11 Ağustos 2014 - 14:35
Yine Bir “Seçin” Yazısı…

İbn-i Sina, her şeyin değişeceğini söyleyen ve değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi olduğunu belirtip Heraklitos’un “aynı nehirde iki kere yıkanılmaz” sözünü diline dolamış olan bir talebesinin kendisine yöneltmiş olduğu soruya cevap vermeden başka işlerle ilgilenince, talebesi bu durumdan alınmış ve hocası İbn-i Sina’ya sitemde bulunmuştur. Bunun üzerine İbn-i Sina “az önce sorduğun soruyu “önceki ben’e” sordun, sorunun muhatabı “şimdiki ben” değil. Madem ki her şey değişiyor o halde soru sorduğun “ben” de değişmiştir ve farklı bir “ben” olmuştur” diyerek, bu talebesinin değişimi yanlış anladığını ve şekillerin, isimlerin veya görüntülerin değişmesinin özün değişimine neden olamayacağını güzel bir dille ifade etmiştir.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- İslam ümmeti yüzlerce yıldır ismi değiştiği halde özü değişmeyen zulme maruz kaldığından, bu konuya oldukça aşinadır. Kimi zaman Emeviler olarak tezahür eden zulüm, Muaviye ve Yezid olarak görünürde iki farklı cisimle karşımıza çıkmışsa da aslında aynı yolun yolcuları tarafından bir bayrak gibi elden ele bugünlere kadar taşınmıştır. Emeviler gitmiş Abbasiler gelmiş, Muaviye ve Yezid helak olmuş, Mansur, Harun Reşid, Me’mun peydah olmuştur. Günümüze kadar bu silsile kesintisiz devam edegelmiştir. Hatta Firavun, Haman, Karun, Bel’am ve Nemrut gibi zulmün farklı yönlerinin önderlerini de bu silsileden bağımsız saymamak gerekir diye düşünüyoruz. Zira zulüm aynı zulüm olduğu halde her çağda sadece şekli değişmiştir. Ve ümmet bugün “ulu hakan cennetmekan” olarak tarif ettiği nice şahlar ve padişahlarla bu zulme muhatap olmuştur ki bu mantığa en mükemmel darbeyi yine çağımızın en büyük devrimcisi olan İmam Humeyni (r.a.) “2500 yıllık şahlık rejimini devirdik” diyerek vurmuştur ki bu darbe Müslüman görünen zalimlerin de diğerlerinden hiçbir farkları olmadığını bizlere öğretmiştir.

Üzerinde yaşadığımız topraklar bu tür şekilsel değişimlere çok fazla şahit olmuştur. Saltanat ismen yıkılıp yerine “cumhura” işaret eden yeni bir saltanat kurulunca bütün dertlerden kurtulduğu zannına kapılanlar, aslında eski zulmün kılık değiştirmiş haline aldanmış ve her geçen asırda kendini yenileyen ve kendi açısından kamilleşen şeytani düzenin oyununa gelmişlerdir. Zulüm artık her kesime hitap etmenin yollarını aramaya başlamış, tabiri caizse “damardan” girmek için toplumun tüm kesimlerinin rengine uygun elbiseler giydirdiği uşakları ile hakimiyetini pekiştirmeye ve yüzyıllar boyunca devam ettirdiği saltanatını korumaya çalışmıştır. Yazılarımızda sürekli bahsettiğimiz gibi her fikrin başına, aslında o fikre en çok düşman olanları geçirip, yine o fikrin mensuplarını sisteme angaje etmenin ustası olan zulüm, her hücresi Allah (c.c.) ve İslam sevgisiyle yoğrulmuş olan halkımızın bu sevgisini kendi lehine kullanabilmek için de “şeytan-ı kamil” olanları, alnı secdeden kalkmayan “Müslümanlar” kılığına sokarak halkımıza türlü oyunlarla lider yapmıştır.

“Dün dündür, bugün bugündür” sözünün muciti olarak nifak üzerinde profesörlük ünvanını hak edecek derecede uzmanlaşmış olanların kemale erdirdiği sistemin “elinde büyüyen” yeni nesil süfyaniler, değişimin vazgeçilmez bir hakikat olduğunu zihinlerine zerk ettikleri halkı, daha önceleri tahammül göstermeyecekleri birçok günaha, zulme, fesada ve cürme tahammül edecek hale getirmişlerdir. Heraklitos değişimin aslolduğunu anlatırken bunu mu kastetmiştir bilinmez ama bu “usta”ların değişimden kastı toplumsal hafızanın silinmesi ve yeni nifak hareketleri için uygun ortamın hazırlanması olmuştur. Versace takımları ve çuvallar dolusu altınları ile resmi ve yasal İslami(!) mücadelenin liderleri tarafından yıllar boyu sürekli ve düzenli eğitimden geçip, çeşitli vesilelerle hem tecrübesi arttırılan hem de halka kurtarıcı gibi sunulsun diye kurulan tezgah icabı zulmü aşikar olarak uygulayanların karşısına mazlum olarak çıkarılan kemale ulaşmış şeytanlar, “gömlek çıkartma” eyleminden sonra habire eski söylemlerinden dönmeye ve daha önce yıkandıklarını iddia ettikleri nehirden bir daha yıkanmamaya başlamış ve bunun genel geçer doğru olduğu fikrini, zehirlendiğinin farkına varmayacak kadar uyuşturulmuş olan halka dayatmışlardır.

