AhlolBayt News Agency (ABNA)

source : Ehlader
Cuma

5 Ekim 2018

12:48:08
911664

Tarih Boyu Şii Ulemanın Göçü + FOTO

Kadim zamandan beri Irak coğrafyasındaki Kufe, Kerbela, Necef, Samarra, Kazimiye, Basra, Hille şehirleri bizler için kutsal merkezler olagelmiştir.

Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- Kadim zamandan beri Irak coğrafyasındaki Kufe, Kerbela, Necef, Samarra, Kazimiye, Basra, Hille şehirleri bizler için kutsal merkezler olagelmiştir.

Ehlader Araştırma Bölümü

 

Irak tarihte pek çok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. İmam Ali döneminde İslâm Devleti’nin merkezi Irak’taki Kufe şehrine taşınmasıyla (656-661) Irak, İslâm tarihinde siyasî, dinî ve mezhebî yönüyle ön plana çıkmıştır. Hz. Ali ile Hz. Hüseyin’in Irak’ta şehid edilmeleri ve başta Necef’te İmam Ali ve Kerbala’da İmam Hüseyin olmak üzere Bağdat’ta İmam Musa Kazım ve İmam Cevad, Samerra’da İmam Hasan el-Askeri ve İmam Hadi (as) gibi Ehl-i Beyt imamlarının türbelerinin bu topraklarda olması Şiiler ve özellikle Şii ulemalar nezdinde ayrı bir yeri vardır.

 

Kadim zamandan beri Irak coğrafyasındaki Kufe, Kerbela, Necef, Samarra, Kazimiye, Basra, Hille şehirleri bizler için kutsal merkezler olagelmiştir. Ancak Irak coğrafyası Safevilere kadar Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Akkoyunlular gibi Sünni devletlerin hâkimiyetine geçmiş ve Şiilik bu Atabat-ı Aliyât merkezlerinde zayıf kalmıştır.

 

1501 yılında Şah İsmail (1501-1524) tarafından İran’da Safevi Devleti’nin kurulmasıyla beraber Irak, Bahreyn, Kuveyt, Ahsa, Katif, Lübnan, Suriye, Anadolu coğrafyasından Şii ulema ve Şiiler İran’a göç ettiler. Azerbaycan, Afganistan gibi çevre ülkeleri de toprakları içerisinde bulunduran İran’a yapılan Şii ulema ve Şiilerin göçü Şah İsmail, Şah I. Tahmasb, Şah Abbas, Hüseyin Şah dönemlerinde de devam etti. Safeviler yıkılana kadar İran coğrafyası Şii ulema ve Şiiler için siyasî ve mezhebî bir merkez olmuştu.

 

1514 yılında Çaldıran Savaşı’nda Osmanlı Devleti, Safevileri yenerek Doğu Anadolu, Güney Doğu Anadolu ve Irak’ın bir kısmını ele geçirdi. 1516 Mercidabık ve 1517 Ridaniye savaşlarıyla Arap coğrafyasının Osmanlı hâkimiyetine geçmesi ile birlikte Osmanlı Devleti İslâm dünyasının kutsal merkezleri olan Mekke, Medine, Kudüs gibi şehirleri hâkimiyetine aldı. Irak coğrafyası Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1534 tarihinde tamamıyla Osmanlı hâkimiyetine geçmiştir. Irak coğrafyasındaki Kutsal merkezler Osmanlı ve Safeviler arasında en büyük sorunlardan biriydi.

 

Şah Abbas (1571-1629) döneminde Sünni Osmanlı medreseleri artmış bununla beraber İran’ın önemli merkez şehirleri olan İsfahan, Tebriz, Kazvin, Meşhed, Şiraz, Hamedan ve Kum gibi şehirlerde büyük mescitler ve medreseler inşa edilmiştir.

 

Şah Abbas döneminde başkentin İsfahan olmasıyla beraber burası Şiiler için siyasi, dini, mezhebi alanlarda önemli bir merkez haline geldi. İsfahan, büyük mescitler ve medreseler ile donatıldı. Daha sonra yine Irak, Bahreyn, Kuveyt, Ahsa, Katif, Horasan, Suriye, Lübnan, Anadolu’daki Şii ulemanın bu merkezlere göç edip yerleşmesi ve bu mescit ve medreselerde dersler vermesi sağlandı.

