7 Mayıs 2014 - 09:09
Me’mun’lardan Memnun Olanlar…

Kardeşi ile girdiği taht kavgasından yorgun çıkmışken bir de ülkenin değişik bölgelerindeki ayaklanmalarla uğraşan Me’mun, kendine karşı en büyük tehlike olarak gördüğü İmam Ali Rıza’yı (a.s) yakınında tutarak kendince tehlikesinden korunmak amacıyla, İmam’ın (a.s) rızası olmadan ısrar ve tehditler ile kendisinden sonraki veliaht ilan etmiş ve bu şekilde birazdan bahsedeceğimiz hedeflere ulaşmaya çalışmıştır.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Elbetteki İmam’da (a.s) zorla gerçekleştirilen bu veliaht ilan edilme durumundan ümmetin hayrına olacak şekilde faydalanmıştır. Ama bugünkü konumuz Me’mun ve günümüzdeki benzerlerinin, tertipledikleri bu tür oyunlarla ulaşmak istedikleri hedeflerin neler olduğunu ortaya koymak olduğundan İmam’ın (a.s) bu olaydan nasıl faydalandığına değinmeyeceğiz. Yalnız şunu belirtmemiz gerekir ki İmam (a.s) Emin ve Me’mun arasındaki savaşta kendi sahabelerini taraf olmaktan sakındırmış ve her iki zalimden uzak tutmuştur. Bu yüzden İmam’ın (a.s) Me’mun’un saltanatını onayladığını düşünüp, günümüzün süfyanilerine yaklaşmak hakikati ters yüz etmek olacaktır.

Me’mun’un İmam’ı (a.s) veliaht tayin etmekle birkaç hedefe ulaşmayı amaç edindiğini elimizdeki kaynaklardan öğreniyoruz. Bu hedeflerden biri var olan sıkıntılı ortamı yatıştırmak ve ayaklanmaların önüne geçmektir. Çünkü Me’mun hilafet kavgasından sonra, birçok bölgede çıkan ayaklanmalardan ve özellikle Ehl-i beyt sevgisi temelinde oluşan isyanlardan mustarip hale gelmişti. Bir diğer neden ise İmam’ı (a.s) veliaht ilan ederek kendi saltanatını meşrulaştırmaya çalışmasıydı. Zira İmam (a.s) gibi halkın teveccühüne ve saygısına mazhar olmuş değerli bir şahsiyetin onayladığı saltanatı, halkın onaylaması daha kolay olacaktı. Me’mun aynı zamanda İmam’ı (a.s) kendi yanında tutarak O’nun (a.s) insanları kendi imametine davet etmesini de engellemiş olacaktı. Saraya hapsedeceği İmam (a.s), kendine bağlı halk tabanından uzaklaşacak ve onlarla iletişimi kopacaktı. Böylece İmam’ın (a.s) mevcut iktidar açısından oluşturduğu tehdit berteraf edilmiş ve İmam (a.s) pasifize edilmiş olacaktı. Me’mun bu hareketiyle aynı zaman İmam’ın (a.s.) imajını zedelemeyi ve halkın nazarında var olan prestijini yok etmeyi amaçlamış ve böylece kendine karşı oluşan muhalefetinin bölünmesini de sağlamayı umut etmiştir.

Tarih bu isteklerin ve amaçların gerçekleşmediğini ve Me’mun’un, İmam’ı (a.s) şehid etmek zorunda kaldığını göstermiştir. Çünkü İmam (a.s) sarayda kaldığı müddetçe hilafetin zaten Ehl-i beytin hakkı olduğunu defaatle ispatlamış, düzenlenen ilmi toplantılarda herkesten üstünlüğünü ortaya koymuş ve böylece Me’mun’a karşı onun sarayında mücadeleden de geri durmamıştır. Zaten veliahtlığı dahi “hiçbir şeyi emretmemek, hiçbir şeyi yasaklamamak, hiçbir hususta hüküm vermemek ve hiçbir uygulamayı değiştirmemek” şartıyla kabul eden İmam (a.s), mevcut düzenin kendisine uyulacak ve kendisinde görev alınacak bir düzen olmadığını, bu düzeni kabullenmenin yanlış olacağını fiiliyle ortaya koymuş ve aslında halka mesajını iletmiştir.

