3 Temmuz 2014 - 09:11
Siyonizm’den IŞİD’e, Amerika’nın bölgedeki siyasetlerinin perde arkası

IŞİD, Selefi-Tekfirci çizgiye tâbi olmayan herkesi yok etmeye kurgulanmış saplantılı fanatizmin İslam coğrafyasına uyarlanmış halidir.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Irak Şam İslam Devleti adıyla tanıdığımız tekfirci örgüt Suriye kriziyle beraber popülarite kazanmış olsa bile kuruluş süreci, bugün tekrardan gündeme geldiği Irak'ta 2003 savaşına uzanıyor. Faşist diktatör Saddam Hüseyin'i yıllarca bölgede halklara karşı kullanan emperyalist Batı devletleri kendi suç ortaklıklarının üzerini kapatmak ve ülkeyi yeniden dizayn etmek için uluslar arası operasyonun startını vererek, halk desteğini büyük ölçüde yitirmiş, en yakınındaki yönetici elitlerin bile yalnız bıraktığı Saddam Hüseyin'i zora dayalı yöntemle iktidardan uzaklaştırıp tasfiye etti. 

ABD'nin başını çektiği işgal kuvvetleri ciddi bir karşı dirençle karşılaşmadan Bağdat'a girmişti. Saddam döneminde ağır baskı koşulları altında yaşayan ülkeyi oluşturan farklı etnik ve inançsal kimliklere sahip Iraklılar ehveni şer bir anlayışı benimseyip, oluşan fiilî duruma göre pozisyon takınarak nüfuzları oranında ülkenin yeniden inşası sürecinde daha fazla rol oynamaya başladı. Özellikle Şiî Iraklılar ve Kürtler kendi politik araçlarını geliştirerek 2003 sonrası değişen dengelere uyumlu hareket ederek daha fazla söz sahibi oldukları aktif siyaset yürütme başarısı gösterdi. Şiî dinamikler hem tarihsel arka plan anlamında hem de demografik yapının lehlerine olmasıyla Irak siyasetinin yeni kurucu aktörü olarak öne çıktı ve bu durum bugüne kadar periyodik olarak tekrarlanan seçimlerle meşruiyet kazanarak devam etti. 

Irak'taki Şiî politik dinamikleri ABD işgaline sessiz kalmakla suçlayanlar bana göre ezbere konuşuyor. Sadece Şiî Iraklılar değil ülkenin tüm dinamikleri 2003 yılında aynı tutumu takındı. IŞİD, Arap monarşik rejimleri ile Vahbabi şeyhlerden destek alan, fanatik ölçüde mezhebî dil kullanarak taraftar toplayan askeri-politik bir yapılanma. Zaten son Musul merkezli saldırıda bu dil ve sloganik yaklaşımları yoğunlukla kullandıklarına tüm kamuoyu şahit oldu. Tabiî ki örgütün Suriye pratiğini yakından takip eden bizler açısından kullandıkları baskın dil şaşırtıcı değil. 

Yani, örgüt varlığını Şiî-Alevi-Hristiyan düşmanlığına eşitleyen bir çizgi üzerinden sürdürüyor. IŞİD, Selefi-Tekfirci çizgiye tâbi olmayan herkesi yok etmeye kurgulanmış saplantılı fanatizmin İslam coğrafyasına uyarlanmış halidir. Oluşum süreci daha karmaşık güç ilişkileri ve istihbarati kanalların eseri. Irak işgalinden sonra Sünni nüfusun yoğun yaşadığı Diyala, Anbar, Felluce gibi bölgelerde “Cemaat el-Tevhid ve'l-Cihad” adıyla harekete geçen örgüt el-Kaide'nin cihadî çizgisini esas alarak faaliyetlerine başladı. Kuruluşundan başlamak üzere işgalci devletlerle savaşmak yerine düzenlediği çok sayıda terör eylemiyle Irak halkına ve politik aktörlerine saldırdı. Örgütün bilinen ilk lideri, Bin Ladin'le birlikte Afganistan'da bulunmuş Ürdün uyruklu Ebu Musab Zerkavi'dir. Zerkavi'nin 2006 yılında tasfiyesi sonrasında sırasıyla Ebu Eyyub Masri, Ömer el-Reşid Bağdadî liderlik yaptı. Bu isimler de öldürüldü. 2010 yılından günümüze Iraklı Ebu Bekir Bağdadî örgütün liderliğini sürdürüyor. 

Yine bilinmesi açısından hatırlatmakta fayda var; örgüt değişken süreçlere göre farklı isimler alan yapısal bir karaktere büründü. Bu değişkenlik ağırlıkla güdümünde oldukları devletlerin ona biçtiği rolle alakalı gerçekleşti. Örgüt, 2006'da "Irak İslam Devleti" olarak adını duyurdu, Suriye sahasına girişle birlikte 2013'te şimdiki ismi olan "Irak ve Şam İslam Devleti" adını kullanmaya başladı. Paramatik hedefi adından anlaşıldığı üzere Şam diyarında, Arap coğrafyası üzerinde birleşik İslam devleti kurmak. Pan-İslamist çizgisiyle Kuran'ı ve dinsel kaideleri manipülatif tarzda yorumlayarak tek mezhebe dayalı bir yönetim modeli öngörüyor. 