 

Safevilerin Yıkılışından Sonra Ulema Göçleri

 

Safeviler, XVIII. yüzyılda iç ve dış buhranlarla iyiden iyiye zayıflamıştı. Afganlar, Safevilerin zayıflamasından faydalanarak 1722 yılında İran’ı istila edip işgal ettiler. Safevi Devleti’nin 1722 yılında Afganlar tarafından yıkılmasıyla beraber İran’da kısa bir süre olsa da Sünni Afgan Hanedanlığı (1730-1747) dönemi başladı. Afganların İran’daki Sünni hâkimiyetini Osmanlı Devleti de destekledi. Şah İsmail nasıl ki Safeviler ile Sünni kanadı zayıflatmaya çalıştıysa tam tersi Afgan Hanedanı döneminde de yaşandı. İran’da Sünni mezhebi güç kazandı. Şiilik ise İran’da güç kaybetti. İran’daki Şiiler ve Şii ulemaya baskılar yapılarak Sünni olmaları için zorlandılar.

 

Afganların Sünni olması ve İran’daki Şiilere kötü davranması Şii ulemanın bundan olumsuz etkilenmesine neden olmuş, Afgan hanedanlığı döneminde can, mal ve mezhep güvenlikleri olmadığı için İran’dan Irak’taki kutsal merkezler olan Necef, Kerbela, Kufe, Samarra, Hille, Kazimiye şehirlerine göç etmeye başlamışlardır.

 

Şii ulemanın Irak’taki kutsal merkezlere göç etmelerinin birkaç nedeni vardı. Irak’taki bu merkezlerin Şii ulemalar için güvenli merkezler olması, o dönemdeki Osmanlı’nın bazı durumlar hariç İslâm coğrafyasındaki hoşgörülü İslâm politikası, Irak coğrafyasındaki Şii halkın bu Şii âlimleri sahiplenmesi gibi nedenler sayılabilir. O dönemde İran’da kalan Şii ulemalar ise takiye yaparak veya saklanarak hayatlarını sürdürmüştür. Afganların tehlikesinden bu şeklide kurtulmuşlardır.

 

Afganların İran’daki hâkimiyetleri boyunca Irak’taki kutsal merkezlere çok büyük bir Şii ulema akını olmuştur. Bu dönemdeki Osmanlı Devleti’nin Bağdat, Basra, Kerkük vilayetlerindeki görevlileri ve valileri bu durumu İstanbul’daki Osmanlı sarayına bildirmiştir. Ancak Osmanlı Devleti, Irak’a yapılan bu Şii ulema göçüne bir tepkide bulunmamıştır.

 

1732 yılında Nadir Şah, İran’da Afgan ve Safevi hanedanlıklarının hâkimiyetlerine son vererek İran’da Avşar Devletini kurdu. İran’ın başkentini İsfahan’dan Meşhed’e taşındı. Şii olan Nadir Şah, İran’da Sünni bir politikayı benimsedi. Etrafına ve sarayına Sünni ulemayı topladı.

 

Nadir Şah; Osmanlı Devleti ile barış ortamında siyasi ilişkilere sahip olmak istiyordu. Osmanlı Devleti ile Sünni-Şii ittifakı ve barışı için çalışıyordu. Osmanlı-İran mezhep ağırlıklı savaşlarına son verip Avşarların batı sınırını güvence altına aldıktan sonra Hindistan ve doğu sınırlarındaki fetihlere odaklanmak istiyordu.

 

Nadir Şah; Şii ulemayı Kazvin’de toplayarak onlara ait vakıf, zekât, humus ve hayır gelirlerine el koyarak orduya bağışladı. Ulemanın bir iş yapmadığını, oturduğu yerde büyük gelirlere sahip olduğunu, bu gelirleri aynı Sünni ulema gibi İslâm dünyasının Şii-Sünni çatışması için kullandığını ve bunun İslâm dünyasında savaş, kargaşa ve buhranlara neden olduğunu dile getirdi. Şiiliğin ayırımcı ve reddedici politikasının İslâm dünyasını iki yüzyıldır buhran ve savaşlara sürüklediğini belirtti.

