DİLLE ZİKİR
Bu birkaç çeşittir ve kısımları vardır:
1- Kuran’ı Kerim: “Öyle ki kendisi hakkında şöyle buyurmaktadır: “…İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana bu zikri (Kur'an'ı) indirdik.”[1]
2- Namaz: Namaz, Kur’an ve zikir lafızlarını kapsadığından ötürü, yüce Allah buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun.”[2] Buradaki Allah’ı zikirden maksat Cuma namazıdır aynı şekilde (Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür) ayetini bazıları namaza tefsir etmişlerdir.[3]
3- Dualar ve zikirler: Dini evliyalar (a.s) tarafından bize aktarılan ve onda Hak Teala sıfat ve isimleriyle tanıtılmış ta sabah ve akşam onu onlarla analım. Bu ilahi inayetlerden biridir kendisini anma iftiharına bizi nail etmiş ve zikir meclislerinde onu anmaya muvafakat etmiştir bu da İslam’ın yüce maariflerinden toplanmış dualar ve zikirleri kapsamaktadır. İmam seccad’dın (a.s) buyurduğu gibi: “senin en büyük nimetlerinden birisi –bu kadar büyüklük ve azametine rağmen- zikrinin dillerimizde cari olması ve bize dualarında seni anmamıza izin vermendir.” [4] Bu izin bizi Onu anmaya rağbet ettirmek için ilahi bir emirdir, yoksa toprakla âlemlerdekilerin sığınağı Allah arasında ne gibi bir münasebet olurdu. imamı Seccad’ın (a.s) buyurduğu gibi: “İlahi! eğer emrine itaat etmek farz olmasaydı ki şöyle buyurmuşsun: Ey inananlar! Allah'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah-akşam tesbih edin. Muhakkak seni anmaktan, seni tenzih ederdim.”[5] Ve ayrıca din evliyalarının mukaddes dillerinden bu dualar, zikirler ve münacatlar çıkmasaydı âlemin sahibi Allah’la nasıl konuşabilirdik? Ve bu yüce Allah’ın bize büyük nimetlerinden ve lütuflarından birisidir.
4- Hz. Ali b. Ebu Talip’in (a.s) faziletlerinin zikir edilmesi: Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ali b. Ebu Talip’i anmak ibadettir”[6] İmamlar (a.s) ile Emire’l Müminin Hz. Ali bir nurdan olduklarından onların faziletlerini anmak İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) da buyurduğu gibi: “Muhakkak ki biz nübüvvet ailesini anmak, Allah’ın zikirlerindendir.”[7] Allah’ı anmak anlamına gelmektedir.
KALPLE ZİKİR
Bunun hakikati zikredilene (Allah) dikkat etmektir ve lâfzî zikirlerin bütün çeşitlerinden maksat, kalp zikrini elde etmektir. Bu da Yüce Allah’ı günlük bütün amellerimizde hazır bilmektir. Elbette Hak Teala’nın huzurunu idrak etmenin mertebe ve dereceleri vardır.
