5 Eylül 2011 - 19:30

Sitemizde yayınlanan “Şia ve Ehlisünnet Açısından İçtihat ve Kıyas” adlı makalenin yayınlanmasının ardından dost ve kardeş site olan tevhidhaber sitesinde sitemizi hedef alan karşıt bir makale yayınlandı. Bu girişim etik olmamakla beraber yayınladığımız makalenin fitneye yol açacağı ve vahdet karşıtı olduğu iddialarında bulunulmuş, ancak makalenin nasıl fitneye yol açacağı ve vahdeti nasıl baltalayacağına değinilmemiştir! Öncelikle şunu hatırlatmak istiyoruz ki biz “abna.ir” olarak Ayetullah Cevadi Amuli’nin vekili değiliz.

Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- Ayetullah Cevadi Amuli, burada görüşlerini belirtmiş ve anlattıklarının tamamını da İslami kaynaklardan desteklemiştir. Dolayısıyla “Ayetullah’ın yanılgısı” gibi tabirler kesinlikli yanlış tabirler olup Ayetullah Cevadi Amuli’ye hakaret anlamına gelmektedir. Ebu Hanife kendi zamanının müçtehitlerinden olduğu gibi Ayetullah Cevadi Amuli’de kendi asrının müçtehitlerindendir. Şimdiye kadar da hiç kimse imam Hanife’nin masum olduğunu iddia etmemiştir. İmam Hanife masum değildir, ama karşısındaki kişi Peygamberin evladı olan onun masum ehlibeytindendir. Ebu Hanife’yi İmam Cafer Sadık veya İmam Muhammed Bakır’la kıyaslamak akla ve nakle terstir. İmam Cafer Sadık, Resulü Ekrem’in pak ehlibeytinden ve Kur’an ve hadislerce ismet sıfatına sahip bir şahıstır. Karşısındaki şahıs ise bizler gibi masum olmayan kişilerden biridir, ancak asrının önde gelenlerinden İslam’a hizmet etmiş, Ehlibeyt’e vefa göstermiş ve bu yolda sonuna kadar mücadele etmiş ender müçtehitlerden biridir. Dolayısıyla bu tür mukayeselere girmek maslahat olmadığı gibi doğru da olmayacaktır.

Makale aralarında yer yer bizlere saldırılmakta ve üstü örtülü bir biçimde bizlerin vahdeti baltaladığı küffara hizmet ettiğimiz izlenimi verilmektedir. Ama unuttukları bir şey var ki o da makale ilmi bir makaledir ve ilmi bir makaleye ilmi olarak cevap verilmelidir. Şia dünyasının kitapları bu tür ilmi tartışmalarla doludur. “Mekasib”, “Resail”, “Kifaye” gibi istidlalli kitaplar bu tür ilimsel tartışmalarla doludur. Bu tür ilmi eleştiriler Şia dünyasının büyük müçtehitlerinin bir birlerinin delil ve kanıtlarının yetersiz olduğu ve kendi delillerinin daha sağlam olduğuna dair ibarelerle doludur, ama hiç kimse bundan rahatsız olmaz. Cevabı olan ise ya kendisi ya da öğrencisi derki benim delilim bu açılardan seninkinden daha sağlamdır… Kısacası Ayetullah uzma Cevadi Amuli’nin kaleme aldığı bu yazının tek bir kelimesinin bile bize ait olmadığını hatırlatmak istiyoruz. Üstat görüşlerini belirtmiş ve bunu da delillendirmiştir. Kendilerini Ebu Hanife’nin sözcülüğünü yapmaya adayan kişiler anlatılanların yanlış olduğuna dair deliller getirmeli ve yazıyı ilmi olarak çürütmelidirler. Ebu Hanife’nin yaşam tarzını dile getirerek yaptığı hizmetleri anlatmak yerine kıyasın mahiyetini İslam’a uygunluğuna bakmaları gerekirdi. Ebu Hanife hakkında öteki ehli sünnet büyüklerinin fetva ve açıklamalarına bakarsanız eğer, dediklerimiz daha iyi anlaşılır. Biz kimseyle münakaşa içine girmek istemiyoruz, ama bilinçli bir şekilde tartışmanın içine çekilmeye çalışılıyoruz. İmam Hanife’nin muhiplerinin yapması gereken ilk önce Ebu Hanife’yi reddeden, kabul etmeyen, ilmi olarak yetersiz bilen ehli sünnet alimlerine cevap vermek, daha sonra kıyas ve istihsanın Kur’an, Sünnet, İcma ve akıl karşısındaki yerini akli ve nakli delillerle ispat etmeleridir. Hiç kimse İmam Hanife’nin ilmi makamını, konumunu, İslam ve ehlibeyt için çektiği zahmetleri inkar edemez. Bizi bu şekilde göstermeye çalışmak çok çirkindir.