 

Deşt-i Muğan’da ise Şii ve Sünni ulemayı toplayıp İran’da resmi mezheplerin Şiilik ve Sünni mezheplerinin olduğunu belirtti. Nadir Şah daha sonra 1743 yılında ise Irak’ın Necef kentinde Şii-Sünni ulemayı bir araya getirip Müslümanların ittifakı ve birliği için bir toplantı tertiplemiştir. Necef toplantısında Deşt-i Muğan’da alınan kararlara ek olarak Şiiliğin beşinci hak mezhep olması için Osmanlı Devletine teklifte bulunuldu. Ancak Osmanlı padişahı ve Osmanlı Sünni uleması bunu reddetti. Bunun akabinde Nadir Şah’ın İslâm dünyasındaki mezhepler arasındaki ittifak politikasına Şii ulema da karşı çıktı. Ancak tüm yetkilerin Nadir Şah’ta olması hasebiyle açıktan karşı çıkamıyorlardı. Şiiler bu dönemde Irak'taki Şii merkezlere yoğun bir göç yapmıştır. İran’da kalanlar ise takiye yaparak Nadir Şah’ın politikalarına karşı çıkmamıştır.

 

Zend Hanedanlığı (1750-1794) döneminde İran’da tekrar Şiiliğin On İki İmamiye ekolü resmi mezhep oldu. İranlı Şii ulema bu dönemde Irak’taki kutsal merkezlerden İran’a göç etmeye başladılar. İran’a gelen İranlı Şii ulemalar İsfahan, Şiraz, Meşhed, Kum, Tebriz, Kazvin, Hamedan gibi İran’ının önemli Şii merkezi büyük şehirlerdeki medreselerde dersler vermeye başladılar. Kerim Han Zend İran’daki Şii ulemaya iyi davrandı. Ulemaya vakıf, hayır ve humus gelirlerini tekrar bağladı. İsfahan, Meşhed, Şiraz, Tebriz gibi şehirlerde medreseler ve mescitler yaparak onların ders vermesini sağladı. Özellikle Zend Hanedanı’nın başkenti olan Şiraz şehrinde devasa medreseler ve mescitler yaparak ulemanın hizmetine verdi.

 

Kaçarlar Döneminde İran’dan Atâbât-ı Aliyât’a Yapılan Şii Ulema Göçleri

 

Ağa Muhammed Han (1789-1797) döneminde Kaçarlar İran’da Avşar ve Zend hanedanlarını yenerek 1795 yılında Kaçarlar Devletini kurdu. Kaçarlar döneminde Tahran Kaçarların başkenti oldu. Ağa Muhammed Han taç giyme törenine İran’daki müçtehit Şii ulemayı davet ederek dönemin en büyük Şii uleması olan Molla Muhammed Hüseyin Mazanderanî eliyle Şehinşahlık tacını giydi. Şah İsmail, Şah I. Tahmasb ve Şah I. Abbas’ın kılıçlarını kuşandı.

 

Söylenenlere göre Ağa Muhammed Han Meşhed ve Kum halkını vergiden muaf tuttu. Ayrıca Tahran, Tebriz, İsfahan, Şiraz, Meşhed, Hamedan, Kum gibi İran’ın büyük merkezi Şii şehirlerinde yeni mescitler ve medreseler kurdu. Bu mescit ve medreselere müctehitlerin yerleşip ders vermesini sağladı.

 

Ağa Muhammed Han dönemiyle beraber İran, Irak’taki Şii merkezler olan Necef, Kerbala, Samara, Kazimiye, Hille, Basra şehirlerindeki Şii ulema ile bağlantı kurdu. Bu kutsal kentlere önemli miktarda bağışlarda bulundu. Ulemanın bu merkezlere göç edip bu kutsal merkezlerde dersler alması yönünde politikaları benimsedi. Hatta Ağa Muhammed Han döneminde Irak’taki kutsal merkezlerde ders alıp müçtehitlik icazesini alan ulemalara İran’da büyük bir saygı gösterilmeye başlandı.

 

Ağa Muhammed Han’ın bu politikası ile beraber Kaçarların kuruluşun ilk yıllarından başlayarak Irak’taki merkezler olan Necef, Kufe, Samarra, Basra, Kazimiye, Hille gibi Şii şehirleri ulema gözünde cazip hale getirdi. Ayrıca bu merkezlerde Ehl-i Beyt İmamlarının haremlerinin olması ve bu merkezleri ziyaret edenlerin çokluğu gibi nedenler Kaçarlar döneminde ulemanın gözünde bu merkezleri ders almak ve din tebliğinde bulunmak için oldukça cazip kılıyordu.

