AhlolBayt News Agency (ABNA)

source :
Pazar

18 Mayıs 2014

05:36:01
609381

İmam Humeyni'den İçtihadi Dersler (5)

Ulemanın İhmalkârlık ve Sessizliğinin Zararı Herkesten Daha Çoktur

Baştaki yöneticilerin bidatlerinin önünü alacak ve bu bozukluk ve fesatları durduracak güce şimdilik sahip değilseniz, hiç olmazsa sessiz sedasız oturmayın! Başınıza vuruyorlarsa en azından bağırıp çağırın, itiraz edin! İnzilam (zulme eğilmek, zulme rıza gösterip susmak) etmeyin! İnzilâm, zulümden daha beterdir! İtiraz edin, inkâr edin, tekzip edin. Haykırın. Onların propaganda ve yayın araçlarına karşılık sizin de propaganda ve yayın aracınız olmalıdır ki onların yalan ve iftiralarını tekzip edebilsin

لَوْلَا يَنْهٰیهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ عَنْ قَوْلِهِمُ الْاِثْمَ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ

“Din adamları ve âlimleri onları, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten menetselerdi ya! İşledikleri (fiiller) ne kötüdür! (63)”

(Rabbani’den Maksat, Alimi Billah’tır)

Âlimi Billahların makamının fakihlerin[1] makamından üstün olduğu tevehhümü, yanlış bir tevehhümdür. İmam Hüseyin’in (a.s) hadisin[2] başında bu ayetle şahit getirdiği gibi: “Din adamları ve âlimleri onları, menetselerdi ya!” Âlimi Billah’tan maksat, onun felsefi veya irfani anlamı değildir. “Rabbani” kelimesi, “Alimi Billah”ın başka bir ifadesidir.*[3] 

***

(Ahbar Ve Rahiplerin Kınanması, Yahudi Ve Nasranî Ulemalarına Mahsus Değildir)

Bu hadisler “Mecari’l Umur ve’l Ahkam ale Eydi’l Ulema” adı altında Tuhafu’l Ukul”da nakledilen hadislerdendir. Bu hadis, iki kısımdan oluşmaktadır:

Birinci kısım: “Emri bil maruh ve nahyi anil münker” hakkında olan bu hadisi, Hz. Seyyidu’ş Şüheda (a.s), Müminlerin Emiri Hz. Ali’den (a.s) nakletmiştir.

İkinci kısım: Hz. Seyyidu’ş Şühedanın (a.s) “velayeti fakih” hakkında ve fakihlerin zalim ve cair (zalim) devlet aygıtına karşı İslam hükümetini teşkil etmek ve hükümlerini icra etmek için mücadelesi hakkındaki nutkudur.

(Hz. İmam Hüseyin) bu meşhur nutkunu “Mina”da söylemiş ve onda zalim Emevi devletine karşı dâhili cihadının nedenini açıklamıştır.

Bu hadisten iki önemli nokta anlaşılmaktadır: Birisi “Velayet-i fakih”, ikincisi Fakihler cihat ederek ve “emri bil maruf, nahy-i anil münker”de bulunarak zalim egemenin maskesini düşürüp onu bütün toplamda rüsva etmeli ve halkın bilinçlenip uyanmasını sağlamalıdırlar. Böylece bilinçlenip uyanmış Müslümanların geniş çaplı toplu kıyamıyla zalimlerin iktidarlarını devirip İslam devletini kurabilsinler. Hadisin metni şöyledir:

"Ey insanlar! Allah’ın Yahudi bilginlerini -ahbar- kınayarak velilerine ve sevdiği kullarına verdiği öğütten ders alın. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Din adamları ve âlimleri onları, günah olan sözleri söylemekten menetselerdi ya!” Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: “İsrail oğullarından küfredenlere lanet edilmiştir.” Ve "yapmakta oldukları şey ne kadar da kötü idi!"[4] Gerçekte Allah Teâla’nın onları ayıplayıp kınamasının nedeni onların; zalimlerle kötülerin fesat işlemekte olduklarını gördükleri halde buna engel olmamaları ve bunu da, onlardan aldıkları şeylere pek tutkun oldukları ve onların kendilerini gözaltında tutup eziyet edeceğinden korktukları için yapmalarıydı. Halbuki Allah Teâlâ “insanlardan değil, Ben'den korkun.” diye buyurmaktadır.

