AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : Welayetnews
Perşembe

27 Ekim 2016

18:47:24
788231

İran ve Mısır ilişkileri yeniden başlama eşiğinde / İhvan ile halk arasındaki çatlak ne zaman oluştu?

Mısır ve İran arasında ilişkilerin yeniden kurulması, Sünniler ve Şiiler arasında mezhebi gerginliğin düşürülmesinde ne gibi bir etki bırakır?

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA - Mısır, Enver Sadat döneminde Siyonist rejimle Kamp David anlaşmasını imzalamıştı. Buna rağmen Suudi yönetimi son yıllarda milletlerin yönünü işgalci rejimle düşmanlıktan saptırıp hayali bir düşmana yani İran İslam Cumhuriyetine çevirmesi için Mısır ve İran ilişkilerini zayıflatıp baltalama çabası içinde oldu. Fakat bütün bu çabalara rağmen Mısır milleti, İran halkının kendisine verdiği desteği unutmayacaktır.

Mısır ihvanının ayrılan liderlerinden ve eski sözcüsü Kemal el-Helbavi, Tasnimin kendisiyle yaptığı röportajda, mezhepler arası yakınlaşma, Mısır-İran ilişkileri, İhvan cemaatinin geleceği ve Suudi rejimi ile Mısır ilişkileri konusunda pek çok soruyu yanıtladı.

Tasnim: Mısır devleti ile İhvan rasındaki kriz nereye vardı?

El Helbavi: Aslında şu an sadece devlet ile ihvan arasında değil, belki ihvan ile devletin bütün erkanı arasında bir kriz yaşanıyor. Yani sadece düzenle değil, milletle de kriz yaşanıyor; ihvancılar her kesi kendilerine düşman yaptılar, halkın değişik kesimlerini, devleti, kurumların ekseriyetini, yargı organını, medya kuruluşlarını, polisi ve askeri kendilerine düşman hale getirdiler.

İhvancılarla Mısır halkı arasındaki çatlak ne zaman meydana geldi?

Daha doğrusu, ihvancıların kendileri bu durumun ortaya çıkmasına neden oldular. Kendi elleriyle krizi, devletle yaşanan krizden yönetimin bütün erkanıyla yaşanan krize dönüştürdüler. Telafisi zor sonuçlar doğuran fahiş hatalara irtikap ettiler, Mısır milletini görmezden geldiler, devrime de sırt çevirdiler ve gücün peşinden koştular. Millet onlardan devleti değiştirmelerini istedi, ama onlar milletin talebini yerine getirmekten imtina etti; millet erken cumhurbaşkanlığı seçimi istedi, erken seçime gitmediler. En büyük çatlak o zaman meydana geldi ki Muhammed Mursi, ana yasa bildirisi çıkardı, kendisi için mutlak yetkiler tanımladı ve başsavcıyı azledip askeri konseyi lağvetti ve anayasa mahkemesi yargıçlarının bazılarını görevden azletti, sanki onlar devlette ve devletin ortaklarından değillermiş gibi davrandı. Vatanın ortaklarını görmezden geldiler. Ve ihvanın uluslararası bir gurup olarak ülkeyi yönetebileceği zannıyla ötekilere ülkenin yönetilmesinde yer verilmedi. Bu durum, işleri idare etmekten aciz kalmalarına neden oldu, çünkü deneyimleri yoktu ve onların icraatı İslam’ın imajına halel getirdi. Bana göre, Müslüman kardeşler tıkanmış bir nokta vardılar ve bu çözülmenin asıl nedeni ve sorumlusu da kendileridir.

Tasnim: İhvan ile Mısır devleti arasında savaş durumuna yol açmayacak bir insiyatif ya da plan var mı?

