AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA
Pazartesi

21 Temmuz 2014

11:53:09
625607

İslam Açısından Evliliğe Kadar Eş Seçimi Süreci

Sosyologlar iki tür toplumu birbirlerinden ayırmaktadır: “Bireyci toplumlar” ve “Toplumcu toplumlar”. Evlilik için görücülük ve kız isteme konusuyla ilintili olarak bu iki tür toplum arasında sosyologlar açısından öneme haiz olan iki derin fark bulunmaktadır. Birinci fark, gençler için eş seçiminde ebeveyn ve öteki yakınların rolü, diğer fark ise bu toplumun aşk olmadan yapılan evliliğe bakış açısında kendisini göstermektedir.

Eş Bulma

Sosyologlar iki tür toplumu birbirlerinden ayırmaktadır: “Bireyci toplumlar” ve “Toplumcu toplumlar”. Evlilik için görücülük ve kız isteme konusuyla ilintili olarak bu iki tür toplum arasında sosyologlar açısından öneme haiz olan iki derin fark bulunmaktadır. Birinci fark, gençler için eş seçiminde ebeveyn ve öteki yakınların rolü, diğer fark ise bu toplumun aşk olmadan yapılan evliliğe bakış açısında kendisini göstermektedir.

Toplumcu toplumlarda, ebeveyn ve aile büyükleri genellikle çocukları için eş bulma ve eş seçme girişiminde aktif bir rol üstlenmekte ve belki de evlenmek isteyen gençlerin alaka ve isteğine o kadar da önem vermemektedirler. Bu yaklaşım tarzı daha çok geniş aile modellerinin yaygın olduğu ve evliliğin damat ve gelinin aile ekonomisi ve sosyal durumunu muhtemelen etkisi altına alacak toplumlarda görülmektedir. Bu tür toplumlarda evlilik gerçekte, iki akraba grubu arasında bir çeşit muameledir ve sonuçta genç çiftler arasında karşılıklı aşk o kadar da ehemmiyete haiz değildir yahut bir mihverliği yoktur, bilakis batılı idenin evlilik temeli aşkı reddetmekte ve yalnızca evlilikten sonra eşler birbirlerine ilgi duyabilir veya muhtemelen birbirlerinden nefret edebilirler. Bu tür toplumlarda, erkeğin aile büyükleri ve özellikle ebeveynler tüm yönleri göz önünde bulundurarak bir kız seçer ve onu istemek için ebeveyninin ya da aile büyüğünün yanına giderek bir çok toplumda bulunan kendisine has adabıyla kızı ailesinden ister. Ebeveyn, gelinlerini seçtiğinde kızın karakter, mizaç, boyun eğme, ev becerileri, din ve fiziksel özelliklerine vurgu yapar. Kızın ailesi de evlilik teklifini kabul etmek için, damadın ailesinin sosyal ve ekonomik konumunu, damadın eğitim düzeyini ve kazanç elde etmedeki becerilerini göz önünde bulundurur. (Taylor, etel, 2000: 251)

Batılı uluslarda kendisini bariz bir şekilde gösteren “Bireyci Toplum”, eş seçiminde başka bir model ortaya koymaktadır. Bu modelin temel özelliklerinden birisi, ebeveynlerin gençlerin ve özellikle kızların eş bulmadaki gözlem ve karar alma rollerini gözle görülür bir şekilde azalmaktadır. Eş seçiminde ebeveynlerin rolünün düşmesi ile çocukların bağımsızlık rolü artış kaydetmiştir. Bu süreç yirminci yüzyılın ilk yarısından bugüne kadar önceki dönemlere oranla hızla ivme kazanmıştır. Ebeveynlerin gençlerin eş seçimindeki nezaretleri hakkında 1940’ların sonlarında Ohio üniversitesinde okumuş evli bazı kadınlarla yapılan bir ankete göre üniversiteli bu kadınların ilk kuşaklarından % 31’i ebeveynlerinin onlarla evlenen eşlerine muhalefet ettiklerini, aynı şekilde ikinci kuşak kadınların % 45’inin, üçüncü kuşak kadınların ise % 55’i ebeveynlerinin itiraz ettiklerini belirtmişlerdir. (Shorter, 1977: 162–163)