(Ahbar ve Ruhbanların Kınanması yorumunda, Hz. Seyyid-u Şüheda’nın Hutbesinin Açıklaması)

“Ey insanlar! Allah Tealâ'nın yahudi bilginlerini -ahbar- kınayarak velilerine ve sevdiği kullarına verdiği öğütten ders alın.” buyrulmaktadır. Orada bulunan özel bir gruba, sırf konuşmayı dinleyenlere, belli bir şehir veya belli bir ülke ya da sırf o çağdaki dünya insanlarına mahsus bir hitap değildir bu; bu sözleri duyan ve okuyan herkese yönelik bir çağrı vardır burada. Tıpkı Kur'an'da geçen "ey insanlar" hitabı gibidir, yani. Allah, ahbara, yani Yahudi ulemasına karşı çıkıp onların tutumlarını reddetmek suretiyle kendi evliyasına öğüt vermekte, ibret göstermektedir. Buradaki "evliya" ve "veli"lerden maksat Ehlibeyt imamları (a.s) değildir, Allah'a teslimiyet gösteren ve toplumda belli vazife ve sorumluluklar üstlenmiş bulunan herkestir.

“Din adamları ve âlimleri onları, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten menetselerdi ya! İşledikleri (fiiller) ne kötüdür! Allah, "Rabbaniyyun" ve "Ahbar"ı kınamakta ve kendileri Yahudilerin din âlimleri oldukları halde zalimleri günahkâr sözlerden, yani gerçekleri saptırma, iftira ve yalan gibi amellerden alıkoymadıkları ve “haram yiyicilikten” menetmedikleri için hesaba çekmektedir.

Bu kınama ve paylamanın sırf Yahudi din adamlarına veya Hıristiyan âlimlerine mahsus olmadığı, bütün İslam ulemasını ve esasen genelde bütün din adamlarını kapsamına aldığı apaçık ortadadır.

Dolayısıyla İslam ümmetinin uleması da zalimlerin politika ve tutumları karşısında hiçbir tepki göstermeden sessiz kalacak olurlarsa Allah’ın kınamasına uğrayacak ve azarlanacaklardır.

(Bozuk Ulemaların Kınanması, Geçmiş Ulemalarla İlgili Değildir)

Bu Durum sadece geçmişteki nesilleri içermez; bu hususta geçmiştekilerle gelecektekiler aynı hükme tabidir. Hz. Emir (a.s) Kur'an'a dayanarak bu mevzuyu belirtmiş ve İslam ümmetinin alimlerinin de ibret alıp uyanmalarını, iyiliği emredip kötülükten menetme vazifesinde ihmalkarlık göstermemelerini ve sapmış zalim egemen güçler karşısında sessiz kalmamalarını istemiştir. Hz. Emir (a.s) bu ayete istinatla iki noktayı hatırlatıp vurgulamaktadır:

(Ulemanın İhmalkârlık ve Sessizliğinin Zararı Başkalarından Daha Çoktur)

1- Dini vazifelerin yerine getirilmesi hususunda ihmalkârlığının doğuracağı zarar, aynı müşterek vazifeler hususunda başkalarının ihmalkârlığından doğacak zararlardan çok daha fazla olmaktadır. Nitekim bir esnaf veya tüccar yanlış ve uygunsuz bir iş yapacak olsa zararını kendisi görür; ama eğer ulema vazifesinde ihmalkârlık gösterirse, mesela zalimler karşısında sükût ederlerse bunun zararı İslam’a dokunmuş olur. Vazifelerini yapmaları ve meselâ, konuşmaları gereken yerde sükût etmemeleri halindeyse İslam fayda görmüş olur.

(Yalan ve Haram Yiyicilik, En Tehlikeli İçtimai Günahlardandır)

2- Şeriata aykırı her şeyden sakınmak ve sakındırmak gerekiyorsa, bilhassa “kavli ism”, yani “günahkârca söz”le, "haram yiyicilik’in altını çizmek suretiyle bu iki "münker"in -kötü- diğer bütün münkerlerden daha tehlikeli -olduğunu ve dolayısıyla bu ikisine karşı daha fazla ve daha ciddi mücadele verilmesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Çünkü kimi zaman zalim düzenlerin propaganda ve iletişim mekanizmaları İslam’a ve Müslümanlara verdiği zarar, eylem ve politikalarından daha fazla olmakta; İslam’ın ve Müslümanların onur ve haysiyetini pekâlâ tehlikeye düşürebilmektedir. Allah zalimlerin yalan ve iftiralarıyla günahkâr propagandalarına niçin engel olmadıklarını sorarak – din adamlarını- kınamaktadır.

