AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA24.COM
Pazar

10 Haziran 2018

11:27:16
897005

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Tevazu odur ki; insan kendine layık olan yerden aşağı bir mekânda oturabilsin ve başkalarının yerinden daha aşağı bir yere razı olabilsin ve her karşılaştığına selam verebilsin, hak onunla olduğu halde tartışmaktan kaçınabilsin, onu takvasından dolayı övmelerini istemesin.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNAHiç kimse kendisinin kibirden uzak olduğunu ve tevazu sıfatının kendisinde tamamen bulunduğunu iddia etmemelidir.

Ancak ilahi imtihanlarda veya yaşadığı olaylarda bunu kanıtlamışsa ve nefs-i emmarenin yanıltması olmadığından eminse, o zaman tevazu iddiasında bulunabilir.

Bir insanın tevazulu olup olmadığını anlamak için birkaç alamete bakmak gerekir, bunlardan bazıları şunlardır;

Birinci alamet: Karşılıklı sohbetlerde kişinin söylediği söz gerçeklerden farklılık arzettiğinde, bunu ona ispatladıklarında veya ortaya çıkardıklarında, kişi kendi yanlışını kabul ediyor, itiraf edebiliyor ve bunu ona gösterdikleri için teşekkür edebiliyorsa, bu davranış o kişinin tevazulu bir insan olduğunu gösterir.

Ancak yanlışlarını kabul edemiyor, itiraf edemiyor ve yanlışını gösterdikleri için şükredemiyorsa, bu kişi tekebbüre sahiptir.

Böyle bir durumda, bu şahıs, bu sıfatı konusunda düşünmeli ve ona yanlışını söyleyene teşekkür etmeli ve bu tekebbür sıfatının akıbetini düşünerek, kendi acizliğini itiraf etmeli, söyleyene dua etmeli ve bu sıfatı kendisinden uzaklaştırmalıdır.

Eğer bir kimse halkın içinde hatasını kabul etmiyor ancak yalnız kaldığında kendisinin hatalı olduğunu düşünüyorsa, bu tekebbür değil, riyadır, böyle bir durumda, riya hastalığını iyileştirmelidir.

İkinci alamet: Herhangi bir toplantıya veya meclise dâhil olduğunda, onunla aynı makamda veya daha aşağı bir makamda bulunan insanların, ondan daha yukarıda veya daha iyi bir yerde oturmaları, onu rahatsız etmemeli ve bu durum ona ağır gelmemeli, kendi hal ve durumunda herhangi bir değişiklik meydana gelmemeli.

Yine yolda yürürken, diğerlerinin ondan önce yürümesi veya herkesten geri kalması, onu rahatsız etmemeli.

Eğer böyle bir durumda rahatsızlık duymuyorsa, bu kişinin kibri yoktur, yani kendini beğenmiş değildir, aksi halde mütekebbir sıfatı ona hakimdir ki bu durumda bu nefsani hastalığını derman etmeli ve kendisini bu kötü sıfattan arındırmalıdır.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Tevazu odur ki; insan kendine layık olan yerden aşağı bir mekânda oturabilsin ve başkalarının yerinden daha aşağı bir yere razı olabilsin ve her karşılaştığına selam verebilsin, hak onunla olduğu halde tartışmaktan kaçınabilsin, onu takvasından dolayı övmelerini istemesin.

El-Kâfi, c 1, s 122.

Bazı üstünlük talep eden mütekebbir kimseler, çeşitli bahaneler uydurarak, müminin zelil olmaması gerektiği mazeretini öne sürerler, yine bazı bahaneciler, ilim ehline ayrı bahaneler getirerek, ilmi küçültmemeliyiz diye kendi tekebbürlerini haklı göstermeye çalışırlar.

Bu ise ancak şeytan lanetullah aleyhin hilesinden başka bir şey değildir. Hâlbuki bir insanın tekebbürlü olması gereken yerler bellidir. Mesela; kâfirlerin, zalimlerin ve müşriklerin toplantısında onlara karşı mütevazı olmak gerekmez. Yine âlim biri fasık ve sapkın kimselerin toplantısında bulunmak durumunda kalırsa, ilmi boyutunu küçültmesin.

