AhlolBayt News Agency (ABNA)

source :
Perşembe

17 Temmuz 2014

13:46:38
624669

Allah’ın eli sıkıdır derler, söylediklerinden dolayı lanetlendiler

Bazen yaratılış alemindeki unsurları etken kabul etmekte ve nimetleri surî (yüzeysel) ve zahirî etkenlere isnat ederek Allah’ın elinin bağlı olduğunu söylemektedir: “Allah’ın eli sıkıdır derler, söylediklerinden dolayı lanetlendiler.” Hakkın tasarruf eli açıktır ve bütün varlık dairesi, hakikaten O’ndandır. Başkasının bu hususta hiç bir etkinliği yoktur. Bütün zuhur âlemi onun nimet ve kudretidir ve onun rahmeti her şeye şamildir. Bütün nimetler O’ndandır, başkası için herhangi bir nimet söz konusu değildir ki velinimet sayılsın. Bütün varlık âlemi O’ndandır ve başkası için herhangi bir varlık yoktur ki herhangi bir şey kendisine isnat edilsin. Ama ne yazık ki gözler kör, kulaklar sağır ve kalpler perdelenmiştir! Bir göz istiyorum ki sebepleri delip geçsin

وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّٰهِ مَغْلُولَةٌ غُلَّتْ اَيْدٖيهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُوا بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِ يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَاء

Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır (sıkıdır) , dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilâkis, Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir.

(Zahiri Unsurların Aksine Allah’ın Hak Tasarruf Eli Açıktır)

Bazen yaratılış alemindeki unsurları etken kabul etmekte ve nimetleri surî (yüzeysel) ve zahirî etkenlere isnat ederek Allah’ın elinin bağlı olduğunu söylemektedir: “Allah’ın eli sıkıdır derler, söylediklerinden dolayı lanetlendiler.” Hakkın tasarruf eli açıktır ve bütün varlık dairesi, hakikaten O’ndandır. Başkasının bu hususta hiç bir etkinliği yoktur. Bütün zuhur âlemi onun nimet ve kudretidir ve onun rahmeti her şeye şamildir. Bütün nimetler O’ndandır, başkası için herhangi bir nimet söz konusu değildir ki velinimet sayılsın. Bütün varlık âlemi O’ndandır ve başkası için herhangi bir varlık yoktur ki herhangi bir şey kendisine isnat edilsin. Ama ne yazık ki gözler kör, kulaklar sağır ve kalpler perdelenmiştir! Bir göz istiyorum ki sebepleri delip geçsin.*[1]-[2]

***

(Allah’ın Elinin Bağlı Olmasının Anlamı, Yaratma İşinden Geri Kaldığı Bir Zamanın Varsayımıdır)

Hudus-u zaman hükmü bir baştan bir başa akıl mahkemesinden sadır edilmelidir, isterse efradı bu taraf ve o taraftan sonsuz ve sınırsız olarak farz edelim. Dolayısıyla eğer böyle dersek, âlemin hudus (sonradan icat edildiği) sabit olur ve her iki kuralı da ihraz edip elde etmiş oluruz. Milyonların ittifak ettiği alemin hudus-u zaman kaidesi hakkında, ittifakın doğru olduğunu söylüyoruz. Diğer taraftan da diyoruz ki isterse rakam onun için sonsuz olsun yine de hudus kendi yerindedir. Budur ki “Devamu’l Feyz ale’l Feyyaz” kaidesi salim kalmış olur ve Yahudilerin sözlerine kulak vermiyor ve:  “Allah’ın eli sıkıdır”[3] demiyoruz. Ki bunun anlamı yani, Allah’ın uyuklama aleminde olduğu yaratma fiilini gerçekleştirmediği bir zaman vardı. Sonradan uyuklama halinden uyanarak kendisine geldi ve bir baktı ki mevcutlar yaratılıyor![4]  

Elbette bu söze kulak verip feyzin kesildiğine kail olunamaz. Zira feyzin kesilmesinin gerektirdiği şey, Allah’ın hudusudur ve ayrıca onun gerektirdiği şey ise Zat-ı Akdes’e imkân cihetinin yol bulmasıdır. Allah bunlardan münezzehtir.*[5]

