AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA
Çarşamba

20 Ağustos 2014

10:35:21
632336

Cismin hadis (sonradan var olan) olduğunun delili

Cismin hadis (sonradan var olan) olduğunun delillerinden biri de şudur: cisimler, birlikte veya ayrıktırlar; hareketli veya sakindirler. Birliktelik, ayrıklık, hareketlilik ve sakinlik hallerinin tamamı hadis varlıkların özelliklerindendir. Bütün bunlar, cisme önceliği olmayan, zati özellikler olduklarından, bu özelliklerinden dolayı cismin hadis olduğuna hükmediyoruz.

Cismin hadis (sonradan var olan) olduğunun delillerinden biri de şudur: cisimler, birlikte veya ayrıktırlar; hareketli veya sakindirler. Birliktelik, ayrıklık, hareketlilik ve sakinlik hallerinin tamamı hadis varlıkların özelliklerindendir. Bütün bunlar, cisme önceliği olmayan, zati özellikler olduklarından, bu özelliklerinden dolayı cismin hadis olduğuna hükmediyoruz.

Eğer denilse ki; “Birliktelik ve ayrıklık, aynı şekilde hareket ve sükûn, iki farklı manadan ibarettir, ancak sizin zannınıza göre, bu aykırı anlamlar, cismin ayrılmaz, zati özelliklerindendir.”

Cevaben deriz: “Sözümüzün delili şudur: Biz, cisimlerin ayrık haldeyken ve ayrık kalmalarının da hiçbir sakıncası yokken, içtimalarına şahit olmaktayız. Eğer “hadis” manası cisimde tahakkuk etmemiş olsaydı, ayrık halden, içtima hâletine dönüşüm olmaz, olsa da bir anlam ifade etmezdi, hatta ayrık halde baki kalmaları yeğ olurdu. Zira bu durumda kendisini var etmemiş ki, kendini yarattıktan sonra içtima haline dönüşsün. Ayrıca cisimlerin içtima hâleti, butlan anlamına gelmediğinden, ayrık durumdan birlikteliğe doğru dönüşümü, boş ve anlamsız bir durum olarak değerlendirmek de doğru değildir.

Görmüyor musun, cisimlerde ayrıklık ve içtimaî durumlar, hadis manasının batıl olduğuna delâlet etseydi, o zaman cisimlerin, bir anda ve aynı zaman zarfında, hem ayrık ve hem de toplu halde olmaları gerekirdi ki, bu da her iki mananın birden batıl olduğuna delâlet ederdi. Aynı zamanda her bir şeyin ayrıklık ve birliktelik vasıflarından tamamen arı olduğuna hükmetmeği gerektirirdi. Hatta Arazların dahi –cevherleri olan cisimler gibi- ayrıklık ve birliktelik hükümlerine tabi olduklarını kabul etmek gerekirdi. Hâlbuki arazlarda bu ve benzeri manalara yer yoktur. Dolayısıyla bu iddianın batıl olduğu açıktır. Zira cisimlerdeki ayrıklık ve birliktelik, aynı şekilde hareket ve sükûn, yeni bir anlam ifade etmek içindir. Bu durum, bütün arazlar için geçerlidir.

Eğer denilse ki; sizin iddianıza göre, cisimler, içtima ortamında birlikteliğe ve iftirak ortamda ayrıklığa mütemayildirler. O zaman siz inancınız gereğince, -üçüncü ihtimali yani- hem içtima ve hem iftirak için müsait bir ortamda, birliktelik halinde bulunan cisimlerin, ayrıklığa dönüşüm imkânını inkâr etmiyorsunuz demektir. Aynı şekilde, eğer birisi; içtimanın, iftirak ortamının olmayışından ve iftirakın da içtima ortamının olmayışından kaynaklandığını iddia edecek olursa, buna karşılık cevabımız şudur: içtima ve iftirak, iki zıttırlar ve zıtlar varlıkta zuhur eder. Bu durumda bir birine zıt iki varlığın aynı anda, aynı ortamda var olmaları imkânsızdır.[1] Ancak bu hüküm menfi durumda geçerli değildir. Zira iki zıt şey bir anda bir yerde içtima etmezler ama her ikisi de aynı ortamda bulunmayabilirler. -Zira zıtlar arasında inhisar olmadığından her zaman üçüncü ihtimal söz konusu olabilmektedir.-