Makaleye cevap niteliğinde sitede yayınlanan makalede Ayetullah Cevadi Amuli’ye ait makalenin içeriğine cevap vermek yerine üç konu üzerinde durulmuştur. Birincisi “Ebu Hanife’nin makam sevgisi” cümlesi, ikincisi “hadis almadaki tutumu” üçüncüsü de Ebu Hanife’nin hayatından kesitler sunarak onun makamının ne kadar yüce olduğu izlenimi verilmek istenmiştir. Birinci cümleyi (Ebu Hanife’nin makam sevgisi ) konuşma sırasında tabi olduğu, onlar için can verdiği Ehlibeyt’in pak imamı Hz. İmam Cafer Sadık’ın (a.s) bizzat kendisi Ebu Hanife’ye söylemiştir. Bu söz karşısında Ebu Hanife hiçbir şey dememiş ve susmuştur. Eğer bir şey demiş olsaydı rivayeti nakleden “El- İhticac” kitabı bu sözü naklederdi. Ayetullah Cevadi Amuli’nin bu cümleye atfen o tabiri kullanmış olması muhtemeldir. İkinci konu yani Ebu Hanife’nin hadis almadaki tutumu. Bu konuda en zayıf bir müçtehit bile makalede anlatılan konulara riayet etmektedir. Yani bir hüküm çıkarılırken sanki bunu sadece Ebu Hanife böyle yapıyormuş öteki müçtehitler yapmıyormuş gibi bir izlenim vermek hiçte hoş değildir. Siz eğer biliyorsanız böyle bir müçtehidin adını ve kaynaklarıyla bize nakledin bizde yanıldığımızı kabul edelim. İmam Şafi, İmam Malik, İmam Hanbeli, imam Ebu Yusuf, İmam İbrahim, İmam Suyuti, İmam Tabari, İmam Sufyani Sevri.. ve Şia müçtehitlerden Şeyh Müfit, Şeyh Saduk, Şeyh Tusi, Seyyid Murtaza, Allame Hilli, Şehid-i Evvel, Şeyh Ensari, Ayetullah Hoi, imam Humeyni, Ayetullah Hamaney, Ayetullah Cevadi Amuli… yani siz iddia edebilir misiniz ki bu müçtehitler bir hükmü istihraç ederken aynı hassasiyeti göstermiyorlar?!    

Üçüncü Konuya gelince bizde imam Hanife’nin çektiği zahmetleri, ilmi makamını inkar etmedik. Öyle bir yakıştırmada bulunmak bile doğru değildir.

Burada genel olarak İmam Ebu Hanife ve başta İmam Cafer Sadık (Allah’ın selamı ona, babalarına ve dedesi Resulullah’a olsun) olmak üzere Ehlibeyt imamları arasında geçen birkaç konuya değineceğiz.

