22 Nisan 2014 - 06:36
En Büyük Günah “Süfyani Sistemlere” Rızadır…

Siyasi bilinç kazanma ve bu yolla mektebe hizmet etme sürecinden biraz uzaklaşarak kendimizle olan büyük cihada daha fazla önem vermek üzere ve tam da bu sırada bir kardeşimizin “büyük günahlarla” ilgili yazı yazmamızı istemesini de bahane ederek bu konuların üstadlarından olan Ayetullah Muhsin Kıraati’nin “Günah ve Korunma Yolları” kitabını elimize alıp okumaya başladığımızda, niyetlendiğimiz mevzunun öyle kolay kolay gerçekleşmeyeceğini ve istesek de siyasi bilincimizi bir kenara koyamayacağımızı anlamış olduk.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Daha günahın tanımını okuduğumuzda aklımıza gelen “süfyani sistemlerin” bu tanıma ne kadar uydukları oldu. Zira “Günah muhalefet etmek anlamına gelmektedir. İslam nazarında ilahi emirlere muhalefet olan her amel günahtır” cümlesi ile varoluşları ilahi emirlerin hilafına olan “süfyani sistemleri” eşleştirmemiz hiç de zor olmadı. Başlı başına ilahi emirlerden aykırı tuğyan kokan yasalarla idare edilen “süfyani sistemlerin” kendilerinin varlığı günah olduğu gibi, onlara uymanın da, ilahi emirlere muhalefet etmek olacağı aşikar olduğu için, kendisi günah olarak yetecektir. Böylece en temel mevzu olan Allah’ın (c.c.) emirlerinin uygulanması mevzuundan taviz vermemek için önce bu emirleri kendilerince yürürlükten kaldıran ve bu emirlerin uygulanmasını kendileri için tehdit varsayan (ki haklılar) “süfyani sistemlerin” hükümranlığına son vermemiz gerektiğini bir kez daha farketmiş olduk.

Kitaba devam etmeye niyetlendikçe neden “süfyani sistemlerden” nefret etmemiz gerektiği de ortaya çıkmaya başlamıştı. Çünkü, en büyük günahlardan olan Allah’a (c.c.) şirk koşmanın, alenen meydanlarda söylenen sözlerle “rahmeti gazaplarını aşanların”, “Allah’ın (c.c.) -haşa- tüm vasıflarına sahip oldukları ilan edilenlerin” ve “eğer 1400 yıl önce yaşasalardı hicret tatsızlığını (haşa) engelleyebilecekleri bildirilenlerin” “günah işleme özgürlüğüne dokunulduğu için” neredeyse gözyaşı döken yalakaların eliyle ve diliyle işlendiğini bizatihi görmüş olduk.

Suçsuz yere adam öldürme günahının sonuçlarını, yüzbinlerce vahşiyi Suriye’ye gönderenlerin orada işlenen her türlü katliama destek vererek, “dört adam gönderip sekiz füze fırlatabilecek” olanların icraatlerinden dolayı idrak ettik. Bu öyle büyük bir günah ki insanlığın ortadan kalkmasına, kin ve nefret tohumlarının ekilmesine ve koskoca bir ümmetin bütün potansiyelinin zalimlerin yararına yok edilmesine neden olmaktadır. Ve bunun tek bir çaresi vardır buna neden olanlara kısas uygulamaktır.

