17 Ocak 2013 - 17:19

İran İslam Cumhuriyetinde Sünnilerin yoğun olarak yaşadığı Sistan- Beluçistan Eyaletinin Zahedan kentinde mollalık yaparken Ehlibeyt (a.s) Mektebiyle tanışarak Şia mezhebini seçen Molla Muhammed Şerif Zahidi’nin hayatını konu alan yazının birinci bölümünü geçtiğimiz günlerde yayınlamıştık. Şimdide yazının ikinci bölümünü yayınlıyoruz.

Veliyi Asr Enstitüsü: Vahabiler daha çok mahrum bölgelerde batıl mezheplerinin tebliğini yapmakta ve bunun için de yoksul halka gıda yardımında bulunmaktadırlar. Bölgenin yoksul halkı da bu gıda maddelerinden mahrum kalmamak için mecburen Vahabi mezhebini kabul etmek zorunda kalmaktadırlar. Ancak Vahabilik mahrum olmayan bölgelerde kesinlikle tebliğ edememektedir.

Molla Muhammed Şerif Zahidi: Evet, bu doğrudur. Biz, Minab merkezinin bazı yerleriyle irtibat halinde olan bir köyde faaliyetlerimizi yürütmekteydik. Bu köyde yaklaşık olarak 20 Ehlibeyt (a.s) mektebine mensup Şii aile yaşamaktadır. Geriye kalanlar Ehli sünnetin Hanefi mezhebindendir. Bu köyde iki din alimi bulunmaktadır. bunlardan birisi Kaşm adasında Vahabilerin yanında ders okuyarak Selefi oldu. Bir alimi de Vahabiliği tebliğ etmek için Horasan’da getirdiler ve o da kısa süre sonra selefi oldu. Birkaç yıl önce Ramazan ayından Şevval ayına kadar tebliğde bulunmak için buraya geldi. Bu süre zarfında Ebu Hanife, Ehli sünnet ve Şia karşıtı konuşmalar yaptı. Bu dönemde 20 milyon tümenlik (o dönemde yaklaşık olarak 30 bin dolar değerinde) bir cami yaptırmayı başardı. Şu anda bile bu cami hakkında ihtilaflar bulunmaktadır. Alimlerden birisi bayram namazını dağın başındaki camide diğeri de eski camide kıldırdı. Her ikisi de yeni camide namaz kılmaya izin vermedi. Daha sonra konu mahkemelik oldu. Bu Vahabi molla, vahabiler için bir umut olamadığı gibi Hanefiler arasında ihtilafların oluşmasına sebep oldu ve şu anda bile Şialar ve Sünniler arasında yer yer çatışmalar yaşanmaktadır. Ramazan ayında bir çok Sünni aileye selefi olmaları için pirinç ve yağ verdiler.[1] Ancak hamdolsun ki ben ve birkaç arkadaş birlikte olaya müdahale ettik ve hem bölgenin Hanefi Ehli sünnet aileleri ve hem de Şiaları selefilerin eline düşmekten kurtuldu. İşte Vahabiler günümüzde bu şekilde mahrum bölgelerde tebliğ etmektedirler.

Bugün Sünni kardeşlerimden biri bana telefon ederek Vahabilerin bizim köylere bile girerek nüfuz ettiklerini söyledi ve benden Vahabilerin nasıl inanca sahip olduklarını sordu. Bende dedim ki gidin molla Muhammed Ömer Serbazi’nin fetvalarının olduğu kitabı okuyun. O zaman onun vahabiler hakkındaki görüşünün ne olduğunu öğrenmiş olursunuz. Bu kitapta Vahabiler net bir şekilde eleştirilmekte ve onların cumhurun aksine yeni bir tarikatla bir yol tuttuklarını ve bu mektebe layık ve uygun olmadıklarını ifade ederek Vahabilerin Resulü Ekrem’in (s.a.a) sünnetine muhalefet ettiklerinin altını çizilmekte.

***

Şia, Sünni ve sairi gençlere herhangi bir mesajınız var mı?

İlk önce kendime de dediğim önemli olan nokta Ehlibeytin (a.s) muhabbetine sahip olmaktır. Ayetler, rivayetler ve hadisler Ehlibeytin (a.s) marifetiyle doludur. Benim Emire’l Müminin Hz. Ali’nin (a.s) imamet ve velayeti konusunda onun hakkaniyetini anlamama sebep olan en önemli nokta ise şu oldu: Ehlibeyt (a.s) mektebine müşerref olmadan bir hafta önce 2002 yılında Hurmuzgan’a tebliğ için gittiğimde bir Çarşamba gecesi Allah’tan şöyle bir dilekte bulundum: Emire’l Müminin Hz. Ali’nin (a.s) velayet ve hilafetini ispat için bunca delil ve kanıt bulunmakta. Ben bazı üstatlarımdan ve büyüklerimden şöyle bir olay duymuştum:

“Ali bin Ebu Talib’in (a.s) ellerini bağlayarak Ebu Bekir’e biat etmesi için zorla mescide götürdüler.”

Dedim ki Allah’ım! Senin zatına andolsun ki bu gece bu konuyu benim için aydınlatmanı istiyorum. Eğer bu olay gerçekten tarihte yaşanmış ve onlar böyle bir şey yapmışlarsa bana rüya aleminde bunu göster. Ben bu şekilde Ehlibeyt (a.s) mektebini kabul edeceğim.” Daha sonra kalkıp abdest aldım ve iki rekat namaz kılarak caminin misafirhanesinde bana ayrılan yerde uzanarak yattım… uyku ve uyanıklık halinde şöyle gördüm:

“Bir çölden geçiyorum. Bu çölden bir nehrin akmakta olduğunu görüp bu nehrin kenarına gidiyorum. Orada öylece yürümeye başlıyorum. Sonunda çok büyük bir kalabalığa ulaşıyorum ve kendi kendime şöyle diyorum: Allah’ım! Burada ne oluyor böyle? Kalabalığın ortasında gidiyorum. Birden bir kişinin elinin oldukça kalın beyaz bir iple bağlı olduğunu görüyorum. Yanında da ellerinde beyaz bir parça olan iki kişinin ayakta durduğunu görüyorum. O sırada onlara diyorum ki: “Burada ne oluyor?” Birisi şöyle diyor: “O, Ali bin Ebu Talip’tir (a.s).” Öyle anlaşılıyordu ki onu diri diri toprağa gömmek istiyorlardı.”