***

(Âlemin Zamansal Hudusu, Allah’ın Elinin Bağlı Olma Varsayımıdır)

Ancak eğer bu cevheri tabiat âleminin ötesinde, akıl âleminin de olduğunu söylersek, acaba onunun için de zamansal hudusu ispat edebilir miyiz yahut meselen onda zati hudusa kail olabilir miyiz? Bazı muhaddislerden nakledilmiştir: Kame’l İcmau ve’l İttifak mine’l Milliyi nale enne’l Aleme Hadisu’n Zamaniyyu’n.”[6]

(Nazariyenin Tenkidi)

İlk olarak: diyoruz ki: itikadi konularda taabbudun bir veçhi yoktur. Zira sonuç olarak bu icma bizim için bir imamın sözünü keşfederse, “mevzu usul”de değil, ancak “ameli ahkâm”da imamın sözüne taabbud[7]gerekir. Zira mevzu usulde taabbude yer yoktur ve bizim bahsettiğimiz konu ise akli ve itikat konusudur. İtikatta bir şeye akıl tarafından inanç oluşmayana kadar o şeye itikat oluşmaz. Bunu söylemek gerekir ki: amelde taabbud şekil kabul etmektedir, ancak akli itikatlarda değil.

Dolayısıyla bu esas üzerine şöyle denilebilir: Ukalai taabbudiyeler amel makamında, zuhurat ve gayri zuhurat kabilindendir ve itikat makamında zuhur hüccet değildir.  

İkinci olarak: kaim edilen icma, bazı muhaddislerin milletlerden nakline binaen ıtlak edilmiştir. Şöyle ki hak olmayan her şey, zamansal hudusa hadistir. Yani hem tabiat alemini almakta ve hem de gayri tabiat alemine şamil olmakta ve akıl alemi olmaktadır, lakin bu ıtlak şümul esasına göredir. Eğer bizler, bu anlamın aksini delille “ukul” aleminde ispat edebilsek, o ıtlakı akli burhanla, tabiat alemine mukayyet ve mahsur ederdik.

Üçüncü olarak: Bunlara ilave olarak, bu icmanın mebdesinin masumdan bir delil mi, yoksa bir nebinin sözünden sabit olduğu malum değildir. Muhtemelen mütekellimler aklı bazı hakikatlere ermeyen her milletin tevehhüm ve tasavvurlarını tersim etmişlerdir. Örneğin tevehhüm ediyorlardı ki nasıl “la evvele lievveliye” olan bir yaratılmış mevcuda kail olabiliriz, oysa ki bu hak sıfat, haktır ve Onun için şerik kail olamayız. Dolayısıyla Hakka ihtiram olsun ve şirkten kaçmak için diyoruz: Hiçbir şeyin olmadığı bir zamanda Allah vardı. Örneğin yaşlı kadınlardan nakledildiği gibi şöyle diyorlar: Bir varmış bir yokmuş, Allah’tan başka hiçbir şey yokmuş. Halbuki bu sözle “feyzin kabzına” kail olunmuş olunur ve gerçekte şöyle demiş olurlar: “Allah'ın eli bağlıdır (sıkıdır), dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanasılar!”*[8]

***

(Allah’ın Feyzinin Tatil ve Paydos Edildiği Sözünün Yanlışlığı)

Mütekellimlerin sıhhatin kudret ve imkanın muteber olmasına dair sözleri muteberdir. Muteberdirden maksat fiilin amele dönüşmesi için bir zamanın geçmesi[9] şeklinde değildir ve bunlar kudret mefhumunda muteber değildir. Ve: Allah Teâlâ, bir zaman diliminde elleri bağlı bir şekilde oturarak, elini elinin üzerine koymuş ve bir âlem teşkil edilmesinin ve yaratılış alanını genişletmesinin iyi olacağı hayaline kapılmıştır sözü batıldır. Zira bu söz (İşlerin tatil edilmesi ve Allah’ın ellerinin bağlı olmasının anlamı: “Allah'ın eli bağlıdır”[10] sözünü gerektirmektedir, ancak: “Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilâkis, Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir.”*[11]   

