) alarak “Kisa (Aba) Ashabının” üzerine örttü, yani kendisi, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in. Sonra ellerini göye doğru kaldırarak şöyle dua etti: “Allah’ım! Benim ehlibeytim bu dört kişidir, bunları her türlü kir ve kötülükten temizle.”[59]

Meveddet Ayeti

قُلْ لَا اَسْپَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبٰى (Tercüme: “De ki: “Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden yakın akrabalarımı/Ehlibeytimi sevmeniz dışında bir ücret istemiyorum.) (23–42)

İbn Abbas şöyle diyor: Bu ayet nazil olduğunda Allah Resulüne (s.a.a) şöyle arz ettim: Meveddet ve sevgisi farz olanlar kimlerdir? Hz. Muhammed şöyle buyurdu: “Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin.” Ve bu cümleyi üç kere tekrar etti.[60]

İlk Müslüman

Meşhur olduğuna ve hatta tevatür haddinde ulaştığına göre Hz. Ali (a.s) ilk Müslümandır.[61] Nitekim Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü havuz (Kevser) başında benimle ilk görüşecek olanınız İslam’da da en önde olanınız olan Ali olacaktır.”[62] Yine Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Fatıma (s.a) hakkında şöyle buyurmuştur: “Acaba seni ümmetim arasında herkesten önce İslam’ı kabul eden, onların en bilgili ve en sabırlı olanı ile evlendirmeme razı olmaz mısın?”[63]

Leyletü’l Mebit (Hz. Muhammed’in hicret ettiği gece Hz. Ali’nin Onun yatağına yattığı geceye işarettir)

Kureyş’in, Müslümanlara işkence ve eziyet etmesinin ardından, Hz. Peygamber (s.a.a) Müslümanlara Medine’ye hicret etme emrini verdi. Hazretin yaranları da birkaç aşamada Medine’ye doğru harekete geçtiler.[64]

Kureyşlilerin Daru’n Nedve’de (Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinin istişare etmeleri için yaptırdığı binadır) yaptıkları toplantıda bir çok görüş ileri sürüldü. Alınan karara göre her kabileden genç ve cesur birisi Allah Resulünü (s.a.a) kendi evinde öldürmesi için görevlendirildi. Cebrail (a.s) Peygamber efendimize (s.a.a) nazil olarak Kureyş’in planını deşifre etmiş ve o geceyi kendi yatağında yatmaması ve hicret etme emrini iletir. Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Ali’ye (a.s) düşmanın komplosunu anlatarak kendisinden kendi yatağına yatmasını ister.[65]

Müfessirler ayetin nüzul sebebini

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْرٖى نَفْسَهُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ وَاللّٰهُ رَؤُفٌ بِالْعِبَادِ (Tercüme: İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızasını almak için kendini feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir.) (207–2)

Hz. Ali (a.s) ve “leyletu’l mebit” hakkında olduğu görüşüne kaildirler.[66]

Allah Resulünün Kardeşi

Hz. Peygamber (s.a.a) Medine’ye girdikten sonra muhacirler arasında kardeşlik akdi kıydı. Daha sonra Muhacir ve Ensar arasında kardeşlik akdi kıydı. Ve her ikisinde de Hz. Ali’ye şöyle buyurdu: “Sen dünya ve ahirette benim kardeşimsin,” diyerek aralarında kardeşlik akdi kıydı.[67]

Reddü’ş Şems (Güneşin Dönüşü)

Hicrî yedinci yılda günlerden bir gün Hz. Peygamberle Hz. Ali öğlen namazını kıldılar ve Hz. Resulullah (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) bir iş için görevlendirdi, ama Hz. Ali ikindi namazını kılmamıştı. Hz. Ali (a.s) geri dönünce, Peygamber efendimiz başını Hz. Ali’nin kucağına koyarak uyudu. Bu sırada güneş batmıştı. Hz. Peygamber uykudan uyanınca “Allah’ım! Senin kulun Ali, kendisini Peygamberi için korudu, güneşi onun için geri döndür.” diye dua etti. Bu sırada güneş geri döndü. Hz. Ali kalkarak abdest aldı ve ikindi namazını kıldı ve sonra güneş yeniden battı.[68]

