6 Ocak 2013 - 10:54

Muaviye’nin Ebu Bekir’in oğlu Muhammed’e yazdığı mektuptan bir kesit: Babanla (Ebu Bekir) Ömer, zorla ve çirkin bir şekilde onu (Ali'yi) hakkından mahrum eden ve onunla muhalefete kalkışan ilk kişilerdi! Çok önceden bu işi yapmayı kararlaştırmış, onun ön hazırlıklarını yapmışlardı. Sonra babanla Ömer ondan kendilerine biat ve yardım etmesini istediler. Fa­kat Ebu Talib oğlu onlardan uzak durdu, onlara biat ve yardım etmekten sakındı. O ikisi de ona ruhî ıs­tırap ve kederi tattırdılar ve onu öldürmeye kalkıştılar; nihayet o da teslim olup onlara biat etti. Fakat buna rağmen o ikisi ecelleri gelip ölünceye kadar onu işlerine karıştırmadılar, sırlarını ondan gizlediler. Daha sonra sıra onların üçüncüsü Osman b. Affan'a geldi; o da onlar gibi hareket etti..."

Esbağ b. Nubate şöyle rivayet etmiştir:

Emir'ül-Mü'minin (a.s) şöyle buyurdu: «Şu topluluğa ne oluyor ki, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi)’nin sünnetini değiştirdiler, onun vasisinden yüz çevirdiler? Üstelik bunu yaparken üzerlerine bir azabın inmesinden korkmuyorlar.»

Sonra şu âyeti okudu: "Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonun­da kavimlerini helak yurduna, cehenneme sürükleyenleri görmedin mi?" (İbrahim, 28) «Biz, Allah'ın kullarına bahşettiği nimetiz. Kıyamet günü kurtulan, bizimle kurtulur»

****

Ebu Yusuf el-Bezzaz şöyle rivayet etmiştir:

Ebu Abdullah (Cafer Sa­dık aleyhisselâm) "Allah'ın nimetlerini hatırlayın." (A'raf, 69) âyetini okudu ve dedi ki:

«Burada geçen Allah'ın nimetleriyle kastedilen nedir, biliyor musun?»

- "Hayır" dedim.

Buyurdu ki: «Allah'ın kullarına bahşettiği en büyük nimet kastedilmiştir. O da biz Ehl-i Beyt'in velayetidir.»

***

Abdurrahman b. Kesir şöyle rivayet etmiştir:

Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’a, "Allah'ın nimetine nankörlükle kar­şılık verenleri görmedin mi?" (İbrahim, 28) âyetinin anlamını sordum.

Buyurdu ki: «Burada Resûlullah'a karşı savaşan, ona savaş açan ve vasisi ile ilgili vasiyetini inkâr eden bütün Kureyş kabilesi mensupları kastedilmiştir.»

ÖNCEKİ ÜMMETLERDE VASİYET

Hz. Âdem’in vasisinin ismi, İbranice Şeys denilen Hz. Hibetullah'tı. Hz. İbrahim'in vasisi, Hz İsmail'di. Hz. Yakub'un vasisi, Hz. Yusuf’tu. Hz. Musa'nın vasisi, Hz. Yusuf un torunlarından Hz. Yu'şa b. Nun b. Efrahim b. Yusuf’tu; Hz. İsa'nın vasisi, Hz. Şemun'du. Peygamberlerin sonuncusunun (s.a.a) vasisinin ismi Hz. Ali b. Ebu Talib ve ondan sonra onun on bir oğludur (a.s).»[1] 

1-    Hz. Âdem’in (a.s) Vasisi Hz. Şeys

 Yakubî, şöyle yazar: "Âdem’in ölüm vakti gelince... Şeys'i kendine vasi tayin etti."

Taberî de yazar ki: "İbranice, Şeys denilen Hibetullah Âdem’in vasisiydi. Âdem ona vasiyet etti ve vasiyetnamesini yazdı.”