 

Feth Ali Şah döneminde ulemaya daha geniş ayrıcalıklar tanındı. İran’daki ulemalar aylık ve yıllık erzak ve nakdi yardımlar yapıldı. Şii vakıflarına Şah ve devlet adamları tarafından önemli miktarda bağışlarda bulundu. Irak’taki kutsal merkezlerden müçtehitlik derecesi ve icazetini alan ulemaları bu mescit ve medreselerde ders vermeye davet etti.

 

Feth Ali Şah döneminde Kaçar Devleti, Rusların Kafkasları işgal etmesi ile beraber Ruslarla savaş durumuna geldi. Feth Ali Şah Ruslarla savaşın kesinleşmesi üzerine İran ve Irak’taki Şii ulemayı Tahran’a davet ederek onlardan Ruslara karşı savaşa girmek için fetvalar alındı. Cafer Keşifü’l-Gıta gibi müçtehitler Tahran’da Ruslara karşı savaşmak için fetvalar yayımladılar.

 

Feth Ali Şah döneminde Ruslarla yapılan Birinci (1804-1813) ve İkinci (1826-1828) savaşlarda Şii ulema siyasî, dinî, mezhebî, ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda daha da etkin olmaya başladılar. Ayrıca Feth Ali Şah döneminde Birinci Rus savaşı öncesinde Şii müçtehitlik merkezini Irak’taki kutsal şehirlerinden Samarra, Kufe, Necef, Kerbela, Kazımiye şehirlerine verdi. Bu merkezlerden dinî ve mezhebî icazet belgesi alan ulemaların İran’da muteber Şii ulemalar olacağını ve İran’daki medreselerde ders vereceğini belirtti.

 

Feth Ali Şah ayrıca Irak’taki Şii merkezlerin giderlerini ve masraflarını da karşıladı. Öte yandan bu merkezlere yapılan Vahhabi saldırılarına karşı çıkarak çoğunu püskürttü. Irak’taki Şii halkı ve ulemayı Vahhabi saldırı ve yağmalarına karşı siyasi ve askeri alanlarda destekleyerek Irak’taki Şiilerin birlikte Vahhabilere karşı çıkıp onları püskürtmesini sağladı. Irak’taki kutsal merkezlerin güvenli yerler olmasını sağladı.

 

Feth Ali Şah ayrıca Osmanlı Devletini Vahhabilerin Irak’taki kutsal merkezlerine olan yağma ve saldırılarına karşı tedbir almasını yoksa kendisinin böyle bir teşebbüste bulunacağını dile getirdi. Osmanlı Sultanı II. Mahmut; Feth Ali Şah’ın bu uyarısından sonra Osmanlı ve Kaçar ilişkilerinin bozulmaması için Bağdat ve Basra Valiliklerine mektuplar göndererek Vahhabilerin saldırılarının ve yağmalarının Irak’taki kutsal kentlerden uzak tutulması ve Kaçar şahlarının Irak'taki faaliyetlerine dikkat edilmesi emrini verdi.

 

Feth Ali Şah’ın Irak’taki kutsal merkezlere müçtehitlik derecesi vermesi ulema gözünde bu kutsal merkezleri çok cazip hale getirdi. Bu merkezlerden müçtehitlik derecesi almak Kaçar Devleti gözünde resmi bir makamdan icazet almaktı. Bu merkezlerden müçtehitlik derecesi alan ulema İran’a döndüklerinde Kaçar şahları tarafından resmen tanınacaktı.

 

Feth Ali Şah döneminde Ağa Seyyid Muhammed Bakır-ı Behbehanî, Hac Muhammed Caferabâdî, Ağa Seyyid Nurullah Esterabadî, Şeyh Cafer Necmî Kazvinî, Seyyid Muhamed Mücahid Tabatabaî, Hac Seyyid Muhammed Taki Berganî, Seyyid Azizullah Telaşî gibi Şii ulemalar Irak’taki merkezlere göç ederek dini ilim havzalarında dersler almışlardır.