Buna binaen diyoruz ki; eğer cisimlerdeki içtima, iftirak ortamının yokluğundan ve iftirakları da içtima ortamının yokluğundan kaynaklanmış olsaydı, iftirak ve içtima için müsait ortamın olmadığı bir yerde, cisimlerin aynı zamanda içtima ve iftirakının tasavvur edilebilir olması gerekirdi. Hâlbuki görüldüğü gibi kırmızının olduğu yerde beyaz ve siyah’a yer yoktur. Zira bütün renkler birbirine zıttırlar. Dolayısıyla bunlardan iki veya daha fazlasının bir anda aynı ortamda içtimaları mümkün olmamaktadır.

Sonuç olarak ispat olundu ki, iki zıddın bir anda aynı ortamda olmamaları, üçüncü ihtimalin varlığı nedeniyle sorun çıkarmamaktadır. Ama bu durum iki zıddın bir ortamda aynı zamanda varlığı için söz konusu değildir. Aynı şekilde, bu sözü kabul eden kimse, cisimlerde içtima, iftirak, hareket ve sükûn’u ispat etmiş olduğu gibi, cisimlerin bu durumların dışında olamayacağını da tasdik etmiş oluyor. Zira eğer cisim, bu durumlardan herhangi biriyle muttasıf olmayacak olursa, o zaman cisimlerin, aynı zamanda hem hareketli ve hem sakin, hem içtima ve hem de iftirak halinde olabilmelerinin mümkün olduğunu var saymak gerekirdi. Çünkü bu sıfatlarla muttasıf olmaması, onları birlikte bulundurabileceğinin delili olduğundan böyle bir hükme mahkûm olmaktadır. Yani bir şey aksiyle muttasıf olursa, aksiyle hükmedilir. Dolayısıyla, cisim, bu zikredilen durumlardan ayrık kalamayacağına göre, hadis olduğu kaçınılmaz bir gerçektir.

Bir başka delil: İnsanın kendisi bazen içtima, iftirak, hareket ve sükûn ile emrolunur ve onları yapar, bu yaptıklarından ötürü de övülür, teşekküre layık görülür; kötü bir iş yaptığında ise azarlanır. Bilindiği üzere, cisimlere emir ve nehiy olmayacağından, sonuçta onları içinde bulundukları durumdan dolayı, övmek ve azarlamak da anlamsızdır. Öyleyse emir ve nehye maruz kalan ve yaptıklarından dolayı övgü ve azarlanmayı hak eden bir varlıkla, emir ve nehiyden anlamaz, yaptıklarından ötürü de övgü ve azarlanmayı hak etmeyen bir varlığı aynı kefeye koymak doğru olamaz. Bu durum, arazların varlık delilidir.

Eğer denilse ki, neden cismin içtima, iftirak, hareket ve sükûn hallerinden mutlaka birinde olduğunu ve bu durumlardan tamamen uzak kalamayacağını iddia ediyorsunuz? Hâlbuki siz, cismin bu durumlar dışında baki kalabileceğini inkâr etmiyorsunuz. Öyle ise sizin bu saydığınız durumlar, cismin hadis olduğuna delil getirilemezler.

Biz de deriz ki; eğer cisim, geçmişte bu saydığımız içtima, iftirak, hareket ve sükûn özelliklerinden tamamen arı olabilseydi, bunun şimdiki zamanda da mümkün olması ve bizim onu müşahede edebilir durumda olmamız gerekirdi. Ne var ki, cisimlerin bu içtima ve iftirak hallerinden biriyle vasıflanmak zorunda olduğunu gözlediğimizden, onların, yukarıda saydığımız vasıflardan, tamamen uzak kalamayacağına hükmedilir.

   Eğer denilse ki; şimdiki zamanda cismin bu özelliklerden tamamen uzak olamaması, bunun geçmişte de böyle olduğuna delalet etmez. Niçin şimdiki haline bakarak, geçmişte de bu vasıflardan uzak olamayacağını iddia ediyorsunuz?

