AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : Ehlader
Pazartesi

9 Temmuz 2018

18:25:54
901117

Neden Bize Caferi Diyorlar

Şia'ya Caferi Denmesinin Sebebi İmam Sadık döneminde kimse ondan daha fazla bilgili değildi. Tüm ilimlere vakıf olması...

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Şia'ya Caferi Denmesinin Sebebi İmam Sadık döneminde kimse ondan daha fazla bilgili değildi. Tüm ilimlere vakıf olması...

Ehlader Araştırma Bölümü

Hüccetü'l İslam Mirza Ahmet Esedi

Özelde İmam Cafer-i Sadık (a.s) ve diğer Ehl-i Beyt İmamlarını tanıma hususunda tarihçiler ve yazarlar birçok unvan ve ölçüler belirtmişlerdir. İmamları tanıtmaya yönelik olan bu ölçüleri ve Ehl-i Beyt’in bazı önemli özelliklerini ve faziletlerini, günümüzde yeteri kadar belirtilmemiş.

Günümüz tarihiyle bu ölçü ve mihverleri tanımak ve tanıtmak zaruri olmuştur. Araştırmacı ve din âlimleri İslam mezheplerini sıraladıklarında Caferi mezhebini göz ardı edemiyorlar. İslam mezhep ve fırkaları milel ve nihel kitaplarında sıralandığında ‘İmamiyye’ fırkasını ‘Caferi’ olarak adlandırmışlardır.


Hâlbuki Caferi fırkasının yanı sıra Bagiri, Seccadi, Hüseyni ve diğer Ehl-i Beyt imamlarını da bu fırkalarda sayılmalıdır.

İmamiyye Mektebine Caferi Denmesinin Delili

Tarihsel Açıdan:

Şia'ya Caferi denmesini iki açıdan inceleyebiliriz; bir tarih açısından bir de tarih ötesinden olaya bakabiliriz. Tarih açısından baktığımızda özellikle İmam Sadık (a.s) döneminde İslam toplumu kültürel, sosyal ve ilmi bir yapıya sahipti. İşte tam o dönemde mezhepler ortaya çıkmaya başlamış ve görüş sahipleri kendi görüşleri ve düşünceleriyle İslam’ı yorumlamaya başlamışlardı. Takıldıkları ilmi konularda İslam’ın asıl rükünlerinden ve müracaat edilmesi gereken şahıslardan biri olan Ehl-i beyt imamlarının altıncısı olan Cafer-i Sadık'a (a.s) müracaat etmekteydiler. İşte böyle bir zaman diliminde yani İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) kendi döneminde ondan daha fazla bilgi sahibi kimse olmadığı için tüm İslam beldelerinde tanınmaya başlanmıştı. Bu bilgi hazinesi, kutsal bir zincir ile Peygamber Efendimizden (saa) uzanarak torunları olan Ehl-i Beyt imamlarına ulaşıyordu.


Tüm ilimlere vakıf olması ve nesep itibariyle hadis ve rivayetleri bizzat Hz. Peygamber’den (saa) nakil etmesi kendi zamanının âlimlerini etrafına toplamasına ve onlara Kuran’ı ve hakikati anlatmasına vesile olmuştur. Hatta bizim görüşümüze göre İmam Cafer-i Sadık (a.s) Hz. Peygamberin (saa) ve Ehl-i Beyt İmamlarının vasisi ve devamcısı olmuş olup, bu durum kendisinden önce yaşayan İmamlar ve Allah Resulü tarafından bildirilmiştir. Bundan dolayı isim babası olarak o hazretin adı verilmiş ve ‘Caferi Mezhebi’ denmeye başlanmıştır. Elbette bu yalnızca tarihi yönünden Caferi mezhebi olarak adlandırılmasıdır. Zira o dönemde her mezhep ve fırka başında bulunan önderlerinin adı ile anılmaya başlanmış ve bugüne değin bu böyle devam edegelmiştir.