Şii ve Sünni kaynaklarda Ebu Hanife’nin, İmam Cafer Sadık’ın şahsiyet ve ilmi makamına hayran olduğu kaydedilmiştir. Ebu Hanife, İmam Cafer Sadık (a.s) hakkında şöyle söylemiştir: “Allah’a andolsun ki Cafer bin Muhammed Sadık’tan daha fakih birisini görmedim.” Şii kaynaklarının yanı sıra bir çok Sünni kaynağında da İmam Cafer Sadık’ın Ebu Hanife’nin üstadı olduğu kaydedilmiştir.[1] Ebu Zuhre’de “لولا سنتان لهلک نعمان” “Eğer iki yıl olmasaydı Numan (Ebu Hanife) helak olurdu.” Sözünü Ebu Hanife’nin imam Cafer Sadık için kullandığı görüşündedir. Bazı rivayetlere göre Ebu Hanife’nin annesinin kısa bir süreliğine İmam Cafer Sadık tarafından nikahlandığı söylenmiştir, ancak bunun bir iddiadan ibaret olduğu bellidir. Çünkü bazılarının Ebu Hanife’yi, Ebu’l Buhtariy Kureşi’yle karıştırmış olması bu şekilde bir karışıklığın yaşanmasına sebep olduğu ve böylelikle yanılgıya düşülmüş olduğu muhtemeldir.[2] Ayrıca İmam Cafer Sadık’la (a.s) Ebu Hanife yaklaşık olarak aynı yaşlardadırlar.   

Bazı rivayetlerde İmam Cafer Sadık’la (a.s) Ebu Hanife’nin arasının çok iyi olduğu vurgulanmıştır. Örnek olarak: Bir gün Hac mevsimi Ebu Hanife İmam Cafer Sadık’ın yanına geldi. İmam onunla ilgilenerek kendisinin ve ailesinin hal ve hatırını sordu. Orada bulunan bir kişi İmam’a “Bunu tanıyor musun?” diye sordu. İmam şöyle buyurdu: “Ben kendisinin ve ailesinin halinin nasıl olduğunu soruyorum, sen bana onu tanıyıp tanımadığımı soruyorsun.” Başka bir rivayette de bir kişinin Ebu Hanife’nin yanına gelerek adil imama bir miktar para vereceğime dair bir adakta bulundum, sana göre kime versem iyidir? Der. Ebu Hanife: “Eğer adil imamı tanımak ve ona malından vermek istiyorsan, öyleyse onu Cafer İbni Muhammed’e ver.” Der.   

Bir gün Ebu Hanife, İmam Cafer Sadık’ın evine gelir. İmam Cafer Sadık (a.s) evinden dışarı çıkarken bir bastona dayanmıştır. Ebu Hanife, İmam Cafer Sadık’a “Ey Ebu Abdullah! Bu baston da nedir? senin yaşın baston kullanmak için erken değil mi?” diye sorduğunda. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Evet, ancak bu Allah Resulünün (s.a.a) bastonudur. Onunla teberrük etmek için onu kullanıyorum.” Bunu duyan Ebu Hanife şöyle der: “Eğer bu bastonun Resulullah’ın bastonu olduğunu bilseydim ayağa kalkar ve onu öperdim.” İmam Cafer Sadık “Subhanallah! diyerek Ebu Hanife’nin dirseğinden çekerek şöyle buyurdu: “Ey Numan! Sen bilmiyor musun bu kıllar Resulullah’ın kıllarından, bu deri Resulullah’ın derisindendir. Öyleyse neden öpmedin?” Ebu Hanife eğilerek İmam Cafer Sadık’ın eline uzanır…[3]

Başka bir rivayette şöyle zikredilmiştir: Ebu Hanife imam Cafer Sadık’a (a.s) şöyle dedi: “Fedanız olayım. Sizden nakletmem için bana bir hadis söyleyiniz. Hz. Sadık (a.s) Şöyle buyurdu: “Babalarım Allah Resulünden şöyle rivayet etmiştir: Allah, benim ehlibeytimin misak ve tıynetini en yüce illiyinden almış ve Şialarımızın tıynetini de ondan almıştır. Eğer gök ve yer ehli bu hakikati değiştirmek için bir araya gelerek çaba sarf etse bunu başaramazlar.” Bu sözden sonra Ebu Hanife ve yanındakiler şiddetli bir şekilde ağlamaya başladılar.[4] 

Kadı Numan Mağribi, şöyle diyor:

Ebu Abdullah Cafer Sadık (a.s) ve ashabı, Irak’tan olan Ebu Hanife ve ashabını Şia’ya yakın olduklarından dolayı reddetmiyorlardı. Çünkü onlar dini bilgilerini Irak’ta bulunan (imam Ali’nin) ashabından öğrenmişlerdi. Dolayısıyla imam Cafer Sadık ve Ashabı Ebu Hanife ve ashabının tam anlamıyla Şia hakikatlerine teslim olmasını ümit ediyorlardı.”

