AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA24.COM
Pazartesi

16 Şubat 2015

10:42:30
671392

Allah Ehlinin Teveccühü Hakk’ın Cemalinde ve Visalin Hubbundadır

Vicdan sahibi herkes bilir ki insan asli yapısı ve fıtratı gereği tam ve mutlak olan kemale âşıktır ve gönlü mutlak güzel ve her açıdan mükemmel olana yöneliktir ve bu, Allah -Tebarek ve Teâlâ’nın- insanoğluna bağışladığı ilahî fıtrat nimetlerinden biridir. Bu mutlak sevgiyle mülk ve melekut âlemi idare edilir ve mutlak kemale aşık olanların vuslat sebebi temin edilir.

Vicdan sahibi herkes bilir ki insan asli yapısı ve fıtratı gereği tam ve mutlak olan kemale âşıktır ve gönlü mutlak güzel ve her açıdan mükemmel olana yöneliktir ve bu, Allah -Tebarek ve Teâlâ’nın- insanoğluna bağışladığı ilahî fıtrat nimetlerinden biridir. Bu mutlak sevgiyle mülk ve melekut âlemi idare edilir ve mutlak kemale aşık olanların vuslat sebebi temin edilir. Ama herkes kendi hal ve konumu icabı farklı şeyleri kemal sayar ve gönlü ona yönelir. Ahiret ehli, uhrevi makam ve dereceleri kemal saydığından, gönülleri bunlara yöneliktir. Allah ehli ise Hakk’ın cemalinde kemali ve kemalinde cemali bulmuş ve “Doğrusu ben hanif olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana çevirdim.” derler. “Benim için Allah ile öyle bir hal vardır ki…” [1] diye buyururlar. O’na varmanın sevgisi ve O’nun güzelliğinin aşkına sahiptirler.

Oysa dünya ehli, kemali dünyevi lezzetlerde sandıklarından ve dünyanın güzelliği gözlerini bürüdüğünden, fıtraten ona yönelmişler, ama her şeye rağmen, fıtrî eğilim ve zatî aşk mutlak kemale yönelik olduğundan, diğer ilgiler ilineksel ve uygulama hatası sayıldığından; mülk ve melekûttan, nefsani kemallerden, dünyevi hazinelerden veya saltanattan elde ettiği her lezzete rağmen açlığı günden güne çoğalır ve aşk ateşi günbegün daha da alevlenir.*[2]

***

(Seyri Suluk Ve Dereceleri Kat Etmekle ‘Veccehtu’nun Sırrına Ermek Mümkün Müdür)

Gaybî sırların sahipleri, ruhun batınını gayb ve şahadet kesretlerini dağınık yönlerinden çevirmekte, ruh sırrının yüzünü hiçbir eşyaya bağlamakta, bütün kesretleri toplu birlik sırrında fani kılmaktadırlar. Bu ruhsal sır kalbe inince, Hak Teâlâ, isimsel birlik makamı olan ismi azam (en büyük ismi) ile kalpte zuhur eder. Esmai kesretler en büyük isimde (ismi azamda) fani ve yok olur. Kalbin yönü bu makamda ismi azama doğru olur. Mülk zahiri ile zuhur eden kalbin batınından başkasını fani etme şekli, mülk âleminin doğu ve batısından yüz çevirmektir. Birlik makamına teveccühün şekli ise, -yerde Allah’ın eli olan- yeryüzünün genişleme merkezine teveccühtür.

Zahirden batına doğru seyreden ve açıktan gizliye doğru ilerleyen Allah saliki ise bu yeryüzü bereketleri merkezine zahiri teveccühü ve dağınık yönlere yönelmeyi terk etmeyi kalbi hâletlerine vesile kılmalı ve anlamsız suret ile yetinmemelidir. Hazret-i Hakk’ın teveccüh merkezi olan kalbini, hakiki putlar olan dağınık yönlerden çevirerek yer ve göklerin bereket kaynakları olan hakikat kıblesine yöneltmelidir. Gayriyyet ve gayri yolunu ortadan kaldırmalıdır ki, “yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim”[3] sırrına biraz da olsun ulaşabilsin, isimsel gayb âleminin tecellileri kalbinde bir örnek vücuda getirsin. Dağınık kesretler ve yönler ilahî nur ile yansın, Hak Teâlâ elinden tutsun, kalp batınından küçük ve büyük putları velayet eliyle yıksın…[4]