İslam’ı Tanımaktaki Zorluklar


Diğer önemli bir nokta ise İslam dini ve İslam dininin tanınması olayıdır ki çok karışık ve bir o kadar da anlaşılması zor olan konulardan biridir.


İmam Humeyni (r.a) şöyle der:


“Kimi, kendisini İslami ilimler uzmanı olarak tanıtabilir? İslam’ı hakikati ile tanıtmaya kimin gücü yeter? Zira İslam ilimleri o kadar engin ve derin boyutlar taşımaktadır ki; insan bunları çözmekten acizdir. Eğer çözebilse dahi yine kendisi eksik ilimler taşıdığı için hiçbir zaman İslam’ın hakikat ve künhüne varamaz. Bundan dolayı kimseye tam anlamıyla İslam ilimleri uzmanı denmemektir. Acaba birisi İslam fıkhında diğerlerinden daha bilgili olursa ona İslam ilimlerini tanıma uzamanı diyebilir miyiz? Acaba irfan ve ahlak konularında kendini çok iyi yetiştiren birine tam manasıyla İslam ilim uzamanı diyebilir miyiz? Hatta eğer biri hikmet ve felsefede filozof olsa bile tüm anlam ve mana itibariyle ona İslam ilimleri uzmanı diyebilir miyiz? İşin hakikati şöyledir; eğer İslam ilimleri uzmanı bir dalda sınırlı ve mahdut olursa o kişi tam anlamıyla İslam’ı tanımamış demektir. Zira öğrenmiş olduğu ilim ve bilgi sadece o dala aittir. Gerçek İslam ilimleri uzmanı yani tüm boyutlarıyla, tüm dallarda, akli ve nakli ilimlerde, zahir ve batında, şahsi ve toplumsal konularda söz sahibi olan biridir. Eğer böyle özelliklere sahip biri var ise onu tanıtmalıyız ve ona İslam ilimleri uzmanı diye biliriz.”

İslam Ümmetinin İmamet Konusuna Vakıf Olması Zorunludur

Gerçekte imamet konusu İslam dininin asli konularından biridir. Ne yazık ki şimdiye kadar konumu itibariyle hakkıyla tanıtılamamış ve konu edilmemiştir. İmamet konusu bir hakikat olup çok geniş çaplı ve yüce makamlardan biridir. Örnek olarak bizimle ehlisünnet arasındaki önemli tartışmalardan biri acaba imamet konusu toplumsal bir konumudur yoksa toplum üstü bir konumudur?

Ehl-i Sünnet kelamcılarına göre ‘İmamet ve Hilafet’ konusu toplumsal bir olaydır. Bundan dolayı İmamet meselesini toplumun kendisi teşhis etmelidir.


Kelamcılar şöyle açıklıyor: İmamet konusu halkın kendi teşhis ve seçme iradesine bırakılmıştır. Aslında fıkıh ve hukuksal açıdan halkı ilgilendirir. Halk kendi arasında toplanmalı ve kendi imamlarını seçmelidir. Bundan dolayı da İmamet konusu dinin asıl rükünlerinden değildir.


İmamiyye Mektebi İmamet konusunu şöyle açıklıyor: İmamet bahsi sadece toplumsal bir olay değildir. Elbette imam yaşamış olduğu toplumun bir ferdi olmalı ve toplumu yönlendirmeli, idare edebilmelidir. Fakat önemli olan nokta şu ki İmamet meselesi sadece dünya yaşantısına ait bir konu değildir. Zira İmam ve İmamet konusunu tarif ettiklerinde şöyle açıklıyorlar: Genel olarak din (ahiret) ve dünya işlerini yönetmektir. Bu tarife göre de Ehl-i Sünnet açısından ahiret yaşantısında insanları yönetmek dünya yaşantısından daha önemlidir. Sadece İmamet konusunun toplumsal bir konu olduğunu savunmakta ve dini emirler yönünden ise fıkıh açısından değerlendirilmesi gerektiği düşüncesindedirler. Fakat İmamiyye Mektebi İmamet konusunun hem toplumsal bir konu olup aynı zamanda bu emrin ilahi bir emir olduğu inancını taşımaktadırlar. Yani imamın vazifesi halkla olan ilişkilerinden önce tüm işlerini din ve dinin tanıtılması yönünde yapmalıdır.