Bazı araştırmacılara göre İmam Ebu Hanife, Zeydi Şiilerindendir. Zeydilerin Hanefi mezhebinden olmasının sebebini bile bazıları buna bağlamaktadırlar. İmam Hanefi’nin hayatına ve Ehlibeyt’e olan bağlılığına baktığımızda onun Zeydi Şii olma ihtimalinin yüksek olduğudur. İmam Zeyd’e olan bağlılığı ona maddi yardımları… ve daha bir çok sebepten dolayı onun Zeydi Şiilerinden olduğu ihtimal dahilindedir.

Ve yine başka bir rivayette Ebu Hanife’nin İmam Cafer Sadık (a.s) hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: “İlimde, ibadette, takvada Cafer bin Muhammed gibi birini hiçbir göz görmemiş, hiçbir kulak duymamış ve hiçbir beşerin kalbinden geçmemiştir.”[5]  

Ancak bazı rivayetlerde de Ebu Hanife’nin İmam Cafer Sadık’a (a.s) karşı husumetleri olduğu nakledilmiştir. Örnek olarak şu rivayeti gösterebiliriz: Mansur Abbasi, bir gün birini Ebu Hanife’nin peşi sıra gönderir ve ona Cafer ibni Muhammed’in (aleyhi selam) halk tarafından çok sevildiğini etrafında toplanarak ona hayran kaldıklarını bundan dolayı zor konularda sorular hazırlamasını ve ona yöneltmesini ister. (böylelikle imam sorular karşısında aciz kalsın ve İmam’ın sevgisi halk arasında bitmiş olsun) İmam Hanife konu hakkında şöyle diyor: Zor konularda kırk soru hazırladım ve Hiyre’ye Mansur’un yanına gittim. Mansur önceden İmam Sadık’ı çağırtmış o da gelmiş ve mecliste oturmuştu. Ona gözüm iliştiğinde onun azamet ve heybeti karşısında hayrete düştüm, öyle ki Mansur’un heybeti bile beni o kadar etkilememişti. Selam verdim. Mansur oturmam için bana işaret etti. Sonra Cafer ibni Muhammed’e (a.s) dönerek “Ey Ebu Abdullah! Bu Ebu Hanife’dir. O da evet onu tanıyorum dedi. Mansur bana sorularını sor dedi. Ben konuları tek tek ona sordum. O cevap vererek şöyle buyurdu: “Bu konuda sizin (Irak’lıların ve rey sahiplerinin) nazarınız böyledir, Medine ehlinin (hadis ehli) nazarı böyledir, bizim nazarımızda böyledir. Her hangi bir konu da sizin nazarınızla, veya Medine ehlinin nazarıyla aynı görüşü paylaşmamız mümkündür veya her iki grubun görüşüne muhalif olup kendimize ait müstakil bir nazara sahip de olabiliriz.” Kırk soru bitmiş ve o tüm soruların cevabını vermişti.[6] Ebu Hanife’nin bu soruları hazırlayıp imam’a sorması insanı düşündüren noktalardandır. Acaba neden böyle bir isteği kabul etmişti? Acaba gerçekten İmam’ın sorulara cevap veremeyeceğini sanarak küçük düşmesini mi arzulamıştı? Yoksa Mansur Abbasi mi onu mecbur bırakmıştı? Yoksa Şia’nın gerekli bildiği Ehlibeyt’e tam bir itaatin farz olduğu düsturunu tam olarak kabul mü etmiyordu?  

İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık’ın Ebu Hanife’yle yapmış olduğu bir çok münazaralara değinen bir çok rivayet bulunmaktadır. Bu münazaralar genellikle bu şahsiyetler arasında sanki bir niza ve husumet varmış gibi gösterilmektedir. Ama her bir münazaranın sonunda aralarında bir muhabbetin olduğu gözlenmektedir. Ancak bir noktanın altını çizmek gerekir ki Şii kitaplarında nakledilen rivayetlerde soru soran imam Muhammed Bakır veya İmam Cafer Sadık (a.s) olmakta, cevap veren ise Ebu Hanife’dir, ehli sünnet kitaplarında ise yerler değişerek imam Muhammed Bakır veya İmam Cafer Sadık cevap veren Ebu Hanife soru soran olarak karşımıza çıkmaktadır! Buradaki çelişki ise gözlerden kaçmamaktadır. Çünkü hem Sünni hem de Şii kaynaklarda Ebu Hanife’nin imam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık’ın talebesi olduğu kaydedilmektedir. Bazen her ikisinin de adı zikredilmekte, bazen sadece imam Muhammed Bakır’dan bazen de sadece İmam Cafer Sadık’tan ders aldığı kaydedilmiştir. Her halükarda ehlibeyt imamı olan imam Muhammed Bakır veya imam Cafer Sadık (a.s) Ebu Hanife’nin üstadı ve Peygamberin torunları olarak ehlibeyt imamlarındandırlar ve Peygamberimizden dolayı halk arasında en kötü insanların yanında bile saygı duyulan ve sevilen bir konuma sahiptiler. Dolayısıyla soruyu soranın ve öğrencisini eleştirenin üstat olması cevap verenin ise öğrenci olması gerekir, ayrıca soruların mahiyetine bakıldığında ve Ebu Hanife’nin imam Cafer Sadık’a olan bağlılığı ve saygısını içeren yukarıda zikrettiğimiz rivayetleri de dikkate alırsak soru soranın imamlar olduğu kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır. Ve yine tarihi kaynaklara baktığımız zaman hiç kimsenin Ehlibeyt’in reisi konumunda olan Ehlibeyt imamlarını sorguladığı veya sorgulamaya yeltendiği görülmemiştir. (bunu hatta zamanın hükümdarları bile yapamamıştır) Ve yine ehli sünnet büyükleri Ebu Hanife’nin ehlibeyt’e olan bağlılığını, onlardan dolayı cefa çekip zulme uğradığını ve yerine göre canıyla, malıyla onlara destek verdiğini söyleyerek onu bu tutumundan dolayı takdirle anmaktadırlar. Eğer bu dediklerimiz noktalar nazara alınırsa soru soranla cevap verenin kimler oldukları net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Ayrıca tevhidhaber sitesinde verilen makalede böyle bir cümle geçmektedir: “Ebû Hanife; "… Sen konuşmana dikkat et ki!!!!!!!!; ben de sana karşı üslubuma dikkat edeyim. Çünkü Allah Resulü'nün (s.a.v) ashabına üstünlüğü gibi, seninde diğer insanlara üstünlüğün var..."  bu cümlenin kendisi bile bizim buradaki sözümüze delildir. Rivayette açıkça Ebu Hanife şöyle demekte: “Çünkü Allah Resulü'nün (s.a.v) ashabına üstünlüğü gibi, seninde diğer insanlara üstünlüğün var..."Ebu Hanife, Resulullah’ın Ashabından üstün olduğu gibi İmam Muhammed Bakır’ın da öteki insanlardan üstün olduğunu açıkça burada söylemektedir. Yani burada  Resulullah’la imam Muhammed Bakır’ı aynı kefeye koymaktadır. Bu sözün kendisi Şia’nın sözünün aynısıdır. Şia’nın görüşüne göre 14 masum olan Ehlibeyt’in başı Kainatın efendisi Resulullah’tır, daha sonra Hz. Ali ve öteki masumlar gelmektedir. Bu kişiler tüm insanlardan üstündürler. İmam Hanefi bu sözüyle bunu açıkça söylemektedir. Yani bahsi geçen makalede soruyu soranla cevap verenin kim olduğu net olarak ortaya çıkmaktadır. (yani Ayetullah Cevadi Amuli’nin makalesindeki münazaranın doğru olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.) Öyle anlaşılıyor ki bazı Ebu Hanife taraftarları bu noktaları gözetmeden eğer tarihe böyle bir not düşülürse Ebu Hanife’nin makamına bir halel gelir düşüncesiyle bazı oynamalarda bulunmuşlardır! (burada su-i zanda bulunmak istemiyoruz, ancak burada sadece bir doğru vardır, ya ehli sünnet kaynaklarındaki münazaralar ya da Şia kaynaklarında nakledilen münazaralar doğrudur. Biz Şia kaynaklarında gelen münazaranın akla, mantığa ve gerçeklere daha yatkın olduğunu burada vurgulamak istedik ve Sünni kaynakları bir şekilde tevcih etmek istedik ve aklımıza bunun dışında başka bir şey de gelmiyor. Eğer bu konu da cevabı olan varsa bize ulaşabilir. Bunu da hatırlatalım ki şu ana kadar bu konuyu irdeleyen bir alimin olduğunu biz görmedik o yüzden konu bikr bir konudur. Kimse de bundan dolayı birilerini kınamaya kalkmasın.)     