Batılı modelin bir diğer özelliği ise eş seçimi ve evlilik, toplumun genel kanısına göre “romantik aşk”a dayalı olmuştur. Robertson,[1] romantik aşkın açıklaması hakkında şunları yazmaktadır:

Bu tür aşklar, sizin anne ve babanıza yahut bir hayvana duyduğunuz aşktan farklıdır. Bu aşk hem fiziksel ilgiyi taşımakta, örneğin kalbin çarpması ve cinsel çekim ve hem de ruhsal ilgiyi taşımaktadır, örneğin bir şeyin sosyal yahut ekonomik tehlike ve sonuçlarını düşünmeden bir kişiye kuruntulu bir şekilde yönelmek. (Robertson, 1374: 322) Hiç kuşku yoktur ki tarih boyunca tüm toplumlarda romantik aşklar bulunmaktaydı, ancak genel olarak göreceli ve istisnai bir hâlete sahipti ve evliliklerin çoğunda önemli bir rol oynamamaktaydı. Buna karşın Batılı toplumlarda, aşk evliliğin ön şartı unvanı ile umumi bir yön elde etmiş ve has bir biçim ve özel bir kültürel anlam elde etmiştir. Romantik aşkı, yeni bir fenomen olarak ele almak mümkündür. (Hendrick and Hendrick, 1992: 24)

Kephart,[2] 1967 yılında Amerika’da kız ve erkek üniversite öğrencilerden oluşan 1000 kişiyle aşk ve evlilik üzerine bir araştırma yaptı. Yüz yüze görüşülen bu ankette öğrencilere şu soru yöneltildi: “Eğer bir kız ve erkekte sizin aradığınız tüm özellikler olur, ancak ona karşı herhangi bir aşk beslemeseniz onunla evlenir misiniz?” başka araştırmacılar 1967 ve 1984 yıllarında aynı soruyu Amerika’nın yeni kuşak öğrencilerine yöneltmiştir. Aşağıdaki şemada gözler önüne serilen bu araştırmanın sonuçlarına göre Batılı gençler ve özellikle kızlar arasında romantik duygu ve tutumlarda büyük bir artış gözlenmiştir. 1984 yılında erkeklerden yaklaşık % 84’ü, kadınlardan % 85’i –az bir farklılıkla- kendilerine yöneltilen soruya olumsuz cevap vermişlerdir. (Taylor, etal, 2000: 249)

Ele alınan konunun norm, yani evlilik için aşkın temel alınmasını olumlu ya da olumsuz fonksiyonlarına göre değerlendirmek mümkündür. Onun olumlu fonksiyonu, cinsel dürtülerin yalnızca evlilik yoluyla tatmin edilmediği batının günümüz dünyasında, bireylerin romantik aşk ve zorunlu evlilik rüyalarına razı olması mümkün olabilir. Amerikalı sosyologlardan birinin dediğine göre:

Yeni dünyada, bireyler evlilik yapma veya yapmama konusunda daha çok seçme hakkına sahiptirler. Bir ferdin ömrü boyunca bir başka kişi karşısında kendisini müteahhit bildiği bir sözleşme, zorunlu olarak kuruntu verici bir öneri olmayacak, bilakis güllerle dolu bir yataktan ziyade daha çok bir çeşit dizgin gibi kalacaktır. Hayali aşk duygusu olmadan, birçok insanın evlenmek için bir motivasyonunun kalmaması muhtemeldir. (Robertson, 1374: 323)