BİRİNCİ MERTEBE
Haramlar ve Farzlarla karşılaştığımız zaman Allah’a teveccüh etmektir. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın insanlara farz kıldığı en önemli şeylerden birisi Allah’ın çok anılmasıdır. Sonra şöyle eklemiştir: kastım suphanallah vel hamdulillah ve la ilahe illallah vallah-u Ekber zikri değildir. Gerçi bunlarda –lâfzî- zikirdendirler, lakin kastım haram ve helallerde Allah’ı anmaktır; itaat anında amel etmek günah anında terk etmektir.”[8] Bundan dolayı imamların (a.s) beyanlarında bu konu çokça tekit edilmiştir. İnsan sadece zahiri amellerin değil; anlayış, akıl ve basiretle şeriatın düsturlarına yönelmeli ve onun hakikatlerinin peşi sıra gitmelidir. İmam sadık (a.s) Kur’an’ın bu ayetinde geçen imanın derecelerini “Onlar Allah katında derece derecedirler.”[9] basiret anlamında yorumlamıştır. Din ve imamların asıl maksadı insanın zahiri ve batini süsü Yüce Allah’ın nurani düsturlarınadır. Ta insan vücudu bütün boyutlarında özellikle ruhunda Allah’la bağlantılı olsun ve Onu yaşantısının bütün işlerinde hazır, nazır ve faal bilsin. Böylelikle artık imanı hakikate ersin ve şirkin deruni mertebelerinden arî olsun imam Muhammed Bakır’ın (a.s) “Onların çoğu, ancak şirk koşarak Allah'a iman ederler.”[10] Ayetinin tefsirinde şöyle buyurmuştur: “Buradaki şirkten maksat ibadette şirk değildir. Bilakis itaatte şirktir, yapılan günahlarda itaatte şirktir. Onda şeytana itaat ederler netice olarak ondan başkasına tapmak değil, Allah’a itaatte müşriktirler.”[11] Ayet, imanla şirkin bir arada bulunabileceğini bildirmektedir. Şirkten maksat, fıkıh kitaplarında konu edilen necasetlerden birisi olan kâfir ve müşrik değildir, bilakis zahiri necasete sebep olmayan batini ve gizli şirktir. İmamlar (a.s) onun için küfür[12] ve nifak[13] tabirleri de kullanmışlardır. İmamların bunlardan kastı, zahiri nifak ve küfür değildir. Bu yüzden imanın aşağı mertebelerinden her biri şirk, nifak ve küfür derecelerinin en yüce mertebeleriyle bir arada olabilmektedir. Onun bertaraf edilmesi için o mertebe ve dereceye münasip olarak Allah’ın zikredilerek anılması gerekmektedir. Bundan dolayı biz, külli bir şekilde kalple zikir mertebelerini düzenleyerek hatırlatmaktayız, böylelikle inşallah basiretin çoğalmasına ve amel makamında harekete sebep olsun.
İKİNCİ MERTEBE
Alçak ve rezil sıfatlarla vasıflanmamak gerekir. Örneğin dünyaya aşırı tutku; verilen rızık, Allah’ın verdiğine teveccüh etmemesine ve ayrıca dünya ve dünya işlerinin baki kalacağını zannetmesine ve ahireti kazanmamasına sebep olur. Haset ve kıskançlık ise nimet sahibi şahsa Allah’ın nimet verdiğine dikkate almamasına ve Allah’ın kudretinin nimet sahibine verdiğinin aynısını haset eden şâhısa da vermesinin sınırlı olduğuna teveccüh etmemesine sebep olur. Aynı şekilde tekebbür ve kendini büyük görme haleti; Allah’ı varlık kemal derecelerinde nazara almamasına ve kendisini vücut ve kemal sahibi bilmesine sebep olur. Bu da şeytanın da başına geldiği gibi Allah’ın buyruklarının karşısında tuğyan ve baş kaldırmasına sebep olur. Bir takım rivayetlerde bu üç sıfat küfür esaslarından sayılmıştır. Deruni küfür ve nifak özelliği olan diğer alçak ve rezil sıfatlarda bunlar gibidir. Öyle anlaşılıyor ki (insan) eğer bu mertebeden olursa Allah, Resulü ve evliyalarının emirlerine mutlak bir şekilde teslim olmalı[14] onların hakkaniyetlerinde şek, şüphe ve itirazlarının olmaması gerekmektedir, çünkü gerçekte bütün alçak ve rezil sıfatlar o yönde Allaha teveccüh etmemesine ve ondan gaflet etmesine sebep olduğundan bu da bir çeşit küfür, şirk veya deruni nifaktır.
