Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA-
Cevap
Bu sözlerin içinde sadece bir söz doğrudur. O da şudur: “Fitne ateşi sönmüş oldu.” Muhacirlerden üç kişi ve Ensar’dan iki grubun Sakife’de bir araya gelmesinden bunların fitne çıkarmakta olduğu anlaşılmaktadır. En sonunda fitne ateşi sönmüştür. Bu, Sahabenin adaletine ve onların tamamına giydirilen kutsallıklarıyla çelişmektedir. Zira henüz Peygamber efendimizin (s.a.a) pak bedeni yerde olmasına rağmen sahabelerin büyükleri peygamberin siyasi mirasını paylaşma derdine düşmüşlerdi. Burada “Sakife”de yaşananları kısaca nakledeceğiz. Böylelikle beylerin dedikleri her şeyin yalan ve temelsiz olduğu ortaya çıkmış olsun.
Hz. Peygamberin (s.a.a) mübarek cesedi henüz yerdeydi. İnsanlar peygamberin (s.a.a) namaz, gusül ve defin işlemleri için kedilerini hazırlamaktaydılar. İki kişi yaklaşarak yavaşça Ebu Bekir ve Ömer’e Ensar’ın Beni Saide Sakife’sinde hilafeti ele geçirmek için toplandıkları haberini verir. Ebu Bekir, Ömer’e: “Oraya gitmemiz gerekir” diyerek her ikisi de öteki Muhacirlere haber vermeden oradan Ebu Ubeyde’yle birlikte Beni Saide Sakife’sine doğru giderler. Halbuki tüm Muhacirler, Haşim oğulları ve geride kalan Ensar’ın tamamı Hz. Peygamberin (s.a.a) defin işlemlerini yapmak için evinde toplanmışlardı. Bir çok insanda toplanmaya devam ediyordu.
Bu üç kişi Sakife’ye girdiklerinde Ensar’ın temsilcisi olarak “Saad Bin İbade” konuşma yapıyordu. Konuşmasının özeti şuydu: Bizler peygambere kucak açtık, ona yardım ettik ve İslam’ın yayılması için cihat ettik. İşin ağır yükü bizim omuzlarımızdaydı. Dolayısıyla işlerin dizginlerini biz elimize almalıyız ve biz Ensar’dan başka hiç kimsenin buna liyakati yoktur.”[1]
Ensar’ın iki kabilesi olan Evs ve Hazreç kabileleri arasında içsel husumetler olmasına rağmen Saad’ın konuşması görüntüde aralarında bir birliğin sağlanmasına ve geçmişte yaşamış oldukları ihtilafların unutularak ortak bir karara varmaları neredeyse sağlanmak üzereydi.
Ebu Bekir’in Konuşması
Saad’ın konuşması bittikten sonra, Ebu Bekir Ensar’ın aralarındaki birliği bozmak için konuşma yapmaya başladı. İlk önce Ensar’ı överek onların İslam’da öncü olduklarını belirtti. Ancak has bir diplomasiyle aralarındaki eski ihtilaf ateşini yeniden alevlendirmeyi başardı. Konuşmasında şunları söyledi:
“Her ne zaman hilafet ve yönetimi Hazreç ele alırsa, Evs kabilesi onlardan geri değildir ve eğer Evs kabilesi ona boynunu uzatırsa, Hazrecliler onlardan geri değillerdir. Bunun dışında iki kabile arsında kanlar dökülmüş, insanlar ölmüş ve telafisi imkansız yaralar meydana gelmiştir. Bunlar asla unutulacak şeyler değildir. Her ne zaman sizlerden biriniz hilâfet için kendisini hazırlarsa kendisini aslanın ağzında bulur ve en sonunda Ensar ve Muhacirler arasında ufalanır gider.[2]
Habban Bin Munzir’in Konuşması
Ensar’dan olan Habban bin Munzir, Ebu Bekir’in konuşmasının Ensar arasındaki vahdeti bozacağını düşünerek ayağa kalkar ve Ensar’ı hilafeti ele geçirmesi için tahrik eder:
Ey insanlar! Ayağa kalkınız ve hilafet dizginini ele alınız. Sizin rakipleriniz (Muhacirler) sizin topraklarınızda ve sizin gölgenizin sayesinde yaşamaktadırlar. Görüş, sizin görüşünüzdür. Eğer Muhacirler emirin onlardan olmasında ısrar ederlerse bir emir onlardan bir emir de Ensar’dan seçilmesi ne kadar da güzel olur.”
