AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA/WİKİSHİA.NET
Pazar

17 Ağustos 2014

14:03:48
631725

Şefaate mazhar olmanın en önemli şartlarından biri Allah’u Teâla’nın rızasıdır; “Onlar, O’nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler”.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Şefaat; Müslümanların ve semavi din takipçilerinin genelinin inandığı dini bir fiildir. Şefaatten maksat, evliyaların ve Kur’an gibi kutsal sayılan bazı eşyaların kıyamet günü belirli şartlar çerçevesinde günahkâr bir gruba şefaat ederek onları cehennem azabından kurtarması, ya da şefaatle şahsın derecesinin yükselmesine sebep olmaktır. Müslümanlar arasında Vahhabiler, sadece Allah’tan şefaat talep edilebileceğine ve bir kimsenin şefaat edenlerin kendisinden şefaat talep etmesi durumunda (özellikle vefatlarından sonra) müşrik olacağına inanmaktadırlar. Şefaat inancının Şiiler arasında özel ve geniş bir yeri bulunmaktadır.

Şefaatin Anlamı

Şefaat kelimesinin aslı “şe – fe – a” kökünden olup bir şeyi bir şeye bağlamak veya eklemek anlamına gelmektedir.[1] Şefaatin türevlerinden olan Şefi (şefaat eden) kelimesine ise başka bir şahsın eksikliklerini gidermek ve onu kurtarmak için kendisine bağlamasından dolayı Şefi denir. 

Şefaat ıstılahta, bir yaratılmışın, Allah ile başka bir yaratılmışın arasında ona hayır ulaştırmak veya ondan bir şerri defetmek için -bu ister dünyada olsun ister ahirette- vasıta olması demektir. Şefaat, mücrimde suçluluğu ondan almak ve ceza kanunları sınırından çıkaracak bir şekilde onda değişiklik ve tahavvül oluşturmak manasına da gelmektedir. Nitekim tövbenin günahkâr insanı hak ettiği cezadan kurtararak Allah’ın affına mazhar kıldığı gibi: “Tövbeden daha kurtarıcı bir şefaatçi yoktur.”[2] Şefaatin tevessülle yakın ilişkisi bulunmaktadır; Tevessül; ferdin fiili olup, ferdin masum (a.s) birine sığınarak ondan şefaat talep etmesidir ve Masumun (a.s) fiili olan şefaat ise masumun (a.s) Allah’tan o ferdi bağışlamasını istemesidir. Şefaat inancı Yahudilik ve Hristiyanlık gibi diğer semavi dinlerde de bulunmaktadır.[3]

Kur’an’da Şefaat

Kur'an-ı Kerim'de Peygamber Efendimizin (s.a.a) şefaat etmesi hususu açıkça teyit edilmiştir. Bütün Müslümanlar şefaat inancının varlığı noktasında ittifak etmişlerdir, ancak şefaat hakkında tartışılan ve ihtilafa düşülen noktanın ise şefaatin hüküm ve kapsamıyla ilgili konular olduğu göze çarpmaktadır. Örnek olarak Allah’u Teâla Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:“Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a ulaştırsın.”[4] Bütün Şii ve Sünni müfessirler bu ayetteki “Makam-ı Mahmud”dan kastın Allah’u Teâla’nın Peygamberimize (s.a.a) vaat ettiği şefaat makamı olduğu noktasında ittifak etmişlerdir.[5]

Kur’an-ı Kerim’deki şefaat konusuyla ilgili ayetler birkaç gruba ayrılmaktadır: 

Bazı ayetlerde, kıyamette şefaat mutlak manada reddedilmiştir.[6][7] Bazı ayetlerde şefaatin yalnızca Allah’a ait olduğu buyurulmaktadır.[8][9] Bazı ayetlerde de şefaatin, Allah’ın izni ve emri doğrultusunda olabileceği bildirilmektedir.[10][11][12] Diğer bazı ayetlerde ise bazı fertlerin şefaate nail olmayacağı zikredilmiştir.

Şefaat hakkındaki ayetlerin tümü incelediğinde, Kur’an-ı Kerim’in bir tür şefaati onayladığı ve bir başka şefaat türünü ise batıl ve yok saydığı gözlemlenmektedir. 