***

(Vücut Hakikatlerinde İhtilaf Çıkarmak, Allah’ın Ellerinin Bağlanmasıyla Sonuçlanır)

Mütekellimlerin şüpheleri, kötü yanlışları, sözde filozofların vehimleri ve donuk yalanları sebebiyle sakın ayakların sürçmesin. Onların ticaretinin yakin pazarında hiçbir kârları yoktur. Öncülerin meydanında onların metasının hiçbir değeri yoktur. “Onları bırak kendi düşüncelerine dalıp kalsınlar”[12] ve ilahi ayetleri ve isimleri inkara devam etsinler.”[13] Şüphesiz “hakku’l yakin”den uzaklık azabı onlar için hazırlanmış ve Allah’a yakınlaştırılmışlardan mahrumiyet ateşi onları beklemektedir. Bu yüzden onların bazen (yaratıcı ve yaratıklar arasındaki) irtibatı reddettiğini ve varlıksal hakikatler arasında ihtilafın olduğunu söylediğini görürsün. Allah’ın yaratıklardan kenara çekildiğini kabullenirler. Onlar bu sözlerinin yüce Allah’ın kudret elini bağladığından ve tatile yol açtığından gaflet içindedirler. “Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar!”

Bazen de kargaşalığa düşer ve (Hak Teâlâ’yı yaratıklara) teşbih eder ve Hakk’ın tenzih hakikatinden gaflete düşerler.*[14]  

يَا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الْكَافِرٖينَ

“Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğunu hidayet etmez. (67)”

(Halife Belirlemenin Önem ve Zorunluluğu Risaletle Eş değerdedir)

İslam kanun koyuculukta (yasama) bulunduğu gibi yürütme kuvvetini de belirlemiştir. İslam’da “veliyy-i emr” kanunları uygulama (yürütme) vazifesini de üstlenmiştir. Eğer Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) halife tayin etmeseydi risaletini tamamlamış olmayacaktı. İslam hükümlerinin uygulanma zarureti ve yürütme gücünün gerekliliği ve bunun; insanlığın saadetini temin edecek bir adalet düzeninin kurulması ve (böylece) risalet ve peygamberlik gayesinin tahakkuk bulup gerçekleşmesindeki önemidir ki peygamberin kendisinden sonra bir vasi tayin etmesini risaletin kemal bulup tamamlanmasıyla eş değer saymıştır.*[15]

(Yasaların Yürütmesi İçin Halife Tayin Edilmemesi Risaletin Tamamlanmamasıdır)

Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) halife tayin ederken sırf İslam’ın akaid ve hükümlerini beyan etmesi için değildi, bilakis İslam hükümlerinin icrası ve kanunun iyice yerleşip tespit bulması içindi. Hükümlerin uygulanması ve İslam yapı ve düzenlemelerinin tespiti vazifesi o kadar önemliydi ki Hz. Resulullah (s.a.a) (hitap karar kılınmış) ve risalet ve peygamberlik görevini tamamlamış sayılmayacağı buyrulmuştur. Çünkü dünya ve ahiret saadetlerinin temini için Müslümanlar Hz. Resulullah’tan (s.a.a) sonra da bunu üstlenecek; kanun ve hükümleri uygulayacak, İslamî düzen ve yapılanmaları toplumda hâkim kılacak birine muhtaçtırlar.

Esasen kanun, sosyal yapı ve düzenlemeler bir uygulayıcı ve yaptırımcıya muhtaçtırlar. Dünyanın bütün ülkelerinde ve her zaman böyledir bu; sırf kanun koymuş olmanın hiçbir faydası yoktur. Kanun koyuculuk, insanlığın saadetini temin için tek başına yeterli değildir. Kanun koyulduktan sonra (o kanunu uygulayacak) bir yürütme gücünün oluşması gerekir. Mahkeme ve adliyelerin kanun ve kurallarını icra eden yürütme gücüdür.*[16]

***

(İblağ Emrinin Mevzusu Metin ve Hadisler Şahitliğinde İmamettir)

  1. olmaya ki Kur’an’a (tahrif etmek için) el atmalarından yahut Müslümanlar arasında ihtilaflar şiddetlenir ve İslam’ın sonu gelir korkusuyla imamın ismini Kur’an’da zikretmekten çekinmekteydi. Burada imameti isim ve adla izhar etmede muhafazakârlık ettiği ve münafıklardan çekindiğine dair Kur’an’dan şahit getiriyoruz:

Maide Suresi, 67. Ayet: “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.”