 

Muhammed Şah (1834-1848) döneminde ulema ve şahın arası açıldı. Muhammed Şah; İran’daki ulemanın siyasî, dinî, ekonomik, sosyal ve kültürel alandaki nüfuzlarından çekinmeye başladı. Kaçar Şahı Muhammed Şah’ın gazabına uğrayan Şii ulema için en güvenilir yerler Osmanlı hâkimiyetindeki kutsal merkezlerdi. Bu dönemde Hüccetü’l-İslâm Muhammed Bakır Şaftî, Ağa Seyyid b. İshak el-Keşfî, Molla Ali Kanî Kaşanî gibi ulemalar Irak’taki kutsal merkezlere göç ederek yerleşti. Bu merkezlerden Muhammed Şah’a karşı mücadele etmeye başladılar.

 

Nasıruddin Şah (1848-1896), saltanatının ilk dönemlerinde İran’daki Şii ulemaya çok iyi davrandı. Üç kızını İran’daki üç müçtehide verdi. İran ve Irak’taki Şii ulemaya yardımlarda bulundu. 1862 yılında Irak’taki kutsal mekânlar olan Samarra, Necef, Kerbela, Kazımiye şehirlerindeki Ehl-i Beyt imamlarının türbelerinin bakım ve onarım masraflarını karşıladı. 1870 yılında Osmanlı Sultanı Abdülaziz’den izin alındıktan sonra Irak’taki kutsal şehirlere ziyaret gerçekleştirdi. Irak’ta bulunan imamlarının türbelerini ziyaret etti. Bu türbelerin onarım masraflarını tekrardan karşıladı. Irak’ta bulunan ulemaya bağışlarda bulundu. Nasıruddin Şah döneminde Irak’taki merkezler olan Samarra, Necef, Kerbela, Kufe, Kazimiye Şii ilim havzalarına ve diğer dini merkezlere uğradı. Buradaki âlimlerin istek ve taleplerini dinledi.

 

Nasıruddin Şah döneminde İran’dan Irak’a yapılan Şii ulema göçleri artarak devam etti. Nasıruddin Şah döneminde Ahund Horasanî, Mirza Hüseyni Şirazî, Muhammed Hasan Aştiyanî, Şeyh Muhammad Taki Necefî İsfahanî, Seyyid Cemaleddin Esedabadî, Seyyid Muhammed Kazım Tabatabaî Yezdî gibi önemli isimler Irak’a göç ederek medreselerde dersler aldı. Bu dönemde Irak’taki bu Şii merkezlerine önemli bir İranlı Şii ulema göçü oldu.

 

Nasıruddin Şah’ın tütün ve diğer ürünlerinin imtiyazlarını İngiliz şirketlerine verince İran ve Irak’taki Şii ulemanın tepkisini çekti. Ayrıca bu dönemde Osmanlı Devletinde Meşrutiyet rejimine geçiş yapılmıştı. Kanun-i Esasi, parlamento, meclis sistemleri Osmanlı Devletinde kabul edilmişti. Irak’taki ulema da Osmanlı’daki Meşrutiyet rejiminden etkilendiler. Nasıruddin Şah’ın istibdat ve şahlık rejimine karşı çıktılar. İran’da da Meşrutiyet rejiminin gelmesini ve ulemanın bu alanda öncülük ettiğini görüyoruz. Ulemanın tütün imtiyazlarına karşı çıkması ve Meşrutiyet rejimini desteklemesi Nasıruddin Şah ve ulemanın arasının iyice açılmasına neden oldu.

 

Olaylar ve keşmekeşler birbirini kovaladı, Nasıruddin Şah; Şii ulemaya karşı cephe aldı. Onların İran’daki siyasi, dini, mezhebi, ekonomik, sosyal, kültürel, adli ve kadılık faaliyetlerine son verdi. Ulemanın İran’daki bütün gelirlerine el koydu. İran’daki Şii ulema Nasıruddin Şah’ın baskı ve tearuzlarına uğrayınca Osmanlı toprakları olan ve Nasıruddin Şah’ın güç ve kudretinin etkisi dışında olan Irak’taki kutsal merkezler olan Kufe, Necef, Kerbela, Samara, Kazimiye, Hille, Basra merkezlerine göç etti. Bu dönemde ulema Irak’taki kutsal merkezlere göç ederek bu merkezleri Nasıruddin Şah’a karşı penâhgâh olarak kullandılar.