Tıpkı yukarıda yazılan hakikatler gibi günümüzün Me’mun’ları da ele geçirdikleri iktidarları meşrulaştırmak ve sağlamlaştırmak için halkın desteğine ihtiyaç duymakta, bunu sağlamak için de zer ve zoru silah olarak kullanmaktadırlar. Bugünün Me’mun’ları, halkın nazarında söz sahibi olanlara kendi iktidarlarından pay vererek onları saltanatlarının sütunları haline getirmeyi başarıyor, ilimlerini satın aldıkları bel’amlardan halkı kendilerine meylettirmelerini istiyorlar. İmam (a.s) zorla veliahtlığa tayin edilirken, günümüzün söz sahipleri(!) adeta sarayların kapısında kuyruk oluşturup, o nimetlerden(!) yararlanmak için çaba sarf ediyorlar. Ağızlarını her açtıklarında süfyanilere övgüler dizen bugünün ilim (!) sahipleri, geçmiştekilerden örnek alırken saray mollarının hayatlarını taklit etmeyi tercih ediyor ama İmam’ların (a.s) kutlu ve şerefli yaşantılarını görmezden geliyorlar.

Kendilerine karşı oluşabilecek bütün halk hareketlerini ve muhalefetlerini, halktan göründükleri için halkın değer verdiği uşakları vasıtasıyla bertaraf eden süfyaniler, sağlanan huzur(!) ortamında zulümlerine rahatça devam edebilecekleri imkanı bulabiliyorlar. Meşrulaştırılmış zulmün yağlı sofralarının konuğu olan bel’amlar, günümüzün Me’mun’larından memnun bir şekilde onların tahtlarına dokunmayacak olan, sinirleri alınmış bir dini tebliği ederek, kıyamsız namazların da mucidi oluyorlar. Kendilerine süfyanilerce verileni, Allah’ın (c.c.) nimetleriyle değiştiren ve Allah’a (c.c.) verdikleri sözde durmayan bu ilmiyle amel etmeyenler, hakkı haykırıp halkın önünde zulme karşı ayaklanmaları ve halkı bu anlamda kendilerine çağırmaları gerekirken, tam aksi istikamete halkı davet etmekte ve hakikatin halkın gözünde değersiz hale gelmesini sağlamaktadırlar.

Bugünün süfyanileri, türlü hilelerle ve vaatlerle ele geçirdikleri halk önderlerini(!) aslında aynı zamanda tabanlarından uzaklaştırmakta ve böylece bir süre sonra ellerinden çıkma ihtimalleri oluştuğunda bile köksüz kalmalarını sağlamaktadırlar. Tabanından kopanlar bir daha o tabana hitap edecek gücü bulamayarak, süfyanilere daha fazla bağlanmaktadırlar. Bu bağlanma aynı zamanda süfyanilere karşı oluşabilecek tehdidin de ortadan kalkmasına ve süfyanilerin rahat nefes almasına neden olmaktadır.Böylece vücuda göre beden mesabesinde olup, kendilerini yönlendirecek akıldan yoksun kalan halk kitleleri, iyiyi kötüyü ayırt etmede sorun yaşamakta ve süfyanilerin tezgahladıkları oyunlara ve tuzaklara düşmeleri kaçınılmaz olmakta, bu durumdan faydalanan süfyani iktidarlar da hem meşruluklarını ilan edebilmekte ve hem de daha fazla zalimleşebilmektedirler.

Üzücü olan şudur ki İmam Rıza (a.s), veliahtlığı zorla ve hiçbir şeye karışmama şartıyla kabullenmişken, bugün ilmiyle amel etmeleri gerekenler, gönüllü olarak süfyanilerle ilişki kurmakta, onları temize çıkarmakta, onların hakimiyetinde bulunmaktan gocunmamaktadırlar. Samimi bile olsalar siyasi bilince sahip olmadıkları için, tuzağa düşmeleri kolaylaşan ve süfyanilerin ekmeğine farkında olmadan bile olsa yağ sürenler, İmamların (a.s) mücadelelerini bildikleri halde türlü maslahatların ve bahanelerin ardına saklanarak, o mücadeleyi yalnız bırakmaktadırlar.