“Ben Allah'ın halifesiyim, takdir-i ilahi benim elimle tecelli eder, Allah'ın hükümleri benim uygulamakta olduğum üzeredir, İslam adaleti benim dediğim ve yaptığım şekildedir..." iddialarında bulunan (ve gerçekteyse adaletle zerrece alâkası olmayan) o adamı niçin yalanlamadılar? —Onun iddia ettiği- bu tür sözler "günakârca sözler"dir. Toplum için çok zarar verici olan bu günahkârane sözlere neden engel olmadılar? İlgisiz laflar eden, ihanetlerde bulunan, İslam’a bidatler sokup olmadık darbeler indiren bu zalimleri niçin engelleyip bu günahlardan vazgeçirmediler?

Eğer biri kalkıp da İslam hükümlerini Allah'ın rızasına ters cihette tefsir edip yorumlar ve “İslam adaleti böyle icap ediyor”, diyerek İslam’a bidat sokup İslâmî olmayan hükümleri uygulamaya kalkışırsa ona alenen karşı çıkıp muhalefette bulunmak, âlimlere farzdır; -bu durumda- muhalefette bulunup karşı çıkmayacak olurlarsa Allah'ın lânetine uğrayacaklardır. Ayet-i kerimenin apaçık ortaya koyduğu bu gerçek; hadisle de vurgulanmaktadır: “Bidatler ortaya çıkınca ilmini -dinini- açıkça izhar etmek âlime farz olur; aksi takdirde Allah'ın lânetine uğrar.”[5] Demek ki muhalefetini göstermek ve Allah'ın hüküm ve buyruklarını izhar edip açıklamak bile tek başına faydalı olabilmektedir. Çünkü böylelikle halkın çoğunluğu baştaki hain, fasık veya dinsiz egemenlerin sosyal ahlaksızlıklarıyla zulümlerini anlayacak, bu durumda onlara karşı mücadeleye girişecek, zalimlerle uzlaşmayacak, hain ve fasit egemen güçlere boyun eğmemeye karar verecektir. Din ulemasının böyle durumlarda olanın muhalefetlerini sergilemeleri, toplumun dini liderlik mekanizmasından yükselen bir “iyiliğe emr, kötülükten men”dir ki geniş çaplı bir “iyiliğe emr, kötülükten men”i beraberinde getirecek; güçlü bir muhalefet ve “iyiliğe emr, kötülükten men” hareketini başlatacaktır. Dindar ve iffet sahibi bütün bir halkı arkasına alacak çapta geniş bir harekettir bu. Öyle bir hareket ki; yoldan çıkmış olan zalim egemenler bu harekete teslim olmaz ve İslam’ın doğru yoluna girip ilahi hükümlerin gereğine eğilmeyerek bu hareketi silahla sindirmeye kalkışırlarsa silahlı tecavüze yeltenmiş olurlar ki bu durumda "fie-î bâğiye" (isyankâr topluluk)[6] hükmüne girmiş olurlar. Bu durumda da topluma hâkim politika ve yönetici egemenlerin yol ve yöntemlerinin İslam prensip ve hükümlerine uygun olması için bu "fihi bağiye" ye, yani isyankâr egemenlere karşı silahlı cihada girişmek bütün Müslümanlara farz olur.

(Mani Olmaya Gücün Olmadığı Durumlarda da Sessiz Kalmamak Gerekir)

Baştaki yöneticilerin bidatlerinin önünü alacak ve bu bozukluk ve fesatları durduracak güce şimdilik sahip değilseniz, hiç olmazsa sessiz sedasız oturmayın! Başınıza vuruyorlarsa en azından bağırıp çağırın, itiraz edin! İnzilam (zulme eğilmek, zulme rıza gösterip susmak) etmeyin! İnzilâm, zulümden daha beterdir! İtiraz edin, inkâr edin, tekzip edin. Haykırın. Onların propaganda ve yayın araçlarına karşılık sizin de propaganda ve yayın aracınız olmalıdır ki onların yalan ve iftiralarını tekzip edebilsin; onların yalan söylediğini; İslam adaletinin, onların iddia ettiği gibi olmadığını belirtsin! Müslüman aileler ve İslam toplumu için belirlenmiş olan İslam adaletinin ne olduğunu onlar da bilir, bunun bütün programları yazılı ve basılı olarak ellerinde mevcuttur. Bunlar söylenip açıklanmalıdır ki halk bilip uyansın; gelecek nesiller bu cemaatin sükûtunu hüccet (delil) olarak değerlendirip “ulema bu işe sustuğuna göre, demek ki zalim egemenlerin yöntemleri ve yaptıkları şeriata uygunmuş, zalimlerin haram yiyicilikleri ve halkın malını yağmalamaları şeriata aykırı değilmiş!” demesinler.