Diğer büyük günahlara gelince; içki, faiz, fuhuş, yalan, rüşvet, hırsızlık, zina, livata, ahdi bozma, kumar, hile, büyüklenmek, israf, hıyanet, zulmetmek, zalime meyletmek ve hatta domuz eti yemek gibi günahların tümünün, “süfyani sistemlerin” çoğu zaman övündükleri, kimi zaman gizledikleri ve kimi zaman da alenen işledikleri günahlar olduğu açıkça ortadadır. Devlet eliyle faizi meşrulaştırıp bütün halkı bankalarda kredi çektirmek suretiyle bu harama bulaştıran ve halkın artık battığı günah bataklığından çıkamayarak diğer günahlara da meyledecek hale gelmesini sağlayan süfyaniler, arttırdıkları rakı fabrikaları ile övünebilmekte, resmi törenlerle genelev açan bu mücah-itler, rüşveti, yalanı, hırsızlığı hayatlarının vazgeçilmez prensipleri haline getirebilmektedirler. Zinayı kendi anayasalarında görünürde bile bir suç olmaktan çıkaran zinakârlar, eşcinsellere tanıdıkları hakların yanında onlara uygun özel cezaevleri de tasarlayarak insanlığa hizmet(!) etmektedirler.

Ahdi bozdukları “elestu” da verdikleri sözün hilafına kurdukları düzenden belli olan süfyaniler, “kardeşim” diye hitap ettiklerini sırtından bıçaklamadaki hünerlerini Suriye savaşı ile ispat edebilmişlerdir. Her ay değişik adlarda onlarca kumarı devlet eliyle oynatan ve vergi vermeyen kumarhanelerden insanları sakındıran(!) “süfyani sistemin” alnı secde(!) görmüşleri, hile konusunda ataları Muaviye’ye taş çıkartabileceklerini tezgahladıkları danışıklı döğüşlerle belli etmişler, küçük dağları değil direkt büyük dağları yarattıkları iddiasında bulunacak kadar Nemrutlaşan bu sinekler, adeta israfın belini kırmış, 700 bin liralık saatler takarak, bilmem kaç bin liralık çoraplar giyerek çöpten ekmek toplayan halklarına ideal(!) örnek olmuşlardır. Hainlik ve zulmetmek tıynetlerinde olan bu zavallılar, yeryüzünün en büyük zalimi büyük şeytana meylederek onunla aynı akıbeti hak ettiklerini de ortaya koymuşlardır. Domuz etine gelince…Onun da üretimini serbest bırakıp, işgal ettikleri müslüman mahallesinde salyangoz satma telaşına düşmüşlerdir.

Velhasıl bütün günahlardan korunma yolu onlardan uzak durmaktır aslında. Bizim gibi günah bataklığına saplanmış olanların bu bataklığı kurutmadan kendini temizleme ihtimali yoktur. Bir köşeye çekilip kendilerince zikir çekenler dillerini temizlerken, çektikleri zikirlerdeki sözlere muhalif olanlara yaşama hakkı tanıdıkları için aslında hem kendilerini hem de çevrelerini kirletmektedirler. Bunlar “etrafı kuşatılmış İslam kalesinin bir odasına çekilip, odayı süslemekle meşgulken, direniş cephesi bu kalenin zalimler ve kafirler tarafından alınmaması için uğraşmaktadır. Zira kale elden gittiğinde süsleyecek oda da kalmayacaktır.”

Her günah ve günaha neden olan etmen necis olduğu için önce necasetten taharet etmek gerekir. Nasıl ki namazdan önce elbiselerimizdeki kiri temizliyorsak, ruhumuzu temizlemek için onun kirlenmesine neden olan çevreyi ve bu çevreyi oluşturan “süfyani sistemleri” ortadan kaldırmak, günahlardan korunmak isteyen bizlerin en temel görevidir. Çöplüğe düşmüş ümmet, o çöplüğün içinde olduğu sürece üzerine süreceği esansın veya güzel kokuların zerre miskal kıymeti olmayacaktır. Önce o çöplükten kurtulmak ve temizlenip, pisliğinden arındıktan sonra güzel kokuları kendimize sürmek mantıklı olandır. Kurutmadığımız bataklık ve ortadan kaldırmadığımız çöplük, türlü hastalıkların ve böceklerin üreme alanı olacak ve bizler hem bu hastalıklardan hem de bizlerin kanından beslenen bu böceklerden muzdarip olacağız.