Muhtemelen bu aşkın, kitaplarda, dergilerde, kasetlerde, sinema ve televizyon filmleri gibi tüm medya yayın organlarında reklam ve propagandası yapıldığından böyledir. Ancak romantik evliliğin olumsuz yönü, evliliklerin istikrarlı olmamasına ve boşanmaların artışına neden olmaktadır. Genel araştırmacılara göre, romantik aşk genç erkek ve kızlar arasında karşılıklı güçlü çekime neden olsa da bu tür evliliklerin genel olarak uzun bir ömrü bulunmamaktadır. İlk dönemlerdeki heyecanı kaybolduktan sonra, böyle bir aşkla temeli atılan evlilik ilişkisinin de sarsılmasını ve birbirinden ayrılmalarını beklemek gerekir. Dolayısıyla, romantik aşk asla ortak bir yaşamın devamını garanti edemez. (Taylor, etal, 2000: 251)

Gelişmekte olan ülkelerin bir çoğunda, örneğin çağımız İslami toplumlarında şehir ve endüstriyel hayat, sosyal çehreyi ve geleneksel bir takım normları alt üst etmiştir, geleneklerden ve moderniteden kaynaklı modelle şekillenen eş seçimine şahit olmaktayız. Bu toplumlarda, gençler eş seçiminde aktif bir rol oynadıkları gibi ebeveynlerin de bunda önemli bir payları vardır. Genel olarak gençlerin ilk tanışıklıkları ve birbirlerine gönül verdikleri yerler ilk etapta, iş yerleri, eğitim kurumları vb. gibi sosyal çevrelerde gerçekleşmektedir. Bir sonraki merhalede erkek, anne ve babasına konuyu açar ve onlar da gerekli araştırma ve değerlendirmeyi yaparlar, eğer kız ve ailesini beğenirlerse, kızı isteme girişiminde bulunurlar, aksi takdirde, öğüt ve nasihat yollarıyla oğullarını evlenmek istediği kızdan vazgeçirmeye çalışırlar. Dini ve kültürel değerlere odaklı bu tür bütünleyici toplumlar çocukları, anne ve babanın emirlerine uymakla muvazzaf kılmaktadır. Onlara muhalefet etmek çocuklar için kötü psikososyal sonuçları beraberinde getirmektedir. Aynı şekilde anne ve babaya muhalefet etmek evlilik konusunda onların maddi destek ve yardımlarından mahrum kalma tehlikesini de taşımaktadır. Gençler bu mali desteği kaybetmemek için, genellikle imkân ölçüsünde anne ve babalarının görüşlerine muhalefet etmemeyi tercih etmektedirler. Tüm bunlara rağmen, ebeveyn ve çocukları arasında bu konuda gerginliklerin yaşanması uzak bir ihtimal değildir. 

İslam açısından gençlerin eş seçimi konusunda özgür oldukları tekit edilmiştir. Çeşitli hadislerden açık bir şekilde istifade edilmektedir ki İslam, bu özgürlüğü –ister kız olsun isterse erkek- gençler için resmi olarak tanımıştır; numune olarak rivayetlerden birine göre, bir kişi İmam Cafer Sadık’a (a.s) şöyle der: Bir kızla evlenmek istiyorum, ancak anne ve babam başka bir kızı benimle evlendirmek istiyor. İmam Cafer Sadık efendimiz (a.s) şöyle buyurur: “Kendi hoşlandığın kızla evlen, anne ve babanın istediği kızı da terk et!” (Vesilu’ş Şia, c, 14: 22) Elbette bakire kız konusunda bir takım muarız ve zıt hadislerden dolayı, bir çok fakih bazı sınırlamalara kail olmuş ve bakire kızın evliliğini babanın rızayet şartına bağlamıştır, ancak her takdirde ister bu şartı farz ve isterse rüçhan ve öncelikli bilelim bu, hiç şüphesiz genç kızların çıkarlarını korumak için konulmuştur, zira İslam’ın benimsediği sosyal düzen, toplumun genel sağlığını korumak için, erkek ve kadınlar arasında sosyal etkileşimi sınırlayacak bir takım sınırlamalar koymuştur. Bu durum, evlilik öncesi karşılıklı tanışıklığın azalmasına neden olabilir. Bunları ve gençlerin karşı tarafa karşı duygu ve heyecanlarına yenik düşebilecekleri düşüncesini göz önünde bulunduracak olursak, genellikle bu konuda doğru ve gerçekçi bir değerlendirme yapamamaktadırlar. İslam, eş seçiminde yakınları işin içine katarak bu yolla, bu eksikliği bir hadde kadar gidermeye çalışmaktadır. İslam’ın bakire kızlar konusunda daha çok ihtimam göstermesinin nedeni, onların hadise ve problemler karşısında daha çok zarar görebilme ihtimalindendir. (Bkz. 4. Bölüm, Bilinçli Seçim ve İsteğe Bağlı Evlilik)