 

Derken Nasıruddin Şah; Cemaleddin Esedabadî ve Mirza Hüseyin Şirazî’nin öğrencisi olan Mirza Kirmanî tarafından suikast ile öldürüldü. Bu iki ulema o zamanlar Samarra’da bulunuyorlardı. Nasreddin Şah’ın Irak’a göç eden iki ulemanın talebesi tarafından öldürülmesi ulemanın siyasî, dinî, mezhebî alanlarda ne kadar etkin hale geldiklerinin göstergesidir.

 

Muzafereddin Şah (1896-1907) döneminde İran’dan Irak’a ulemanın göçü devam etti. Sultan Abdülhamid’in İslâm birliği ve ittifakı politikasında Irak’taki kutsal merkezler önemli görevler üstlenmişti. Şeyh Taha Efendi, Şeyh Said Efendi, Alusizade Şakir Efendi, Cemalleddin Afganî, Mirza Hüseyin Şirazî, Ahund Horasanî, gibi Fars-Arap Sünni ve Şii ulemaları yerleştirerek Irak’taki bu kutsal merkezler üzerinden bütün Şiileri İslâm birliği ve ittifakı doğrultusunda yönlendirmek istiyordu. Irak’taki bu Şii ulema İran’daki Şii ulema üzerinde siyasî, dinî ve mezhebî nüfuza sahipti.

 

Hac Ağa Nurullah Necefi İsfehanî, Hacı Mirza Nasrullah Mülükü’l-Mütekelimin, Ağa Seyyid Muhammed Tabatabaî Selencî, Seyyid Abdullah Behbehanî, Seyyid Cemaleddin Vaiz, Ayetullah Şeyh Fazlullah Nurî, Mirza Muhammed Hüseyin Nainî, Şeyh Ahmed Müceddedü’l-İslâm Kirmanî, Ahund Molla Muhammed Kazım Horasanî, Ayetullah Abdullah Mazenderanî, Ayetullah Seyyid Mehdi Müctehid Kazvinî, Mirza Hüseyin Halili Tahranî, Şeyh Muhammed Hüseyni Kazvinî, Fetullah Gori İsfahanî, Mirza Muhammed Taki Şirazî, Seyyid Ebu’l-Hasan İsfahanî gibi Şii ulema Irak’taki kutsal merkezlere göç ederek ders almıştır.

 

Muzafereddin Şah’ın İran’da meşrutiyet rejimini kabul etmesiyle beraber Irak’a göç eden bu ulema İran’a dönerek İran meclis-i mebusanına milletvekili olarak girdiler. Mecliste meşrutiyet taraftarı olan ve daha çok özgürlük ve haklar talep ettiler. Muzafereddin Şah, İran’daki ulema ile ters düşmek istemiyordu. Muzafereddin Şah 1907 yılında öldüğünde naaşı Irak’taki Necef kentinde gömüldü.

 

Kaçar tahtına Muhammed Ali Şah (1907-1909) geçti. Muhammed Ali Şah döneminde Rusların da desteğiyle Meclis kapatıldı. Meclisin kapanmasına tepki gösteren milletvekili ulemalar ve bazı diğer ulemalar meclis bahçesinde toplandılar. Muhammed Ali Şah, meclisi top atışına tutarak yıktı. İran’da Meşrutiyet taraftarları ulemaları tutuklanmaya başlandı. Muhammed Ali Şahı’n istibdat yönetimine ve tutuklamalarından zarar görmek istemeyen bir grup ulema Osmanlı toprağı olan kutsal merkezlere göç ettiler. Çünkü Kaçar Şahı’nın nüfuzunun etkili olmadığı tek Şii yerleşim merkezleri Irak’taki Samarra, Necef, Kufe, Kazımiye, Basra gibi Şii yerleşim yerleriydi.