ÜÇÜNCÜ MERTEBE
Yüce Allah’ı rububiyet işlerinde anmak; fiillerde, sıfatlarda ve vücutlarında hiçbir mevcudu bağımsız ve müessir bilmemektir. Bu mertebeye ulaşmak için insan, bir önceki mertebede murakabe etmeli böylelikle onun için tevhidi ruhi haleti oluşsun ve vücut kemalatlarının zuhuru yönünden Allah’ı bütün hareket ve durumlarda hazır ve faal bilsin. Kur’an-ı Kerim bu konuda şöyle buyurmaktadır: “…O, her gün bir iştedir.”[15] Ayrıca: ”Elbette nihayeti -her şey- rabbinedir. Doğrusu güldüren de ağlatan da O'dur. Öldüren de dirilten de O'dur. Şurası muhakkak ki (rahme) atıldığında nutfeden, erkek ve dişiden ibaret olan iki çifti O yarattı. Şüphesiz tekrar diriltmek de O'na aittir. Zengin eden de yoksul kılan da O'dur.[16] Ayrıca yaratıkların ihtiyaç ve fakirliğini onların vücut ve işlerinde idrak etmeli kur’an-ı Kerim de onların bütün işleri ilahi ayetler olarak tanıtılmış ve Allah’ı onlara şahit veya meşhut tutmuştur: “İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Rabbinin her şeye şahit –meşhut- olması, yetmez mi?[17] Başka ayetlerde ise varlıkların bütün işlerinde Allah’ın emrinde olduğu anlatılmış bu vücudun teshir olma olayı[18] Yüce Allah’ın onlara vücut ihatasının bütün vücut kemalatların da olmadan gerçekleşmeyeceği anlatılmıştır. Diğer taraftan kemalatın izharın da varlıkların fakat zemine oldukları anlatılmış ve hakiki faili ise Yüce Allah bilmektedir. Örnek olarak bu ayette buyurmaktadır: “Akıttığınız meni hakkında ne düşünüyorsunuz? Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa biz miyiz yaratan… Ektiğiniz hakkında düşündünüz mü? Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? Dileseydik onu kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız... İçtiğiniz su hakkında ne düşünüyorsunuz? Buluttan onu siz mi indiriyorsunuz, yoksa indiren biz miyiz? Dileseydik onu acılaştırıp tuzlu yapardık; hala şükretmez misiniz? Tutuşturduğunuz ateş hakkında düşünüyor musunuz? Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?”[19] Ayrıca Kuranın da buyurduğu gibi Aziz İslam Peygamberinin (s.a.a) daveti de halis tevhide idi: “(Resulüm!) De ki: İşte benim yolum budur; basiret üzere Allah'a davet ederim, ben ve bana uyanlar; Allah'ı tenzih ederim ve ben ortak koşanlardan değilim.”[20] Hz. Peygamber, Ebuzer’e buyurduğu vasiyetlerinde ise: “Allah’a onu görür gibi ibadet et eğer sen onu görmesen de o seni görmektedir.”[21] Allah kulluğunu hayatın bütün işlerinde din desturlarına uyarak yerine getirmek ve ilahi niyetle –uhrevi sevaba ulaşmak, onun rızasını kazanmak, ibadete layık olduğundan veya ona muhabbetten dolayı ibadet etmek- onu görmek (elbette maksat, birinci mertebesi kalben teveccüh etmek olan kalple görmektir) onun tahakkuk olması için de amellerin yerine getirilmesinde ve Kemaliye vasıflarıyla vasıflanmakta onu mebdei hakiki ve vücudu hakiki görmemiz gerekmektedir. Yoksa eğer bu şekilde zatı rububiye ye teveccüh edilmese onu görmek söz konusu olmaz. Zira o öğle bir vücut sahibidir ki varlıkların bütün işlerine muhittir. Kur’an-ı Kerim de O’nu bu şekilde tanıtmaktadır: “O ilktir, sondur, zahirdir, batındır. O, her şeyi bilendir… Nerede olursanız olun, O, sizinle beraberdir…” [22] İmanın hakikatine yetişmek Allah’ı kalbi olarak müşahede etmektir. Bizim için anlatılan böyle hususiyetteki sıfatlara ilahi evliyalar bu hakikatin kâmil mertebelerine nail olmuşlardır. Ravinin Müminlerin Emirinden sorduğu gibi: Acaba Rabbini gördün mü? İmam cevabında: “Görmediğim Allah’a ibadet etmem.” Buyurdular. Sonra ravi görmenin niceliğini sorduğunda ise imam şöyle buyurdular: “Gözler onu, bakmakla görmez