Dolayısıyla İslam modeli, hatta modern toplumların gereksinimleriyle bile orantılı bilinebilir, zira aşırı bireyci ve sübjektif romantizmin olumsuzlaşmasıyla, gençlerin eş seçimindeki özgürlüğü ile anne ve babaların maslahatçı nezaretlerinin kombinasyonunda hiçbir engel yoktur.[3]    

Evlilik Teklifi

Eş seçimi gerçeklerinden birisi de şayet tüm geçmiş ve şimdiki toplumları da içine alacak kadar kapsayıcı olan evlilik teklifinin genel olarak erkekler tarafından gerçekleştirildiği konusudur. Bunun kökeni nedir? Bu sorunun yanıtı hakkında söylemek gerekir ki doğal cinsiyet farklılıkları, bu konuda biyolojik faktörlerin bir hadde kadar dehalet ihtimalini takviye etmektedir, zira erkek ve kadınlarda karşı cinse eğilimin aynı şekilde olmadığında kuşku yoktur, bilakis iki farklı eğilimle – motivasyon yahut aktif eğilimli; kabul edici yahut pasif eğilimli- karşı karşıyayız. Öte yandan, bu farkları yalnızca sosyal öğrenim faktörüne bağlamak yeterince ikna edici görülmemektedir, zira insanlar arasında eş seçimi konusunda önemli bir benzerliği olan hayvanlar arası çiftleşme olgusu incelendiğinde, bu gerekçenin itibarını şüpheye düşürmektedir. (el-İkad; el-Mer’et-u fi’l Kur’an) Üstat Şehit Mutahhari, biyolojik ve psikolojik yönü birleştirici içeriye sahip analizinde şunları söylemektedir:

Geçmişten günümüze kadar erkekler kız istemeye kızların yanına gider ve onlardan eşleri olmalarını isterlerdi. Bu, kadınların saygınlık ve haysiyetini korumak için en büyük faktördür. Doğa, erkeği zahir talep, aşk ve talep edici, kadınları ise istenilen ve maşuk olma üzerine karar kılmıştır. Kadının tabiatını gül, erkeği bülbül, kadını mum erkeği kelebek karar kılmıştır. Bu, yaratılışın hekimce ve şaheser tedbirlerinden biridir. Erkeğin içgüdüsünde ihtiyaç ve talep, kadının içgüdüsünde ise naz ve cilve karar kılınmıştır. Kadınının zayıf fiziksel özelliklerini, erkeğin güçlü fiziksel özelliklerinin karşısında bu vesile ile telafi etmiştir. Erkeğin peşi sıra gitmek, kadının haysiyetine aykırıdır. Erkek için bir kadına evlenme teklifinde bulunup reddedilmek ve sonra başka bir kadına evlenme teklifinde bulunmak ve yeniden reddedilmek ve bilahare sonunda evlenme teklifini kabul eden bir kadın bularak onunla evlenmek erkek için tahammül edilir bir şeydir, ancak sevgili ve maşuk olmak isteyen bir kadın tüm varlığına egemen olması için erkeğin kalbini dönüştürecek kadın için bu, tahammül edilir bir şey değildir ve bir erkeğe evlenme teklifinde bulunarak ve muhtemelen reddedilerek başka bir erkeğin peşi sıra gitmek kadının içgüdülerine aykırıdır. (Mutahhari, 1369: 47)