Kalbine bütün tahakkuk âleminin batıl olduğunu ve mukaddes zatın kemalini anlattığın zaman, kalbin hakiki kıbleye teveccühü, mutlak cemilin cemaline âşık olmak ve bütün tahakkuk âleminden nefret etmek hususunda mukaddes zatın cilvesi dışında herhangi bir metot uygulamaya artık ihtiyaç yoktur. Hatta fıtratullah da insanı fıtrî bir şekilde buna davet etmektedir ve : “Ben yüzümü, gökleri ve yeri yaratana çevirdim” gerçeğini insanın zat, kalp ve halinin dili kılmaktadır: “Ben batanları sevmem” gerçeği ise insanın fıtrî dili olmaktadır.*[5]

***

(Veçhe İle Bir Yönden Olunduğunda, Hak İnsanın Vücudunda İşçi Olur)

Bu ruhani seferin başlangıç noktası, nefsin karanlık evidir. Menzilleri ise afakî ve enfüsî mertebeleridir. Bunun gayeti ise kâmil insan için, işin başında, tüm isim ve sıfatlarıyla ve işin sonunda ise isim ve sıfatların fenaya erdiği Allah-u Teâlâ’nın zatıdır. Diğerleri için ise bu seyrin sonu, esma, sıfat ve tecellilerden bir isim, sıfat veya tecellidir.

O halde salik insan varlık ve benliğini aştıktan, bu evden dışarı çıktıktan, aslî hedefini talep yolunda tecelli aşamalarını kat ettikten, hepsini geçtikten, zulmani ve nurani hicapları yırttıktan, tüm varlıklar ve kâinattan yüz çevirdikten, gönül kabesinden tüm putları velayet eliyle dışarı attıktan, kalp ufuklarında güneşleri, ayları ve yıldızları battıktan, kalbinin yönü gayrisine bağlanma tozuna bulaşmadan tek boyutlu ve tek yönlü olarak ilahileştikten, kalbinin hali “Ben yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim” haline dönüştükten; esma, zat ve fiillerde fenaya erdikten sonra artık bu halde kendinden geçer, tam bir fena ve mutlak bir sa’k (kendinden geçiş) haleti hâsıl olur. Böylece Allah Teâlâ vücudunda tasarrufta bulunur. Hakk’ın kulağıyla duyar ve Hakk’ın gözüyle görür. Hakk’ın kudret eliyle tutar ve Hakk’ın lisanıyla konuşur. Hakk’ı görür ve Hak’tan başkasından yüz çevirir. Hakk ile konuşur ve Hak’tan başka bir şey söylemez. Hak’tan gayrisinden kör, sağır ve dilsiz olur. Gözü ve kulağı, Hak’tan başkasına açılmaz.[6] Bu makam sadece ilahî bir cezbe ve aşk ateşinin bir parçasıyla hâsıl olur.*[7]

***

(Hz. İbrahim’in Seferi, İrfani Şühudi Sefer Ve Takyidi Tecelli İdi)

İmam Rıza (a.s), “İlel” ve “Uyun-u Ahbar’daki rivayetlerle örtüşen ifadelerle şöyle buyurmuştur: “Namazda elleri kaldırmanın sebebi, tekbirde bir miktar Allah’a yöneliş, ihlas ve Allah’a yakarma hâletinin var olmasıdır. Allah-u Teâlâ zikredildiğinde kulunun sadece kendisine yönelmesini, yakarmasını ve ihlaslı olmasını istemektedir. Ellerini kaldırmakla teveccüh etmesi, niyetinin farkında olması ve kalbiyle Allah’a yönelmesi içindir...”[8]

Bu söylenenler marifet ehlinin elleri kaldırma sırrı hakkında söylediği, ellerini kaldırmakla Allah’tan gayrisini bir kenara ittiği, bütünüyle Allah’a ulaşma yolundaki dikenleri kaldırdığı ve kendisini Allah’tan gayrisinden halis kıldığı -zira aşk ve muhabbet mektebinde şirk sayılan Allah’tan gayrisine teveccühten arındırdığı- hakikatiyle de örtüşmektedir. İnsan bu teveccüh sayesinde manevi/hakiki miracı ve ilallaha yolculuğu gerçekleştirmiş olur. Bu yolculuk ve miraç ise Allah’tan gayrisini ve bencilliği terk etmedikçe gerçekleşemez. Nitekim namazdan önce söylenen yedi iftitah tekbiri de mülkî ve melekûti yedi hicabı yırtmak içindir.