Kâğıt üzerinde amaç-hedef ilişkisi böyle ifade edilse de örgütün sistematiği kurumsal teorik düzleme dayalı şekillenmiyor. Sahada gördüğümüz IŞİD iradesi, güdümünde olduğu devletlerin istihbarat örgütlerinin elinde, kriminal ihtiyaçların ürünü olarak tahkim edilen işbirlikçi hüviyetiyle kendinden söz ettiriyor. Emperyalist ve Siyonist savaş merkezlerinin İslam coğrafyasını böl-parçala-yönet stratejisinin Truva atı bir diğer adıyla İslam adına İslamî kimlikli halka karşı yürütülen operasyonel projenin tetiği çeken elidir. 

Şimdi gerek Suriye'de, gerek Irak'ta gördüğü dış destek sayesinde birçok cephede pratik mevzi kazanan, binlerle ölçülen çokuluslu aktif militana sahip ciddi bir güç olarak dikkat çekiyor. Emperyalist devletlerin ve bölgedeki işbirlikçilerinin Suriye'yi içeriden çözme, yönetimini teslim alma projesi Mart 2011 tarihli kalkışmayla fiilî olarak başlamış, şantaj ve tehdit yollu dayatmalarla Beşar Esad'ın başında bulunduğu Şam yönetimine geri adım attıramayan devletler uluslar arası konsensüs halinde Suriye'ye yüklendi. Halkı yönetime karşı ayaklandırma oyunları tutmayınca daha doğrusu Suriye halkı dış destekli sözde muhalefete prim vermeyince el-Kaide tarzını esas alan çokuluslu cihadist çete kombinasyonları ülkeye çeşitli vasıtalarla sokuldu. 

Libya modeli daha yolun başında çökünce bu sefer vekâlet savaşına ağırlık verildi. Vekâlet savaşının dayandığı reel politik mantık, halka karşı savaştır. Suriye krizinin patlak vermesiyle bir müddet Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adı altında Suriye giren tekfirci militanlar zamanla kendi örgütsel isimlerini kullanmaya başladı. IŞİD, el-Nusra, Ahrar Şam, Cund el Şam selefist tekfirci çizginin Suriye'deki somut adresleri oldu. Neden önlerinin açıldığının cevabı gayet net; çok rahat manipüle edilebilen, pratik savaş deneyimi diğer silahlı paramiliter çetelere oranla daha dinamik olan IŞİD ve el-Nusra türü örgütlerle ancak vekâlet savaşını sürdürebilirlerdi. 

IŞİD'in Suriye'de militan bileşkesi anlamında iki temel ayağı bulunuyor. Biri Irak ve komşu Arap ülkelerinden örgüte katılan tekfirci militanlar diğeri ise muhacir (göçmen) savaşçı olarak tanımlanan ağırlıkla Kafkasya, Türkiye ve Avrupa ülkelerinden gelen militanlar. Güncelde Irak Musul'dan yansıyan görüntü ve gelen bilgilere bakıldığında Irak'taki saldırıya muhacir militanların aktif katılım sağladığı anlaşılıyor. Suriye ve Irak'ta askerî tesislere yaptığı saldırılar neticesinde ele geçirdiği askerî malzemeleri kendi depolarına taşıyorlar. Başta Suudi Arabistan olmak üzere Türkiye ve Katar tarafından IŞİD'e dolayısıyla tekfirci hareketlere sağlanan imkân ve olanaklar gizlenemez bir vaziyet aldı. IŞİD'in tuttuğu sınır kapılarından Türkiye'den giden ve denetlenemeyen TIR'lar iddia edilen grifit ilişkiye bir örnektir. 

IŞİD'in Çeçen uyruklu militanlarının ekseriyetle İstanbul'da ikamet etmeleri, ailelerinin hâlihazırda burada ikamet etmeyi sürdürmesi bir örnektir. Suriye'de çatışmalarda yaralanan örgüt üyelerinin Türkiye'deki hastanelerde tedavi edilmesi, Suriye'nin değişik bölgelerinde örgüte yönelik operasyonlarda ele geçirilen araç-gereçlerin, tıbbi ve gıda malzemelerinin Türk firmalarının etiketini taşıması bu ilişkiyi somutlaştıran önemli ayrıntılardır. Ben bugün iç kamuoyundan gizlenen bu terör irtibatlı ilişkinin ileride daha geniş kesimler tarafından görüleceğini, bununda siyaseten dengeleri değiştirecek gelişmelere kapı aralayacağını düşünüyorum. 