velâkin kalpler O’nu hakikat imanı ile görürler.” [23] Dikkat ettiğiniz gibi bu görmenin aslı o hazrete mahsus olmadığı gibi görmesi de hissi değildir. Zira birinci olarak hissi görmek maddiyata şamildir ve Allah Teala bu mahdut varlıklardan defalarca (sonsuz olarak) üstündedir. İkinci olarak hissi görmenin gerçekleşmesi için mevcudun has bir yönde olması gerekmektedir, lakin Hak Teala maddi olmadığından dolayı bütün yön ve üstlerine muhittir onun için aynı anda mekânsal mevcudatla da birliktedir, onlara mahdut değildir. Hak Teala’yla ilgili umumi fikir ve düşüncelerin şüpheye düşmemesi için de bu konuyu Hz. Ali (a.s) sözünün devamında açıkça dile getirmiştir. Resulü Ekrem (s.a.a) de Ebuzer’e buyruklarının devamında şöyle buyurmuşlardır: “O ilktir her şeyden önce, ikincinin varsayılmadığı tektir, mutlak bir şekilde bakidir de.” Hak Teala’nın gölgesinin etkisi görüldüğü ve diğer varlıkların çevrili olduğu anlaşıldığı zaman “İkincinin olmadığı tektir” hakikati anlaşılır. Üçüncü olarak İmam Sadık’ın (a.s) da buyurduğu gibi:“Kalp Allah’ın haremidir; ondan başkasına orada yer verme.” [24] İnsanın hakikati olan kalbinin bu şekil anlayışa liyakati vardır. Bu hakikate ermiş ve Kur’an’ın da onun diliyle naklettiği o evliyalardan birisi Hz. İbrahim’dir (a.s) Allah onun hakkında şöyle buyurmaktadır: “Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur. Beni yediren, içiren O'dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur.”[25] Ayrıca ateşe atıldığı an Cebrail’in (a.s) ona yardım etme sualine karşılık şöyle buyurmuştur: “sana ihtiyacım yoktur.” [26] Cebrail (a.s) feyiz vasıtası olmasına rağmen ve imanın ilk mertebelerine göre ondan isteğinin sakıncası olmamasına rağmen ve fuyuzatların feyiz makamında da tekvini olarak bu feyiz vasıtaları da Hak Teala’nın feyzindendir, lakin o hazretin tevhidi teveccühü bu hakikatin beyan olmasına sebep olmuştur. Öğle ki diğer bir rivayette[27] o hazretin Halil adlandırılmasının sebebini Allah’tan başkasından istememesi olarak beyan edilmiştir. Hâlbuki diğer bir rivayette[28] ise buyurmaktadır ki: “O hazret borç almak için Mısır’a dostunun yanına gitmiştir.” Bu rivayetlerden anlaşılan hazret, hiçbir mevcudu kemalatlarda bağımsız görmüyordu, birisinden istediği zamanda gerçekte Allah’tan istemekteydi aynı şekilde miraç hadisinde ahiret ehlinin vasıfları anlatıldığı zaman bu konu böyle geçmiştir: “Onların kalbi zikredendir… Hiçbir şey onları göz açıp kapanma miktarı kadar Allah’tan meşgul etmez… Mahlûka karşı kalplerinde meşguliyet yoktur… Zahit ev, çocuk ve hiç bir şeyi yoktur ki onu Allah’tan göz açıp kapanma miktarı kadar kendisine meşgul etsin.” [29] Ayrıca ilahi rıza için amel edenler hakkında ise şöyle buyurmaktadır: “kalp gözünü azamet ve celalime açıp, has mahlûklarımın ilmini ondan saklamam, böylece gecenin karanlığında ve gündüzün ışığında onunla münacat edeyim ki insanlarla oturması ve konuşması kesilsin… Öyle ki Hak Teala cennet, cehennem ve kıyametin bazı aşamalarını ona anlattıktan sonra kendisi ve onunla arasında olan hicapları kaldırır, böylece Allah’ın kelamından ve ona bakmaktan lezzet alsın… Bu ruh meleklerin eliyle Allah’a doğru çıkarken ruha olan iştiyakını izhar ettikten sonra ona şöyle buyurur: “Dünyayı nasıl terk ettin?” Ruh, Allah’ın izzet ve celaline yemin ettikten sonra arz eder: “Benim dünyaya kesinlikle ilmim yoktur.” Allah buyurur: “Kulum doğru söyler; bedeninle dünyada ruhunla benimle idin.” Sonra Allah ona şöyle buyurur: “Her ne istiyorsan iste sana vereyim, bu cennette ve benim civarıma yerleş.” Ruh arz eder: “Allah’ım! Kendini bana tanıttın ve onunla bütün mahlûkatlarından ihtiyaçsız oldum…”[30]
