AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA
Cumartesi

17 Haziran 2017

10:04:24
836997

ÖZEL: İmam Ali’nin (a.s) Şahadetinin Nedenleri Üzerine Bir İnceleme

Yazar bu yazısında İlahi sünnetlerin felsefesi açısından Emirulmuminin Ali’nin (a.s) Nakisin, Kasitin ve Marikin gibi isyancıların eliyle şehit olmasının nedenlerini inceliyor.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA – Topluma Hâkim İlahi Sünnetler

Kur’an ayetlerinde insan toplumuna öyle bakılmıştır ki sanki salt itibari ve sözleşmeli bir şey değildir; aksine bağımsız veya bağımsız benzeri bir varlıktır ve kendine has hükümleri ve yasaları vardır. Öyleyse nasıl ki tüm insan fertlerinin her biri için hüküm ve yasalar varsa, tam bir uyum için ve toplum denen muhitte birbirlerinin karşılıklı ihtiyaçlarını karşılayan fertlerden oluşmuş topluluklar için de bir gerçeklik unvanında hükümler ve kanunlar söz konusudur. Diğer bir ibaretle, eğer bir binayı oluşturan parçalar ve unsurların her biri için hükümler varsa, binanın mecmuası için de bazı hükümler vardır ki o toplu olma haline hastır.

Bu yüzden Kur’an’da insan fertleri ve insanların her biri için ecel söz konusu edildiği gibi, ümmet için de ecel söz konusu edilmiştir. Buna göre, insan toplumunun ümmetler kalıbında, birbiriyle iç içe geçmiş ve bütünleşmiş bir mecmua unvanında doğum, gelişim ve ergenlik, çocukluk, gençlik, yaşlılık ve nihayet ölüm gibi haletleri vardır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Her ümmetin bir eceli vardır; ecelleri gelip çattığında ne bir an geciktirilir ve ne de bir an öne alınır”. (Araf:34; bkz. Yunus:49, Müminun:43).

Topluma hâkim ilahi sünnetlerden biri, istisal azabıdır. Bu ilahi sünnete göre, ne zaman beşeri ümmetlerden bir ümmet ilahi takvaya aykırı davranırsa ve isyan ederse, istidrac ve mühlet verme sünneti uygulandıktan sonra, Allah o kavmin kökünü acı bir azapla kurutur ve onlardan diğerlerine ibret olabilecek kalıntılardan başka hiçbir şey geriye bırakmaz. Allame Tabatabai, istidrac sünneti hakkında Araf suresinin 182. Ayetinin (Ayetlerimizi yalanlayan kimseleri pek yakında bilmedikleri bir yerden yavaş yavaş helake götüreceğiz.) açıklamasında şöyle buyuruyor: İstidrac lügatte bir kimsenin basamak basamak ve tedricen bir yerden veya makamdan yukarı çıkası veya aşağı inmesi veya ona yaklaşması manasındadır. Ama bu ayette makam karinesi gösteriyor ki maksat, helakete yaklaşmaktır ya dünyada veya ahrette. Ve istidracı onların anlamadığı bir yola bağlaması şunun içindir ki bu yakınlaşmanın aşikar olmadığını, maddi yaşamın nimetlerinden faydalanmakla eşzamanlı olarak gerçekleştiğinden gizli olduğunu anlatmak içindir. Böylece o günahta aşırıya gidecek ve sürekli helak olmaya doğru yaklaşacaktır. Buna göre diyebiliriz ki istidrac bir nimetin nimetten sonra yenilenmesidir; böylece bu nimetlerden alınan lezzet onu yaptıklarının vebalinden gafil edecektir. (el-Mizan Tefsiri, Allame Tabatabai, c.8, s.454)

İmhal sünneti ise ümmete mühlet verme manasındadır. Kur’an öğretilerine göre, yüce Allah, tevbe ve istiğfar ve yine günah ve azabın artması ve bizim bilmediğimiz diğer bazı şeyler gibi bazı maslahatlar gereği, batıl ehlinin azabında acele etmemektedir; aksine onlara zaman ve mühlet vermektedir. (Ali- İmran: 178; Fatır: 45). Tarih boyunca birçok ümmetler ve beşeri toplumlar, istidrac ve imhal sünnetleri sonrasında Yüce Allah tarafından istisal azabına duçar olmuşlardır ki bunlardan bazıları Nuh, Ad, Semud ve Lut gibi kavimlerdir. (Hac: 42-47)