(Zalim Hükümetlerin Fesat ve Haram Yemelerinin Dairesi)

Bazılarının düşünce kapasitesi şu caminin duvarlarını aşamadığı ve daha derinlemesine ve daha ilerisini düşünebilecek kapasiteleri olmadığından “haram yiyicilik”ten söz edildiğinde hemen ve sadece, sokaklarının başındaki bakkal geliverir hatırlarına; Allah göstermesin “eksik tartıyor” diyerek!...Bütün bir ülkenin sermayesini yutan, beytülmali çalıp çırpan, petrolümüzü yiyen, yabancı sermaye ve yatırım şirketleri adına ülkemizi hiç de zaruri olmayan pahalı ecnebi mallarının tüketim pazarı haline getiren, bu yolla halkın parasını kendisinin ve ecnebi yatırımcıların cebine akıtan o büyük “haram  yiyicilik”, “yağmalama ve talan etme”leri idrak edip kavrayamazlar. Petrolümüz çıkarıldıktan sonra hepsini belli bazı yabancı ülkeler alıp götürüyor, baştaki kendi yardakçıları olan egemene verdikleri az miktardaki sus payını da başka yollarla yine kendi ceplerine kaydırıyorlar. Devletin kasasına giren az bir miktarın ne olduğunu, nerelere harcandığını ise ancak Allah bilir.

İşte bu haram yiyicilik, uluslararası çapta, çok geniş boyutlu bir “haram yiyicilik”tir. Ürkütücü ve en tehlikeli “münker” ve “kötü”, budur işte. Toplumun durumunu, devlet ve hükümet kuruluşlarının yaptıklarını şöyle bir dikkatle inceleyiverin; ne kadar korkunç çaplarda “haram yiyicilik”ler olduğunu görürsünüz. Memleketin bir köşesinde bir deprem vuku bulacak olsa baştaki çıkarcı egemenlere yeni bir kazanç ve “haram yiyicilik” yolu açılmış olur, depremzedelere yardım adı altında kendi ceplerini dolduruverirler hemen. Baştaki zalim ve anti-milli yöneticiler yabancı devlet veya şirketlerle imzaladıkları anlaşmalarla millete ait milyonları kendi ceplerine akıtır ve yine millete ait milyonları yabancıların ve ecnebi patronlarının kasalarına kaydırıverirler. Bunlar, hepimizin gözleri önünde cereyan eden ve halâ da etmekte olan sel misali "haram yiyicilik"lerden birer örnektir sadece; dış ticaretlerde, maden işletmeleri, orman ve diğer doğal kaynaklardan yararlanma ortak anlaşmalarında, yol ve bina yapımı ya da batılı emperyalistlerle komünist emperyalistlerden silah alımı anlaşmalarında.

(Âlimlerin Görevi, Öteki İnsanlarınkinden Daha Ağırdır)

Bu vurgunculuk ve haram yiyiciliklerin önünü bizim almamız gerekir. Bütün halkın vazifesidir bu; ama din âlimlerinin sorumluluk ve vazifesi çok daha ağır ve önemlidir. Bizim bu mukaddes cihat ve ağır sorumluluğu diğer Müslüman birey -ve kesimlerden- çok daha önce ve fazla üstlenmemiz gerekir. Sahip olduğumuz mevki ve konum, bu işte ilk adımı bizim atmamızı gerektirmektedir. Eğer bu gün bu işleri engelleyip millete ihanet eden iktidardaki hırsızlar, çapulcular ve haram yiyicileri cezalandırabilecek güç ve imkânlara sahip değilsek -bile en azından- bu güç ve imkânları elde etmeye çalışmamız gerekir. Tabi burada hiç olmazsa en asgari vazifemizi yerine getirmek ve hakikatleri söylemeyi ihmal etmeyerek haram yiyicilikler ile yalan, iftira karalama oyunlarını ifşa etmek durumundayız. İktidarı ele geçirdiğimizde sadece ülkenin politikasını, iktisadını ve idaresini düzeltmekle kalmayacak, aynı zamanda bu haram yiyicilerle yalan ve iftira düzenleri kırbaçlayıp hak ettikleri cezayı vereceğiz.