Tüm bunlara rağmen, kültürel faktörlerin rolünü, biyolojik-psikolojik yahut tersi farklılıkları belirginleştirip netleştirerek, bu farklılıkların etkisini azaltıp gizleyerek görmezlikten gelmemek gerekir. Kadınların hayâ ve iffetini genel bir norm unvanı ile tekitle kabul eden kültürlerde, evlenme teklifinin kadınlar tarafından gündeme gelmesi çok düşük bir ihtimaldir. Bazı yerlerde kadın da dolaylı olarak, erkeği kendisine doğru çağırmaktadır, bunun anlamı doğrudan ve aracısız olarak onunla evlenmek istiyor değildir. Öyle anlaşılıyor ki çağdaş Batı toplumlarında hayâ ve iffet değerleri büyük ölçüde azalmıştır ve öte yandan, eşit evliliklerin talep edilmesi ivedilikle artış kaydetmiştir. Geleneksel evlilik gelenek ve görenekleri büyük ölçüde ehemmiyetini yitirmiştir. Her ne kadar eş seçimi konusunda geçerli olan olguların araştırılmasında ve hatta evlilik çatısı altında gerçekleşmeyen mülakatlarda, erkeklerin önceden olduğu gibi ilişkileri başlatarak evlilik teklifinde bulunma özelliğini aynı şekilde koruduklarını ortaya koymuştur.

Dikkati çeken bir başka nokta ise, İslam dini metinlerinde bu gelenek hakkında doğrudan ve net bir tavsiyede bulunulmamıştır. Kadınların evlilik teklifinde bulunmaları da kınanmamıştır. Buna rağmen, din büyüklerinin mezkûr geleneği teyit etmeleri bir öncelik olarak önümüzde durmaktadır.

Evlilik Akdi

Evlilik ilişkisinde örf, yasa ve din üç meşru kaynaktır. Neredeyse tüm toplumlarda din ve örf, kendisine has gelenek ve prosedürleri ile evlilik konusuna müdahale etmekte ve bu ikisi olmadan, evlilik anlam ve önemini yitirmektedir. Çağdaş toplumlarda din ve örfe ek olarak, yasalar da evliliklere müdahale etmektedir; sonuçta şeri akdin icrasına ek olarak, resmi dairelerce de kaydedilmeli ve erkek ve kadına evlendiklerine dair bir belge veya evlilik cüzdanı verilmelidir. Elbette dini toplumlarda, bu belge onun meşruluk faktörü değil, yalnızca evliliğin resmi belgesidir, bundan dolayı şeri değil, sadece medeni bir boyutu vardır. Dolayısıyla bazen özellikle köy bölgelerinde, kız ve erkekler yasal yaşlarına ermeden önce şeri yolla evlenmekte ve bir süre sonra evlilikleri yasal olarak gerçekleşerek resmiyet kazanmaktadır. (Ferhat, 1372: 32)

Üzerinde durulması gereken bir diğer nokta ise, evlilik akdi ve sözlenmenin yapıldığı dönem, yani evlilik akdi ve düğüne kadarki zaman aralığı dilimi geleneğe bağlıdır. İslami hadislerde, evlilik akdi (sözlenme) ile düğüne kadarki aralık dönemi hakkında has bir tavsiye göze çarpmamaktadır, ancak öyle anlaşılıyor ki günümüz şart ve koşullarında birçok faktör, evlilik akdi döneminin ehemmiyet bulmasına sebep olmuştur. Bir taraftan, genel olarak geri kalmış veya gelişmekte olan ülkeler statüsünde bulunan Müslüman toplumların ekonomik sorunları, yüksek orandaki genç çiftlerin belli bir süreliğine kadar düğün merasimini düzenleyecek ve yeni bir hayata başlayacak bir durumları olmadığından, az bir masraf gerektiren evlilik akdi ile şeriat hükmü, yasalar ve örf gereği birbirlerinin eşi olmaktadırlar. Böylelikle bir yandan uygun bir eş bulma kaygısı olmadan cinsel dürtü ve baskılardan kurtulmuş olacak ve diğer yandan düğün masraflarını tedarik etmek, ev ve yaşam için gerekli araçları temin etmek için bir zaman kazanmış olacaktır. 