Ömer’in Konuşması
Ömer İbn Hattab, iki yönetici olması görüşünü reddederek şöyle dedi:
“İki deve asla bir iple bağlanmaz ve Araplar asla sizin yönetiminiz altına girmez. Oysa peygamber sizlerden değildir. Hilafet dizginlerini ele alacak kişinin nübüvvet hanedanından olması gerekmektedir.”
Her iki grubunda mantığı değersiz ve tam anlamıyla kabilecilikten başka bir şey değildi. Ensar’ın mantığına göre “peygambere yardım ettiğimiz için hilafet bizim olmalı.” Muhacirlerin (oradaki üç kişinin) mantığına göre ise “peygamber Kureyş kabilesinden olduğundan halife bizim aramızdan seçilmelidir.” Bu iki gruptan hiç biri oturup aralarındaki en bilgili ve en layık kişiyi seçme düşüncesinde değillerdi. İster Ensar’dan olsun isterse Muhacirlerden olsun. Bunlardan daha önemlisi bu meselede Allah ve peygamberinin kılavuzluğundan yararlanmaları gerekirdi.
Bunun dışında Ömer’in mantığına göre peygamberin ailesinden bir kişinin seçilmesi gerekiyordu. Peygamber, Beni Haşim hanedanındandı. Öyleyse neden halife onlardan seçilmedi? Ebu Bekir Temim, Ömer ise Adiy kabilesindendi.
İki taraf arasındaki uygunsuz konuşmalar ve tartışmalar iyice alevlendi.
Ensar’ın Muhacir tarafına yönlenmesine sebep olan şey ise “Saad Bin İbade”nin amcaoğlu “Beşir Bin Saad”ın konuşmasıydı.[3] Ensar’ın beklentilerinin aksine konuşması aralarındaki vahdeti bozmaya yönelikti. O şöyle dedi:
“Peygamber, Kureyş’tendir. Peygamberin akrabaları hilafete bizden daha layıktır. Hilafeti onlara bırakmamız daha güzel olur.”
İşte bu konuşma Ebu Bekir’in bulanık sudan yararlanmasına sebep oldu. Ve şöyle dedi: “Ey insanlar! Bana göre Ömer ve Ebu Ubeyde hilafet için uygundurlar. Hangisine isterseniz biat ediniz.”
Bu önerinin ciddi bir tarafının olmadığı kesindir. Bilakis bu öneri, bu iki kişinin kalkarak sen varken bize sıra gelmez demesi için bir mukaddimedir. Aynı şekilde oldu da. Her ikisi de yerinden kalkarak şöyle dediler: “Sen bizden daha layıksın, kim bu konuda sizinle yarışabilir?” Sonra her ikisi de kalkarak Ebu Bekir’in elini Müslümanların halifesi unvanıyla sıktılar. Ebu Bekir’de öneriyi geri çevirmeyerek elini uzattı.”[4]
Sevinçten kabuğuna sığmayan Beşir bin Saad, amcaoğlunu geri plana itmenin başarısıyla gururla ayağa kalkarak Ebu Bekir’in elini halife unvanıyla sıktı. Onun bu tavrı, Hazreçlilerin öfkesine neden oldu. Bundan dolayı Ensar’ın büyüklerinden olan Habban bin Munzir, onu Hazrec’e itaat etmeyen, yediği ekmeye ihanet eden, hasetçi olarak adlandırdı. “Ağacın kurdu, kendisindendir” sözü burada geçerlilik kazanmaktadır.
Hazreçlilerin geri plana itilmesi anlamına gelen Saad bin İbade’nin kenara atılması, Hazreç ve Evs arasında görüntüde de olsa sağlanan vahdetin bozulmasına sebep oldu. Dolayısıyla Evsilerin reisi olan Useyd bin Huzeyr yerinden kalkarak kabile reisi unvanıyla Ebu Bekir’e biat etti. Bu esnada taraflar arasında fiziksel sürtüşmeler doruk noktasına çıktı. Sakife’nin kenar bir yerinde olan Saad bin İbade, ayaklar altında kaldı. Onunla ve bir anlamda oğluyla Ömer arasında şiddetli tartışmalar yaşandı. Ancak Ömer, Ebu Bekir’in uyarısı üzerine sakinleşti. Çünkü orada mülayim ve yumuşak olmak galip olmanın anahtarıydı.