Eğer bir gün seninle aynı makamda olan kimselerden daha aşağıda oturduysan, bu neden senin halini değiştirip rahatsız ediyor ki? Böyle bir durumda kalman, ne senin ilmini nede izzetini zedelemez. Binlerce Müslüman ve âlimin maruz kaldığı aşağılayıcı durumlar seni etkilemiyor ancak senin yerin bir karış o tarafa bu tarafa oynayacak olursa, bunu iman ve ilme hakaret olarak görürsün, bu gerçekte senin batınında bulunan şirk ve cehaletten kaynaklanmaktadır.

Bazı mütekebbirler ise kendi seviyesinde oturanların yanında yer olduğu halde, kendi hal ve durumuna pekte yakışık kazandırmayacak yerde, zelillerin veya kendisiyle hiç alakası olmayan kimselerin yanına oturur ki diğer kimselere kendisinin tevazulu olduğunu ve o üst yerlere oturmayışını kendilerinin üstünlüğü gibi göstermeye çalışırlar.

Üçüncü alamet: Başkalarından önce selam vermek zor geliyorsa ve sürekli diğerlerinin ona selam vermesini bekliyorsa, buda kibir sahibi olduğunu gösterir. Hâlbuki ayakta olan oturana, herhangi bir ulaşım aracında olan, yürüyene önce selam vermelidir.

Herkesin önce kendisine selam vermesini bekleyenler, Peygamber Efendimizin (s.a.a) sünnetini kendilerine kibir aleti olarak kullanmaktadırlar.

Dördüncü alamet: Eğer fakir, yoksul ve alt tabakadan biri onu davet ederse veya ondan bir dilek diler ve bir istekte bulunursa, bunlara icabet etmeyen ve önem vermeyen kimse kibir ehlidir, kendini beğenmiştir. Yine dostlarının ve yakınlarının isteklerini yerine getirmek için pazara, sokağa, halkın içine girip çıkmıyorsa, buralarda görünmeyi kendisine yakıştırmıyorsa ve pazardan kendi evinin ihtiyacı olan gıda veya diğer bir ürünü alıp evine taşımaktan çekiniyorsa ve bu ona ağır geliyorsa (gururu açısından) böyle bir şahısta tekebbüre sahip demektir. Eğer böyle durumlarda, kimsenin olmadığı zaman ve mekânlarda yapabiliyor ve halkın olduğu zaman mekânlarda yapamıyorsa o zamanda riya ehlidir.

Beşinci alamet: Eğer bir kimseye ucuz basit veya eski bir elbiseyi giymek ağır geliyorsa ve en iyi elbiseyi giyme konusunda taviz veremiyorsa ve yeni güzel elbiseler alma konusunda hırsa sahip ve ısrarcıysa, bu yönüyle de üstünlük taslıyor ve iftihar ediyorsa, mütekebbirdir.

Hani bazıları falan marka olmazsa giymem diye diğerlerine gösteriş yapmaya çalışır ya, işte bu marka takıntısı olanlar için kendilerini tanıtacak en iyi bir tespittir ki bu durum kendilerinde ki kibri ve kendi beğenmişliklerini ortaya koyar.

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Şudur ve bundan başka bir şey yoktur ki ben öyle bir kulum ki; toprağın üstünde oturup bir şey yiyorum, yün (o zamanda kalın ve sert bir elbise) elbise giyiyorum, deveyi bağlıyorum, parmaklarımı ( yemekten sonra yalıyorum)  ve bir Allah kulu beni çağırdığında icabet ediyorum, öyleyse kim benim yolumu terk ederse, benden değildir.

O dönemlerde bunları yapmak, tekebbür sahiplerine zor gelirdi. Nakledildiğine göre; o hazret bir elbise giymişti, vefat ettiğinde elbiseyi çıkardılar, yünden (kalın sert) yapılmıştı ve 12 yaması vardı ve o yamaların bir kısmı da koyun derisindendi.

Selman’ı Farisi’ye, neden yeni bir elbise giymiyorsun? diye sordular. Selman; ben bir kulum (köleyim) ne zaman azat olsam, giyeceğim diye söyledi. Resullulah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ucuz ve basit bir elbise giymek, imandandır.

Altıncı alamet: Eğer bir insan işçi ve hizmetçileriyle alt tabakadan insanlarla aynı sofraya oturup yemek yiyebiliyorsa, böyle bir insan mütevazıdır aksi halde mütekebbir ve kendini beğenmiştir.