Dinin Tanıtılmasında İmam Sadık’ın (a.s) Şahsiyeti

İmam Sadık (a.s) kendi döneminde İslam ümmeti içerisinde dinin tanıtılması konusunda, asıl kaynak olarak görülüyordu. Her kim kendisini İmam Sadık'a (a.s) nispet veriyor ise o kişiye Caferi deniliyordu. Caferi denmesinin delili ise hem mektebi ve hem de dini temsil etmesinden kaynaklanıyordu. Çünkü İslam dini gerçek anlamıyla çok geniş ve derin konular içeren bir din olduğu için sıradan bir kimse tam anlamıyla kavrayamaz ve tanıtamazdı. Sadece Allah tarafından seçilen masum insanların sorumluluğuna bırakılmıştı. Buna göre ne zaman ki Caferi denildiğinde aslında Kuran kaynaklı imam ve imametlik kast edilmektedir.

İmam Sadık’ın (s.a) Ehl-i Beyt İmamları İçerisindeki Konumu

Tüm tarih yazarları itiraf ediyorlar ki, İmam Sadık’ta (a.s) olan bazı özellikler vardır ki diğerlerinde yoktur. İmam Sadık (a.s) tüm çaba ve gayreti İslam toplumunu ayakta tutmaya çalışması, ilmi ve kültürel alanda İslam toplumunun gelişmesini sağlamasıydı. Bundan dolayı da özellikle kendi döneminin siyasal ve içtimai konularda şüphelere cevap vermesi, halkı bilinçlendirmesi, tabir caiz olursa İslam dinini bir üniversite haline getirerek sınıflar oluşturması ve öğrenci yetiştirmesi ve karşı guruplar ile münazaralar etmesi onun en belirgin özelliklerindendir.

Eğer tarih ve hadis kitaplarına dikkatlice bakılır ise tarih boyunca İslam toplumunda İmam Sadık'ın (a.s) azametinin ve şahsiyetinin eşsiz olduğu göre biliriz. Elbette Hz Peygamberin (s.a.a) şahsiyeti bu durumdan istisnadır. Eğer Hz Peygamberin (s.a.a) Peygamberlik dönemi ve zamanının şartları dikkate alınır ise halkın yeterince Hz. Peygamberi (s.a.a) tanıyamadığını ve yararlanamamış olduğunu görürüz. Çünkü İslam dini o dönemde birinci sınıftan başlamıştı. Fakat İmam Sadık (a.s) döneminde ise İslam tarihinden 130 yıl geçmesine rağmen, halk İslam dinini ve Kuranı farklı açılardan öğrenmişlerdi. O Dönemdeki halk bu inançlarına büyük önem göstermekte ve o ortamda kendilerini geliştirmekte idiler. Bundan dolayı İmam Sadık (a.s) döneminde elde edilen başarı İslam tarihinin hiçbir döneminde elde edilmemiştir.

İmam Sadık'ın (a.s) şahsiyetini, ilmini ve makamını anlamak için, sadece özet itibari ile olsa bile Biharul Envar ve Merhum Şeyh Mufid'in eserlerinde, muhalif guruplar ile yapmış olduğu münazaralar ve sohbetleri incelenirse yeterli olacağı kanaatindeyim.