Şu anda, ihvanın inadlaşması, meşruiyet olarak dillendirdikleri tutumda ısrar etmesi ve meşruiyeti desteklemekle bilinen koalisyonların kurulması nedeniyle hiçbir plan veya insiyatif mevcut değildir. Geçmişte terörist eylemlerde bulunmuş olan guruplar onlara katılmış durumda. Akıl sahibi bir insan geçmişte terör eylemelerine bulaşan kimselerle ittifak yapar mı? İhvanın liderlerinden biri, ‘bizim ölülerimiz cennette ve onların ölüleri cehennemdedir’ diyor. Siyasi ihtilafın cennet veya cehennemle hiçbir ilgisi yok ve mevcut ihtilaf temelde siyasidir ama buna rağmen ihvan onu, ‘bizim ölülerimiz cennette ve onlarınki cehennede’ diyerek, dini bir ihtilafa dönüştürdü ve bu durum, ihvanın söylemiyle çelişmektedir.

Tasnim: İran ve Mısır arasındaki yakınlaşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Her iki ülke arasında yakın gelecekte ilişkilerin yeniden başlama ihtimali var mı?

El Helbavi: Yakın ilişki demek yerine, ilişki ve bağ kelimesinin kullanılmasını tercih ediyorum. Mısır ve İran arasında ilişkilerin kamil anlamda kurulmasını umuyorum. İran, Mısır’ın dostu olan güçlü bir ülkedir. Ancak bir yandan selefiler ve diğer yandan Suudi yönetimi, İran’ın Mısır’daki imajına gölge düşürmekteler. Ben sadece İran ve Mısır’ın birbirine yakınlaşmasını değil, bu iki ülke arasında birleşme, insicam, işbirliği ve anlaşmananın olmasından yanayım. İki ülke arasında ilişkilerin kopuk olması kabul edilemez. Mısır ve İran arasında oluşan mevcut anlaşma ve yakın ilişki, her iki ülkenin bölge sorunlarını idrak etmeleri ve iki ülke yetkililerinin uzlaşma ve işbirliği dilini bölge çıkarları doğrultusunda öne çıkarmış olmalarından ileri gelmektedir.

İran ve Mısır, ilişkileri yeniden kurma eşiğindeler.

Fars körfezindeki Arap ülkelerinin İran’la ticari ilişkileri vardır. Bu ilişkilere rağmen İran ve Mısır arasında yaşanacak her türlü yakınlaşmadan korkuyorlar ve Şii mezhebinin Mısır’da yayılmasını bahane olarak ileri sürüyorlar. Ben buradan bu ülkelere (Umman dışındaki körfez Arap rejimlerine) sesleniyorum ve diyorum ki bey efendiler! Ehli Sünnet mezhebine zarar verenler sizlersiniz, nerdeyse ‘Şii İsna Aşeri mezhebi çelikten ve Sünni mezhebi kartondandır’ diyecek gibisiniz, bu yakışmıyor. Halkı serbest bırakın, özgür bırakın, istedikleri inanca sahip olsunlar. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin” (Kehf, 29). Neden İran ile Mısr’ın yakınlaşmasına karşısınız? İran ve Mısır, bölgede güvenliğin sağlanması amacıyla kendi aralarındaki ilişkileri yeninden kurma eşiğinde olduklarını düşünüyorum.

Tasnim: Mısır ve İran arasında ilişkilerin yeniden kurulması, Sünniler ve Şiiler arasında mezhebi gerginliğin düşürülmesinde ne gibi bir etki bırakır?