Beraat Suresinin İblağ Edilmesi

Tövbe Suresinin ilk ayetleri ‘Müşriklerin tevhit inancına inanmaları ve Müslümanların zümresine katılmaları, ancak inat etmeleri durumunda savaşa hazırlıklı olmaları ve her nerede tutuklanırlarsa öldürüleceklerini bilmeleri gerektiğine dair kendilerine dört ay süre tanınması’ hakkında indiğinde Hz. Peygamber (s.a.a) hac merasimine katılma düşüncesinde değildi. Bundan dolayı ilahî emir gereği: ‘Bu emri Peygamberin kendisi veya ondan olan birisi insanlara ulaştırmalı ve bu iki kişi dışında kimsenin bu iş için salahiyetinin olmadığı’[69] belirtilince, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) çağırarak ondan Mekke’ye gitmesini ve Mina’da kurban bayramı günü Beraat (Tövbe) Suresini Müşriklere iblağ ederek ulaştırmasını istedi.[70]

Hak Hadisi: Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: عَلی مَعَ الحقِّ و الحقُّ مَعَ عَلی (Tercüme: Ali hak ile hak da Ali iledir.)[71]

Seddu’l Ebvab (kapılan kapatılması) Hz. Peygamber efendimiz (s.a.a) Hz. Ali’nin kapısı dışında Mescid-i Nebi’ye bakan tüm kapıların kapatılmasını emretti. Bunun nedenini sorduklarında efendimiz şöyle buyurdu: “Ben Ali’nin kapısı dışında tüm kapıların kapatılması için görevlendirildim, ama bu konuda tartışmalar yaşandı. Allah’a andolsun ki hiçbir kapıyı kapatıp, açmadım, ancak bu iş için görevlendirilmiş ve ona itaat etmişimdir.”[72]

Devam edecek...

Makalenin birinci bölümü için tıklayınız

ABNA.İR 

wikishia.net

------------------------------------------------------------------------------

[1] — Tabarei, c. 4, s. 429.

 

[2] — Tabari, c. 4, s. 427–431.

[3] — Nehcü’l Belağa, hutbe, 92.

[4] — Nehcü’l Belağa, hutbe, 216.

[5] — Nehcü’l Belağa, hutbe, 216.

[6] — Nehcü’l Belağa, hutbe, 216.

[7] — Nehcü’l Belağa, mektup, 51.

[8] — Nehcü’l Belağa, mektup, 25.

[9] — Nehcü’l Belağa, mektup, 25.

[10] — Mahmudi, c. 1, s. 224; Mufid, İhtisas, s. 151.

[11] — Hüseyni Deşti, Seyyid Mustafa, Maarif ve Maarif, c. 7, Tahran, Müessese Ferhengi Areye, 1379, s. 457.

[12] — Mesudi, İsbatu’l Vesile, s. 158.

[13] — Tabari, c. 3, cüz, 6, s. 90.

[14] — İbrahim b. Muhammed, c. 2, s. 45.

[15] — Kummi, c. 2, s. 167.

[16] — Nehcü’l Belağa, mektup, 45.

[17] — İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 3, s. 318.

[18] — Nehcü’l Belağa, hutbe, 216.

[19] — Nehcü’l Belağa, hikmetli sözler, 37.

[20] — Nehcü’l Belağa, mektup, 53, s. 587.

[21] — Nehcü’l Belağa, mektup, 53, s. 575.

[22] — Nehcü’l Belağa, mektup, 53, s. 569.

[23] — Zakiri, s. 67.

[24] — Zubeydi, c. 3, s. 273.

[25] — Tabari, c. 4, s. 534.

[26] — Tabari, c. 4, s. 453.

[27] — Tabari, c. 4, s. 453.

[28] — Nehcü’l Belağa, tercüme Seyyid Cafer Şehidi, hutbe, 174, s. 180.

[29] — Tabari, c. 6, s. 3096; Şehidi’nin nakli ile Ali’nin dilinden Ali, s. 84–85.

[30] — Tabari, c. 4, s. 451, 544 ve c. 5, s. 150; Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 82–83 ve 108.

[31] — Tabari, c. 4, s. 454.

[32] — Tabari, c. 4, s. 507.