Mes'udî, şöyle yazar: "Âdem, Şeys'e vasiyet ettikten sonra, ölünceye kadar vasiyetini diğerle­rinden gizledi..." İbn Esir de yazar ki: "Şeys, Allah'ın bağışı anlamındadır. Şeys, Âdem’in (a.s) vasisiy­di; Âdem (a.s), ölüm vakti ulaşınca Şeys'i kendine vasi ve halife etti."

İbn Kesir de Hz. Âdem’in hayatı ve Şeys'e vasiyeti hakkında şöyle der: "Şeys, Allah'ın bağışı anlamına gelir. Âdem’in (a.s) ölüm vakti ulaşınca oğlu Şeys'i kendine vasi ve halife etti."

2- Hz. Musa'nın (a.s) Vasisi Yu'şa b. Nun
a) Tevrat'ta Yu'şa b. Nun:

Kamus-i Mukaddes kitabında, "Yu'şa" sözcüğünde Tevrat'tan naklen şöyle geçer: "Yu'şa b. Nun, Musa'yla birlikte Sina dağındaydı ve Harun'un döneminde buzağıya tapma işine bulaşmadı." Ve Sıfrı Aded'in yirmi yedinci Eshahı'nın sonunda, Allah tarafından Musa'nın vasiliğine atandığı geçer. (Bu ata­manın fotokopisi bu kitabın orijinalinde geçer; biz tercümesini naklediyoruz.) Musa Allah'la konuştu; Allah'ım, bütün insanlara ve topluluklarına, giriş ve çıkışlarında, her işlerinde ön ayak olacak bir kişiyi belirt, toplulukları çobansız bir sürü gibi olmasın. Allah, Musa'ya dedi ki, Yu'şa b. Nun böyle bir güce sahip bir gençtir, elini ona sür. Ve onu kâhin "Eliazar" ve bütün cemaatin (İsrail Oğulları'nın) karşısın­da ve gözleri önünde kendine vasi ilân et. Sonra, ona kendi heybet ve gücünden ver ki, bütün İsrailoğulları ona itaat etsin de "Eliazar"dan öne geçsin. Ve Allah'tan onun arzularının gerçekleşmesini iste ki, bütün İsrailoğulları onunla birlikte olsunlar ve onun emriyle her işi yapsınlar. Musa Allah'ın emrine uydu ve Yu'şa'yı alarak kâhin "Eliazar" ve bütün İsrailoğulları karşısında tuttu. Ve Allah'ın Musa'ya dediği gibi iki elini onun ellerine sürerek onu kendine vasi etti. (Tevrat, Kitab-ı Mukaddes, Beyrut, Amerikan Basımevi, M. 1907)

b) Kur'ân'da ve Diğer İslâm Kaynaklarında Yu'şa b. Nun:

İbranice olan Yu'şa ismi, Kur'ân'da Arapçalaştırılmış, En'am Suresi'nin 86. ayetinde ve Sâd Suresi'nin 48. ayetinde "Elyesa" olarak gelmiştir. Yakubî kendi Tarih'inde (c. 1, s. 46'da) şöyle yazar:

Musa'nın ölüm vakti ulaşınca Allah Azze ve Celle, ona, Yu'şa b. Nun'u Kubbe-i Rumman'ın içi­ne çağırmasını ve bereketinin Yu'şa b. Nun'un bedenine intikal etmesi, onu vasi tayin etmesi ve İsrail Oğulları'nın işlerini onun üzerine bırakması için elini onun bedenine sürmesini emretti.