Bu ayet, Ehlisünnetin itirafı ve muteber yollarla Ebu Said, Ebu Rafi ve Ebu Hureyre’den[17] nakledilmesi ve Şia’nın ittifakı ile “Gadir-i Hum” günü (Hz.) Ali b. Ebu Talib’in imametinin tebliği hakkında nazil olmuştur.[18]

Maide Suresi, nazil olan en son sure ve bu ayettir. “Bugün size dininizi kemale erdirdim.” Ayeti kerimesi, Hz. Peygamberin son haccı olan “Veda Haccı”nda nazil olmuştur. Bu ayetin nüzulü ile Hz. Peygamberin vefatı arasındaki fasıla iki ay on günden çok değildir. Hz. Peygamberin o zamana kadar bütün ahkâmı tebliğ ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim Hazretin kendisi Gadir-i Hum hutbesinde buna değinmektedir.

Dolayısıyla bu tebliğin imamet hakkında olduğu malum olmaktadır ve Allah seni koruyacaktır vaadi ise, böyle bir şeyi tebliğ edeceğine delildir, yoksa diğer hükümlerde korku ve tutuculuk yapmasına gerek yoktu.

Bu ayet, bu karineler ve çok sayıda hadisin naklinin vasıtasıyla, malum olmaktadır ki Hz. Peygamber, imametin tebliğinde insanlardan çekinmekteydi. Eğer birisi tarih ve (geçmiş) haberlere rücu ederse, Peygamberin endişesinin yerinde olduğunu anlar, ancak Allah ona tebliğ etmesini emretmiş ve onu koruyacağını vadetmiştir. O da son nefesine kadar tebliğ etmiş ve onun için çaba sarf etmiştir, ancak muhalif grup, işin gerçekleşmesine izin vermemiştir.*[19]-[20]  

***

(Kur’an Tahrifine Kail Olanların Tenkidi)

Eğer Müminlerin Emiri ve Masum evlatlarının isimleri, faziletleri ve onların hilafetlerinin ispatı Kur’an’da olsaydı, öyleyse neden İslam Peygamberi (s.a.a) ömrü şeriflerinin sonunda “Veda Haccı”nda ve Kur’an nüzulünün sonlarında “tebliğ” ayetini insanlara tebliğ etmekten çekiniyordu? Öyle ki bu ayet nazil oldu: “Allah seni insanlardan koruyacaktır.” Ve hangi sebepten Peygamber can vermek üzereyken Hz. Ali’nin (a.s) adını yazmak için kağıt ve kalem istemekteydi? Acaba Peygamber efendimiz kendi sözünün vahiy ve Kur’an’dan daha etkili mi olduğunu sanıyordu?!*[21]-[22]

وَالَّذٖينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا اُولٰـئِكَ اَصْحَابُ الْجَحٖيمِ

“İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince işte onlar cehennemliklerdir. (86)”

(Cehennem Ashabı Olmanın Anlamı)

Fıtrat ehlinin çoğunluğunun tabiatlarına aykırı olarak hareket ederek cehenneme gidecekleri tevehhüm edilmemelidir. Zira her insan, hatta her mevcudun zati olarak, “vücut ve yokluğa” imkanı vardır. İmkân, “kavnu’ş Şey fi vaseti’l cadde” anlamındadır. Şeyin vücut kuvveti ve yokluk kuvveti vardır. Ayrıca başka şeylere de imkânı vardır. Vasat hattında ve kirişte saf kuvvettir. Her yöne meylederse, bu kuvveden meyleder ve fiiliyata dönüştürür, ya “esfelu’d derek” (en aşağı mertebe) ya da “ala mülk” (en yukarı derece) ve melekuta çıkar.