[33] — İskafi, c. 1, s. 60.

[34] — Tabari, c. 4, s. 511; Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 104.

[35] — Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 104.

[36] — Yakubi, c. 2, s. 183.

[37] — Taberi, c. 4, s. 510; Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 108.

[38] — Cevheri, c. 3, s. 1152.

[39] — Yakubi, c. 2, s. 188; Halife, s. 191.

[40] — Şehidi, Ali’nin dilinden Ali kitabından telhis, s. 113–121.

[41] — El-Miyar ve’l Muvazine, s. 162; Şehidi’den naklen, Ali’nin dilinden Ali, s. 122.

[42] — İbn Mezahim, s. 490.

[43] — İbn A’sem, c. 3, s. 163.

[44] — Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 129.

[45] — Eş-Şehristani, el-Milel ve’n Nihel, tahric; Muhammed b. Fethullah Bedran, Kahire, et-Tabu’s Sani, el-Kısmu’l Evvel, s. 106–107.

[46] — Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 132.

[47] — Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 133–134.

[48] — Caferiyan, Resul, Şia İmamlarının Siyasi ve Fikri Hayatı kitabının özeti, Kum, Neşr Maarif, 1391, s. 53–54.

[49] — Caferiyan, Resul, Şia İmamlarının Siyasi ve Fikri Hayatı kitabının özeti, s. 55.

[50] — El-Mufid, Muhammed b. Muhammed b. Numan, el-İrşad, Kum, Said b. Cubeyr, 1428 k. S. 27–28.

[51] — Abdulkerim b. Ahmed b. Tavus, Ferhetu’l Gara, s. 93; Meclisi, Bihar, c. 42, s. 222; Mukaddesi, Yadullah’tan naklen, Baz Pejuhi tarih veladet ve şahadeti Masuman (a.s), Kum, İslami Kültür ve Bilimler Araştırması, 1391, s. 239–240.

[52] — Meclisi, c. 36, s. 5.

[53] — Meclisi, c. 42, s. 290.

[54] — Nehcü’l Belağa, tercüme Seyyid Cafer Şehidi, mektup, 47, s. 320–321.

[55] — Meclisi, c. 42, s. 338; Kutbu Ravendi, el-Haraicu ve’l Ceraih, c. 1, s. 234; Mufid, İrşad, c. 1, s. 10.

[56] — Mufid, İrşad, s. 13.

[57] — Genci Şafii, s. 231; Heysemi, s. 76; Kunduzi, s. 126.

[58] — Suyuti, ed-Durru’l Mensur, 61. Ayetin açıklaması, Zamahşeri, Al-i İmran Suresi 61. Ayetin açıklaması, Tabarsi, Mecmeu’l Beyan, Al-i İmran Suresi, 61. Ayetin açıklaması, Tabatabai, Al-i İmran Suresi, 61. Ayetin açıklaması.

[59] — İbn Babeveyh, c. 2, s. 403; Seyyid Kutub, c. 6, s. 586; Tabarsi, Mecmeu’l Beyan, c. 8, s. 559.

[60] — Meclisi, c. 23, s. 233.

[61] — Emini, c. 3, s. 191–213.

[62] — Hâkim Nişaburi, c. 3, s. 136.

[63] — Ahmed Hambel, c. 5, s. 26.

[64] — İbn Hişam, c. 1, s. 480.

[65] — İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 2, s. 72; Meclisi, c. 19, s. 59.

[66] — Fahri Razi, c. 5, s. 223; Hâkim Hasakani, c. 1, s. 96; Ali b. İbrahim, s. 61; Tabatabai, c. 2, s. 150.

[67] — İbn Abdulbirr, el-İstiyab, el-Emin’in nakli ile A’yanu’ş Şia, Beyrut, Daru’t Tearif Lilmetbuat, 1418 k/1998 m. C. 2, s. 27.

[68] — Emini, c. 3, s. 140; Şuşteri, İhkaku’l Hak, c. 5, s. 522.

[69] — İbn Hişam, c. 4, s. 545.

[70] — Taberi, c. 6, cüz, 10; İbn Hişam, c. 4, s. 188–190.

[71] — Bahrani, bap, 390.

[72] — Mutakki Hindi, c. 6, s. 155.