Hz. Muhammed'in (s.a.a) Vasisiyle Hz. Musa'nın Vasisinin Benzerlikleri

Yu'şa b. Nun, Musa'yla (a.s) birlikte Sina dağındaydı ve asla buzağıya tapmadı. Allah Teâlâ, Musa'ya, Allah'a tapanların, çobanı olmayan sürü gibi olmaması için kendisinden sonra Yu'şa b. Nun'u kendisine vasi etmesini emretti. Hz. Ali (a.s) de Hira Dağı'nda Resûlullah'ın (s.a.a) beraberindeydi ve hiçbir zaman (Ebu Bekir, Ömer, Osman’ın aksine) hiçbir puta tapmamıştır. Allah Teâlâ da, Resulüne veda haccından dönüşte hacıların karşısında Ali'yi (a.s) kendisinden sonra vasisi ve ümmetin önderi tanıtmasını, İslâm ümmetini başsız bırakma­masını emretti. Resûlullah (s.a.a) da itaat ederek Gadir-i Hum'da, Ali'yi (a.s) kendisine vasi tayin etti. Gerçekten ne kadar da doğru buyurmuştur Resûlullah: "Yakında İsrailoğulları'nın başına gelen şey aynen benim ümmetimin de başına gelecektir..." (Yüz Elli Uydurma Sahabe, (Farsça') c.3, s.21-52)

   3- Hz. İsa'nın (a.s) Vasisi Şem'un

   a) İncil'de Şem'un: Kamus-i Kitab-ı Mukaddes'te, "Şem'un" sözcüğünde bu isimle on kişi sa­yılmıştır; bunlardan biri Şem'un Petros'tur. Bu isim Tevrat'ta "Sem'un" diye geçer. Matta İncili'nin, onuncu Eshah'ında şöyle geçer: Sonra -İsa- on iki öğrencisini çağırarak, kötü ruhları kendilerinden uzaklaştırmaları ve bütün hastalıkları iyileştirmeleri için onlara güç ve kötü ruhlarla karşılaşma kuvveti verdi. Onun on iki sefirinin isimleri şöyledir: Birincisi Petrus denilen Sem'an... Yuhanna İncili'nde, 21. Eshah'ta, (sayı: 15-18) Hz. İsa'nın Şemun'a, "Sürünün sorumlusu ol." şeklinde vasiyet ettiği geçer. Hz. İsa (a.s) burada demek istiyor ki: "Bana iman edenlerin sorumluluğunu üstlen."

Yine Kamus-i Kitab-ı Mukaddes'te, "İsa onu (Şem'un'u) kilisenin önderi etti." diye geçer.

b) İslâm Kaynaklarında Şem'un:

Yakubî kendi Tarih'inde Şem'un'u "Sem'anu's-Sefa" diye anmıştır. Mes'udî de der ki: "Yunanca Şem'un ve Arapça Sem'an olan Petrus Roma'da öldürüldü." (Tarih-i Mes'udî, c.l, s.343) Mu'cemu'l-Buldan'da şöyle geçer: "Sem'an'ın manastırı" Dımeşk yakınlarındadır. Bu manastıra mensup olan Sem'­an Hıristiyanların ileri gelenlerinden biriydi; onun Şem'un-i Sefa olduğu söylenmektedir."

RESÛLULLAH'IN (S.A.A) HADİSLERİNDE VASİ

Resûlullah Ali hakkında: «Bu; sizin aranızda benim kardeşim, vasim ve halifemdir. Ona itaat edin.» buyurdu... Allah da buyurmuştur ki: "Peygamber size ne verirse artık onu alın." (Haşr,7)

Taberânî, Selman-i Farisî'den şöyle nakleder: «Resûlullah'a, "Her peygamberin bir vasisi vardı; peki, sizin vasiniz kimdir?" diye sordum. O hazret bana cevap vermedi.