Şefaatin olmadığını bildiren ayetlerden kasıt, hiç kimsenin Allah’ın izni olmaksızın Allah’tan bağımsız bir şekilde şefaat hakkına sahip olamayacağıdır. Şefaatin varlığını ispat eden ayetlerden kasıt ise, asıl ve zat itibari ile şefaatin Allah’a ait olduğu ve Allah’tan başkası için ise Allah’ın izni ile olabileceğidir. “Allah katında, O’nun izin verdiği kimseden başkasının şefaati yarar sağlamaz.”[13]

Hadislerde Şefaat

Şefaat konusu Resulullah (s.a.a) ve Ehlibeyt'ten (a.s) nakledilen hadislerde açık bir şekilde kabul edilmiş ve sınırları da beyan edilmiştir. 

  • Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah Teâla bana (benden öncekilere verilmeyen) beş özellik vermiştir… Onlardan biri şefaattir; onu ümmetim için erteledim ve şefaatim ancak Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayana ulaşacaktır.”[14]
  • Aynı şekilde Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Üç grup, Allah katında şefaat ederler ve şefaatleri de kabul edilir: Peygamberler (Enbiya), âlimler ve şehitler.”[15]

Şefaat hakkında rivayet edilen hadisler üç gruba ayrılır:

  1. Cehenneme gidecek günahkâr bir şahsın şefaat vesilesi ile cehenneme gitmekten kurtulacağını belirten rivayetler.
  2. Bazı günahkârların uzun süre cehennemde kaldıktan sonra şefaate nail olup cehennem azabından kurtulmasına neden olduğunu beyan eden rivayetler.
  3. Bazılarının hiçbir zaman şefaate nail olmayacağı ve ebedi olarak cehennemde kalacaklarını belirten rivayetler.

Bundan dolayı “bir kimsede imanın zerresi bulunsa şefaate nail olur” rivayeti ile örneğin “namazı hafife alanlar şefaate nail olmaz” rivayeti arasında bir çelişki yoktur; zira imanı olan bir kimse nihayetinde şefaate nail olacaktır ama bu uzun zaman cehennem azabında kalarak bazı kirliliklerden temizlenip şefaat olunmaya layık olana kadar sürebilir.

Akli Açıdan Şefaat

Nakli deliller açısından şefaat konusunun varlığı ve hükmü açık ve kesindir. Ancak Müslüman düşünürler nakli delillerin yanı sıra şefaat hakkında akli delillerde sunmuşlardır. Şehit Mutahhari şöyle yazmaktadır: 

“Elimizde şefaat için hiçbir naklî delilin olmadığını farz etsek bile, akıl yolu ve "imkân-ı eşref" burhanı (delili) ve evrenin bir düzene bağlı olduğu delili gibi kesin ve kat’i akli deliller ile şefaati kabul etmemiz gerekirdi.

Bir kimse eğer, Allah'ın mağfiretinin varlığını kabul ediyorsa, sağlam aksî deliller, ister-istemez onu bu mağfiretin bir "akl-ı küllî", bir "nefs-i küllî" aracılığı ile tecelli etmesi gerektiğini de kabule zorlayacaktır. Öyle bir akıl ve nefis ki, Allah tarafından "velâyet-i küllî" ye makamına getirilmiştir. İşte şefaat, bu ilâhî feyiz, yine Allah'ın izni aracılığı ile gerçekleşir. Resul-i feyzin bir hesap ve düzene tâbi olmadan varlıklara ulaşması düşünülemez.”[16]

Akli açıdan şefaat tekvin âleminde de cereyan etmektedir ve sebep ve müsebbip düzeninin bir gerekliliğidir. 

Akli açıdan şefaatin beyanı iki açıklamaya dayanır.[17]

  1. Allah'ın genel rahmeti: İlahi rahmet genel ve tüm varlıkları kuşatmıştır. Eğer bir varlık ilahi rahmetten az faydalanıyorsa bu onun kendi kabiliyet ve yetenek noksanlığından kaynaklanmaktadır. Gerçekte hiçbir varlık tek başına ve ilahi rahmet olmaksızın asla saadet ve başarı elde edemez ve azaptan kurtulamaz. 
  1. Evrenin bir sistematik düzene bağlı olması: Akli açıdan evrenin sistematik bir düzeni ve bir dizi mertebeleri bulunmaktadır. Bu sistematik silsile mertebeler neden-sonuç ve ya sebep ve müsebbip ilişkisi düzenidir. İnsanın maddi ihtiyaçları, Allah’ın izni ile etki yapan tabii sebepler zinciri yoluyla insana ulaşır. 