Böyle makalevari bir yazı hazırlamak zorunda kaldık. Hiçbir şekilde böyle bir düşüncemiz bulunmamaktaydı, ancak kendimizi burada bulduk. Yazının başında da dediğimiz gibi biz Ayetullah Cevadi Amuli’nin vekili değiliz. Yine de eğer Ayetullah Cevadi Amuli’nin makalesinde bizden kaynaklanan bir rahatsızlık varsa İslami ahlak gereği af diliyoruz. Biz herkesin inanç ve mukaddesatına saygılıyız. Bunu da şimdiye kadarki yayınlarımızla göstermişizdir.

Bunu da unutmamak gerekir ki yayınlanan her haberde, her makalede mutlaka birilerinin hoşuna gitmeyen düşüncesinin karşıtı bir şeyler yer almaktadır. Bu tür haber ve yazılardan dolayı haber ajansı ve siteler sorumlu değildir. Bunun altını özellikle çizmek istedik.

Bunu da biliyoruz ki yayınladığımız bu yazı bile bazılarını rahatsız edecektir.

ABNA24.COM

.........................................................................

[1] - Şah Veliyullah Dehlevi, “Tuhfetu’l İsna Eşeriye”, s. 8; Ömer bin Bahru’l Cahiz, Resailu’l Cahiz, s. 106; İbni Hacer Haysemi, “Savaiku’l Muharreke”, s. 120; Ebu’l Abbas Ahmed bin Yusuf el-Kurmani, Ahberu’l Duvel ve Asaru’l Evvel”; Ahmed Hasan el Bakuri, Ali (a.s) İmamu’l Eimme, s. 48; Mir Şemsuddin Muhammed Sami Errenbeveri Rumi, Kamusu’l A’lam, c. 3, s. 1821, Muhammed Ebu Zuhre, Ebu Hanife, s. 72 ve İmam Sadık, s. 31…

[2] - Büyük İslam Ansiklopedisi, s. 386.

[3] - Allame Meclisi, Biharu’l Envar, c. 10, 13. Bab, s. 222, h. 23. 

[4] - Aynı kaynak, h. 8; Şeyh Müfit, El-İhtisas, s. 189; Kadı Numan Mağribi, Deaimu’l İslam, c. 1, s. 95. 

[5] - Haydar Esed, El-İmam Sadık ve Mezahibu’l Erbee, c. 1, s. 53. 

[6] - İbn Şehri Aşub, Menakib’u Al-i Ebu Talib, s. 378.

 İLGİLİ HABERLER

Şia ve Ehlisünnet Açısından İçtihat ve Kıyas

Ebu Hanefi Konulu Açıklama

Ekler