Bir müddet geçtikten sonra beni görünce "Selman!" buyurdu. Ben aceleyle huzuruna giderek "Efendim." dedim. Resûlullah, "Musa'nın vasisinin kim olduğunu biliyor musun?" buyurdu. Ben, "Evet Yu'şa b. Nun'du." dedim. Buyurdu: "Neden?" Ben, "Çünkü o günün insanlarının en bilginiydi o" dedim. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu: "Vazifemi üstlenen ve borcumu ödeyen Ali b. Ebu Talib de aynı şekilde benim vasim, sırlarımın mahzeni ve en iyi hatıramdır.»[2]

Ebu Eyyub el-Ensari, Resûlullah'ın (s.a.a), kızı Fâtıma'ya (s.a) şöyle buyurduğunu nakleder:

«Allah Teâlâ’nın, yeryüzündekilere bakıp onların arasından babanı seçerek peygamberliğe seç­tiğini, bir kez daha bakarak kocanı seçtiğini ve vahiy meleğine, seni ona nikâhlamamı ve yine onu ken­dime vasi etmemi buyurduğunu bilmez misin?»[3]

Ebu Said el-Hudrî de Resûlullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakleder: «Benim vasim, sırlarımın mahzeni ve en iyi hatıram, vazifemi üzerine alan ve borcumu ödeyen Ali b. Ebu Talib'dir.»[4]

Bureyde Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu nakleder: «Her peygamberin bir vasisi ve mirasçısı vardır; benim de vasim ve mirasçım Ali'dir.»[5] 

Beyhakî'nin el-Mesavî ve'l-Mehasin kitabında bir rivayet özetle şöyledir: «Cebrail, Allah tara­fından, Resûlullah'a, amcası oğlu ve vasisi Ali b. Ebu Talib'e vermesi için bir hediye getirdi.»[6]

GEÇMİŞ ÜMMETLERİN KİTAPLARINDA VASİYET

Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) ordusu Sıffın'a doğru hareket ederken bir çölde, kötü bir şekilde susuzlukla karşılaştı. İmam Ali ordusunu bir kayaya doğru yönlendirerek o kayayı yerinden oynatmala­rını emretti, kendisi de onlara yardım ederek o kayayı kenara ittiler. O kayanın altından bir su kaynağı çıktı. Bütün askerler o sudan içerek susuzluklarını giderdiler. O civarda bir kilise vardı. Kilisenin rahibi bu olayı duyunca dedi ki: Bu kilise yalnız bu kaynağın buradan çıkması için yapılmıştır. Ve bize bu kaynağı, peygamber veya peygamberin vasisinden başka hiç kimsenin çıkaramayacağı bildirilmiştir.[7]

Bunu Teyit Eden Bir Rivayet Daha

Nasr b. Müzahim'in Vak'atu Sıffın kitabında ve Tarih-i İbn Asâkir'de şöyle geçer:

Emirü'l-Müminin Ali (a.s) Fırat kıyısında Rıkka'da, Belih adlı bölgede (Belih, Rıkka'da kay­nak suların birikmesiyle meydana gelen bir nehrin ismidir, bk. Mu'cemu'l-Buldan.) konaklayınca, o bölge sakinlerinden olan bir rahip manastırdan çıkıp İmam'm (a.s) yanına giderek dedi ki:

"Elimizde babalarımızdan bize miras olarak ulaşan, Hz. İsa'nın ashabından birinin hattıyla yazıl­mış olan bir yazı var, onu size okumamı ister misiniz?" İmam (a.s) "Evet." deyince rahip şöyle okudu:

Bismillahirrahmamrrahim

Allah'ın takdir ettiği şey gerçekleşecek. Allah okuma yazma bilmeyenler arasından ve onların kendilerinden, ümmetine kitap ve hikmeti öğretmesi ve Allah'ın yoluna yöneltmesi için bir peygamber gönderecektir... Bu Peygamber'in ümmetinden Fırat'ın bu kıyısında, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir kişi inecektir... O salih kulun zamanını görenler de onun yardımına koşmalıdırlar, çünkü Onunla öldürülmek şehadettir. Daha sonra rahip: "Sana ulaşan bana da ulaşıncaya dek ben senden ay­rılmam." dedi. Bunun üzerine Ali (a.s) ağlayarak şöyle buyurdu: "Beni gözden düşürmeyen ve ismimi iyilerin kitaplarında getiren Allah'a şükürler olsun." Bu rahip... Sıffin Savaşı'nda şahadet şerbetini içinceye kadar Hz. Ali'den ayrılmadı. Savaş bitince askerler şehitlerini gömerlerken Ali (a.s), o rahibin ce­sedini bulmalarını emretti. Onun cesedini bulduklarında Ali (a.s) şahsen ona namaz kılarak toprağa ver­dikten sonra mezarının üzerinde, "Bu, bizim ailemizdendir." buyurdu ve defalarca onun için Allah'tan bağışlanma diledi.[8] 