 

Tekrar Irak’a yerleşen ulema Muhammed Ali Şah’ı Kaçar tahtından indirmek için Irak’tan İran’daki ulemalar üzerinden çok boyutlu siyasî, dinî ve mezhebî politikalara girişti. İran’daki halk, esnaf, tüccar, aşiret beyleri, devlet adamları, ordu komutanlar ile ilişkiler kurup Muhammed Ali Şah’ın gitmesi için etkin bir politik, dini ve mezhebi politika yürütüyorlardı. Derken Tebriz, İsfahan, Meşhed, Tahran Şiraz, Hamedan, Kum gibi şehirlerde Muhammed Ali Şah’a karşı isyanlar ve başkaldırmalar başladı. Olayların bütün İran’a sıçraması ve büyümesi üzerine Muhammed Ali Şah Kaçar tahtından indirildi. Yerine Ahmed Şah Kaçar tahta geçti. Ahmed Şah, İran’da Meşrutiyet rejimini tekrar kabul etti. Ulemaya karşı oldukça iyi davrandı.

 

Ahmed Şah’ın İran’da istibdat yönetimine son vermesi, meşrutiyet yönetimini kabul etmesi, ulemaya karşı hoşgörülü olması ulemanın güçlenmesini sağlamıştır. Ahmed Şah döneminin önemli ulemaları olan Ayetullah Seyyid Nasıruddin Şirazî, Ayetullah Seyyid Ebu’l-Kasım Kaşanî, Ayetullah Seyyid Hasan Tabatabaî Burucerdî, Seyyid Hasan Müderres gibi ulemalar Irak’taki ilim havzalarında dini dersler alarak müctehitlik icazetini almıştır.

 

Birinci Dünya Savaşı’nda İran toprakları İngiliz ve Ruslar tarafından işgal edildi. Irak’ta bu dönemde İngilizler tarafından işgal edildi. İngilizlerin Irak’taki işgaliyle Irak’taki Osmanlı’nın egemenliği de son buldu. İngilizler Birinci Dünya savaşı ve sonrasında Irak’ta Arap reis ve milliyetini hâkim kılmak istedi. Irak’ta bulunan İranlı ulemayı Irak’tan sürgün etme politikası ile Irak’tan uzaklaştırdı. Irak’ın İngilizlerin eline geçmesiyle beraber Irak’taki Şii merkezleri olan Samarra, Kufe, Necef, Kerbela, Kazimiye gibi şehirlere İranlı ulema artık yoğun bir şekilde göç etmedi. Hatta İngilizler İranlı ulemanın bu merkezlere ders için göç etmesine yasaklamalar getirdi. Bu da Irak’taki kutsal merkezlerin İran Şii ulema için bir merkez olmaktan çıkarmıştır.

 

Kaçarlar Döneminde Irak’taki Kutsal Merkezlerin Şii Ulemanın Göçü İçin Önemi

 

Kaçarlar döneminde yoğun bir Şii ulema göçü Irak’taki bu kutsal merkezlere olmuştur. Özellikle Feth Ali Şah döneminde Kerbela, Kazimiye, Necef, Kufe, Samarra şehirlerine içtihat merkezi yetki ve unvanının verilmesiyle Irak’taki kutsal merkezlere Şii ulemanın daha da yoğun bir şekilde göç etmesine neden olmuştur. Bu merkezler İranlı Şii ulema gözünde çok cazibeli merkezler haline geldi.

 

Şii ulema, Kaçar şahları ile sorun yaşadıklarında veya Kaçar Şahları ile siyasî, politik, dinî, mezhebî rekabete girdiklerinde Osmanlı toprakları olan Irak’taki merkezleri bir penâhgâh olarak kullanmışlardır. Bu merkezlere Şii ulemanın karışıklık ve zor dönemlerde gelipyerleşmesinin bazı nedenleri vardır. Bu merkezlerin Osmanlı Devleti toprakları olması, Osmanlı Devleti’nin genel manada ulemaya karışmaması, Kaçar Şahlarının nüfuz ve kudretinin bu merkezlerde geçerli olmaması, Şii müçtehitlik merkezlerinin olması, Iraklı Şii ulema ve Şii halk tarafından İranlı Şii ulemanın sahiplenmesi, bu Şii kutsal merkezlerin İran’a yakın olması ve kara bağlantısının olması,  gibi nedenler sayılabilir.

 

Muhammed Şah, Nasıruddin Şah ve Muhammed Ali Şah dönemlerinde İranlı Şii ulemalar Kaçar şahları ile sorunlar yaşadı. Kaçar şahları ile siyasî, politik, dinî ve mezhebî rekabete girdi. Kaçar şahları tarafından zorlanan ve baskı altına alınan İranlı Şii ulema Irak’taki kutsal merkezlere yerleşerek bu merkezler üzerinden Kaçar Şahları ile siyasi, politik, dini ve mezhebi mücadeleler vermiştir.