Ruhumuzu ve çevremizi İnkılap ile ilaçlamak tek çaremizdir. Büyük şeytanın böceklerinin ve bu böceklerin üretildiği “süfyani sistemlerin” tek ilacı budur. Daha önce denenen hiçbir ilaç bu derdimize derman olmadığı gibi süfyani böcekler o ilaçlara uyum sağlayarak değişime uğramış ve yok edilmeleri güçleşmiştir de. İmam’ın (r.a.) 35 yıl önce büyük bir kararlılıkla ortaya koyduğu bu derman, çağın en büyük hastalığı olan zulmün ve süfyaniliğin korkulu rüyası olmuştur. İnsanları hastalığa mahkum edip ilaçtan uzak tutma gayretleri bundandır.

Elbette ki kendimizi umursamadan sadece çevremizle uğraşmalıyız da demiyoruz. Ama bu mücadele iki yönlü olmalı, kendimizi günahlardan uzak tutmaya çalışırken, bu günahlara neden olan ortamı da değiştirmek için uğraşmalıyız. Kendimizde tevbe ile devrim yapıp, geçmişe dair ne varsa yerle bir ettiğimiz gibi, yaşadığımız sistemde de devrim yapıp geçmişe dair ne varsa hepsinin izlerini silmeli ve ilahi nizamı toplumun tevbesi olarak sistemleştirmeliyiz. Bu iki aşamalı mücadelenin bir aşamasını dahi eksik bırakırsak, asıl hedefimiz olan ilahi rızadan uzaklaşırız. Ya dindar(!) olur ve gayri İslami bir nizamı kabullenerek zillet altında yaşarız, ya da İslami bir düzenden bahseden, günahları küçümseyerek Allah’a (c.c.) isyan etmekte bir beis görmeyenlerden oluruz.

Bu noktada alimlerin önemi büyüktür. Yeterli ilme sahip olmayan samimi halkı, asıl hedefine yönlendirecek olanlar alimlerdir. Eğer alimler Allah’ın (c.c.) rızasını herşeyden üstün tutarlarsa ve mücadelelerini bu minval üzerine şekillendirirlerse, halk da onlara uyarak Allah’ın (c.c.) rızası uğruna canından geçecektir. Yok eğer alimler ilimlerini az bir pahaya satıp, zulmü görmezden gelirlerse,zalimlerle bir arada bulunmaktan rahatsız olmaz, geçmişin zalimlerine lanet yağdırırken bugünün zalimlerine rahmet okuturlarsa, halk da onlar uyarak yoldan çıkacak ve hakkı savunduğunu düşünürken batıla aşık olacaktır.

Yukarıda saydığımız tüm günahlar aynı zamanda bid’atlerinde kapılarını açmaktadır. Süfyanilerin, (sistemi savunurken mezhepsiz ama halka yönelik saldırılarında aşırı mezhepçi olan) alimleri, halkın karşısına çıkıp ayetler ve hadisler ışığında günahlardan, onların sonuçlarından ve korunma yollarından bahsederken, bizlere düşen görev onlara bu günahların kaynağını sormamız ve bu kaynakla onların ilişkilerini sorgulamamızdır. Çünkü bizleri bid’atlere ve günahlara alıştıran “süfyani sistemleri” kabullenen bu alimler(!) aynı zamanda bizlerin ahiretini de kendi dünyaları için heba etmektedirler.

Hadislerle(!) halkın arasına fitne sokup vahdetin oluşmasına engel olan ve “vahdet naraları” diye nitelendirdikleri vahdet çağrılarına kulaklarını tıkayarak “süfyani sistemlere” vefa borcunu ödeyen bu ilim yüklü merkeplerin maskesini biz de İmam Ali’nin (a.s.) bir hadisi ile düşürelim: “Bid’at sahibiyle birlikte yürüyüp onu ululayan kişi İslam’ı yıkmak için çalışmıştır.”

siyasetmektebi.com

Ekler