AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : jamnews
Pazar

6 Aralık 2015

20:01:04
723399

Akın Tandoğan

Erbain: Akıl Aşk Çelişkisinin Çözümlendiği Güzergâh

Sekiz on yaşlarında iki çocuk. Hüseyin’in erbaini niyetiyle atılan domates tohumları şimdi meşakkatle toplanıp küçük bir sepet içinde küçücük ellerde zairin titrek ellerini bekliyor olması, o tohumların olgunlaştığını anlatıyor.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Sekiz on yaşlarında iki çocuk. Hüseyin’in erbaini niyetiyle atılan domates tohumları şimdi meşakkatle toplanıp küçük bir sepet içinde küçücük ellerde zairin titrek ellerini bekliyor olması, o tohumların olgunlaştığını anlatıyor. Bir elinde sürahi ve diğerinde bardak, diğer bir çocuk toprak yolun kenarında diğer çocukla gözleri erbain ziyaretçilerine kitlenmiş. Kim nereden bilecek toplanıp sepete doldurulan o domatesler ve defalarca dolup boşalacak o sürahi ve bardak, o körpelerin dünyalık adına var olan tek sermayelerinin olduğunu. Belli, niyetleri son derece pak; zira domatesler alabildiğince az ziyaretçiye ulaştırılması değil, olabildiğince çok ziyaretçiye ulaştırılması; sürahinin birkaç kez değil, sayısız doldurulup boşaltılması niyetlerin ihlasını yansıtıyor. Öylesi küçücük kalplerin böylesi yüce hedefler için kilitlenip atmasını hangi ideolojinin açıklamaya gücü yeter ki!

Seksen küsur kilometrelik Necef Kerbela yolu. Asırlarca kimi ayaklar yalın, kimi bacaklar protez ve kimi her iki ayaktan da yoksun bedenlerin müteberrik olduğu bir güzergah. Birisi sırtında, diğerinin elinden tutmuş ve üçüncüsü kalın bir kartonun içinde yorulmaksızın emin adımlarla bir bayan acziyetini İmamına arz etmeye gidiyor. Hem güzergâh yolcularından haz duyup bereketleniyor ve hem de yolcuları yoldan haz alıp bereketleniyor.

Hareket noktası Necef ve hedef Kerbela. Peygamberin kendisine bırakılan emanetin taşıyıcısı; paklığın kendini pakladığı; aklığın kendini akladığı; vahyin anlam bulduğu ve hatta anlamın bile anlam kazandığı; havsalaya sığmayan tarihin en çirkin desiselerine maruz kalmasına rağmen vahyi tüm berraklığıyla yansıtıp fitneleri birer birer kırarak Muhammedi İslam’ı hakkıyla eda eden Ali b. Ebi Talip’in mübarek naaşının yer aldığı şehir, Necef. Önce ziyaretçiler kendilerini Alin’in engin bağrına atıyor ve ne birkaç günlük dert, acı ve çile, aksine asırların dert, acı ve çilesini İmamlarıyla paylaşıyorlar.

Necef’te İmamla yapılan necvaların etkisiyle bir nebze de olsa ruhi teskinliğe ulaşan ziyaretçiler, ziyaretin büyükten, yani Ali’den başlayıp oğulla, yani Hüseyin’le bitirilmesi nezaketini ifa ettikten sonra zahirde yol çıkınlarını, ama batında engin Hüseyni sevgilerini yüklenip Hüseyin’e; onun tarihi ölümsüz mesajına yani “Hel min nasırin yensurni?” lebbeyk nidasıyla yola düşüyor.

Kerbela istikametine atılan ilk adımla ihsanlar ve nezriler ziyaretçileri kucaklıyor; her birkaç adım ötesi kurulan mütevazı çadırların kimisinde çay bardakları dolup boşalıyor ve kimisinde kazanlarla pişirilen yemekler Hüseyin’in aşıklarını bekliyor. Ziyaretçilere ev sahipliği yapan kimselerin yüzünde asırların çilesi ve yaşamın zorluğunu apaçık yansıtan ellerdeki nasırlar sömürülmenin nişanesi, ancak ak ve pak gönüller; tüm bunlara rağmen bir zamanın tekü tenha bırakılan Peygamberin Ehlibetini unutmak şöyle dursun aksine, an be an Kerbela Aşurasının zaman cetvelini tüm ayrıntılarıyla hatırlayıp Hüseyni ve Zeynebi olabilmenin ümidiyle her günkünden daha ümitli atıyor.

Kerbelaya doğru atılan adımların her biri bir diğerinden farksız ve sonuçta rutin ve tekrarlanan ritmik hareketlerden başka bir şey değil, elbette kapitalist ve materyalist gözlerin kitlenip hiçbir anlam veremediği ve aynı körlükte baktığı sürece de hiçbir anlam veremeyeceği muamma bu, ne var ki esfelüssafilinden alayüilliyine ve arzdan arşullaha yükselmenin başlangıcı o adımlara bağlı; ne fakat İslam-ı Mübinin tabilerinin yorumu bu, bilakis gönlünü aklayıp paklayan ve belki de Hüseyin’in söylemiyle hür ve özgür nefeslerin yorumu bu.

Arşu alaya doğru ilerlenen Necef Kerbela yolu Abbas’ın anısına sakkalarla dolu, o günün Hüseyni, Zeynebi, Abbası, Asgarı, Ekberi, Kasımı, Rukeyyesi, Sakinesi ve nihayeti kelam zahirde susuz ama batında Muhammedin elinden suya kanan Muhammedi İslam’ın fedaileri ve aşıklarının suya hasret dudaklarının anısına testiler dolup boşalıyor. Sakilerin tamamı onca zahmetin verdiği yorgunluğunu ziyaretçilerin dile getirdiği “Esselamü aleyke ya Hüseyni Şehidi bi Kerbela” söylemini işitmekle bertaraf ediyor ve bir an zihinlerde Peygamberin “Ehlibeytime meveddetten başka hiçbir ücret istemiyorum” Kuranî buyruğu çağrışım buluyor.