Biz de deriz ki; zaman ve mekânın bu konuyla ilgili herhangi bir tesiri söz konusu olamaz. Bu anlamda eğer birisi dese ki, “Ben bir yıl veya yirmi yıl öncesinde bu vasıflardan uzaktım ama bu vasıfların benim için oluşma imkânı vardır veya şu özellikler, Şam’da iken benim için mümkündü ancak Irak’ta veya Hicaz’da imkânsız hale geldi.” Akıl sahipleri onun cahil olduğuna hükmederler ve böyle bir şeyi cisim için kabul etmek de cahilliktir.

Anlaşıldığı üzere, zaman ve mekânın konumuzla ilgili tesiri söz konusu değildir. Öyle ise cismin şimdiki halde ne ise, geçmişte ve gelecekte de aynı hükme tabi olacağına hükmedilir. Eğer şimdiki zamanda bir cisim, adı geçen vasıflardan tamamen arı kalamıyorsa, anlıyoruz ki, gelecekte de bunlardan arı olmayacaktır ve geçmişte arı olsaydı, günümüze değin böyle geleceği inkâr edilemez bir gerçek olurdu. Eğer birisinin kayıp bir beldeden haber verdiğini farz edecek olursak ki sözde oradaki cisimlerin içtima, iftirak, hareket ve sükûndan tamamen uzak olduğunu iddia edecek olsaydı, o şahsın sözlerine şüpheyle yaklaşır ve onun doğru söylediğini kabul etmezdik. Zira cisim hakkında vardığımız hüküm, o şahsın bir yalancı olduğunun en güzel şahididir. Aynı şekilde, eğer bir kimse, cisimlerin içtima ve iftirak halinin olmadığını ve onlardan bazılarının bazılarıyla olan yakınlıkları ve uzaklıklarının olmadığını ispata çalışması, akla ters düşmektedir. Zira iki cisim arasında ya fasıla vardır veya yoktur ve üçüncü ihtimal söz konusu değildir. Yani eğer iki cisim arasında fasıla olsa, ayrık olduklarının delilidir ve eğer fasıla olmasa, içtima hâletinin varlığını gösterir. İçtima ve iftirak’ın tarifi de bundan ibarettir. Buna binaen, eğer bir kimse cisimlerin varlığını iftirak ve içtima vasıfları dışında bir ifadeyle tarif etme çabasına düşerse, akıl dışı bir yol tercih etmiş demektir. Bu tipler, batıl sözler peşine düşmüşlerdir.

Eğer bir kimse dese ki; “Siz arazların cisimlerle birlikte olduklarını kabul ettiğiniz halde, nasıl onların kadim olduklarını inkâr ile hadis olduklarına hükmedebiliyorsunuz?

Cevaben deriz ki; “Biz, içtima halindeki cisimlerin, ayrık düştükten sonra, içtimai hallerinin bozulduğunu ve iftirak halinin hadis olduğunu, aynı şekilde ayrık halde cisimlerin de içtima haline dönüştüklerinde, iftirak halinin bozulduğunu ve içtima halinin oluştuğunu müşahede etmekteyiz. Kadim, haddi zatında kadimdir ve hudus, ve yokluk onun için söz konusu olamaz. Gerçek şu ki, içtima ve iftirak halleri, hudusa delalet ederler. Dolayısıyla söz diğer arazlar konusunda da aynıdır. Zira onların zıtlarıyla çakıştıklarında yok olduklarını ve sonradan –müsait ortamda- yeniden var olduklarını müşahede etmekteyiz. Yeniden oluşumun ve yok oluşun kendinde hâsıl olduğu bir varlık, ancak hadis olabilir. Aynı şekilde ezeli varlık, var olmak için, yaratıcıya ihtiyaç duymaz, öyle ise o, yok olmaktan ziyade, var olmaya daha lâyıktır. Zira eğer varlığı tercih sebebi değilse, o zaman varlığını icat edici bir mucide borçlu olacaktır. (yani varlığı vacip değil, mümkün olacaktır. Müt.) sonuç olarak diyoruz ki; ezeli varlık için yokluk söz konusu olamaz, zira yokluğa mahkûm olan, ezeli olamaz.”

Eğer denilse ki; “Siz neden böyle bir iddiada bulunuyorsunuz ki; Yaratılmışlara önceliği olmayan birinin, öncelikli (kadim) birine ihtiyacı vardır.”