Allah’ın rahmet ve mağfireti her ne kadar genel ve bütün varlıkları kuşatıcı olsa da bu kaidenin dışında değildir ve vasıtasız yapılması mümkün olmamaktadır. Bu konu Allah’ın bütün ilahi rahmetleri için geçerlidir. Örneğin; Allah’ın hidayet ve rahmeti olan vahiy asla her insana inmez, belki özel kişilere nazil olmakta ve diğerleri de bu vasıtayla o vahiy rahmetinden yararlanmaktadırlar; zira peygamberlerin dışında hiç kimse Allah’ın direkt olarak muhatabı olmaya layık değildir. İşte bu varlık âleminin sistematik silsile mertebeleridir. Yâda örneğin istiska (yağmur yağması için) namazı kılınacağı vakit içinde bulunulan şartlarda hiçbir değişiklik olmadan yağmurun yağması beklenemez, belki Allah’u Teâlâ kılınan yağmur namazı nedeniyle, bulutların toplanması ve rüzgarın esmesi gibi yağmurun yağmasını sağlayan sebepleri oluşturuyor[18]; nasıl ki istiska namazı yağmurun yağması için bir sebepse, şefaat, tövbe ve benzeri şeyler günahkarın, affedilme nisabına ulaşması, günahlarının hafifletilmesi veya derecesinin yükselmesini sağlamak için, halinde bir değişiklik olmasına neden teşkil etmektedir.[19]

Bu sistemde şefaatin yeri, bireyin İlahi genel rahmetten daha fazla feyz alabilmesi için bireyin kabiliyetini artırmaktır. Zira akıl kemalden yoksun bir varlığın yoksun olduğu kemali kaynağından ve ayni kemalden alması gerektiğini iktiza etmektedir. Eğer kemale ulaşma noktasında gerekli şartlara haiz değilse yardım alarak kendisini gerekli seviyeye ulaştırması gerekmektedir. Bu hadise bir kanunu nakzetmediği gibi, aksine akli kanunların gereksinimlerindendir.

Bundan dolayı bir şahıs hakkında şefaat, şefaat şartlarından yoksun olduğu halde şefaatin onun hakkında kabul olacağı veya teşrii şefaatte cezalandırılmayı hak eden mücrim biri hakkında ceza kanunlarının iptali veya uygulanmaması manasına gelmemektedir. Belki şefaat, (nasıl ki tövbe günahkâr insanı hak ettiği cezadan kurtararak Allah’ın affına mazhar kılıyorsa) mücrimin hak ettiği suçu ondan almak ve onu ceza kanunları kapsamı ve sınırından çıkaracak bir şekilde onda değişiklik ve tahavvül oluşturmak manasına gelmektedir. Bundan dolayı rivayetlerde tövbeden daha kurtarıcı bir şefaatçinin olmadığı rivayet edilmiştir. [20]

Başka bir tabirle gerçek ve hakiki şefaat ile batıl ve doğru olmayan şefaat arasındaki fark şudur; hakiki ve gerçek şefaat, Allah’u Teala’da (izniyle) başlar ve günahkar şahısta (şefaat edilmesi) son bulur ve buradaki şefaatçi sadece kendisi dışındaki bir şahsa hak Teâlâ’nın feyzini ulaştırmak için bir vasıtadır. Ama batıl ve doğru olmayan şefaat ise, kayırma gibi özel bir liyakata sahip olmayan seviye değeri düşük bir şahsın sırf kendisinden üstün bir şahısla olan irtibatı sonucu kendi isteklerine ulaşmak istemesidir.

