21 Ekim 2025 - 17:11
ABD Sokaklarında Yeni Dalga: Halk “Kral’a Hayır” Diyerek Emperyal Düzeni Reddediyor

ABD genelinde milyonlarca kişinin katılımıyla düzenlenen “Kral’a Hayır” protestoları, yalnızca göçmen karşıtı politikalara ve hükümet krizine tepki değil; aynı zamanda Donald Trump’ın iç ve dış politikada otoriter ve sömürgeci bir düzeni yeniden inşa etme girişimlerine karşı yükselen toplumsal bir başkaldırıya dönüştü. Göstericiler, Washington’un hem ülke içinde hem de dünya genelinde tahakküm siyasetine karşı “özgürlük ve halk egemenliği” vurgusuyla direniş çağrısı yaptı.

      Uluslararası Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı -ABNA-  Donald Trump’ın başkanlığı altındaki Amerika Birleşik Devletleri, yalnızca II. Dünya Savaşı sonrası oluşan uluslararası düzeni sorgulamakla kalmayıp, aynı zamanda ülkenin iç yapısını da tehdit eden gelişmelere sahne olmaktadır. 

İki gün önce Amerika’nın tüm 50 eyaletinde, 2700’den fazla noktada düzenlenen geniş katılımlı “Kral’a Hayır” gösterileri, bu halk direnişinin sembolü hâline gelmiştir. The Guardian ve The New York Times gibi medya kuruluşlarının haberlerine göre, yaklaşık 7 milyon kişi, “Ne kral, ne de despotizm” sloganlarıyla sokaklara dökülerek göç politikalarına, hükümetin kapanmasına ve Trump’ın “otoriter eğilimleri” olarak nitelendirdikleri politikalara karşı protesto düzenlemiştir. 

Birçok analist, Trump’ın dış politika alanındaki tutumunu, uluslararası arenada “Yalta Düzeni” olarak bilinen mantığı yeniden canlandırma çabası olarak değerlendirmektedir. Şimdi ise görülmektedir ki Trump, aynı yaklaşımı ülke içinde de uygulamaya çalışmakta, yani bu mantığı Amerika’nın iç meselelerine de taşımaktadır. 

Yalta Düzeni Nedir ve Neden Trump’ın Eylemleri Bunun Bir Yansımasıdır? 

Şubat 1945’te düzenlenen Yalta Konferansı, II. Dünya Savaşı döneminin en kritik zirvelerinden biriydi. Bu konferansa Müttefik liderleri olan ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt, Birleşik Krallık Başbakanı Winston Churchill ve Sovyetler Birliği lideri Joseph Stalin katılmışlardı. 
Konferansın görünürdeki amacı, savaş sonrası Avrupa ve Asya’nın haritasını barışçıl biçimde şekillendirmek, kalıcı bir barış sağlamak, Birleşmiş Milletler’in kurulmasını temin etmek ve özgürleşen ulusların özerkliklerini güvence altına almaktı. Ancak gerçekte, Yalta “nüfuz alanlarının paylaşımı”nın sembolü haline geldi: Büyük güçler, küçük uluslarla istişare etmeden, Avrupa’yı Sovyet nüfuzu altındaki doğu bölgeleri ve Batı blokuna bağlı bölgeler olarak ikiye ayırdılar. Stalin, Japonya’ya karşı savaşa girmesi karşılığında, Mançurya, Sakhalin ve Kuril Adaları üzerindeki Sovyet etkisinin tanınmasını talep etti ve Polonya ile Baltık ülkelerini “tampon bölge” olarak kontrol altına aldı. 

Roosevelt ve Churchill ise askeri zafer odaklı düşünerek, demokratik ilkelerin ihlal edilmesine göz yumdular. Bu durum, ilerleyen yıllarda Soğuk Savaş’ın temelini oluşturdu. 
Bu düzen, “büyük güçlerin zayıf bölgelerin kaderini belirleme hakkına sahip olduğu” ilkesine dayanıyordu, ki bu ilke, Birleşmiş Milletler Şartı’nın öngördüğü özgürlük, özerklik ve toprak ilhakı yasağı ilkeleriyle açık bir çelişki içindedir. 

Donald Trump, ikinci başkanlık döneminde açıkça bu doğrultuda hedefleri dış politika stratejisinin merkezine yerleştirmiştir. 

Trump yalnızca Birleşmiş Milletler ve NATO’yu eleştirmekle kalmamış, aynı zamanda başka ülkelerin topraklarını ilhak etmeye yönelik doğrudan söylem ve girişimlerde bulunmuştur. Davranış biçimi, sanki Amerika Birleşik Devletleri’nin doğal bir hak olarak sınırlarını genişletme yetkisine sahip olduğu izlenimini vermektedir. 
Trump’ın son aylarda dile getirdiği ve uygulamaya çalıştığı bazı örnekler şunlardır: 

Grönland’ı İlhak Girişimi: Trump, Ocak 2025’te Grönland’ı satın alma veya Amerika’ya katma önerisini açıkça gündeme getirmiş, bunu “güvenlik ve ekonomik zorunluluk” olarak tanımlamıştır. Hatta gerektiğinde bu hedefe ulaşmak için askeri güç kullanabileceğini ifade etmiştir. 