Dolayısıyla insan, mertebelerin tamamı için bil kuvve ve yeteneği olan bir mevcuttur. Allah-u Ahadiyet, onun insani boyutunu muhtelif yeteneklerle donatmıştır. Böylece her ne tarzda isterse hareket etmiş olsun. Ancak Allah-u Ahadiyet, “Hakkı vasatta” olan insan için lütuf ve merhametinin iktizası ile bir tarafın gereçlerini hazırlamış ve onu kendi saadet ve mutluluğuna irşat etmiştir. Lakin muhtar mizaçları ve seçme iradesine sahip olarak, kendisini ya ebedi saadete veya ebedi bedbahtlığa ulaştıracaktır.   

  1. “Onlar cehennem ehlidirler.” Yani onlar kendilerini cehennemle orantılamışlardır.

Sonuç olarak, Allah Teâlâ, her eyleme kabiliyeti olan kuvve ile yaratmıştır. Ancak Allah’ın isimlerinin taallümü olan kamil insanın eylem sebeplerini, onun ihtiyarı için hazırlamıştır. Ancak biz, şeytan isimlerini öğrenmiş ve o eylemden geri kalmışız.

 

يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُوا اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدٖينَ

وَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالًا طَيِّبًا وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذٖى اَنْتُمْ بِهٖ مُؤْمِنُونَ

“Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez. (87), Allah'ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan korkun. (88)”

(Yaşam ve İbadette Teadülün Gereği ve Dünyevi Nimetlerden Yararlanma)

Gözetme, ister ilmi, ister nefsani ve ister ameli riyazet ve mücahadede sâlikin bulunduğu her mertebede kendi halini gözetmesi, nefis ile yumuşak ve dostça geçinmesi ve güç ve kapasitesinden fazlasını ona yüklememesi anlamındadır. Özellikle gençler ve işe yeni başlayanlar için bu, önemli konulardandır. Eğer gençler, nefis ile yumuşak ve dostça geçinmezlerse ve tabii istekleri ihtiyaç ölçüsünce helal yollardan gidermezlerse, telafi edemeyecekleri büyük bir tehlikeyle karşılaşabilirler. Bu tehlikenin nedeni şudur: Bazen nefis, aşırı zorlama ve ölçüsüz kısıtlama sebebiyle kontrolden çıkar ve irade dizginini eline alır. Böylece sıkışan tabii gereksinimler ve ölçüsüz baskıların altında riyazete maruz kalan şehvetin yakıcı ateşi zorunlu olarak alevlenir ve memleketi yakar. Ve eğer Allah korusun bir sâlikin kontrolü elden çıkarsa veya bir zahit iradesiz kalırsa, ebediyyen kurtuluş yüzü görmeyecek ve saadet ve felah yoluna hiçbir zaman dönmeyecek şekilde uçuruma düşecektir.

O halde sâlik, mahir bir doktor gibi sülûk günlerinde kendi nabzını ölçmeli, hallerin gereklerini ve suluk günlerini baz alarak nefse iyi davranmalı, gençlik gururu olan şehvet ateşinin yandığı günlerde tabii istekleri hazlardan tamamen mahrum kılmamalı ve meşru yollar ile şehvet ateşini söndürmelidir. Zira şehveti ilahi emir yoluyla söndürmek, hak yolundaki sülûka tam bir yardım eder. Öyleyse sâlik, ilahi büyük sünnetlerden sayılan buna ek olarak, insan türünün bekasının başlangıcı olan ve ahiret yolu sülûkunda da büyük bir etkisi bulunan nikahlanmayı ve evliliği yerine getirmelidir. Bundan dolayı Allah Resulü (s.a.a), “Evlenen kimse, dininin yarısını kurtarmıştır.”[23] diye buyurmuştur.