Sadece üç kişi olan muhacir cephesi, biat için bu miktarla yetinerek Sakife’den dışarı çıktı. Sakife’den çıkanlar (Evsiler) Ebu Bekir’in etrafını sarmış oldukları halde onun lehine sloganlar atarak halktan Ebu Bekir’e biat etmelerini istiyorlardı. Politik bir yenilgiye uğrayan Hazreçliler o sırada kendi sloganlarını değiştirerek şöyle demeye başladılar: “Biz, Ali’nin (a.s) dışında kimseye biat etmeyiz.”[5]
Sonuç
Ebu Bekir’in hilafeti muhacirden iki kişi (Ömer ve Ebu Ubeyde) ve Ensar’den iki kişi (Beşir bin Saad ve Useyd bin Huzeyd) olmak üzere dört kişinin biatiyle resmi olarak tanındı. Sonradan yavaş yavaş yol ortasında ve mescitte vade ve tehditler yoluyla daha çok kişiyi biat etmeye zorladılar.
Acaba bu toplantı, bu gevşek mantıkla {أَمْرُهُمْ شُورى بَيْنَهُمْ} “Onların işleri, aralarında şura (danışma) iledir. (Şura, 38)” Bu ayetin mısdak ve ölçütü olabilir mi?
Sakife biatinin tahlilinde kullanılan en üstün söz Ömer ibn Hattab’ın şu sözüdür:
وَاللهِ ما كانَتْ بَيعةُ أبي بَكرٍ إِلاّ فَلتةً وَقَی اللهُ شَرَّها وَمَنْ بايَعَ رَجُلاً مِنْ غَيْرِ مَشورةِ الْمُسلمين لا بَيعةَ له
“Allah’a and olsun ki, Ebu Bekir’e biat, ani bir karardan (oldu bittiden) başka bir şey değildi. Allah, bizi onun şerrinden korudu. Her kim Müslümanlarla istişare etmeden birine biat ederse onun biati geçersizdir.”[6]
Ancak Ömer’in “Allah bizi onun şerrinden korudu” sözü gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Zira Ebu Bekir’in hilafeti, Medine’nin etrafındaki tüm Arapların rahatsızlığına sebep oldu. Bundan dolayı zekat vermekten imtina ettiler. Arap yarımadasının her yerinden uzun süreli geniş isyanlar baş gösterdi ve bir çok kanlar döküldü.
Eğer hakikaten Ebu Bekir’in ‘hilafet peygamberin hanedanından olmalıdır’ mantığı doğruysa, öyleyse neden bunu yapmayarak tüm Haşim Oğulları kenara itildi? Dolayısıyla Haşim Oğulları da biat etmekten imtina ettiler.
Bu Sakife’de yaşananların bir özetidir. Oranın gerçekten bir fitne olduğu, fitnenin henüz hem sönmediği ve günümüzde dahi onun zararlı eser ve izlerinin görüldüğü anlaşılmaktadır. İslam ümmetinin temelinde çok büyük bir ihtilafın yaşanmasını sağlamış ve İslam ümmetinin izzet ve azametine zarar vermiştir. Şimdi sormak gerekir: “Bu irşat memurları tarihi hakikatleri kitman ederek hangi hedefi gütmektedirler?”[7]
Bir an, Hz. Peygamber efendimizden (s.a.a) Hz. Ali (a.s) hakkında nas ve tekitli düsturunun olmadığını ve İslam halifesinin şura yoluyla seçilme kararının alınmış olduğunu farz edelim. Bu durumda Hz. Peygamber efendimizin (s.a.a) mukaddes cesedi kaldırıldıktan sonra, her gruptan büyükler seçilmeli, daha sonra bir dizi ön görüşmeler yapıldıktan sonra bilgi ve görüş açısından en layık ve en uygunu seçilmeliydi. Ne fakat muhacirlerden üç kişi ve Ensar’dan bir grubun toplanarak temelsiz bir mantık anlayışla birini halife seçerek biat etmeyenler tehdit edilsin.
Tüm bunların yanı sıra burada iki nokta çok önemlidir:
****
Ebu Bekir’in Hz. Peygamberle (s.a.a) Hicret Sırasında Birlikte Olması Onun Halife Olmasına Delil Midir?
Bir Hacı, Hz. Ali’yi (a.s) savunmak adına şöyle dediğinde: “Hz. Ali’nin (a.s) ‘Leyletu’l Bebid’de Hz. Peygamberin yatağında yatması onun iftiharı için yeterlidir.” Şöyle bir yanıt alır: “Eğer Hz. peygamber (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) halife unvanıyla kabul etmiştiyse, neden onu ölüme göndermiş ve Ebu Bekir’i yanına almıştı? Bundan onun halife olması için bir zarar gelmemesini istediği anlaşılmaktadır.”