Evet, iman mertebelerinde mücahide eden kimseler, günaha müptela olmadan, alçak ve rezil ahlaki sıfatlara bulaşmadan, ihlâslı bir şekilde kullukta istikamet etseler, hicaplar kalp yüzlerinden gider ve böyle hakikat ve gaybi sırlara ererler. Bu yaşantıyı hakiki yaşantı olarak bilirler ve Allah’ı da bu şekilde anarlar. Bu mertebenin başlangıcında zikir fikri ve zihni bir biçimdedir. Burada fikirde devamlılık göstererek Salih amellerde bulunursa bu yavaş yavaş bir anlık kalbi müşahide biçiminde onun için zuhur eder ve bu halet onda tedricen güçlenir ve onların zuhuru daha da çoğalır. Esasen bu haletlerin gerçek zuhuru, insanı sıradan faaliyetlerden geri bırakan bedende bir baygınlık haletiyledir. İmam Sadık dan (a.s) bazen Peygamberi Ekrem’e (s.a.a) vahiy nazil olduğu sırada yüz gösteren baygınlığın sebebi sorulduğunda hazret buyurmuşlardır: “Allah’la onun arasında kimsenin olmadığı, Allah’ın ona tecelli ettiği andır.”[31] İmamı Sadık’a da (a.s) namazdayken Kuran okuduklarında, bu haletlerin yüz gösterdiği nakledilmiştir.[32] Elbette bu haletlerin teşhisinde ilahi maariflerde bu yolu kat etmiş mahir üstada ihtiyaç vardır, ta bunun benzeri gayri ilahi olan haletlerle karıştırılmasın ve ayrıca şeytanın istifade etmesine sebep olabilecek bu kontrol edilmiş haletlerin doğru güzergâhında karar kılınsın. İmam Seccad (a.s) ilahi evliyalar ve hakkullaha marifeti olan şahıslar hakkında şöyle buyurmaktadır: “Güneşin üzerlerine ışınlarını yansıttığı her ne varsa; doğuda ve batıda, denizde ve karada, çölde ve dağda onların yanında gölgenin dönmesi gibidir.”[33] İlmi açıdan gölgenin hakikati ve gerçekliliği yoktur belki ışığın olmamasıdır, lakin iptidai bakışla ve dış görünüşe bakan açısından hakikat şeklinde cilve eder.
Bu bakış açısına göre bu şekilde olmayanlar gizli şirklere müpteladırlar. Hazreti imamlar bu tür insanlar hakkında şöyle buyurmuşlardır: “Onların çoğu, ancak şirk koşarak Allah'a iman ederler.”[34] İmam Muhammed Bakır’ın da (a.s) buyurduğu gibi[35] Varlıkların vücudunu bağımsız görüp onlara yemin etmemiz gibi veya her hangi bir varlığı eserlerin zuhurunda ya sıfatlarında bağımsız ve müessir bilmemiz veya İmam sadık’ın da (a.s) tezekkür verdiği gibi[36] Allah’a şerik karar kılmamız meselen: “Eğer falan şahıs olmasaydı kesinlikle helak olurdum.” Dememiz gibi.
KALBİ ZİKRİN MISDAKLARI
Kalp zikri için mısdaklar tanıtılmıştır. Onlara dikkat etmek ve onlarla irtibat kurmak ilahi kalp zikrinin hâsıl olması için iyi ve lazım bir durumdur.
1. Görmek: Allah Resulüne (s.a.a) ve Ehlibeytine (a.s) yönelip tabi olmak. Bu, ister ilahi düsturları onlardan almak yönünden olsun, ister onların Hak Teala’nın Kemaliye ve cemaliye sıfat ve isimlerinin mazharı olmasından dolayı olsun aynıdır. Bu emir Allah’a teveccüh etmenin en esaslı ve en kâmil kısımlarındandır. Onun için Allah’ın Resulü (s.a.a) bu ayette: “Allah gerçekten size, Allah’ın apaçık ayetlerini okuması için bir zikir –Resul[37]- indirdi.”[38] Zikir olarak tabir edilmiştir. İmam Rızanın (a.s) bu ayette buyurduğu[39] ve birçok rivayetlerde[40] de beyan edildiği gibi, Allah Resulünün (s.a.a) Ehlibeyti de zikir ehli olarak tanıtılmıştır elbette sadece Allah’a yönelmenin imamların tarikiyle olduğu anlaşılan bu unvanın imamlara ıtlak edilmesiyle değil, belki birçok rivayetlerde onlara ıtlak edilen sayılamayacak kadar çok olan: “müstakim, Ayetullah, halifetullah… Gibi unvanların hepsiyledir aynı zamanda. Bunların her biri onların Allah’la irtibatlarını anlatan vücutlarının boyutlarındandır ve bizimde o boyuttan Yüce Allah’a yönelmemiz gerekmektedir.
