13 Haziran 2014 - 12:46
Irak’ı Anlamak İçin, İslam İnkılabını Anlamak Gerekir…

1400 yıl önce yeniden yazılmaya başlayan insanlık tarihi, insanlık düşmanlarının saldırısıyla sekteye uğramış gibi göründüyse de 35 yıl önce yeniden kaleme alınmaya ve tüm çıplaklığıyla gözlere ve gönüllere sunulmaya başlandı.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Bu tarih yazımından ve uyanıştan nasibini alan bölgelerden biri olan “ortadoğu”, her ne kadar karışık ilişkiler yumağı ve anlaşılmaz siyasetler beşiği gibi sunulsa da, aslında doğan güneşin nuruyla meseleye bakanlar için her şey ayan beyan ortaya çıkmış ve karanlıkta hiçbir hakikat kalmamıştır. Ama hakikati gizlemede “usta”laşan siyonizmin uşağı süfyaniler, bu coğrafyada meydana gelen bütün olayları, kendi istedikleri şekilde halklara lanse ettikleri için, hakka aşık olan ümmetin bireyleri, hakkı tespit etmede zorluk çekmeye ve batılın kurduğu tuzaklara düşmeye, sinelerindeki imanı, sinelerinde küfrü gizleyen münafıkların çıkarları doğrultusunda meydana sürmeye ve hak adına hak için zulme ortak olmaya başlamışlardır.

Tüm dünyadaki mazlum ve mustazaflara ilham kaynağı olan ve sadece vuku bulduğu coğrafyada değil, yeryüzünün her noktasında etkisini hissettirip, yazımızın başında belirttiğimiz gibi tarihin yeniden yazılmasına neden olan İran İslam İnkılabı, varlığı ile tehdit ettiği zulmü ve küfrü, kendisine karşı tedbirler almaya ve kendisiyle bütün cephelerde mücadele etmeye zorlamıştır. Bu yüzden yeryüzünün neresinde olursa olsun, yaşanan hak batıl çatışmasını analiz etmek isteyenlerin, İran İslam İnkılabını ve etkisini göz ardı etmemeleri gerekmektedir. Hak cephesinin yegane temsilcisi olan İslam inkılabı ile batıl cephesinin en büyük temsilcisi olan büyük şeytanın mücadelesi, özellikle siyonist rejimin varlığı üzerine yoğunlaşmış, küresel sermayeyi elinde bulunduran siyonizm, kendi için sembol olarak gördüğü gasıp rejimi ayakta tutmaya çalışırken ve bunu sağlamak için bütün halkların sermayelerini sömürüp halkları kendilerine bağımlı kölelere çevirmeye uğraşırken, İran İslam İnkılabı izzeti ve şerefi üflediği ruhlarda zulme karşı yeni bir direniş ve diriliş hareketi başlatmaya ve siyonizmin tüm dünyaya yayılmış kollarını birer birer kesmeye çalışmaktadır.

Bu yüzden son yıllarda “ortadoğuda” meydana gelen gelişmeler, bu çatışmadan vareste düşünülmemeli, Suriye ve Irak’ta yaşananları anlamak için gasıp rejimi ve İslam inkılabını anlamanın gereği gözardı edilmemelidir. Filistin toprakları üzerinde silah zoruyla ve türlü ihanetler sonucu yapay olarak kurulan siyonist rejim, kendini öcü olarak tanıtıp, ümmetin çaresizlik hissi yaşamasını sağlamak için, uşakları ile danışıklı döğüşler tezgahlayarak kartondan bir kaplan gibi heybetli görünmeye çalışmış ve avam tabiriyle özelde bu coğrafyada genelde ise tüm dünyada “racon” kesmeye başlamıştır. Daha siyonist rejim kurulmadan önce etrafını çevreleyen ümmetin, bu rejime karşı girişebileceği herhangi bir saldırıyı önlemek için, ortadoğu siyonist mahfillerce şekillendirilmiş, çizilen suni sınırlarda kurulan sömürge devletlerinin başına siyonizme iman etmiş uşaklar geçirilmiş ve bu şekilde siyonist rejimin kurulması için uygun ortam hazırlanmıştır. Ekilen bu zulüm tohumu, az önce bahsettiğimiz tasarlanmış ve kurgulanmış savaşlarla beslenmiş, büyütülmüş ve ümmete, kabullenilmesi zaruri bir hakikat gibi sunulmuştur.