İmam Sadık’ın (a.s) Yaşam Biçimi


Biz imam Sadık'ı (a.s) diğer imamlarımız gibi kendimize örnek almalı ve onu İmam kabul etmeliyiz. Onu imam kabul etmenin anlamı şöyle oluyor: bir insanı olgu ve örnek almak onu tanımaktan geçer. Onu tanıdığımız zaman ona yakınlaşmış oluruz. Onu tanımaktan maksat sadece fiziki özelliklerini kast etmiyorum. Kendi düşünceme göre eğer bizler gerçek anlamda onun Şiaları olarak namaza nasıl önem veriyor isek imamı tanımaya da önem vermeliyiz. Usul dinden olan tevhit inancını nasıl Allah ile tanıyor isek imameti de İmametliği ile tanımalıyız. Ne yazık ki imamet konusu kendi taraftarları içerisinde bile tam anlamıyla tanınmadı. Neden ve sebepler ne olursa olsun dikkat etmemiz gereken husus imamı tanımalı ve ona karşı marifet elde etmeliyiz. Onu tanımaktan maksadımız sadece onun kimlik bilgilerini kast etmiyorum. En azından tarihsel hayatını, kişiliğini, inancını, ahlakını ve insanlar ile olan diyaloglarını elde ederek onu tanımaya çalışmalıyız.

İrfanın Ortaya Çıkması Maneviyatın Güçlenmesine Delalettir

Önemli olan konulardan biri özellikle ilim havzaları öğrencileri, âlimleri, üstatları imamet konusunu kendilerine bir vazife olarak görmeli ve öncelikli olarak bu konuya eğilim göstermeliler. Bu konuda program yapılmalı tedbir ve tefekkür ehli olunmalıdırlar. Elbette imamet konusunda imam peygamberin varisidir veya şu ayet imamete delalettir gibi konuları kelam kitaplarında konu edilmiştir. İlim havzasındaki öğrenciler bu konuları bilmeli ve faydalı olması kendi yerindedir. Fakat imamı ve imameti tanımanın başka bir boyutu daha var. Ne yazık ki bu boyuttan genelde gaflet içerisindeyiz. Özellikle günümüz toplumunda toplumumuz her gün kendisini sosyal, ilmi ve kültürel alanda geliştirmektedir. Bu gelişim içerisinde de yeni inanç ve ekoller, mezhepler, fırkalar türemekte olup imamet konusu arka plana atılmaktadır. Bizlerin vazifesi imamet konusunu her alanda tüm inanç ekollerine ve mezheplere fırkalara tanıtmalıyız.

Makalemin sonunda şunu söylemek istiyorum. Ehlibeyt imamlarının bizlere olgu ve örnek olma özelliklerinden biri onların taşıdığı güzel ahlaktır. İmamların tarihini incelediğimizde güzel ahlakın en ulvi derecelerde o hazretlerde tezahür ettiğine şahit olmaktayız. Günümüz toplumumuzun karşılaştığı en büyük sorunlardan biri güzel ahlak kurallarına riayet etmediğinden kaynaklanmaktadır. Bu konu en önemli konulardan biridir. Sizler tarih ve hadis kitaplarına baktığınızda, hayatın tüm alanlarında, imamların en yüce ahlaka sahip olduğunu göreceksiniz. Güzel ahlak noktasında kimse imamlardan öne geçemezdi. Konuyla ilgili olarak hatırlatmakta fayda görüyorum. Bizlerin yaşadığı bu zamanda bize karşı birçok itiraz eden, muhalif olan ve hatta kabul etmeyen topluluklar ile karşı karşıyayız. İster ilmi, ister siyasi, ister kültürel ve toplumsal konularda bizleri kabul etmeyen insanlar ile yaşıyoruz.

Özellikle inanç açısından bizlere muhalif olanlar vardır. Beklide onlar bizlerin inançlarını kabul etmemektedirler veya itiraz ettikleri noktalar vardır. Bu itirazlar ister bize ulaşsın ister ulaşmasın. Bizim bu muhaliflere inanç noktasında tutumumuz ve davranışımız nasıl olmalıdır? İmamlarımızın muhalifleriyle nasıl konuşmuşlar ve nasıl bir tavır aldıklarına bakmalıyız. Bu davranış ve tutumlar bizler için örnek ve olgu olmalıdır. Zira imamlar, muhaliflerine öyle güzel ve kani edici cevaplar vererek onları ikna etmişler ve aynı zamanda münazara zarfında edep ve ahlak kurallarına riayet ettikleri için karşı tarafı cezp etmişlerdir.