2. İmamların (a.s) ziyaretleri[41]: Kurtuluş sebebi ve yüce insanlık makamlarına ulaşmayı sağlayan kalp zikrinin önemli yollarındandır ve her ne kadar insanın marifet ve bilgisi onlar hakkında fazlalaşırsa daha yüce feyizlere ermesine sebep olur.
3. Namaz: İnsanın muhtelif amellerini, ilahi emirleri yerine getirme yönünde karar kıldığından dini düsturların tamamı he ne kadar insanın yüce Allah’a yönelmesine sebep olsa da ibadi desturlarda gurbet –O’nun emri olduğu için- kastı şarttır. Bu da halis bir teveccühle birliktedir ve eğer bu kast olmasa o destur yerine getirilmemiş demektir. Çeşitli zikir ve eczalardan teşkil kılınan namazda has ibadi teveccühle birliktedir, zira onun tamamı (namazın ecza ve zikirleri) Allah’ın mutlak kemalinin mukabilinde huzunun izhar edilmesidir. Bundan dolayıdır ki İmam Bakır (a.s) Allah’ın Resulünden (s.a.a) şöyle nakletmiştir: “Mümin kul namaza durduğu zaman, Yüce Allah kuluna bakar- veya şöyle buyurur: “Allah ona döner.[42]”böylelikle namazdan ayrılsın ve ilahi rahmet başının üstünden ta gökyüzüne kadar ona gölge etsin ve melekler onun etrafını kuşatsın ve bu halde Allah, ona bir meleği havale eder ve başının üstünde durarak ona şöyle der: “Ey namaz kılan şahıs eğer bilseydin kimin sana bakıp nazar ettiğini ve kiminle münacat ettiğini, asla diğer bir şeye yönelmez ve yerinden ayrılmazdın.” Bundan dolayı birçok ayette namaz tavsiye edilmiş ve Allah’a yakınlığa sebep olacak en önemli şey O’nun marifetinden sonra namaz[43] olarak tanıtılmıştır. İmam Ali’den (a.s) ezan ve ikamenin tefsiri hakkında naklolunan uzun bir rivayette, ezan ve ikame eczalarının vasıtasıyla bizi hakikat ve marifetlerle dolu hakikate davet etmektedir “kad kaameti selat”ın tefsirinde hazret şöyle buyurmuştur: “Ziyaret, münacat, gazayı hacet, arzu ve Aziz ve Celil Allah’ın vusulüne, kerametine, bağışlamasına, affına ve rıza yetine erme vakti geldi.”[44] Namazın ehemmiyeti ve fazileti hakkında imamlardan (a.s) birçok rivayet nakledilmiş ve büyük ulemalar tarafından onun esrarı hakkında kitaplar yazılmıştır.
4. Alim ziyareti: İmam Sadık’ın (a.s) Hz. Resul Ekrem’den (s.a.a) Hz. İsa’nın (a.s); havariler o hazretten kimlerle oturup kalkmalarını sorduklarında o hazretin: “Gördüğünüz de size Allah’ı hatırlatacak, konuşmasıyla ilminizi arttıracak ve ameli ile sizin ahirete meylinizi arttıracak kimseyle.”[45] Buyurduğunu nakletmektedir. Bundan dolayı “Böyle bir şâhısa bakmak ve ziyaret etmek ibadettir.” Hz. Ali’nin (a.s) buyurduğu gibi.[46]
Elbette, özellikle mukaddes şeriatın tanıttığı bazı şeyler vardır ki ona dikkat etmek ibadet sayılıp[47] Allah’a yönelmeye sebep olacaktır. örneğin: Kâbe’ye, anne ve babaya bakmak, lakin onların en önemlileri zikrettiklerimizdir.