Allah’a yemin ediyorum ki bu sahne gözlerimin önünden gitmiyor:

“O anda, bir kadının nale ve figan sesini duyuyorum. Dedim ki: “Bu şekilde bağıran kadında kimdir?” Dediler ki: “O, dünya kadınlarının efendisi seyyidet-u nisai’l alemin Hz. Resulullah’ın kızı Fatıma’dır (s.a) ve Ali için ağlamaktadır.” Birden Hz. Fatıma’nın iyice yaklaşarak kendi öz mübarek ağzından şöyle dediğini duydum: “Va Ali’ya! Va Muhammed’a! Va Ali’ya! Va Muhammed’a!”[2] 

Ben bu cümleyi onun ağzından iki üç kere duydum ve o şekilde uykudan uyandım ve Elhamdülillah-i rabbi’l alemin diyerek kalkıp abdest aldım ve iki rekat şükür namazı kıldım. Aynı hafta Cuma günü aynı camide Ehli sünnet bacı ve kardeşlerimin huzurunda Şia olduğumu ilan ettim.

Hz. Ali’nin (a.s) hak olduğu konusu benim için kesinlikle kabul edilir bir şeydi. Bu konuyu ben asla unutamam. Bazı dostlarım bana rüyanı bize de anlat diyorlar, bende diyorum ki rüya anlatmak iyi değildir. Ancak bu rüya İslam tarihinde hadis ve rivayetlerle birebir örtüştüğünden bazı yerlerde anlatmaya mecburum.

Aziz Şia ve Ehli sünnet gençlerine bu noktayı diyorum ki Allah’ın Kur’an’da buyurduğu

فَبَشِّرْ عِبَادِ / الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ أُولَئِكَ الَّذِينَ هَدَاهُمُ اللَّهُ وَ أُولَئِكَ هُمْ أُولُو الْأَلْبَابِ

“Kullarımı müjdele. Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir. (Zümer suresi, 17 - 18. Ayetler)

bu ayeti kendinize ölçü edinin ve üzerinde iyice düşünün. Karşı taraftaki Şia mıdır, Sünni midir, Yahudi midir? Ona bakmayın. Onun ne dediğine bakın. Kur’an şöyle buyurmaktadır:  

قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلُ

“De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın, böylece daha öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görün. Onların çoğu müşrik kimselerdi." (Rum, 42)”

Sizin geçmişinizdekilerin nasıl bir akıbetleri olduğuna bir bakın. Ayetin anlamı onların zengin oldukları ve sermaye sahibi oldukları değildir. bilakis buyuruyor ki onların inançlarının nasıl olduğudur. Eğer inançları din, Kur’an ve Resulü Ekrem’in (s.a.a) sözleriyse onu kabul edin ve eğer bunların dışındaysa onu kesinlikle reddedin.

Siz Şia ve Sünni gençleri, güzelce araştırın ve bu ayete amel edin. Şia ve Sünnilerin sözlerini dinleyin. Ben, Şia olduğum günden beri ehli sünnet kitaplarını mütalaa ettiğimde özellikle Emire’l Mümininin Hz. Ali (a.s) ve Ehlibeyt’in (a.s) hakkaniyeti hakkındaki sahih rivayetlere rastladığımda kendi kendime bazen şöyle diyorum: Allah’ım! Ben imamet ve velayete muhaliflerin kitaplarında bu noktaları görmekteyim ve benim imanımın artmasına sebep olmakta. Usul-u Kafi, Nehcü’l Belağa ve Şia’nın ihticac’ının yanı sıra Sahihi Buhari ve Sahihi Müslim gibi kitaplarda da “Sakaleyn” hadisi nakledilmiştir. Siz gençler kesinlikle gidip araştırmalısınız. Araştırma ve inceleme yapmadan bu dünyadan göçen kendisine zulmetmiştir. İsterse Ehlibeyt (a.s) mektebinde olsa bile. Hz. Ali’nin (a.s) velayetini Ehli sünnetin kitapları olan Sihah-ı Sitte kitaplarından ispat etmek için Ehli sünnetin kitaplarını okuyunuz.

Vesselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu

Molla Muhammed Şerif Zahidi 

İLGİLİ HABER

İran’ın Sünni Alimlerinden Molla Zahidi’nin Şia Mezhebine geçişi ve yaşadığı sıkıntılar / Foto



[1] - Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur ki bu olaylar İran’da gerçekleşmektedir. Her hangi bir Sünni ülkesinde bunlar gerçekleşmemektedir. Genelde İran karşıtı medya İran’da Sünnilere hak verilmediği onların konuşma hakkı olmadığı gibi akıllara ziyan iftiralar atmaktadır. Burada verilen bu bilgilerle bırakın Sünnileri hatta Vahabilerin bile dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir özgürlükle İran’da hareket ettikleri ortaya çıkmaktadır.

[2] - Arapça dilinde çok ağır musibet ve keder anında “ya” yerine “va” kullanılır ve bu şekilde şiddet ve ıstırabın çok ağır olduğu beyan edilir. Türkçede vay kelimesi şeklinde düşünülebilir.