Allah Resulünden (s.a.a) nakledilen bir hadiste ise “Her kim ki Allah ile temiz ve arınmış olarak görüşmek istiyorsa, evlenmelidir.”[24] buyurulmaktadır: Hakeza: “Cehennem ehlinin çoğunluğu bekârlardır.”[25]

Bir hadiste Müminlerin Emiri (a.s), şöyle buyuruyor: “Sahabelerden bir grup; kadınları, gündüz yemek yemeyi ve gece uyumayı kendilerine haram kılmışlardı. Ümmü Seleme, bunu Hz. Resulü Ekrem’e haber verdi. Hz. Peygamber (s.a.a) onların yanına geldi ve şöyle buyurdu: “Sizler kadınlardan kaçıyor musunuz? Oysaki ben onların yanına gidiyor, gündüz yemek yiyor ve gece uyuyorum. Her kim ki, sünnetimi yerine getirmekten kaçarsa, benden değildir ve yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler, Allah’ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez. Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helal ve temiz olarak yiyin.”[26]

Ahiret yolu sâlikinin nefsin yöneliş ve yüz çeviriş hallerine riayet etmesi zorunludur. Sâlik, büyük kötülüklerin kaynağı olan mutlak anlamda hazların önünü almaktan kaçınmalı, sulukta ibadet ve ilmî riyazet açısından nefsi zorlamamalı ve onu baskı altına almamalıdır. Bu, özellikle gençlik devresinde ve sülûkun başlangıcında öfkeye ve nefsin nefretine neden olur ve bazen insanı Hakk’ı zikretmekten vazgeçirir. Hadislerde bu manaya bir çok kez işaret edilmiştir; tıpkı İmam Sadık'ın (a.s) Kafi’de yer alan bir hadis-i şerifte şöyle buyurması gibi: “Ben, gençlik döneminde ibadet etmede ciddiyet ve çaba gösteriyordum ve babam bana şöyle dedi: Ey oğul! Bundan daha az ibadet et; zira Allah azze ve celle, bir kulu sevdiğinde, az bir ibadet ile kendisinden razı olur.”[27]

Diğer bir hadiste de bu içeriğe yakın bir ifade vardır.[28]

Kafi’de yer alan bir hadiste İmam Muhammed Bakır (a.s), Hz. Resulü Ekrem’den (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Bu din sağlam bir dindir; ona içtenlik ve yumuşaklık ile yönel ve kulları Allah’a ibadetten nefret ettirme. Ne yol kat eden ve ne de bineğine binilecek bir sırt bırakan aşırı bir binici gibi olmayın.”[29] Bir başka hadiste ise şöyle buyurulmaktadır: “Nefsini, Rabbin ibadetinden nefret ettirme”*[30]-[31]

Devam edecek…

İmam Ruhullah Musevi Humeyni (r.a)

Derleyen: Seyyid Muhammed Ali İyazi

Gözden geçiren: Ayetullah Muhammed Hadi Marifet

 ----------------------------------------

[1] — Mesnevi, beşinci defter, s. 789.

[2] —* Kırk Hadis Şerhi, s. 345–346.

[3] — Maide, 64.

[4] — İslam Filozoflarının sözleri “Mümkün vücutların zati hudusları” ve onların yokluğa önceliklerinin ispatı konusundadır. Ancak bu sözün anlamı Allah’ın yaratma ve feyiz işine son verdiği ve Allah’ın feyzi olmadığı bir zamanın olduğu değildir. Allah, her daim yaratma işindedir. Bu yönden varlıkların her birinin zamani hudusları vardır, ancak âlemin zamansal kıdem ve geçmişi vardır, aksi taktide Allah’ın bir şey yaratmadığı ve öylecene âlemde bir şey yapmadan kaldığı anlamı doğar. Dolayısıyla, icat edilen, ortaya çıkarılan, kâinatın her birine ihatesi olan ve tüm varlık küresini kuşatan sonsuz alimdir. Bu konuda Bkz. Takriratı Felsefe, c. 1, s. 60-124.

Yahudilerin inançlarının tenkidi için ayeti kerimeden istidlal etmenin iki yönü vardır, birincisi Allah mevcudatı yarattı ve onları başıboş bırakmadı, diğeri ise Allah’ın bir şeyi yaratmadığı bir zamanın olması ve sonra âlemin yaratma işiyle meşgul olmasının bir anlamı yoktur. Bu konuda Bkz. Feyzi Kaşani, Aynu’l Yakin, s. 47.

[5] —* Takriratı Felsefe, c. 1, s. 106–107.