Kur’an öğretilerine göre, insan toplumuna hâkim sünnetlerden biri şudur ki Yüce Allah muvafık olan ümmeti onlardan bir kişinin amelinden ötürü azap etmektedir. Çünkü eğer bir kişi doğrudan bir kişiyi öldürmeye girişir ve onlardan her biri bu yapılana muvafık olursa, onların hepsi bu suçun ortağı olur. Yüce Allah, Semud kavmi hakkında dikkatleri şu noktaya çekmektedir ki onlar, Salih’in devesinin onlardan en bedbaht kişi tarafından öldürülmesinden dolayı istisal azabına duçar oldular. (Şems: 11-14)

Yine ilahi sünnetlerden bir diğeri şudur ki Yüce Allah, sadece muvafakat ettikleri için kötü amele muvafık olanları azap etmiyor, aynı şekilde ümmetin içinden susanları ve tarafsız olanları da azap ediyor. Yüce Allah, Araf suresinin 164-166. Ayetlerinde şu sünnete dikkatleri çekiyor ki Yahudi ümmetinin asilerinden Cumartesi günü balık tutanlarla birlikte susanlar ve tarafsız kalanlar da cezalandırıldı ve sadece iyiliğe emreden ve kötülükten alıkoyanlar istisal azabından kurtuldular.

Emirulmüminin İmam Ali’nin (a.s) Şahadetinin Nedenleri

Topluma hâkim ilahi sünnetlere bakarak, İmam Ali’nin şahadet konusuna ve İslam ümmetinin o günkü durumuna ve onun bugüne kadarki neticelerine yeni bir bakışla yaklaşabiliriz.

Kur’an öğretileri bakımından hilafet meselesi çok önemli ve temel konulardandır ve herkes bu makamı işgal etme liyakatine sahip değildir. Elbette tarih boyunca bu makama liyakatleri olmamasına rağmen kendilerini velayet ve hilafet makamına layık gören müddeiler sürekli var olmuşlardır. Belki de bu makamın ilk müddeisi İblis’tir. O, ilahi hilafet makamı için kendisini hazreti Âdem’den daha layık görüyordu ve kendisinin hazreti Adem’den daha üstün ve daha iyi olduğuna inanıyordu. (Araf: 12; Sad: 76)

Kendi hayal âlemlerinde kendilerini büyük görme ve kendini üstün görme düşüncesine kapılarak ilahi halifelere savaş açan ve insanları köleleştiren rehberlik iddiasında bulunan insanlar da olmuşlardır. Bunlardan en önemli ve en meşhuru olarak Firavun’a işaret edebiliriz ki birçok ayet bu konu hakkındadır.

Kur’an öğretileri bakımından ilahi velayet ve hilafete, sadece ilahi velayete mazhar olan kimseler layıktırlar. Bu yüzden yaşamı boyunca en küçük bir zulmü bile reva gören birisi, imamet ve velayet makamına layık değildir. Yüce Allah Bakara suresi 124. Ayette açıkça buyuruyor ki: Ve (hatırla) hani bir vakit Rabbi, İbrahim’i bir takım kelimelerle imtihan etmişti de o da onları sonlandırarak hepsinden başarıyla geçince Rabbi “Kuşkusuz ben seni insanlara imam yapacağım” demişti. O da “Soyumdan (da imam yapacak mısın?)” dedi. Rabbi de “Ahdim (imamet makamı) zalimlere yetişmez” dedi.

Bu ayete göre, kim yaşamı boyunca bir tek zulüm yaparsa ümmetin imamet ve velayetine nispet liyakati yoktur ve bu makama oturamaz; ancak Firavun gibi bu makamı gasbedebilirler. Bu bakımdan Peygamberden sonra hilafet makamına oturmak isteyenler ve Sakif’de hükümet ve hilafeti kendi adlarına kaydedenler, Kur’an’ın bakışıyla hilafet ve imamet makamına layık değillerdi.

Bu kişilerin kendilerini büyük ve üstün görme hayalleri, ümmetin gerçek imam ve halifenin velayetinin altına girmesine izin vermemelerine neden oldu. Emirulmüminin Ali’nin (a.s) bu insanlara ve İslam ümmetine hitabı, Musa’nın (a.s) Firavun’a hitabı gibidir: (Musa onlara dedi ki: Doğrusu onlardan önce Firavun kavmini de imtihan ettik. Oysaki onlara da pek değerli bir peygamber gelmişti. (Onlara geldiğinde demişti ki:) “Allah’ın kullarını bana teslim edin. Hiç şüphesiz ben güvenilir bir peygamberim.” “Allah’a karşı üstünlük taslamayın; zira ki ben size apaçık bir kanıt ile gelmişim.” “Ve elbette ki ben, beni taşlamanızdan, benim Rabbim ve sizin Rabbiniz (olan Allah’a) sığınırım.” “Eğer bana iman etmeyecekseniz, (en azından) beni rahat bırakın/bana karışmayın.” (Duha:18-21)