Kanada’yı İlhak Etme Tehdidi: Trump, Ocak 2025’te Mar-a-Lago’daki basın toplantısında, Kanada’yı “Amerika’nın doğal bir parçası” olarak nitelendirmiş ve bu ülkenin ilhakı için “ekonomik baskı uygulama” planından söz etmiştir.

Bu fikir, 19. yüzyıl emperyalist ideallerine dayanmakta; Kanada’yı Amerika’nın “nüfuz alanı” olarak görüp ortak sınırları fiilen yok saymaktadır; tıpkı Yalta’da Polonyalılara danışılmadan Avrupa’nın bölünmesi gibi. 

Panama Kanalı’nın Geri Alınması: Trump, 1999’da Panama’ya devredilen Panama Kanalı’nın kontrolünün yeniden ABD’ye geçmesi gerektiğini öne sürmüş ve bunun için “askeri operasyon” seçeneğini dile getirmiştir. Bu yaklaşım, uluslararası antlaşmaları ihlal etmekte ve Panama’yı Amerika’nın “nüfuz bölgesi” olarak konumlandırmaktadır. 
Foreign Affairs dergisi ve Carnegie düşünce kuruluşu tarafından yapılan analizlere göre, bu politikalar “19. yüzyıl emperyalizmine dönüş” olarak değerlendirilmektedir. Trump, NATO müttefiklerini (örneğin Danimarka) tehdit ederek ve “ekonomik güvenlik” vurgusunu öne çıkararak, savaş sonrası liberal düzeni yıkmakta ve dünyayı yeniden büyük güçler çağının mantığına geri döndürmektedir. 

Yalta Düzeninin Amerika Birleşik Devletleri İçinde Uygulanması 

Donald Trump, Yalta mantığını yalnızca dış politikada değil, Amerika Birleşik Devletleri içinde de uygulamaktadır. Trump, toplumu “nüfuz alanlarına”, yani sadık eyaletler (kırmızı eyaletler) ve muhalif eyaletler (mavi eyaletler), ayırmaya çalışan açık adımlar atmakta ve gücü tek bir kişinin elinde toplamayı hedeflemektedir. Bu yaklaşım, Yalta’nın Stalinci modeline benzemekte olup, “mutlak sadakat” ve “iç toprak ilhakı” (eyaletler üzerindeki tam kontrol) ilkelerine dayanmaktadır. Bu durumun örnekleri şu şekildedir: 

İç Toprak İlhakı Ve Federal Merkezileşme:

Trump, valilerin izni olmadan Demokratların yönettiği şehirlerde (örneğin Los Angeles ve New York) Ulusal Muhafız birliklerini konuşlandırarak, eyaletleri fiilen federal nüfuz bölgelerine dönüştürmüştür. 
Muhaliflerin ve Medyanın Bastırılması: Trump, bağımsız denetçileri (örneğin genel müfettişleri) görevden alarak, muhalif kişileri (örneğin James Comey ve Letitia James) yargı yoluyla hedef alarak ve üniversiteleri (örneğin Harvard Üniversitesi) bütçe kesintileriyle tehdit ederek, kendi “sadakat bölgelerini” yaratmıştır. 

Göç Politikaları: Trump’ın kitlesel sınır dışı etme (yaklaşık 10 milyon kişi) ve gözaltı kampları planları, toplumu “içeridekiler” (sadık vatandaşlar) ve “dışarıdakiler” (tehdit olarak görülen göçmenler) şeklinde ikiye bölmektedir. 

ABD genelinde milyonlarca kişinin katılımıyla gerçekleşen “Kral’a Hayır” gösterileri, yalnızca göç politikaları ve hükümetin kapanmasına karşı bir tepki değil, aynı zamanda Donald Trump’ın Yalta düzeni mantığını Amerika içinde ve dışında yeniden canlandırma girişimlerine karşı köklü bir direnişi temsil etmektedir.
Uluslararası düzeyde, Grönland’ı ilhak etme girişimi, Kanada’yı ekleme tehdidi ve Panama Kanalı’nı geri alma planı gibi adımları, Yalta’nın tesis ettiği nüfuz paylaşımına dayalı emperyalizme dönüşü göstermektedir. Ülke içinde ise gücü merkezileştirerek, muhalifleri bastırarak ve toplumu “sadıklar” ile “düşmanlar” olarak bölerek, aynı otoriter mantığı sürdürmektedir.

Ekler

yorumunuz

You are replying to: .
captcha