Yine bazı kimseler karşısındakilerin onun önünde eğilerek ihtiram etmesini, yanlarına gittiğinde ayağa kalkmasını, o konuşurken kesinlikle konuşmamasını, lafını bölmemesini, konuşmamasını, susarak kabul etmesini, ayakta durmasını isterler.

Bu konuda, Hz. Emire’l-Müminin (a.s) şöyle buyurmuştur: Her kim ateş ehli bir kimseyi görmek isterse, karşısında ayakta duran bir topluluğun önünde, oturmuş kimseye baksın.

Ashaptan bazılarının naklettiğine göre; hiçbir kimse sahabe için Peygamberimizden (s.a.a) daha aziz ve daha muhterem değildi. Onlar oturmuş olduklarında, Peygamberimiz (s.a.a) geldiğinde, yerlerinden kalkmazlardı zira o hazretin bundan rahatsız olduğunu biliyorlardı.

Kibir alametlerinden bir diğeri de şudur ki: sokakta, pazarda tek başlarına yürümezler ve yanlarında birinin olmasını isterler, kimseyi bulamazlarsa vesileyle (araba) ile dolaşırlar.

Nakledildiğine göre; bir kimsenin arkasında yürüyenler bulundukça onun Allahtan uzaklaşmasına sebep olur (korktuklarından veya onun böyle bir ihtiramı beklediğinden dolayı önüne geçemezler)

Peygamber Efendimiz (s.a.a) bazen ashabıyla yürürken, ashabı öne salar ve ortada yürürlerdi.

Diğer bir kibir alameti de şudur ki; bazı şahısları ziyaret etmekten uzak dururlar, yani kendilerine yediremezler hatta onları ziyaretin ona bir faydası olsa dahi ve fakirlerle hastalarla oturmayı kendilerine yakıştırmazlar, rahatsız olurlar.

Nakledildiğine göre; bir şahsın vücudundan yaralar çıkmış, iltihaplanmış ve derisi soyulmuştu. Peygamberimizin (s.a.a) yanına geldi, o sırada Peygamberimiz (s.a.a) (etrafındakilerle birlikte yemek yiyordu) o şahıs kimin yanına oturduysa, onun yanından kalktılar, Allah Resulü (s.a.a) onu kendi yanına oturttu ve onunla birlikte yemek yedi.

Kibir alametleri birçok şekilde anlaşılabilir. Peygamberimizin (s.a.a) bütün davranış ve yaşayış biçimi, tamamen tevazu alametlerine sahip ve kibirden uzaktı, öyleyse ümmete yakışan onu takip etmeleridir.

Ebu Said Hudri’nin naklettiğine göre; Peygamber Efendimiz (s.a.a) kendisi devesine ot verir ve onu kendisi bağlar, evi kendisi süpürür, koyunları kendisi sağardı, kendi terliğini kendisi tamir ederdi, kendi elbisesini kendisi yamardı, çalışanlarıyla birlikte yemek yerdi, çalışan biri un öğütmekten yorulduğunda o hazretin kendisi un öğütürdü, pazardan bir şeyler alır, bizzat elinde veya elbisesinin altında eve götürürdü, zengin, fakir, küçük, büyük herkesle musafehe eder ve tokalaşırdı, önce kendisi onlara selam verirdi, siyah, beyaz, köle, azat seçmezdi, evde giydiği elbiseyle dışarıda giydiği elbise aynıydı, kim onu çağırsa icabet ederdi, hatta bozulmuş bir hurma için bile olsa sabah akşam için akşamda sabah için hiçbir şeyi saklamazdı, iyi ahlaklı, bağışlayıcı ve güler yüzlüydü, insanlarla iyi geçinirdi, kahkaha atmadan gülümserdi, suratını asmazdı ama hüzünlü ve ağırdı, din emirlerinde halka karşı zorba değildi, sıkıntı çıkarmazdı, zillet ve aşağılanma söz konusu olmadan, tevazulu ve alçakgönüllüydü, İsraf etmeden bağışlayandı, bütün akraba ve yakınlarına karşı muhabbetliydi, Müslümanlara ve ehli zimmîye yakındı, onun kalbi yumuşaktı ve başı her zaman öne eğikti, hiçbir zaman mide rahatsızlığı çekecek kadar yiyecek yemezdi ve hiçbir zaman bir şeye tamah eli uzatmazdı.

Zehra Caferi

Kaynak: Miracu's-Saadet