Ama büyüklenenleler ve zalimler bu ilahi daveti kabul etmek yerine Samiri’nin peşi sıra gittiler ve öyle hareket ettiler ki Emirulmüminin Ali’yi (a.s) neredeyse o günlerde şehit edeceklerdi; Hazreti Musa’nın halifesi Harun’a yaptıkları gibi. Yüce Allah bu hususta şöyle naklediyor: “Musa, kavmine kızgın ve üzgün bir halde döndüğünde, “Harun, “Anamın oğlu! Bu kavim beni güçsüz bıraktı ve nerdeyse beni öldüreceklerdi. Bana bunu yaparak düşmanları sevindirme ve beni zalimler toplumuyla bir tutma” dedi.” (A’raf:150)

O gün halk, Peygamber’in (s.a.a.)kardeşini öldürmeye yeltendiler ve Hazreti Ali’nin (a.s) Peygamber’e nispet olan konumunun Harun’un Musa’ya nispet olan konumuyla aynı olduğunu kabul etmeye yanaşmadılar; birçok ayetin ve Menzilet ve Gadir gibi birçok hadisin var olmasına rağmen kabul etmediler. İmam Ali (a.s) da o günün zor şartlarında İslam’ın aslını korumak gibi maslahatlardan dolayı zahiri hilafeti bırakmak zorunda kaldı ve o günün şatlarını kabule mecbur bırakıldı. Ama bu ilahi emaneti (Ahzap:72) asla tamamen onlara bırakmadı ve sürekli ilahi hakkını elde etmek için direndi. Böylece 25 yıllık kenara çekilme süresi boyunca öne çıkan tüm fırsatlarda hakkı beyan etti ve ilahi hakkını gerçekleştirmek için girişimde bulundu.

O günün siyasi gruplarını ve hareketlerini tanıma açısından bakılarak cahil kitlelerin cahiliyet bakışıyla hilafet meselesine baktıkları ve hilafetin gaspı ve sonrasında İmam Ali’nin hilafeti döneminde başlatılan birçok savaş ve sonunda onun şahadeti gibi hadiselerin zeminini oluşturdukları anlaşılmaktadır.

Tarih Boyunca Kişilerin Asi Şahsiyetini Neticesi

Şimdi soru şudur ki İblis, Nemrut ve Firavun’dan hilafet asrına kadar tarih boyunca güçlü rolleri olan ve sürekli peygamberlerin bisetinin hedefini yok eden bu hareketler, birbirlerine tavsiyelerde mi bulunuyorlardı yoksa bu sürekli hareketlerin kökünü başka bir yerde mi ramak gerekir?

Diğer bir ibaretle, nasıl oluyor da tarihi gruplar ve hareketler arasında tüm zaman ve mekân fasılasına rağmen amel ve fikir bakımından böyle bir mutabakat oluşuyor ve bugünküler mesela Semud ve Ad kavminin yaptıklarını tekrar ediyorlar. Birçok yerde düşünce ve amel bakımından o kadar benzerlik vardır ki sanki o hareket bugün yeniden canlanmıştır. Hâlbuki o düşüncelerden hiçbir eser kalmamıştır ve sonra gelenler kendilerinden öncekilerin bu işlerini görmemişlerdir.

Yüce Allah, geçmiştekiler ve gelecektekiler arasındaki bu ahenk ve mutabakat hakkında şu noktaya dikkatleri çekiyor ki mesele gelecektekilere tavsiye yoluyla öğretmenin çok ötesinde bir konudur; zaten ne bunlar onları görmüşlerdir ve ne de bunlar onların düşünce ve davranışlarından haberdardırlar. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “İşte böyle idi; onlardan önce gelen her peygamber hakkında istisnasız, “Büyücü ya da delidir” dediler. Acaba bunu birbirlerine tavsiye mi etmişlerdi! Hayır, gerçek şu ki, onlar azgın bir toplum idiler.” (Zariyat: 52-53)

Öyleye Kur’an’a göre, tarih boyunca İslam düşmanları ve Peygamberlerin düşünce ve davranışlarındaki ahengin sebebi, onların kişilik psikolojisinin türünden kaynaklanmaktadır. Gerçekte bu muhalif gruplar hatta birbirlerinden habersiz olmalarına rağmen, birbirleriyle ahenk içinde ve benzer davranış sergilemişlerdir. Çünkü onların düşünce ve davranışları, onların asi şahsiyetlerinin bir neticesidir. Buna göre, nasıl ki müminler birbirlerinden haberdar olmamalarına rağmen, birbirlerine benzer söylem ve davranış sergiliyorlarsa ve şahsiyetleri benzer davranışları ortaya çıkarıyorsa, aynı şekilde kafirler ve asiler de böyledir. Çünkü Kur’an’ın bakış açısından insanın söylem ve davranışları, onun şahsiyet ve kişiliğinin özetinin neticesidir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “De ki: “Herkes kendi yapı ve kişiliğine göre hareket edip faaliyette bulunur. Bu yüzden Rabbiniz, kimin yolunun daha doğru olduğunu daha iyi bilir.” (İsra:84)