Neceften başlayıp Kerbelaya doğru atılan adımlar sığlaştıkça sığlaşıyor; her bir adım başlangıçta bedevi aklı tahammül edilesi olmayan sıcaklıkta eritip tahammül ötesi çekiçlerin altına atıyor ve sonraki adımlar, aklı bedevilikten çıkartıp ona gerçek konum bahşediyor ve derken akılla başlayan hareket, aklın son merhalesine yani aşka ulaşıyor ve böylelikle gerek semavi dinlerin ve gerek beşeri dinlerin asırlardır konu edipte çözemediği akıl-aşk çelişkisi Necef Kerbela güzergâhında çözüm buluyor.

Neceften başlayıp Kerbelaya doğru atılan adımlar dopdolu bulutlardan düşen bir yağmur tanesini anımsatıyor; ürkek, ama önce tak başınalığın çözümsüzlük ve hatta ölümlük olduğunu kavramanın verdiği devingenlikle kendini diğer su damlalarına ulaştırmaya çalışan ve onlarla birleşip küçük bir sel ve derken ırmakla buluşup engin sularda susuzluğunu giderme ümidiyle tüm cesaretini toplayıp kendini dopdolu buluttan ayırmaya çalışan bir yağmur tanesi; her ne kadar kendisi su cinsinden, ama susuzluğunu engin suların kandıracağının farkında; tıpkı Hüseyin’in yolunda Hüseyni olmak ve diğer Hüseynilerle buluşarak Hüseynilere karışıp yeni ve taptaze bir hayat bulmak isteyen adımlar gibi.

Necef Kerbela yolu topraklıktan kurtulup parlaklığa ulaşmanın yolu. Kerbela sahnesinin defalarca zihinlerde çağrışım yaptığı, Kerbela sahneleri üzerindeki perdelerin birer birer kaldırıldığı ve kaldırılan her bir perde arkasında geçmiş ve gelecek tarihin şahidi dahi olamayacağı iki zıt kutbun nemayan bulduğu bir güzergâh.

Kameraların görüntülemeye güç yetiremediği, fotoğraf makinalarının negatiflerinin dillendiremediği ve ressamların resmetme anında fırçalarının perişanlık yaşadığı sahnelerle dopdolu bu güzergâh.

Yezidi Yezidlerle birlikte tarihe gömen ve Hüseyni Hüseynilerle birlikte arşa yücelten bu güzergâh, asırlardır Hüseyni elması cilalayıp Zeynebi pırlantayı parlatıyor ve cilalanan bu elmastan; parlatılan bu pırlantadan Hüseyniler ve Zeynebiler aydınlandıkça aydınlanıyor.

Ve derken mazlumluğun, yalnızlığın ve tek başınalığın, ama yiğitliğin, cesaretin, mertliğin, isarın ve fedakârlığın iliklerine kadar anlam bulduğu Hüseyin’in hem bereketlenmiş ve hem de bereketlendiren; hem nurlanmış ve hem de nurlandıran haremi şerifi, ziyaretçilerinin gözlerini büyülüyor ve büyülenen gözlerden önce damla damla ve sonra akın akın akan yaşlar, görünürde dışa, ama batında, gönle doğru süzülüyor. Hemen ardından suya hasret çatlamış gönüller; tıpkı toprağını yaran tohum gibi ve tıpkı engin sularla buluşmak ümidiyle dopdolu yağmur bulutundan kendini koparan yağmur tanesi gibi suyla buluşmanın verdiği sürurla bir an burkuluveriyor. İşte oracıkta buz dağları erimeye başlıyor, suya hasret gönüllerde bir sonraki erbainin tohumları saçılıyor.

“Kardeşim! kardeşinin yardımına koş” nidasını bağrında saklayamayan zaman ve mekan, nidanın engin acısını dışarı salıveriyor oracıkta ziyaretçiler farkında olmaksızın gamlı ve nemli bakışlarını Abbas’ın haremi şerifine yöneltiyor.

Kim bilir zihinler suyu ve Abbası nasıl betimliyor, ne var ki onun mübarek haremi şerifine çevrilen gözlerin dillendirdiği şu cümleler zairlerin ortak kanısı olsa gerek: “Susuzluğu had safhasına ulaşanları suya kandıramadığı için suyun bile anlamını kaybettiği ve su olmaktan utandığı bir suyu Abbas neylesin! Ne var ki kundaktaki altı aylık çocuktan yetişkinine ve yaşlısına kadar gözlerin kendisine odaklandığı Abbas, onların hatırı olmasaydı gönlünde akan fıratlar varken kırbasını Fırata salar mıydı hiç!”

Milyonlar Haremeynle buluşmanın coşkusuyla galeyana gelerek asırlar öncesi sözde Müslümanların söylemekten kaçındığı “Lebbeyk Ya Hüseyin” nidasıyla dillerinin bağını açıp gönüllerinin dağını serinletiyor.

Ve şimdi dönme zamanı. Ziyaretçiler marifetleri oranında çıkınlarını doldurmuş ve zaman aşımına uğramayacak damak tadıyla Kerbeladan ayrılıyorlar. Birkaç adımda bir geri dönüp bakmaları ve her bakışlarında zar zar ağlamaları, Hüseyin ve Abbas’ın mübarek haremi şeriflerine hediye edilen coşku dolu kalpleri betimliyor.