İşte bu tür planlı şeytanlıklarla yıllar boyu halkımıza musallat olmuş olanlar, halkımız maskelerinin farkına varmaya başladığında hemen yeni bir maske takmakta, eskimiş isimlerin yerine yeni isimler getirmekte, önceki isimlere de yeni görevler vererek sanki bir şeyler değişmiş hissi ile halkımızın tekrar gevşeyip rahatlamasına ve derin uykuya dalmasına neden olmaktadırlar. Eğer bu halk, muhatap olduklarının nifağını henüz tam çözememişse o zaman bu kamil şeytanların raf ömrü de uzamaktadır. Bugün içinde bulunduğumuz durum tam da budur. Yıllardır piyasada bulunduğu halde habire renk değiştirdiği için eski renklerini unutturan ve sanki yeni bir şeyler diyormuş gibi kendini halka sunanlar, bugün yine meydanlara çıkarak ve güya halktan yeni bir görev için destek talep ediyorlar. Oysa bu destek talep edenlerin tümünün kökü aynı zulümden beslenmekte ve aynı zulme hizmet için yarışmaktadırlar. Bu noktada değişecek hiçbir şey yoktur ve değişim sadece isimleri etkileyecektir. Sistem üzerine bina edildiği zulmünü daha önce başka isimlerle nasıl ki kesintisiz devam ettirdiyse, bundan sonra da farklı isimlerle devam ettirecek ve bekasını garantiye alacaktır.

Bu yüzden bugün muhatap olduklarımızın farklı renklerine aldanmamak gerekir. Farklı sözlerine ve farklı tavırlarına kanmamak gerekir. Şuan seçilmiş olanın daha önce bu görevde olandan veya seçilmemiş olandan zerrece farkı yoktur. Hepsi aynı zulmün aynı yasalarına uyma sözünü veren ve büyük şeytanın projelerinde kendilerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmeye çalışan süfyanilerdir. Yıllardır muhatap olduğumuz süfyanilerin bugün hala başta kalmalarının nedeni ise daha önce de bahsettiğimiz gibi, kamil şeytanlıkları ile raf ömürlerini uzatmalarıdır. Artık uyanmak ve değişimin sadece isimlerden ibaret olduğunun farkına varmak gereklidir. Her şeyin değiştiği masalını bizlere anlatanların bizleri aynı nehirde binlerce defa yıkadığını anlamak gereklidir. Kabuğun sadece özü koruduğunu idrak etmek geleceğimizi şekillendirmek açısından önemlidir. Bizi rahatsız eden sinekler, rahatsızlığımızın asıl kaynağı değildir ve kara sinekler gidip sivri sinekler geldiğinde rahata kavuşmayacağız. Rahatsızlığımızın kaynağı içine çekilmiş olduğumuz bataklıktır. Bu bataklığı kurutmadığımız sürece, sineklerle muhatap olacağız ve bu sinekler türlü sesler çıkarsalar da kanımızı emmeye devam edeceklerdir.

Evet…Üstadın dediği gibi “tebeddülü esma ile hakaik tebeddül etmez”. Yani isimler değişince hakikat değişmez. Bu sözün hakikati, hem hak cephesi hem de batıl cephesi için geçerlidir. Ne batıl, insanlık tarihi boyunca değişen isimlerden dolayı değişime uğramıştır, ne de hak, onlarca peygamberden (a.s.) ve İmamlardan (a.s.) dolayı değişmiştir. Değişim gibi görünen sadece tekamüldür. Hem hak hem de batıl kendi içinde tekamüle uğramış ve aralarında var olan savaş bugüne kadar hiç sekteye uğramadan devam etmiştir. Batıl amacına ulaşmak için her türlü yola başvursa da hak her zaman arı ve duru olmuştur. Bugün batıl, muhatap olduğumuz süfyanilerin eliyle en kamil dönemini yaşamakta ve artık ulaşabileceği nihai seviyeye ulaşmış bulunmaktadır. Süfyaniler büyük şeytanın verdiği görev doğrultusunda ümmeti birbirine düşürmeyi ve İslam beldelerini harabeye çevirmeyi kısmen de olsa başarmışlardır. Bu yüzden bu süfyanilerin değişen makamlarının bizim için kıymeti yoktur ve hak cephesinin mensuplarının ilgilenmesi gereken bir konu da değildir bu.

Ama en kamil halini idrak ettiğimiz batılın karşısında, yine en mükemmel hale gelmiş hakkın tecellisini müşahade ettiğimizin ve bu zamanı idrak etme bahtiyarlığına eriştiğimizin de farkında olmamız gerekmektedir. Bu bahtiyarlık aynı zamanda çok ciddi bir imtihandır da. Ya şeytan-ı kamillerin ellerinde mükemmelleşen batılın süslü laflarına ve oyunlarına kanıp batılı seçeceğiz, ya da hakkın en kamil haline râm olup direniş cephesinin safında yer alacağız. Bu seçim, bugün muhatap olduğumuz “seçin”lerden çok daha önemlidir bizim için…

Ekler