 

Nasıruddin Şah son dönemlerinde Cemaleddin Afganî, Mirza Hüseyni Şirazî, Ahund Horansanî ve diğer Şii ulemalar Irak’taki kutsal merkezlerden Nasıruddin Şah’a mektup yazarak İran’da Meşrutiyet rejimini ve Kanuni Kanun-i Esasi kabulü, Meclis-i Mebusan’ın açılmasını, İngiliz şirketlere verilen tütün ve diğer imtiyazlarının iptalini tedhitvârî bir üslup ile istemiştir. Eğer Nasıruddin Şah’ın kendilerine uymaması ve isteklerini kabul etmemesi durumunda kendilerinin Sultanı II. Abdülhamit ile anlaşacaklarını belirtmiştir.

 

Muzafereddin Şah, Kaçar tahtına geçince Mirza Hüseyni Şirazî, Cemaleddin Afganî, Ahund Horasanî, Seyyid Muhammed Tabatabaî, Seyyid Abdullah Behbahanî, Ayetullah Şeyh Fazlullah Nurî gibi Şii müçtehitler Kaçar Şahı’na tekrardan Irak’taki kutsal merkezden mektuplar yazdı. Osmanlı Sultanı II. Abdüllahmit’in kendi ülkesinde ve İslâm halifeliğinde Meşrutiyet ve Kanun-i Esasi’yi kabul ettiğini, Meclis Mebusan meclisinin açıldığını, İran’da da böyle bir sistemin kabul edilmesi gerektiğini Muzafereddin Şah’a belirttiler.

 

Muzafereddin Şah da Mirza Hüseyni Şirazî, Cemaleddin Afganî, Ahund Horasanî, Seyyid Muhammed Tabatabaî, Seyyid Abdullah Behbahanî, Ayetullah Şeyh Fazlullah Nurî gibi Şii ulemalara mektup göndererek isteklerinin kendisi için de uygun görüldüğünü kısa zamanda İran’da Meşrutiyet rejimi ve Kanun-i Esasi’nin ilan edileceğini, meclisin açılacağını belirtmiştir. Ayrıca Muzafereddin Şah Irak’taki kutsal merkezlerde bulunan Şii ulemayı İran’a davet edip Meclis-i Mebusan’da mebus olmalarını teklif ediyordu. Meclisin açılmasıyla İranlı Şii müçtehit ulemanın çoğunluğu Irak’tan tekrar İran’a göç etmiştir. Milletvekili olarak meclise girmişlerdir.

 

Osmanlı hâkimiyetindeki kutsal merkezler olan Samarra, Necef, Kerbela, Kufe, Kazımiye, Hille, Basra Şii ulema için Birinci Dünya Savaşı’na kadar merkez üstler olmuştur. Şii ulema Osmanlı Devleti'nin, Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesine kadar Osmanlı'nın saflarında İngilizlere karşı yer almış ama yenilgiden sonra İngilizler Irak’ı işgal edince Şii ulemanın Irak’taki kutsal merkezlere gelmesine yasaklanmış ve engeller koyulmuştur. Irak’taki hâkimiyet Milliyetçi Arapların eline geçti. Bu nedenler ve diğer nedenlere bağlı olarak Şii ulemanın Irak’taki merkezi kutsal kentlere göçünün azalmasına ve bu merkezlerin çekiciliğinin yitmesine neden olmuştur.

 

Kacar Şahı Feth Ali Şah

 

 

Nasıruddin Şah

 

Ahund-i Horasani

 

Seyyid Ebu’l-Hasan İsfahanî imametindeki cemaat namazı

 

Seyyid Abdullah Behbehanî

 

Cemaleddin-i Afgani

 

Ayetullah Seyyid Hasan Tabatabai Burucerdi

 

Irak'taki Kutsal beldelerden birisi: Samarra

 

Irak İlim Havzalarına birçok dönem kucak açan kadim Necef şehri

* Bu makale İran-Fars Araştırmacısı Tanju Ateş'in hazırladığı araştırma yazısının bazı zaman, mekan, isim, olay vb. düzeltmelerden sonraki halidir.