O halde Allah’ın velileri her bir tekbirle hicaplardan birini yırtar, bu hicap âlemlerini aşar ve bu çadırların sakinlerini terk ederler. Daha sonra başka bir takım hicapları keşfeder ve kalplerine takyidi/sınırlı başka bir tecelli hasıl olur. Bu da yollarına engel olmaz, onları oyalamaz ve kalben teveccüh etmelerine neden teşkil etmez, onu da başka bir tekbirle ortadan kaldırırlar. Âdeta kalplerinin batını şöyle demektir: “Allah takyidi/sınırlı tecelli ile tecelli etmekten daha büyüktür.”[9] Nitekim evliya ve ihlas sahiplerinin efendisi Halilurrahman da (a.s) o irfanî/şuhudî yolculukta ve takyidi/sınırlı tecellide böyle buyurmuştur.

O halde ilallah saliki, aşk diyarının yolcusu ve vuslat yolunun aşığı olan bir insan, tek tek bütün hicapları yırtar ve son tekbire varır. Onunla da yedinci hicabı yırtar, Allah’tan gayrisini yok eder ve şöyle der: “Şüphesiz ki ben yüzümü yerleri ve gökleri yaradan Allah’a yönelttim.” Nitekim Hz. İbrahim de böyle buyurmuştur.*[10]

***

(Hz. İbrahim Halil’in Öyküsünün Tevili Mesajlarından Seçmeler)

Hiç şüphesizİmam Humeyni’nintefsir ve tevillerinin en önemli bölümlerinden birisi, Hz. İbrahim Halil’in (a.s) nebevi deneyim ve ruhani seferini anlatan kıssası ile ilgili ayetlerdir. İmam Humeyni’nin irfani ve ahlaki eserlerinin tümünde bu ayetlere teveccüh edilmiş ve çeşitli boyutlardan inceleme ve araştırmaya tabi tutulmuştur. Seçilen pasajlar yirmi konuyu bulmaktadır ve onların en önemli yönelimi; gece (leyl), yıldız (kevkeb), ay (kamer), güneş (şems), rüyet, seyir, elde etme ve tabiatı müşahede etme mefhumlarının tevilidir.

Başka bir nokta ise tüm bu konular seyri sulukun açıklanması, makamların belirlenmesi, Allah ehlinin farkları ve Hz. Halil’in irfan alanındaki irfani deneyimlerinden yararlanma yönündedir. Dolayısıyla onu tefsir ve metin şerhi hesabıyla değerlendirmemek gerekir. Şimdi bu mesajlardan seçilenlere işaret edilecektir:

1- Gurup burhanının açıklama ve anlatımı, tefsir ve kelami yazılarda az görülen ıstılahlardandır, İmam Humeyni ayetlerin toplamından bu ismi alarak, tabiat ve mevcudatın batma (ve sönmeye) eğilimli olmalarıyla, her zaman parlayan, ebedi ve sonsuz bir mevcuda ihtiyaç olduğunu ispat etmektedir.

2- Hz. İbrahim’in (a.s) manevi seyri ve ruhani seferinin keyfiyetinin analizi, Allah ehlinin namazının mukayesesi ile bu büyük peygamberin seyridir ki bununla mabuda ulaşmıştır ve dolayısıyla bağlı ve mukayyet mevcutlar, ihtiyaçsız, ebedi ve sonsuz mevcudun farkına varabilirler.

3- İmam Humeyni’nin bazı eserlerindeki sözleri namaz ve ibadetin felsefe ve sırrına yönelim ve ilgidir ve onun başında Hz. İbrahim’in bu cümlesidir: “Şüphesiz ben yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim.” bu soru akla gelmektedir ki neden ve hangi delile göre İmam Humeyni ondan irfani tahlilde bulunmuş ve onun önemini iki ayrı pasajda açıklamıştır; birisi bu cümleye riayet etmenin tekidinde, diğeri ise onun müstahap olmasında.

4- Hz. İbrahim’in (a.s) Kur’an’da buyrulan rüyetinin anlamı: “Böylece İbrahim'e, göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.” Ayetindeki bu rüyet hangi anlamdadır? Acaba bizim yıldızlar, ay ve güneşi gördüğümüz gibi maddi görmelerden midir? İmam Humeyni kısa açıklamasıyla Hz. İbrahim’in rüyetinin şuhudi, huzuri ve aklani olduğunu ispat etmektedir.

5- Müfessirler leyl (gece) hakkındaki ayetleri (En’am, 75 – 79) doğal bir gece olarak tefsir etmişlerdir, ama arifler o tefsiri kabul ederek, bu öykünün teviline de yönelmişlerdir. (Bkz. Futuhat-ı Mekkiye, c. 2, s. 278 ve c. 3, s 350) ve dolayısıyla İmam Humeyni geceye başka bir anlam daha katmaktadır ve o geceyi geçirmek, tabiatta dalış ve hakiki neyyir nurun doğuşuna kavuşmayı hak bilmektedir.