İşte bu devran 1979 yılına kadar devam ederken, bir anda siyonizmin ve küresel emperyalizmin hesaplarını yerle yeksan eden ve tarihi baştan sona tekrar şekillendiren İran İslam inkılabı vuku bulmuştur. Bunun üzerine yeniden düzenlemelere giden siyonistler, İnkılabın etkilemesi muhtemel olan ümmetin önde gelen ülkelerinde darbeler gerçekleştirmiş, tamamen kendi uşakları olan “çocuklarını işbaşına” getirip, önceki uşaklarının iktidarını bu yeni duruma ayak uydurabilecek yeni uşaklarına devretmişlerdir. Bu meyanda işbaşına geldiği ilk andan itibaren İslam İnkılabına kin kusan ve savaş açma görevini üstlenen mel’un Saddam, 8 yıl uğraştığı halde siyonizmin kendisine verdiği görevi, tıpkı bugün Suriye’de kendilerine verilen siyonist görevi başaramayanlar gibi, layıkıyle yerine getirememiş, bunun üzerine siyonizmin hamileri yeni senaryolar yazmak zorunda kalmışlardır. Bu senaryoların uygulanması sonucu Saddam Kuveyt’i güya işgal ederek büyük şeytanın, İslam İnkılabının hemen yanında üsler kurmasına ve dilediği gibi at koşturacağı bir alan bulmasına yardımcı olmuştur.

Bu planlarında tam olarak hedefine ulaşamaması sonucu, siyonistler “dine karşı dini” kullanmayı ve kendi besleyip büyüttükleri tekfirci akımları ümmetin başına bela etmeyi amaçlamışlar, kendileriyle iş ortağı olan Usame bin Ladin gibi uşaklara bu rolü uygun görmüşlerdir. İnkılabın komşusu olduğu için istikrarsızlaştırılan Afganistan’da, gerçek bir direniş hareketinin ve İnkılaba bağlı bir oluşumun meydana gelmesini önlemek için bu tekfirci güruhu o topraklara sokmaya ve bugün yaşanan olaylarda aktif rol oynayacak bu vahşilere adeta talim yaptırmaya başlamışlardır. Afganistan eğitim gören ve vahşiliklerinin maddi ve manevi altyapısını oluşturan vahhabi-selefi çeteler, yine danışıklı döğüş olduğu artık herkesçe malum olan 11 Eylül saldırılarıyla “piyasaya” sürülmeye başlanmışlar ve kendilerini bahane ederek İslam ümmetinin yaşadığı toprakları işgale başlayan işverenleri ile güya savaşmak adına, tüm İslam beldelerine sızmışlardır. Lakin bir süre sonra bu çetelerin, büyük şeytana veya İsrail’e karşı değil de içinde bulundukları topraklarda yaşayan ümmete karşı mücadele ettikleri, İslam ile alakaları yokken mezhepçilik yapmaya çalıştıkları, ümmetin vahdetini hedef aldıkları, pazar yerlerinde, camilerde, okullarda patlattıkları bombalarla güya cihad ettikleri fikrini yayıp, İslam’ın vahşi bir din olduğu imajını yaymaya uğraştıkları ortaya çıkmış, bu güruhun, İsrail’i veya büyük şeytanı değilde, İran İslam İnkılabını kendilerine düşman bildikleri ve düşmanlarına karşı küfürle ortaklaşa hareket ettikleri belli olmuştur.

Özellikle Suriye’de mayalarını ortaya koyan vahşi canavarlar, İsrail hastanelerinde tedavi olmaktan ve İsrail’e övgüler dizmekten kendilerini alamamış, süfyani rejimlerin desteğinde, direniş cephesini zayıf düşürmeye ve bu cephenin en önemli halkalarından biri olan Suriye’yi etkisiz hale getirerek, vatanları olan İsrail’in nefes almasını sağlamaya uğraşmışlardır. Direniş cephesinin topyekün karşı koymasıyla akamete uğrayan bu plan da revize edilmiş, bu birkaç gündür şahit olduğumuz gibi Irak, direniş cephesini güçsüzleştirme çabaları için yeni bir cephe olarak seçilmiştir. Daha önce büyük şeytanın işgaline uğrayan ve kaynakları sömürülen Irak, İslam İnkılabının maddi ve manevi destekleri ve İnkılaba bağlı direniş hareketlerinin planlı ve sürekli direnişi ile bu işgalden kurtulmuş, kendi içindeki hainlerin hiç istemediği halde güçlenmeye başlamıştır. Irak’ın güçlenmesi siyonizmin yeni bir cephede daha darbe yemesi olacağından, eldeki maşa mesabesinde olan tekfirciler devreye sokulmuş, neredeyse her gün düzenlenen bombalı saldırılarda binlerce insanın canına kıyılmıştır. Buna rağmen yolundan dönmeyen ve içindeki siyonistleri birbir deşifre eden Irak, Tarık Haşimi gibi bir vahşinin kendini belli etmesini sağlamış, ardına bakmadan kaçmak zorunda kalan bu hayasız, süfyani dostlarına sığınarak asalaklık tıynetine dönüş yapmıştır.