El Helbavi: Mısır’ın bu yönünde önemli bir rolü var, El Ezher daha önce bu plana karşı durdu, Allah’a hamd olsun, Ehli Sünnetin Mısır’daki tarihi ve El Ezher tarihi diğer mezheplere karşı hoşgörü örnekleriyle doludur. Ezher’de Şeyh Mahmut Şaltut, Şeyh Fehhal, Şeyh Şerbasi ve Gazali gibi büyük zatlar yaşamıştır. Bu değerli zatlar, her zaman yakınlaşmaktan ve aynı istikamette hareket etmekten yanaydılar. Şeyh Şaltut bir fetva yayınlayarak, Şia’nın İsna Aşari mezhebine tabi olmayı caiz görmüştür. Mısır ve İran arasındaki yakınlaşmanın takrip kurumlarının aktifleşmesinde, bu tür fetvaların ve düşüncelerin diriltilmesinde ve Müslümanların rasındaki ilişkiler üzerinde oldukça önemli bir etkisi olacağı kesindir. Önemli bir konumu ve ağırlığı bulunan her iki ülkenin birbirine yakınlaştıktan sonra izleyecekleri politikalar, Müslümanlar için örnek olacaktır.

Suudiler, kendi boylarını aşan bir rolü ifa etmenin çabası içindeler.

Tasnim: Mısır ve Arabistan ilişkilerinde yaşanan gerginliklerle ilgili değerledirmeniz nedir?

El Helbavi: Mısır ve Suudi yönetimi arasında siyasi alanda meydana gelen gerginlik, yaşanan ilk siyasi gerginlik değildir ve daha öncede Cemal Abdunnasır döneminde, Yemen savaşının ardından her iki ülke arasındaki tansiyon o denli yükseldi ki savaşla sonuçlanmıştı. Mısır daha önce Yemen’de Suudi yönetimiyle çatışmaya girdi çünkü, bu ülkenin özgürleşmesini ve Yemen halkını Al-ı Suud zülmünden kurtarmayı istiyordu ve Yemenlileri bu yobaz ve oldukça gerici olan diktatör rejimden kurtarma peşindeydi. Suud Hanedanı bu milletin özgürleşmesine mani oldular, çünkü korkuları sadece Arabistan içindeki bir halk ayaklanmasıyla sınırlı değildi, devrimin bütün bölgeyi içine alması korkusundan vahşete düşmüşlerdi. Dolaysıyla, eğer her iki ülke arasındaki mevcut gerginlik yeniymiş gibi algılanırsa yanlış yapılmış olur.

Arabistan haddini bilmeli ve İran’la çatışmaktan uzak durmalıdır.

Ben şunu söylemekte bir sakınca görmüyorum: Suudi yönetimi kendi hacmi, boyu ve sahip olduğu kapasite ve liyaketi aşan, haddinden büyük bir rolü ifa etme çabası vermeketedir. Suudi yönetimi İran’ın düzeyinde, konumunda olmayı istiyor. Bu, Suudi yönetiminin haddini ve boyunu aşan bir arzudur. Suudiler, Arap yarım adasının dini boyutunu ve Haremeyni Şerifeyn’in oradaki varlığını suistimal etmektedir.

Fars körfezi, Amerika’nın askeri üssü olmuş. Suudiler, Arap ülkelerine saldıracaklarına burayı özgürleştirmeliydiler.

Suudiler, kendi ülkeleri Haremeyni Şerifeyn’in topraklarıdır ama buna rağmen Fars körfezinin Amerikalılar ve Batılılar tarafından işgal edilmiş olduğunu ve kendi topraklarında bu ülkelerin askeri üsslerinin yer aldığını unutmuşlardır veya görmezden gelmişlerdir. Bu devletler yada bu küçük devletler (Al-ı Suud ve müttefiklerini kastediyor) eğer Suriye, Yemen, Mısır ve İran’la savaşmak yerine, öncelikle kendilerini özgürleştirip topraklarını Amerikan askerlerinin pisliğinden temizlemek için uğraşsaydı, İslam ve Arap ümmetinin çıkarlarını önceleseydiler daha doğru ve yakışık olurdu. Suudi yönetiminin neden İslam koalisyonu kurduğunu anlamış değilim. Kurduğu koalisyon hakikatte İslami değil ve amacı, Yemen savaşını meşrulaştırmaktır.

Amerika ve Suudi yönetimi arasındaki bal ayı yılları son bulmuştur.