6- Onun tevillerinden bir başkası, yıldız, ay ve güneşin tevilidir. Onlar için seyri suluk, nefsin arındırılması, inniyet ve enaniyetten çıkmakla uyumlu ve orantılı olan irfani anlamlar ortaya koymuştur. Nitekim İbn Arabi onları ruh, akıl ve nefse işaret olarak bilmektedir. (Bkz. Rahmetu’n mine’r rahman fi işareti’l Kur’an, c. 2, s. 91.)

7- İnsanın yaşam seyrindeki sorunlarından birisi, hakiki vücudu görmemek ve tabiat âlemindeki sayemsi varlıklarla eğlenmek ve onun ifadesiyle zulmani (karanlık) gecede (cenne’l leyl) olmaktır. Bu nedenden dolayı İmam Humeyni, tabiat gecesinin hicabı O’nun (Allah’ın) görünmesine mani olmasın ve hakiki vücudun gölgesi olan âlemi görüp, ama O’nu görememek yaşanmaması için bu öyküyü salik için bir tavsiye bilmektedir.

8- İmam Humeyni başka bir pasajda leyle ilave olarak, gecenin perde atmasına da değinmekte ve onun tevilini ortaya koymaktadır. Sonra netice alarak perde kaldırmanın risaletten önce olması gerektiği, o perdeyle risalete (peygamberlik) erişilemeyeceği ve bu vadiden geçmenin zorunlu olduğuna değinmektedir.

9- Bu nebevi deneyimde İslam Peygamberi ile Hz. İbrahim Halil arasındaki fark nedir? Bu irfanın sorularından birisidir. Hiç şüphesiz her iki peygamberde bu iki aşamadan geçmiş ve bu geceyi sabaha ulaştırmışlardır. İmam Humeyni, İbrahimi ve Muhammedî nebevi deneyimin mukayesesinin analizinde, makamlara vusul ve elde etmedeki farklar olarak görmüştür. Her ne kadar bu tecrübelerin sebeplerine de işaret edilebilir. Dolayısıyla İmam bir cümle demektedir: İbrahimi tecrübe, takyidi/sınırlı tecrübe ve göklerin ve yerlerin halikinde Hakkın tecellisi idi, dolayısıyla şöyle demiştir: “Şüphesiz ben yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim.” Ama Peygamberin Muhammedî tecrübesi: tümel ve ıtlak-i tecrübe idi ve dolayısıyla Hz. Peygamberin secde ve dualarında nakledildiği gibi şöyle demiştir: “Yüzümü Allah’ın veçhi için çevirdim.”

10- Buraya kadarki açıklamalardan okuyucuda şöyle bir soru akla gelebilir: tarihi bir öykünün nasıl irfani bir mesajı vardır? İmam Humeyni “Adabu’s Salat” kitabının pasajlarında peygamberlerin kıssaları hakkında genel bir tahlilde bulunmakta ve onların her birisinin suluk ve bir metodu ortaya koyduğunu dile getirmektedir. Kendi iddiasını ispat etmek için de bu kıssalardan birkaç numune sunmaktadır. Bu kıssalardan birisi Hz. İbrahim’in (a.s) kıssasıdır. Bu kıssayı, manevi ve deruni suluk olarak bilmektedir. Kur’an’ın bu kıssaları zikretme amacını ise (insanlara) manevi işleri tanıtmak için olduğunu açıklamaktadır.

11- Başka bir pasajda Hz. İbrahim’in hakikat seyri ve ondan alınan netice hakkında konuşmakta; ay ve güneşten geçmeği tabiat âleminden geçmeye ve hakiki güneşe kavuşmak olarak tevil etmektedir. Zira salik, kendi seyri sırasında tüm bunların batışını gözlemlemektedir.  

12- Kastedilen kıble; ne yıldız, ne ay, ne güneş olmadığına göre, bu hareketin cevherini tanımak gerekir. Şüphesiz bu hareketin cevheri ve kastedilen kıble, Hakk’a, kalbi kemallere ve batını saadete yönelmektir. Ancak dışarıdaki yıldız, ay ve güneşi görmekle değil, delik ve boşlukları kapatıp, kendi içsel derinliğinde batmayan güneşini armaya koyulmalıdır. 