Öte yandan kız ve erkeklerin evlilik öncesi karşılıklı tanışıklıklarını belli bir hadde kadar kısıtlayan şeriat, kanun ve örfü sınırlamalar, evlilik akdini (sözlenme veya nişanlılığı) çiftlerin birbirlerinin karakter ve ahlaklarını daha iyi tanımak için zorunlu bir döneme çevirmiştir. Her ne kadar bu dönemde de çiftlerin ayrılma kararı almaları her iki taraf için kötü sonuçlar doğursa da, aile teşkil edildikten ve özellikle çocuk sahibi olunduktan sonraki boşanmaların sonuçları ile kıyaslandığında, anlaşamayan çiftlerin çoğunluğu ve aileleri, evlilik akdindeki boşanmayı ona tercih etmekte ve bunu daha kabul edilebilir bilmektedirler. 

Düğün Merasimleri

Çoğu kültürlerde düğün merasimleri evliliğin zirvesi olarak kabul edilmektedir. Bu merasimle birlikte yeni çiftler resmi olarak müşterek bir hayata başladıklarını başkalarına ilan etmektedirler. Bu merasimler her yerde oldukça eğlenceli ve coşkulu bir şekilde düzenlenmektedir ve insanlar en yeni ve gösterişli elbiselerini giyerek ona katılmaktadırlar. Düğün merasimlerinin önemi onun sosyal fonksiyonlarında yatmaktadır. Bu meresimler, genç çiftlerin hayatlarındaki atıf noktası bağlamında tekit edilmekte, evlilik bağının göreceli istikrarı, mutluluğu izhar etmek, dostluk ve akrabalık bağını takviye etmek ve her türlü meşruiyet şaibelerini ortadan kaldırmak için evliliği umumi olarak ilan etmek, bu fonksiyonların en önemlilerindendir. İslam’da da bu fonksiyonlar ve özellikle son fonksiyon has bir öneme sahiptir. Bu doğrultuda, yemek vermek (velime) gibi gelenekler tavsiye edilmiştir. (Vesilu’ş Şia, c. 14: 65)

Böyle düşünülebilir ki her ne kadar muayyen bir toplumda, evlilik öncesi cinsel ilişkiler kontrol altına alınır ve kısıtlamalarla karşı karşıya kalınırsa, düğün şenlikleri de o oranda daha önemli bir konuma yükselir. Bununla birlikte, cinsel özgürlüklerin benzersiz olduğu ve erkek ve kızların ilk cinsel deneyimlerinin evlilik dairesi içinde nadiren görüldüğü ve hatta çok sayıda kızın kendi düğünlerine çocuk sahibi olarak gittikleri modern batı toplumlarında bile henüz gençler ve özellikle kızlar düğün merasimlerine özel bir önem vermektedirler. (McRAE, 1999: 181)

Düğün merasimlerinin, kültürel ve iklim koşullarından kaynaklı olarak bazı has zamanlarda çok, bazı zamanlarda az ve bazı dönemlerde de hiç yapılmaması mümkündür. Bundan dolayı, düğün merasimlerinin düzenlenip düzenlenmemesi açısından zaman çok önemlidir. Örneğin köylerde doğal koşullar ve halkın işleri gereği iş ve çalışmanın köylüler için yoğun olduğu yılın sıcak aylarında, düğünler daha az yapılmakta ve onların nispeten dinlendikleri dönem olan sonbahar ve kış aylarında düğünler daha çok düzenlenmektedir. Aynı şekilde, İran gibi Şii Mezhebine mensup bir İslami ülkede, evlilikler, Hz. Resulü Kibriya Efendimizin (s.a.a) peygamberlikle şereflendiği Bi’set günü veya doğum gününde, Masum İmamlar (a.s) ve Hz. Fatıma Zehra’nın (s.a) doğum günlerinde ve ayrıca öteki dini ve milli kutlamaların yapıldığı günlerde düzenlenmektedir. Buna karşın, başta bu masumların olmak üzere şehadet ve ölüm günleri olan hüzün ve matem günlerinde evlilikler en düşük seviyesine gerilemektedir.  