Amerika ve Suudi Arabistan arasındaki bal ayı yılları artık geride kalmıştır. Desteğe karşı petrol denklemi (Suudi rejimin kurucusu Abdülaziz, kendi rejimini desteklemesine karşı Amerika’ya ucuz petrol temin etme anlaşmasını imzalamıştı) artık bitmiştir. Bu nedenle, Suudi yönetimi kendini korumak için harekete geçti, burada şurda kendi çıkmazlara soktu ve kendisiyle hiçbir ilgisi olmayan çatışmalara girdi.

Mısır’ın Suudi yönetimiyle ilişkileri konusunda şunu belirtmeliyim ki Mısır, büyük kardeş ve İslam dünyasının kalbi olarak ve kendi tarihsel rolü, konumu ve ağırlığı gereği başkalarının eziyet ve azarına katlanma yönünde karar almıştır. Bu konumu, sadece Suudi Arabistan’la değil, her kesle iyi ilişkiler kurmasını gerekli kılmaktadır. Mısır; akıl, mantık ve diyalog dilini, Suudilerle çatışma ve gerginlikten uzak durmayı esas alarak kendi çıkarları çerçevesinde hareket etmekte, Güvenlik Konseyinde oyunu kullanmakta ve terörizme karşı mücadeleye destek olmaktadır ki bütün bunlar, realist ve hayata geçirilebilir politikalardır. Diyaloğu öne çıkarması gereken Arabistan’dır.Mısır, başkalarına bağlı olmadan gelişme ve büyüme yolunu sürdürebilir. İran deneyimi önümüzde, onu örnek alabiliriz.

Araplar, İran’ı örnek almaları gerekir.

İran, Amerika ve Batı tarafından muhasara edildi. Şiddetli zorluklar ve kısıtlamalar altında tutuldu ama bütün kısıtlamalara, baskılara ve kuşatmalara rağmen kendi öz gücüne dayanarak her alanda ilerleme kaydetti. İranlılar, uranyumun zenginleşirilmesiyle eş zamanlı olarak teknoloji sahasında da ilerlediler. Onlar, daha sonra güçlü olma pozisyonundan hareketle, dünyanın büyük güçleriyle nükleer müzakerelere başladılar. İran, diyalog yoluyla kuşatmayı yarabildi. Mısır ve İslam dünyasının da İran’ı örnek alarak çatışma ve savaş dilini kenara koyacaklarını umuyorum. Diyalog, dayanışma ve işbirliğini bir politika olarak öne çıkarıp Suudi yönetiminin izlediği politikalardan tümüyle uzaklaşmak gerekiyor.

Arap dünyası, en kötü günlerini yaşıyor.

Tasnim: Arap dünyasının durmunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

El Helbavi: Arap bölgesi tarihin başından bu yana gördüğü en kötü günlerini yaşıyor. Geçmişte de ihtilaflar vardı ama bölgenin sorunları çözen bir özelliği de vardı. Ülkeler arasında sorunlar çıktığında aralarındaki akil insanlar, Araplar arasında savaş çıkmasızın sorunları çözmek için müdahalede bulunurlardı. Fakat bu gün Araplar birbirini öldürmekte ve kendi düşmanlarıyla savaşacaklarına birbiriyle savaşıyorlar. Yemen, bu vaziyet için en bariz örnektir; Yemen halkının kanı Arap hanceriyle dökülmektedir. Suriye, diğer bir örnektir. Arap bölgesini tehdit eden tehlikeler katlanamaz decede çoktur; teörizm, Siyonist rejimin tehditleri, Amerika’nın ihtirasları, hezimete uğramış diktatör rejimler, İslamcı akımların bölge krizlerini çözebilecek gerçek alternatif olarak kendini tanımlamada başarısız kalması ve bu akımların bizzat çözülmesi gereken başka bir krize dönüşmeleri. Dayanışma, irtibat kurma ve birliktelik dışında hiçbir çözüm yolu yoktur.

Çev: Mehmet Gönül