IŞİD ve el-Nusra ikiz kardeştir. Aynı anlayışın parçası, aynı kirli saldırganlıktan beslenen şebekelerdir. Çürüyen gövde, aralarındaki geçimsizliği birbirlerine neşter vurdukları kanlı husumete dönüştürdü. Kanlı hesaplaşmanın görünen yüzü bağlaşığı oldukları el-Kaide'nin lideri Eymen el-Zevahiri'nin otoriter yaklaşımla el-Nusra lideri Ebu Muhammed al-Colani ile IŞİD lideri Ebu Bekir Bağdadî arasındaki ihtiraslara, pastadan pay kapma rekabetine ürettiği çözümün, taraflardan IŞİD'in kabul etmemesiyle derinleşmiş ve çıkmaza giren rekabet hali çatışmayı körüklemişti. Zevahiri IŞİD'e Irak'a dön çağrısı yapmış, el-Nusra'yı Suriye'deki kolları olarak tanımlamıştı. Bu görünen yüzde IŞİD'in el-Nusra hakkında ifade ettiği “onu biz kurduk” mealindeki çıkarsama derin istihbarati bağları bir an için ötelediğimizde doğrudur. IŞİD Suriye sahasında varlık göstermeye başladığında el-Nusra adını alan örgütün unsurları Irak İslam Devleti bünyesinde hareket ediyordu. 

Sonrasında Bağdadî'nin el-Nusra'nın katılımıyla IŞİD olduk açıklaması ipleri koparan sürecin başlangıcı oldu. Ardından birbirlerini tekfir etmeye başladılar. Meselenin diğer yüzü daha karanlık hesapların ürünüdür. Yine sahada neredeyse rakipsiz duruma gelen iki örgütün oldukça sorunlu Suriye muhalefeti olgusunun olmayan meşruluğunu içinden çıkılmaz hale sokması da kanlı hesaplaşmaya zemin sundu. Direnen Suriye yönetimi ve dostları süren savaşın kazanan tarafını temsil ediyor. Zaten Suriye yenilgisinin bir sonucu olarak Irak özgüllü konsept devreye girdi. Suriye'de kaybedenler Irak'ı karıştırarak kayıplarını telafi etmeye soyundu. 

IŞİD'in Irak merkezli yapılanmasıyla bölgeye sirayet etmesi şaşırtıcı değil. Anladığımız kadarıyla Musul ve çevresinde yaşanan güvenlik zafiyeti, ordudaki lokal çözülmeler ve bazı aşiretlerin saf değiştirmesi bu krizi bir anda uluslar arası boyuta taşıyan gelişmeleri tetikledi. Irak'taki mezhebî ve ulusal dinamikler arasında çözümlenemeyen siyasal-ekonomik sorunlarında Musul krizindeki payı yadsınamaz. IŞİD bölgedeki hassas denklemi görmüş ve bir anlamda boşluğa oynayarak saldırıya geçmiştir. Ancak bu konuda da bilgi kirliliği yaratılıyor. Sanki tek başına IŞİD saldırıyor algısı yaratıldı. Oysa IŞİD askerî anlamda caydırıcı güç olarak öne çıksa da sahada çoğunluğa tekabül etmiyor. Katliam zanlısı kaçak Irak Cumhurbaşkanı eski Yardımcısı Tarık Haşimi'nin dikkat çeken açıklamaları ve saldırıya iştirak eden çetelerin sorumlularıyla MİT'in organize ettiği İstanbul merkezli toplantılar, gerçekleştirdiği alternatif haber kaynaklarından yansıyan önemli iddialar olarak göze çarpıyor. Musul'un kısa süre içinde düşmesi hemen ardından bir dizi şehirde çatışmaların hız kazanması ve tekfirci teröristlerin kimi yerel aşiretlerden aldıkları aleni destek göz önünde bulundurulduğunda çatışmalı sürecin kısa sürede sonlanmayacağı görülüyor. Enformatik kanallar üzerinden empoze edilen ‘IŞİD Bağdat'a ilerliyor' başlıklı haberlerin uydurma olduğunu, Başkent'e sirayet etme koşullarının olmadığını belirtmeliyim. 

Çatışmalar Irak seçimlerinden bekledikleri sonucu elde edemeyen, merkezi yönetime karşı hasmane tutum sergileyen aşiretlerin ağırlıkta olduğu bölgelerde yoğunlaşacak, Irak yönetiminden ciddi tavizler koparma olmadığında da ülkeyi parçalayıp Irak'ın orta bölgelerinden Suriye'nin kuzeyine doğru bir Vahhabistan ilan etme gayreti sergilenecek. Irak ordusunun Musul örneğinde yaşadığı çözülme yapısal handikaplarının doğal sonucudur. İlk günlerdeki çözülme hali ve panik havasının yavaş yavaş yerini karşı operasyon yoğunluğuna bıraktığına şahit oluyoruz. Irak hükümeti orduyu yeniden düzenleyerek ve yönetime bağlı halk dinamiklerinden oluşturacağı vatan savunma birlikleriyle süreci lehine çevirecektir. Teröre karşı uzlaşmaz mücadele kararlılığı ve aynı zamanda ülkenin bileşkesi topluluklarla istişare yoğunluğu, izlenmesi gereken yol budur.

irib

Ekler