Mehir ve Çeyiz

Bir çok kültürde, evlilik bağı, mal ve eşyaların mübadele edilme sistemini de taşımaktadır. Çin ve Japonya gibi şark ülke kültürlerinde daha çok görülen mehir, İslami toplumlarda ve bir çok Afrika milletlerinde de yaygındır. Damadın evlilik sırasında geline yahut ailesine takdim ettiği veya başka bir zamanda vereceğine dair söz verdiği belli bir miktarda paradır. Antik çağda bazı toplumlarda, damadın gelinin ailesi için belli bir süre çalışarak hizmette bulunması mehir geleneği idi. Kur’an-ı Kerim’de nakledilen Hz. Musa’nın (a.s) Hz. Şuayp (a.s) peygamberin kızı ile evlilik öyküsü bu konuya işaret etmektedir. (Kasas, 27)

İslam hukuk sistemi öteki hukuk sistemleri ile mukayese edildiğinde İslam, mehir geleneğini kabul etmiş bunun yanı sıra, gelini malın (mehirin) kayıtsız şartsız sahibi bilerek, ailesi için mehirden bir payın ayrılmasına kail değildir. Her ne kadar yoksul ailelerde gelinin babası mehirden daha çok pay alsa da, bu böyle bilinmiştir. Aynı şekilde bazı Afrika toplumlarında yaygın olarak görülen gelenek gereği gelin, eşi ile artık yaşamak istemezse gelinin ailesi mehiri geri vermekle yükümlü tutulmaktadır.  Bu İslam’a aykırı bilinmekle birlikte İslam sisteminde mehir, kadın için kesin bir mal olarak telakki edilmiş ve eşin ölmesi veya boşanması durumunda mehire etki bırakmaktadır.

Sosyologların analizlerinde, genellikle mehirin sosyal fonksiyonlarına örneğin talak veya eşinin ölümü durumunda kadını ekonomik olarak garanti altına almak ve evliliğin sebat ve güvenliğini arttırmak için tekit edilmektedir. Çünkü zorunlu durumlarda onu (mehiri) kocasına karşı bir koz olarak kullanması mümkündür. (Goode, 1964: 42–43)

Bu tür analizler gerçekte faydasız değildirler, ancak öyle anlaşılıyor ki mehir konusunda eksik bir yaklaşım söz konusudur. Mehirin ölçü ve kriterlerini anlatan İslami ayet ve hadislerden anlaşıldığı kadarıyla İslam, mehir geleneğini bahsedilen sosyal fonksiyonlarını temel alarak imzalamamaktadır, çünkü bu fonksiyonun tahakkuk bulması için hatırı sayılır bir miktarda paranın kadının uhdesine geçmesi gerekir, oysa mehir miktarının yüksek olması bazı hadislerde kınanmış ve bazı diğer rivayetlerde hatta kadına Kur’an’dan bir sure öğretmek bile mehir olarak kabul edilmiştir. Bunların ekonomik olarak bir değeri bulunmamaktadır. (Vesailu’ş Şia, c. 15: 9-12) Dolayısıyla, mehir konusunun açıklamasında ve en azından İslam’da mehir konusunda başka konuları da dikkate katmak gerekir. Şehit Mutahhari, evlilik önerisi konusunda olduğu gibi bu konuda da, fıtri ve psikolojik faktörlerin rolünü daha öncelikli bilmektedir. Şehit bu konuda şöyle demektedir:

Erkek, (cinsel) içgüdüler karşısında kadından daha zayıftır. Bu hususiyet her zaman kadına, erkeğin peşi sıra gitmeme ve ona çabucak teslim olmama fırsatını vermiştir. Bunun aksine, erkeği kadına ihtiyaç duyduğunu izhar etmeye zorlamakta ve onun rızasını kazanmak için girişimde bulunmaya sevk etmektedir. Bu girişimlerden biri de onun rızasını kazanmak ve kararına saygı adına bir hediye vermektir…