Şefaatin Kısımları

Tekvini ve Teşrii Şefaat

Tekvini şefaati şöyle tanımlamak mümkündür: Evrende yer alan tüm etki ve fiillerin ana kaynağı ve menşei, Allah’u Teâlâ’dır ve bütün diğer sebep ve etkenler Allah’ın izniyle Allah’ın feyz ve rahmetini alt merhalelere ulaştırmada aracılık (vesile) işlevini görmektedirler. Bundan dolayı evrendeki bütün illetler kendi malullerinin şefaatçisidirler; zira Allah’ın feyz ve rahmetini alt mertebelere intikal ettirmekteler. Örneğin; Güneş, büyümesi için buğday tanesinin şefaatçisidir. 

Nitekim Kur’an’ı Kerim’de Allah’u Teâla şöyle buyurmaktadır: “Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir?”[21]

Teşriî şefaat ise; Allah’u Teâla kendi feyz ve rahmetine binaen, beşerin hidayete ulaşması ve aslında cennete girmesinde şefaatçisi olması için kanunlar indirmesi anlamına gelmektedir. Bütün dini hükümler ve benzerleri bu kabildendir.

Sahih ve Batıl Şefaat

Batıl Şefaat: Suç işleyen kimse kanun koyucunun amacına aykırı olarak, kanunların da amacına ters bir biçimde kanun koyucunun iradesine ve kanunun amacına üstün gelmek istemesi anlamındadır. Bu tür şefaat dünyada zulüm demektir, ahirette ise esasen mümkün değildir.[22] Şefaate dair yöneltilen itirazlar ve Kur'an-ı Kerim'in de reddettiği şefaat, işte bu anlamdaki şefaattir.

Batıl şefaat, batıl olan tefviz (yani Allah’u Teâlâ evreni yarattıktan sonra onun idaresini başkalarına bırakması ve kendisinin artık evreni idare noktasında hiçbir rolü olmadığı) inancından kaynaklanmaktadır; bu itikada göre herkesin bağımsız ve müstakil olarak şefaat edebileceği ve bir kimsenin de şefaat edicilerin nazarını cezp etmesi durumunda Allah’ın rızasını almaya gerek kalmayacağı manasına gelmektedir.

Sahih Şefaat: Şia’nın inancı ve Ehlibeyt (a.s) imamlarının hadislerinde vurgulanan doğru ve Kur’an-i anlamıyla şefaat şu manaya gelmektedir: Şefaat bütünüyle Allah’a aittir ve hiç kimse Allah’ın izni olmaksızın şefaat edemez. Masum imam (a.s) ve Enbiyaların (a.s) şefaat etmeleri onların şefaat noktasında bağımsız rollerinin olduğu veya İmam (a.s) ve Enbiyaların (a.s) şefaatine ulaşmak için Allah’ın emrettiği şeylerden başka bir şeylerin lazım olduğu manasına gelmemektedir. Aksine İmam (a.s) ve Enbiyalar (a.s) sadece Allah’ın razı olduğu kimselere şefaat ederler: “Onlar, O’nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler”.[23]

Mağfiret ve Makamın Yükselmesi için Şefaat

Şefaat bazen (bütün İslam mezheplerince kabul edilen) insanın derece ve makamın yükselmesi için ve bazen de Mutezile ve Hariciler gibi bazıları tarafından kabul görülmeyen mağfiret ve günahların bağışlanması içindir. Bu iki fırka (Mutezile ve Hariciler) büyük günah işleyen ve azaba müstahak olanların ve cehennem azabında olan kimseler hakkında şefaati kabul etmezler. Mutezile ve Hariciler şöyle derler: “Cehenneme düşen bir kimse artık oradan çıkamaz.”[24]

Şefaat bazen, Peygamber Efendimizin (s.a.a) kıyamette günahkârlara şefaat etmesi örneğinde olduğu gibi uhrevidir, bazen de dünyevidir. Nitekim bir iş hayırlı olursa şefaat de onda makbuldür ve eğer bir iş günah olursa şefaatin onda makbul olmadığı gibi, günahın bir kısmı şefaat eden şefiin boynunadır.[25]

Şefaat Edileceklerin Şartları

Şefaat; mağfiret ve ilahi rahmettir ve bundan dolayı Allah’ın rahmeti hiç kimseden esirgenmez, ancak bazen kabiliyet ve yetenek eksikliğinden dolayı ilahi rahmeti almaktan mahrum kalınmaktadır. Bundan dolayı şefaatte de ferdin kabiliyete sahip olması şefaat için gereklidir.