13- Buradan Hz. İbrahim’in seyrinin zahiri bir seyir olmadığı ve bu gözlerle bakmakla bu hakikatlere ulaşmadığı anlaşılmaktadır. Hz. İbrahim’in (a.s) seyrinin ay ve güneşten tevili, seyrin hakikat tevili ve onun neticesinin elde edilmesi idi.   

14- Başka bir pasajda “yüzümü çevirdim” sözünün özüt ve çıkarımının ne olduğu sorusunu gündeme getirmekte ve şöyle cevap vermektedir: mutlak kemale aşkın gereksinimi, hiçbir zaman mümkün vücutlarla mukayese edilmeyecek sonsuz varlık ve evrenin yaratıcısına yönelmektir.

15- Eğer birisi gerçekten bu seyri seçer ve maksadına ererse, ne gibi şeyleri görür? Başlangıçta açıklamaktadır ki eğer birisinin kalbi veçhesi gerçekten hak olursa, artık başka şeyleri O’nunun dışında görmemekte ve O’ndan başka kimseden yardım dilememektedir. Nitekim Hz. İbrahim Halil de böyle yapmıştır.

16- Elbette bunu unutmamamız gerekmektedir ki bu yolu seçmek, bir çeşit marifete ulaşmaktır ve bu marifet adım adım ve menzil be menzil ve tedricidir.

17- Bu dini tecrübedeki bir başka soru ise acaba bu suluk herkes için müyesser midir ve eğer birisi bu yolu seçerse maksadına ulaşır mı? Şöyle cevap vermektedir: bu seyir derecelerle elde edilebilir ve onun en yüce derecesi, Hakk’ın cemaline ilgi ve visale sevgidir.

18- Elbette açıktır ki bu yol, seyri suluk, nefsin arındırılması ve velayet çatısı altında olmakla mümkün ve müyesser olabilir.

19- Suluk makamı hakkındaki bu aşamadaki nokta şudur ki İmam Humeyni hadislere dayanarak salikin elde ettiği kazancın “gurb-u nevafil” olduğunu ifade ederek şöyle demektedir: insanın yönü Allah’ın veçhine temayül ettiği vakit, Hak insanın vücudunda tasarrufta bulunur.

20- Son pasaj, 9. Bendin açıklaması hakkındadır. Şöyle ki Hz. İbrahim’in seyri, ıtlak ve tümel değildi, takyidi/sınırlı idi, her ne kadar bu seyir kaçınılmaz olsa da.  

İmam Humeyni kuddise sirruh

ABNA24.COM

---------------------------------- 

[1]— Hz. Peygamber Ekrem’den yalnızca irfani kitaplarda nekledilen bir hadise işerttir. “Benim için Allah’la öyle bir hal vardır ki mukarrep melek ve Mürsel peygamberler onu kaldıramazlar.” Elbette kaynaklarda “hal” yerine “vakit”te gelmiştir. Ve bazı kitaplarda “la yesehu” yerine “la yeseni” gelmiştir. Bkz. Meclisi, Erbain,  s. 177, 15. hadisin şerhi. Ayrıca Futuhatı Mekkiye, c. 1, s. 564 ve 636 ve c. 3, s. 363 ve Şerhi Fususu’l Hikem, s. 109 ve 296 ve Tefsir-i Molla Sadra, c. 7, s. 108.

[2] —* Kırk Hadis Şerhi, s. 127.

[3] — En’am, 79.

[4] — İlahî evliyaların insanların hidayeti ve metotlardan yararlanmaları için şeriatta gelen şekilde ellerinden tutmalarına işarettir. İlahî gurp miraç unvanı ile namaz onların en önemlisidir. Fıtratın uyanmasına davet eden talimdir.  

[5] —* Adabu’s Salat, s. 115 – 118.

[6] — Kırk Hadis Şerhi kitabının otuz dördüncü hadisinin şerhinin zeylinde şerh edilen “gurb-u nevafil” hadisine işarettir. Hadisin kaynağı için Bkz. Usul-u Kâfi, c. 2, s. 352, iman ve küfür kitabı, Müslümanlara eziyet edenler babı, h. 8.

[7] —* Kırk Hadis Şerhi, s. 590 – 591, 34. Hadisin şerhi.

[8] — Vesailu’ş-Şia, c. 4, s. 727, Kitabu’s-Salat, Bap. 9, Ebvab-u Tekbireti’l İhram, hadis: 11.

[9] — Bu ifade muhtemelen İbn Arabi’nin “Futuhat” kitabından alıntıdır. Bkz. Futuhat-ı Mekkiye, c. 3, s. 100, bap. 329.

[10] —* Kırk Hadis Şerhi, s. 506, 29. Hadisin şerhi.