Bu yüzden ilahi zikrin manilerini bertaraf edip, onun sebep ve şartlarını elde ederek zikirde devamlılık, ona ve mertebelerine iştiyaka sebep olur. Bu öğle bir noktaya varır ki zikir insanın vaktinin ve ömrünün bayındır ve huzurlu olmasına neden olur aynı şekilde İmam Ali’nin (a.s) kumeyl duasında Allah’a önemli ve çeşitli yeminlerinden sonra bu manayı talep ederek arz ettiği gibi: “Allah’ım! Hakkın, kutsiyetin, en yüce sıfatların ve isimlerin hürmetine senden dileğim şudur: Gece ve gündüzden oluşan vakitlerimi yâdınla canlandır, beni kendi hizmetinde tut ve amellerimi kendi indinde kabul buyur; öylesine ki, artık bütün amellerim ve zikirlerim tek zikir şekline dönüşsün ve bütün hallerim her an senin hizmetinde geçsin.” [48] İlahi zikre iştiyakın olmaması mukabilinde ise diğer şeylere iştiyakın olması insanın can ve ruhunun helak olmasına sebep, olur aynı şekilde Ali’nin (a.s) Nuf’u bekkaliye talim ettikleri gibi ki buyurmuşlardır: “ilahi! Gerçekten senin zikrinin muhabbeti ve iştiyakı bir kimseyi kendisiyle meşgul etmezse ve sana yakınlaşma seferine hazırlanmazsa yaşantısı ölüm ve ölümü hasret olur.”[49]
Büyük Ahlak ve İrfan Üstadı Ayetullah Tahriri
ABNA.İR
[1] —Nahl,44
[2] —Cuma,9
[3] —el-mizan, c.16 s.142
[4] —bihar’ul –envar, c.94 s.151
[5] —a.g.e, c.94 s.151
[6] — bihar’ul –envar, c.26 rivayet,9
[7] —usul’u –kâfi, c.2 s.496 rivayet.2
[8] —a.g.e s.80 rivayet.4
[9] —âli İmran,163 Enam,83.132.165 Yusuf,76
[10] —Yusuf,106
[11] —kum-i tefsiri, c.2 s.308
[12] —usul’u kâfi, c.2 s.289 rivayet,1.2.5 ve 10
[13] —a.g.e, rivayet,8
[14] —a.g.e, s.397 rivayet, 4.5.6
[15] —Rahman,29
[16] —Necm,42–48
[17] — Fussilet,53
[18] — Fussilet,53
[19] —Vakıa,58.59.63.64.65.68.69.70.71.72,
[20] —Yusuf,108
[21] —bihar’ul -envar, c.77 s.74
[22] —Hadid,3 ve 4
[23] —bihar’ul -envar, c.4 s.52 rivayet,10.23.28.29.30
[24] —bihar’ul -envar, c.70 s.20 rivayet,27
[25] —Şuara,78–81
[26] —bihar’ul -envar, c.12 s.4 rivayet,12
[27] —a.g.e rivayet,5
[28] —a.g.e
[29] —Vafi, c.3 ikinci kısım, s.39–40
[30] —a.g.e
[31] —tevhidi saduk, s.115 rivayet,15
[32] —bihar’ul -envar, c.47 s.58 rivayet,108
[33] —tuhef’ul –ukul, s.288
[34] —yusuf,106
[35] —bihar’ul –envar, c.72 s.98 rivayet,21 ve 24
[36] —A.g.e rivayet,27 ve 28
[37] —Resul kelimesi zikir kelimesi için atfı beyan veya bedeldir, ama mahzuf fiil için meful olma ihtimali de vardır
[38] —Talak,10 ve 11
[39] —Bihar’ul –envar, c.23 s.173 rivayet,2
[40] —A.g.e. s.172–178
[41] —Kamul’u –ziyarat ve hac babını anlatan rivai kitaplara müracaat edilmelidir.
[42] —Furu’u –kâfi, c.3 s.265 rivayet,5
[43] —A.g.e rivayet,1
[44] —tevhidi saduk, s.238
[45] —usul’u kâfi, c.1 s.39 rivayet,3
[46] —uddett-u dai, s.176
[47] —furu kâfi, c.4 s.240 rivayet,5
[48] —ikbal’ul amal, s.709
[49] —bihar’ul envar, c.94 s.95 22. satır