[6] —Tüm milletlerin akidesi âlemin olmadığı ve sonradan icat edildiği bir zamanın var olduğudur.” Bu nazariyeye sıkı bir inancı olan ve icma iddiasında bulunanlardan birisi Biharu’l Envar’ın “es-Sema ve’l Âlem” kitabında dile getiren Merhum Allame Meclisi’dir. Bkz. Biharu’l Envar, c. 54, s. 233–234 ve 238.

[7] —Taabbüdî, “ibadetleri hikmet ve faydalarını düşünmeksizin sadece Allah’a kulluk etme niyetiyle kabullenmemiz gereken ve delile ihtiyaç duymayan şey demektir.

[8] — Bu istidlalin takriri şu şekildedir ki zati hudusla, zamansal hudus arasında yanlışlık yapmışlardır. Eğer mümkün mevcutların illete ihtiyaçları varsa bu, tüm âlemin tamamında bu feyzin mebdesinin olduğu anlamına gelmemektedir, bilakis Allah’ın, ıtlak üzere feyyaz vücudu vardır ve feyzi daimdir ve dolayısıyla zaman zarfında Allah’ın feyzinin olmadığı bir zaman farz edilemez, yoksa Allah’ın elleri bağlı ve sıkı olması gerekir. 

[9] — Bkz. Şerh-i Mevakif, c. 8, s. 49; Şerh-i Mekasid, c. 4, s. 89; Şevariku’l İlham, s. 500.

[10] — Maide, 64.

[11] — Takriratı Felsefe, c. 1, s. 154.

[12] — En’am, 91.

[13] — “Allah’ın âyetlerini inkâr etmekte olanlar, işte böyle döndürülürler.” (Mu’min, 63) ayetinden iktibas.

[14] —* Misbah’ul Hidaye ile’l Hilafeti ve’l Velayet, s. 15.

[15] —* Velayeti Fakih, s. 15.

[16] — Aynı kaynak, s. 17.

[17] — Bkz. Hasakani, Şevahidu’l Tenzil, c. 1, s. 187, h. 243–249; Suyuti, ed-Durru’l Mensur, c. 2, s. 298, ayetin zeyli; Vahidi, Esbabu’n Nüzul, s. 115, ayetin zeyli.

[18] — Bkz. Emini, el-Gadir, c. 1, s. 214, Beyrut baskısı, Meclisi, Biharu’l Envar, c. 37, s. 113 ve sonrası.

[19] — Biharu’l Envar, c. 37, s. 115, 123, h. 16, s. 140, h. 33, s. 141, h. 34.

[20] —* Keşfu’l Esrar, s. 130–131.

[21] — Dolayısıyla bunun kendisi Kur’an’da Masum İmamların adlarının açık bir şekilde gelmediğine ve Kur’an’ın tahrif olduğunu ve İmamların adlarının silindiğini iddia edenlerin delillerinin çürük olduğuna delildir.

[22] —Envaru’l Hidayet, c. 1, s. 246–247.

[23] — Bkz. Vesailu’ş Şia, c. 20, s. 17, ha 12. Biharu’l Envar, c. 100, s. 220, Kitabu’l Ukud ve İkaat, Ebvabu’n Nikâh, Bap. 1, hadis. 14, Şeyh Tusi’nin Emali’si, c. 2, s. 132’den nakledilmiştir.

[24] — Bkz. Vesailu’ş Şia, c. 20. S. 18, hadis, 15; Aynı kaynak, h. 18.

[25] — Vesailu’ş Şia, c. 20, s. 15, Kitabu’n nikâh, bap. 2, h. 6.

[26] — Aynı kaynak, h. 8.

[27] — Bkz. Kâfi, babu’l İktisad fi’l İbadet,  c. 2, s. 86, h. 4.

[28] — Usul-u Kâfi, c. 2, s. 86–88, “Kitabu’l İman ve Küfr”, Babu’l İktisad fi’l İbadet, h. 1, 2. 4 ve 5.

[29] — Usul-u Kâfi, Aynı bap, h. 1.

[30] — Aynı kaynak, h. 1.

[31] — Adabu’s Salat, s. 25–27.