Cevap
{قُلْ إِنَّما أَتَّبِعُ ما يُوحى إِلَيَّ مِنْ رَبِّي}
De ki: "Ben ancak Rabbimden bana vahyedilene uymaktayım. (A’raf, 203)”
Dolayısıyla, davetinin başlarında “Yevmu’d Dar”da Allah tarafından Haşim oğullarının katıldığı bir toplantıda Hz. Ali’yi (a.s) halife ve vasi unvanıyla ilan etmek için görevlendirilmişti. On üç yılın ardından Mekke’yi terk ederek Medine’ye gitmekle görevlendirildi. Müşriklerin onun evde olduğunu sanmalarını sağlamak için Allah tarafından Hz. Ali’yi (a.s) kendi yerine koyması konusunda görevlendirildi. Böylelikle düşmanların ilgisini kendisinden uzaklaştırmış olacaktı. Bunların her ikisi de Allah’ın emriyle gerçekleşmişti.
Allah Teâlâ, bu fedakarlığı övmek için şu ayeti indirmiştir:
{وَ مِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْـرِي نَفْسَهُ ابْتِغاءَ مَرْضاتِ اللَّهِ وَ اللَّهُ رَؤُفٌ بِالْعِبادِ}
“İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızasını almak için kendini feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir. (Bakara, 207)”
Dolayısıyla bazılarının Allah'a şöyle sormaları gerekir: Allah’ım! Neden peygamberliğin başlangıcında Hz. Peygamber’e Hz. Ali’yi vasisisi karar kılması için ve on üç yıl sonra da Hz. Ali’nin canını tehlikeye atmasını emrettin? Benim ve başkalarının böyle boş konuşmaların bir anlamı yoktur. Allah Teâlâ, işlerin maslahatını daha iyi bilmektedir ve O’nun tüm işleri hekimcedir.
Burada bu yolla halifenin üstün olduğu ispatlanmaya çalışılmaktadır. Şöyle ki Hz. Peygamber (s.a.a), onun canını kendi yerine geçmesi için koruduğunu söylemektedirler. Halbuki bir Müslüman'ın canını korumak onun on yıl sonra onun yerine geçmesine nasıl delil teşkil edebileceğini sormak gerekir. Sizler Hz. Peygamberin (s.a.a) gaybi bilmediğini iddia etmektesiniz öyleyse peygamber onun yaşayacağını nereden biliyordu da onu tehlikelere karşı korudu?
Bizler kişilerin üstünlük ve faziletlerini Kur’an’a sunmaktayız. Kur’an, kişilerin üstünlüğünü çok cihat etmekte bilmektedir:
{فَضَّلَ اللَّهُ الْمُجاهِدِينَ عَلَى الْقاعِدِينَ أَجْراً عَظِيماً}
“Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır. (Nisa, 95)”
Ben tarihin bu konuda açılmasından hoşlanmıyorum, ancak bazılarının yersiz övgüleri insanın hakikatler perdesini açmasına sebep olmaktadır.
Ayetullah Cafer Subhani
ABNA24.COM
....................................................................................
[1] -Tarihi Tabari, c. 3, s. 218.
[2] -El-Beyan ve’t Tebyin, c. 2, s. 181.
[3] - Hazreçliler ve Ovslilerin amcaoğluna olan aşırı ilgisinden oldukça rahatsızlık duymaktaydı.
[4] -Siyre-i İbn Hişam, c. 2, s. 659 ve 660.
[5] -Tarihi Tabari, c. 2, s. 202; Tarihi Kamil İbn Esir, c. 2, s. 22.
[6] -Müsned-i Ahmed, c. 2, s. 55; Es-Sevaiku’l Muhrike, s. 10 -14.
[7] -Suudi Arabistan’da oluşturulan “Emri bil maruf ve nahyi anil münker” ve “İrşat” teşkilatları Suudi Arabistan’a hac ve umre için gelen hacılara vahabi inançlarını anlatmakta ve tarihi gerçekleri örtmektedirler. Burada ona işaret edilmektedir. (çevirmen)
[8] -Mağazi Vakidi, c. 1, Uhud Gazvesi.
****
****
İLGİLİ KONULAR