Kuzeyde bulunan Hayberi diye anılan siyonist Barzani sülalesinin kontrolünde olan bölge, zalimlerin planlarını uygulayabilmeleri için çok öncelerden üs olarak seçilip güçlendirilmiş, Irak’ın bugün karşı karşıya bulunduğunu ihanet sarmalında başrolü oynamıştır. Irak’ın güçlenen devletini bir türlü İslam İnkılabından ve direniş cephesinden koparamayan siyonist mahfiller, bu gücün önüne geçme yolunu yine içerden saldırmakta bulmuş, kendi uşakları olan Barzani’nin bölgesinden ve onun adamlarının silahlarını teslim etmelerinin akabinde binlerce ağzı salyalı vahşiyle Musul’a saldırmışlar ve görece bir zafer elde etmişlerdir ki bu zaferin(!) geçici olduğu ertesi gün tekrardan çıkarıldıkları Tıkrit vb. yerlerden belli olmuştur. Saddam artıklarının, vatan hainlerinin, siyonist kürtlerin(!), ve vahşi selefi çetelerin ortak operasyonu olan bu saldırının yegane amacı, Irak’ı tekrar eski istikrarsız ve güçsüz haline döndürmek ve İslam İnkılabından koparmaktır. Çünkü İslam İnkılabına bağlı ve güçlü bir ülke olarak Irak, direniş cephesinin diğer unsurlarıyla da İslam İnkılabının sınır komşusu olmasının yoludur. Bu yolun tıkanması ve kesilmesi, direniş cephesine darbe vurmanın en önemli yollarından biridir. Ayrıca İslam İnkılabını kuşatma amacı taşıyan siyonistler ve büyük şeytan, her cephede uğradıkları yenilgiler sebebiyle ulaşamadıkları bu hedefe bu seferde içten ulaşmaya ve İslam İnkılabını ve dostlarını bu açtıkları yeni cephelerle meşgul edip kendi ömürlerini uzatmaya çalışmaktadır.

Haber kanallarının ve özellikle internet ile ulaşılabilecek kaynakların, hakkın safında bulunup hakikatin haberini paylaşanların sayısının arttığı günümüzde, hangi coğrafyada neler olduğunu öğrenmek artık zor değildir. Bu yüzden yazımızı bugün nelerin yaşandığını anlatan bir yazı olarak değil de, bugün yaşananların neden yaşandığını izah etmeye çalışan bir yazı olarak kaleme almayı ve kendimizce kimi kardeşlerimiz açısından karanlık olan hakikati, önündeki perdeleri aralayarak aydınlatmayı uygun gördük. Burada şunu da belirtmemiz gerekir ki, yazımızın başında da beyan ettiğimiz gibi bizim için ne bu coğrafyada ne de yeryüzünün herhangi bir yerinde meydana gelen olayları anlamak hiç de zor değildir. Bizlere sunulduğu gibi karmaşık ve girift değildir hakikat. Bu sunumun tek nedeni bizlerin tabiri caizse elimizi eteğimizi bu işlerden çekmemizin ve dünyada neler olup bittiği ile ilgilenmeden işimize gücümüze bakmamızın istenmesidir. Bunu kabullenmiyoruz. İslam İnkılabının açtığı gözlerimizle ve mektebin bahşettiği bakış açımızla bizim için bütün hakikatler ortadadır. Bizler hakkı tanıdığımız için haklıyı tanıyor ve onun safında yer alıyoruz. Zihinlerimiz bu yüzden berrak. Bugün dünyayı anlamak için “ortadoğuyu”, “ortadoğuyu” anlayabilmek için İsrail’i ve İslam İnkılabını tanımak lazım. Çünkü hak ve batıl savaşının iki cephesi bu iki ülkedir. Bunun dışındaki tüm konuşmalar laf-ı güzaftır.

siyasetmektebi.com

Ekler