Cevaben deriz ki; “hadis (sonradan var olan) varlıklar, yokken var olan şeylerdir. Ama kadim, ezeli varlıktır. Öncesi yoktur ve hadis varlıkların hepsinden önceliklidir. Eğer bir varlık, hadis varlıklara karşın, öncelikli olmazsa, varlıktan nasibi, hadis varlıkların nasibi miktarındadır. Zira diğer varlıklara nispetle herhangi bir artı özellikleri yok, bir sebepler zincirinde öncelikli olmak, onu seçkin kılmaz, dolayısıyla sonraki halkalarda yer alan varlıklarla aynı hükme tabi olmak durumundadır. Çünkü hadis olmak, bir illetin malulu olmak ve varlığında mümkün olduğu konusunda diğer varlıklarla ortaktır. Zincirdeki diğer varlıklara nispetle ayrıcalığı olmadığından, o da hadistir.”

Eğer biri dese ki; “Arazlar, cisimlerden ayrılmazlar, bir yandan da arazın varlığı vacip değil. Öyle ise cismin yenilenmesini ve hadis olduğunu nasıl inkâr edebiliyorsunuz?”

Cevaben deriz ki; “Bir varlığı Araz diye vasıflandırdığımızda, onu kadim ve hadis varlıkların bir sıfatı olarak ele almıyoruz. Bu vasıflandırma, yalnızca onların cinslerinden haber vermek amacıyla zikredilmektedir. Cisim de eğer arazlara önceliği yoksa onların cinsi olmak durumunda değildir. Dolayısıyla cisimler, her ne kadar arazlara önceliği olmasa da araz sayılmazlar. Zira arazlara benzerlikleri yoktur. Kadim’i, kadim olarak tarif etmemizin nedeni, onun varlığından ve önceliğinden haber vermek içindir. Hadis’i de hadis diye adlandırmamızın nedeni, onun belli bir başlangıcı ve sonunun olduğunu belirtmek içindir. Buna binaen, sonradan var olan (hadis) varlığın, öncelikli (kadim) olandan önce var olması düşünülemez. Aksi takdirde, yaratılanın, yaratanla aynı rütbeye sahip olması gerekir ki imkânsızdır. Bu durumda, kadim’in hadis ile aynı özelliklere sahip olması, yani başlangıç ve sonunun olması gerekir. Zira sonlu varlıktır. Bu konuyla ilgili diğer soruların cevabı da bu kabildendir.”

Eğer biri dese ki; “Cismin hadis olduğunu kabul etsek, hadis olduğunun delili nedir?”

Cevaben deriz ki; “Biz, bütün yaratılmışların, bir yaratıcıya bağımlı olduklarını müşahede etmekteyiz. Eğer biri dese ki: yaratılmış olmasaydılar, yaratıcıya bağımlılıkları söz konusu olmazdı. Görmüyor musun ki, eğer bir şey yaratılmamış veya yaratıldıktan sonra yokluğa mahkûm olursa, artık bir yaratıcıya ihtiyacı olmayacaktır. Ama eğer bağımlılık varsa, yaratılmış olduğunu gösterir. Sonuç olarak, her yaratılmış varlığın, bir yaratıcıya muhtaç olduğu, inkârı mümkün olmayan genel bir kanundur.

Bütün bunlar, Kur’an ayetlerinden, Peygamber (saa) ve masum imamlardan (as) nakledilen sahih rivayetler ve teologların getirdikleri delillerden derlenmişlerdir. 

Şeyh Saduk

ABNA.İR                    

 -------------------------------

[1] - Maksat şu ki, mütenakız durum, varlık ve yokluk arasında mülahaza edilir, yani, her hangi bir şeyin bir anda hem var ve hem de yok oluşu tasavvur edilemez. Ama zıtlık iki var olan şey arasında hâsıl olur. Yani bir şey aynı anda hem beyaz hem de siyah olamaz. Mütenakız iki şey arasında hem içtima, hem iftirak muhaldir. Ama iki zıt arasında yalnız içtima muhaldir. İftirak caizdir. Yani üçüncü ihtimale mahal bırakılmıştır. Ör: bir şey hem siyah hem beyaz olamaz, ama ne siyah ne beyaz olabilir. Meselâ sarı olur. Ama mütenakızda üçüncü ihtimal imkanı yoktur. Bir şey aynı anda hem var hem yok olamayacağı gibi, ne var ne yok da olamaz. Ya vardır ya yoktur. Yani mütenakızda üçüncü ihtimal imkânı yoktur.