Kur’an ve rivayetler, şefaatin eğitici yönüne riayet edilmesi ve günah işlemeye cüret edilmemesi için, şefaat edilebilmenin bütün ayrıntı ve şartlarını açıklamamıştır. Ancak bazı gerekli özellikler zikredilmiştir.

Şefaate mazhar olmanın en önemli şartlarından biri Allah’u Teâla’nın rızasıdır; “Onlar, O’nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler”.

(Allah’ın razı olduğu kimselerden kasıt, Allah’ın din ve inancından razı olduğu kimselerdir).Bir kimse günahından dolayı şefaat ve mağfirete ihtiyaç duyuyorsa, Allah’ın o kişinin amelinden razı olmadığı açıktır; Allah’ın rızasından kasıt Allah’ın ferdin din ve inancından razı olmasıdır.

Başka bir tabirle, şefaate mazhar olan kişi her ne kadar günahkâr ve büyük günah işlemişse de Allah ve din evliyaları (peygamberler) ile irtibatını kesmemiş olması gerekmektedir.

Şefaati Engelleyen Unsurlar

Kur’an-ı Kerim ayetlerinden anlaşıldığı üzere bazı etkenler şefaate mazhar olunmasını engel teşkil etmektedir. Şefaatten mahrum olacak gruplardan bazıları şunlardan ibarettir:[26]

  1. Kâfir ve Müşrikler
  2. İsyankârlar
  3. Peygamber Efendimizin (s.a.a) Ehlibeytinin Düşmanları (Nasibiler)
  4. Allah Resulünün (s.a.a) Soyu ve Evlatlarına Eziyet ve Zulüm Edenler
  5. Şefaati İnkâr Eden ve Yalanlayanlar
  6. Önderlerin İhaneti
  7. Namazı Hafife Alanlar
  8. İmam Ali (a.s) ve Masum İmamların (a.s) Vilayetini İnkâr Edenler
  9. Münafıklar
  10. Namazı Terk Edenler

Kur’an-ı Kerim’de Şefaat edici için de iki şart öngörülmüştür:

  1. Allah Katında Bir Ahdi Olanlar[27]
  2. İlim İle Hak Üzere Şehadet Edenler[28]

Şefaat Ediciler

Sebep ve müsebbiplerin etkisi manasına gelen tekvini şefaat bütün evrende var olmaktadır. Bu nedenle rivayetlerde bazı fert ve gruplara ek olarak, insanların hidayetinde etkin olan bazı mekânlarında şefaat hakkı taşıdığı zikredilmiştir. Teşrii şefaatte ise şefaat edenler, ya salih amelli kişiler, Peygamberler veya Evliyalar veyahut diğer bir kısımdandırlar.

  • Peygamber (s.a.a): Allah Resulünün (s.a.a) şefaati, büyük şefaat (şefaati kübra) olarak adlandırılmaktadır. Çeşitli rivayetlerde zikredildiği üzere Peygamberi Ekrem’in (s.a.a) şefaati büyük günaha mürtekip olmuş müminlere şamil olacaktır.
  • Emire’l Müminin Ali (a.s)
  • Masum İmamlar (a.s)
  • Hz. Fatıma Zehra (s.s)
  • Kur’an-ı Kerim
  • Peygamberler ve Vasiler[29]
  • Tövbe: Peygamber ve melekler gibi şefaat edicilerin tövbeye nispet üstünlükleri kıyamette de şefaat edebilmeleridir; zira tövbe sadece dünyaya özeldir.
  • Melekler[30]
  • Alimler[31]
  • Şehitler
  • Allah’u Teâlâ: Allah’u Teâla’nın Erhamu’r Rahimin olmasından dolayı, kıyamet günü şefaat edicilerin şefaat etmesinden sonra, hatta bütün şefaat edicilerin şefaatinden mahrum kalanlar Allah’u Teâlâ’nın rahmet ve şefaatine mazhar olacaktır.[32]

Devam edecek...