Sakife ashabı tarafında sergilenen davranış ve söylemler ve aynı şekilde Nakisin, Kasitin ve Marikin gibi hareketler tarafından ortaya çıkan davranışlar ve dört yıl gibi kısa bir zaman diliminde üç asli savaşın zemininin oluşturulması bu siyasi ve toplumsal hareketlerin şahsiyetinin yansımasıdır. Kur’an açısından anlaşmalarını çiğneyip Cemel savaşını başlatan Nakisin, adaleti ayaklar altına alıp Sıfin savaşını başlatan Kasitin ve Velai nizam içinde Nehrevan savaşını başlatan Marikin, davranış ve uygulamalar bakımından aralarında kısmi farklılıklar olsa da hepsi ortak bir kaynaktan beslenmektedir ve o, ilahi velayet nizamı karşısında isyandır.

Topluma hâkim ilahi sünnet ve kanunlara bakışla anlaşılıyor ki gasp, ölümle tehdit, buna girişmek ve İmam Ali’nin (a.s) velayet nizamı aleyhine başlatılan yıpratma savaşları o gün toplumunun kişilik ve şahsiyetinin bir yansımasıydı. Onların hak karşısındaki isyankârlığı, sanki onların birbirine tavsiye ettiği savaşları başlattı; hâlbuki bu haletler bu kişilerin gerçek şahsiyetini beyan ediyordu; zira isyanın bazı gerekleri vardır ki insan ve şeytanda aynıdır.

İsyankârlığın bu gerekleri, Semud kavminin en bedbaht ferdini Salih’in devesini kesmeye zorluyordu ve Musa (a.s) zamanında Samıri şeklinde Harun’un savaşına götürmekte, İslam’ın ilk asrında hilafetin gaspı için ve nihayetinde savaş ve şahadetin zeminini hazırlamakta, böylece bedbahtların en bedbahtı, İbn Mülcem Muradi kin kılıcını öldürücü zehre bulamakta ve onunla Allah’ın en üstün velisinin canını almakta ve şehit etmektedir. İyice dikkat edildiğinde görülüyor ki Emirulmüminin İmam Ali’nin (a.s) şahadetinin temeli Beni Saide Sakife’sinde atılmıştır; o hazretinin şahadetinin asli sorumlusu ve aynı şekilde öldürülen veya zehirlenen diğer imamların sorumlusu, doğrudan Sakife hareketini ilk olarak başlatan ve hilafeti gasbedenlerdir.

Bedbahtların en bedbahtı İmam Ali'nin mübarek başına kılıç darbesi indirdiğinde Sakife’de ortaya çıkan eller görülmelidir. Marikinden olan Hariciler, ilahi anlaşmalarının aksine hareket eden bu İslam ümmetinin bir bölümü idi. Bunlar en kötüler unvanıyla ümmet arasına girmekle görevlendirildiler ve ümmet de sustuğu ve tarafsız kaldığı için bu tarafsızlık ve suskunluk yüzünden dünya ve ahrette cevap sorumluluğunu üstlenmişlerdir.

Emirulmümininin şahadeti, bakış ve görüşte bir tür tekebbür ve firavunculuğa tutulan kişilerin şahsiyetinin yansımasıydı ve müşrikane zulümlerinden ötürü İlahi velayetten kaynaklanan adalete dayanamadılar. Zira adalet her şeyi hak yerine bırakmaktır; o ilahi mekâna. Buna göre, asiler ve zalimler olmaları gereken yer ve makamı kabule hazır olmadıkları ve beklentilerinin olmaları gereken yerden daha üst bir makamda olmak olduğu için adaleti isteyenlerle bir arada olamazlar. Bu yüzden onları fiziki veya kişilik bakımından ortadan kaldırmaya çalışırlar. Bu dün olduğu gibi bugün de tekrarlanmaktadır.

Her durumda İmam Ali’nin (a.s) şahadetinin nedenleri incelenirken topluma hâkim olan ilahi sünnetler göz önüne alınmalıdır; zira bu konu düne has değildir, bugün bizler de gaybet döneminde bu asrı saran fitnelerle karşı karşıyayız ve bu sünnetlere karşı münasip tepkiyi akıllıca ortaya koymalıyız.

ABNA.24.COM