Kadın, fıtri ilhamla izzet ve onurunun kendisini erkeğin ihtiyarına bedava bırakmamakta olduğunu anlamış ve tabiri caizse kendisini ucuza satmamaktadır. Bütün bunlar kadının tüm fiziksel güçsüzlüğüne rağmen erkeği kendi eşiğine getirmeyi başarmasına neden olmuştur… Kadın erkekle evlenmeyi kabul ettiğinde ondan hediye ve peşkeşi de onun sadakat nişanesi olarak kabul eder. (Mutahhari, 1369: 233)

Buna rağmen, mehirin kız isteme âdetinin şekillenmesinde fıtri ve psikolojik faktörlerin etkisinin daha çok belirsizlik taşıdığını kabul etmek gerekir ve birçok toplumda olmayan mehir geleneği, bu âdetin şekillenmesinde kültürel faktör mihverinin rolünü ortaya koymaktadır.

Çeyiz geleneği de mehir geleneği gibi birçok toplumda yaygındır. Gelinin ailesi, bir miktar para, mal, eşya ve özellikle bazı ev gereçlerini çeyiz unvanı ile damadın evine göndermektedir. Burada da bazen çeyizi alanlar açısından çeşitli kültürel farklılıklarla karşı karşıyayız. Halbuki bir çok kültürde, çeyiz doğrudan gelin ve damadın ihtiyarına bırakılmaktadır, Avrupa’nın bazı köy bölgelerinde, çeyiz damadın babasının ihtiyarına konulmakta ve o da buna karşılık bir miktar toprağını oğlu ve gelininin ihtiyarına bırakırdı, ancak çeyizin kendisi genellikle damadın kız kardeşinin evliliği için kullanılırdı. (Goode, 1994: 41)

Mehir geleneğinin kabul görmediği Avrupa kültüründe, damadın ailesi gelinin çeyizine karşılık geleneksel olarak bir miktar parayı geline hediye olarak verirdi. Bu para özellikle eski dönemlerde, eşinin ölümünden sonra kadının sosyal güvenliğini garanti altına alırdı, zira feodal sistemde kadının, eşi öldükten sonra onun mal ve mülkünde bir hakkı bulunmadığı gibi kendi babasının mal varlığından da bir hakka sahip değildi. (Ibid: 42)

Günümüzde çoğunlukla çiftlerin karşılıklı aşka dayalı evlilik modelinin rayiç olduğu batı da, çeyiz her ne kadar evlilik yolunu daha pürüzsüz kılacak bir özelliğe sahip olsa da artık önem ve özelliğini kaybetmiştir. Bilakis geleneksel toplumlarda yahut gelişmekte olan ülkelerde bu geleneğe has bir önem vermektedirler. Her ne kadar çeyiz pahalı ve değerli olursa, gelinin damadın aile ve akrabaları yanındaki derece ve konumu artış kaydedecektir. Zira pahalı çeyiz, gelinin kendi ailesi yanındaki onur ve saygınlığını ortaya koymakta ve ailesinin yüksek ekonomik ve sosyal sınıf ve statüsünü yansıtmaktadır.

İslam açısından çeyiz, sadece yeni evli çiftlerin ekonomik takviyesi için kullanılırsa, teyit edilmektedir, ancak maalesef bu ve mehir geleneği, bir çok gelenekte olduğu gibi zamanla temel felsefesinin bir kısmını yitirmiş ve süt parası adı altında gelinin ailesi tarafından damattan alınan gelenekte olduğu gibi doğru olmayan gelenekler de bu sebebe izafe olunmuştur. Günümüzde ağır mehir ve çeyizler artık bazı ülkelerde evliliğe engel ve evlilik yaşının artmasına neden olan faktörlerden sayılmaktadır. 

ABNA.İR

 -------------------------------

[1] — Ian Robertson.

[2] — W. Kephart.

[3] — Romantik aşka dayalı evlilikler ve İslam’ın bu konudaki görüşleri için aynı şekilde Bkz. 4. Bölüm, Makul Beklentiler ve Çiftlerin Karşılıklı Aşk ve Muhabbetleri.