Mescid-i Aksâyı kundaklayıp yaktılar. Şimdi biz; “bırakın Mescid-i Aksâ bu yarı yanmış haliyle öylece kalsın, -İsrail'in işlediği- bu suç izini silmeyin!” diye feryat ederken[7] şah rejimi kalkmış özel hesap açtırıyor, Mescid-i Aksâ'yı yeniden restore edip yaptıracağız diye milletten para topluyor ve bu fırsatı da kendi cebini doldurmak için kullanıyor ve bu arada İsrail'in suç izlerini de ortadan kaldırmaya çalışıyor tabi!

İslam ümmetinin yakasından düşmeyen ve işin bu raddeye varmasına neden olan musibetler bunlardır. İslam alimlerinin bu meseleleri söyleyip anlatmaları gerekmez mi? “Din adamları ve âlimleri onları, günah olan sözleri söylemekten menetselerdi ya!” Niçin haykırmıyorlar? Bu talan, vurgun ve  çapulculuklardan niçin hiç söz etmiyorlar?

Daha sonra: "İsrail Oğullarından kâfir olanlar lanetlendi"[8] ayeti geliyor ki burada konumuza girmediğinden, üzerinde durmuyoruz.

Daha sonra şöyle buyruluyor: "...Gerçekte Allah Tealâ'nın onları -Yahudi din adamlarını- kınamasının nedeni, onların, zalimlerle kötülerin fesat işlemekte olduklarını gördükleri halde buna engel olmamalarıydı."

Yine rivayete göre, bu suskunluğun da iki nedeni vardı:

1- Çıkarcılık ve menfaat,

2- Zillet, alçalış ve horluk;

Ya da hırslı ve tamahkâr insanlardı, zalimlerden maddi çıkarlar sağlıyor ve sus payı alıyorlardı. Veya ürkek ve korkak insanlardı ve zalim egemenlerden çekiniyorlardı...

Ayeti kerimede Allah diyor ki, “insanlardan değil, Benden korkun..." buyrulmaktadır. Evet, Allah onlardan korkmayın buyuruyor. Niçin korkuyorsunuz ki? Sizi hapse atıp sürgüne göndermekten veya öldürmekten başka ne yapabilirler? Bizim evliyamız İslam uğrunda can verdiler, siz de bu gibi şeylere hazırlamalısınız kendinizi.*[9]

Devam edecek…

İmam Ruhullah Musevi Humeyni (r.a)

Derleyen: Seyyid Muhammed Ali İyazi

Gözden geçiren: Ayetullah Muhammed Hadi Marifet

ABNA.İR

---------------------------------------------------------------------- 

[1] — Erivani, Haşiyetu’l Mekasib, c. 1, s. 156, satır. 15; İsfahani, Haşiyetu’l Mekasib, c. 1, s. 214, satır. 9.

[2] — Vesailu’ş Şia’nın c. 3, s. 156’nın nakline göre İmam Hüseyin’in, İmam Ali’nin rivayetine işarettir. Ayrıca: Tuhafu’l Ukul, s. 238. Elbette bir sonraki pasajda daha açıklamalı olarak zikredilecektir. 

[3] —* Kitabu’l Bey’, c. 2, s. 652–653.

[4] — Maide, 78, 79.

[5] — Usul-u Kâfi, c. 1, s. 54; Kitab-u fazlu’l İlm, babu’l bid’et, h. 2.

[6] — Fie-i bağiyeh…” (saldırgan ve baği güruh): Masum İmama itaatten çıkan veya bir grup Müslümana karşı haksız yere savaş açanlara denir. Erdebili, Zubdetu’l Beyan, s. 319; Hurrü Amuli, Vesailu’ş Şia, c. 11, s. 16, 54, 55, kitabu’l cihat, bap. 5 – 24 – 26, ebvab-u cihadu’l aduv, İslamiye baskısı.

[7] — 30 Mordad 1348′de (1970 m.) Siyonistler Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa’yı yaktılar. İmam Humeyni’nin konuşması bazı devletlerin sessizliğine işarettir.

[8] — Maide, 78.

[9] — Velayeti Fakih, s. 95 – 105.