Oysa İmamların (a.s) bütün mücadelelerinin ürünü olan İran İslam İnkılabının oluşum sürecinde İmam Humeyni (r.a) önderliğindeki alimlerin hiçbiri şahlık rejiminin tekliflerine kanmamış, onlarla hiçbir şekilde ilişki kurmamış ve şahlık rejiminin yıkılmasından başka herhangi bir sonucu kabullenmemişlerdir. Ne sürgünler, ne işkenceler ve ne de mallardan ve canlardan eksiltmeler şeklinde ortaya çıkan imtihanlar, İmam’ın (r.a) kararlı duruşu ve önderliği altında mücadelelerine devam eden alimlerin ve önder kesimin, halkı yalnız bırakmasına neden olmamış, hiçbir maslahatın arkasına saklanarak zulüm ile el sıkışmayı onaylamamışlardır. Bütün bu mücadele sonucunda halkın devrime olan bağlılığı artmış, şahlık rejiminin meşruiyeti tamamen yok olmuş ve halk, dostu düşmanı ayırt eder hale gelebilmiştir. Liderlerinin her şeylerini feda ettiğini gören halk, mücadele meydanlarını boş bırakmamış ve verdiği binlerce şehide rağmen İmam’ın (r.a) emirleri doğrultusunda tek bir kurşun dahi sıkmayacak metaneti ve sabrı göstermiştir. Şahla hiçbir dönem bağ kurmayıp bu sayede hem halkla bağını güçlendiren ve hem de halkın güvenini kazanan İmam (r.a) bu sayede devrimin potansiyel gücünü bir arada tutmayı başarmış ve bu gücün türlü nifak oyunlarıyla dağılmasını engellemiştir. Sürekli aksiyoner bir tutumla şahlık rejimiyle mücadele eden İmam (r.a), şahın tedbirler peşinde koşmasına ve kendini tedirgin hissedip hatalar yapmasına da neden olmuştur. Bu sayede halk şahın gerçek yüzünü de görmüştür.

İran İslam İnkılabı bizlere İmamlar’ın (a.s) metodunu takip ettiğimizde neleri başarabileceğimizi gösteren bu çağdaki tek örnektir. İnkılabın çizgisini takip eden bütün hareketlerin başarıya ulaşmış olmasının veya sonuca yakınlaşmış olmasının temel nedeni de budur. Burada şunu tekrardan belirtelim ki İmam Rıza (a.s) hiçbir dönem mevcut sistemi kabullenmediği gibi gizli veya açık sistemin aleyhine çalışmaktan ve Ehl-i beytin hakkını ve haklılığını ortaya koymaktan geri de durmamıştır. Bunun en bariz örneği Me’mun’un İmam’ı (a.s) bayram namazını kıldırmaya zorlaması ve İmam’ın (a.s) ceddi Resulullah (s.a.a) gibi hazırlanıp yalınayak tekbirlerle yola çıkarak camiye doğru attığı her adımın, Me’mun’un saltanatını sarsması üzerine hemen bu işten İmam’ın (a.s) men edilmesidir. Öyle bir duygu seli oluşturmuştur ki İmam (a.s), Me’mun’un komutanları dahi atlarından inip çizmelerini çıkarmış ve İmam’ın (a.s.) arkasından yürümeye başlamıştır. İşte İmam Humeyni (r.a) de cedleri gibi Resulullah’ın (s.a.a) sünnetine uygun olarak verdiği mücadeledeki samimi tavırları ve halka Resulullah’ı (s.a.a) hatırlatan eylemleriyle, devrim sürecinde halkın kendisi etrafında pervane olup dönmesine neden olmuştur.

Bir tek bayram namazının bile gereği gibi kılındığında, zalimlerin saltanatlarının yıkılabileceğini bizlere öğreten İmam Rıza’nın (a.s) takipçileri olarak bizler de, bütün varlığımızı Allah’a (c.c.) adayarak ve yalnız O’nun (c.c.) rızasını umarak attığımız veya atacağımız her adımın süfyanilerin tahtını sarsacağını idrak etmeli, hiçbir çaresizlik düşüncesine, neme lazımcılığa ve dünya hayatının aldatıcı yönüne kapılmadan mücadelemize devam etmeliyiz. Aksi takdirde Me’mun’lardan çok çeken İmamlarımızın (a.s), günümüzün Me’munlarından memnun olan takipçileri oluruz ki, o zaman ne iman kalır bizde ne mektep ne de mezhep.

siyasetmektebi.com

Ekler