   SAHABE VE TABİÎNİN SÖZLERİNDE VASİYET

   1- Ebuzer Gıfârî'nin Sözlerinde Vasiyet:

   Yakubi kendi tarihinde şöyle kaydeder: Ebuzer, Osman'ın hilâfeti döneminde Resûlullah'ın mescidinin önünde şöyle dedi: «Muhammed, Âdem’in ilminin ve diğer peygamberleri seçkin eden şe­yin mirasçısıydı. Ali b. Ebu Talib de, Muhammed'in vasisi ve ilminin mirasçısıdır...»

   2-Malik Eşter'in Sözlerinde Vasiyet:

   Malik Ester (r.a), Emirü'l-Müminin Ali'ye (a.s) biat edince şöyle dedi:

   «Ey insanlar! Bu adam vasilerin vasisi ve peygamberlerin ilminin mirasçısıdır. Öyle birisidir ki, Allah yolunda musibet ve ıstırapları canıyla satın almış ve imtihandan çok iyi çıkmıştır. Öyle bir kişi­dir ki, Kur'ân onun imanına tanıklık etmiş ve Resûlullah (s.a.a) cennetle müjdelemiştir. Kemal ve üs­tünlükler onda zirveye ulaşmış, onun İslâm'ı kabulde önceliğinde, ilim ve faziletinde geçmişler ve gele­cekler şüphe etmemiş ve etmeyeceklerdir.[9] 

   3- Amr b. Hamık el-Huzaî'nin Sözlerinde Vasiyet:

Amr b. Hamık el-Huzaî şöyle dedi:

"Ya Emirü'l-Müminin! Seninle aramızda olan akrabalık yüzünden, bana bir servet bağışlaman için veya beni yüceltecek bir makama ulaştırmanı umarak seni sevip sana biat etmiş değilim. Ben -şu-beş özellikten dolayı seni sevmekteyim: Sen Resûlullah'ın (s.a.a) amcası oğlusun, onun vasisisin, Resûlullah'tan (s.a.a) bizlere hatıra kalan evlâtların babasısın, İslâm'ı ilk kabul eden kişisin ve Allah yolunda cihadda muhacirler arasında herkesten çok payın var.[10] 

4- Muhammed b. Ebu Bekir'in Mektubunda Vasiyet:

Muhammed b. Ebu Bekir bir mektubunda Muaviye'ye şöyle yazdı:

"Bismillahirrahmanirrahim.

Ebu Bekir oğlu Muhammed'den Sahr oğlu azgına. Allah'a itaat edenlere selâm olsun, Allah'ın velayet ve imametine sahip olanlar karşısında teslim olanlara selâm olsun. Ama sonra; Allah Teâlâ... Muhammed'i seçti ve peygamberliği ona özgü kıldı. Vahyini alsın ve risaletinin emini olsun diye onu seçti. Onu kendine peygamber etti ve o da kendisinden önceki ilâhî kitapları doğruladı ve onu hüküm ve kuralları için kılavuz kıldı. O, hikmet ve güzel öğütle insanları Allah yoluna davet etti. Tamamen ha­lis olarak ve tam bir alçak gönüllülükle davetini kabul edip onu doğrulayan, onunla birlikte olup iman eden ve emirlerine teslim olan ilk kişi kardeşi ve amcası oğlu Ali b. Ebu Talib'di (a.s). O, gizli ve açık işlerde Resûlullah'ı (s.a.a) doğruladı ve onu bütün değerli işlere seçti ve bütün zararlardan savundu ve onu bütün korkunç olaylardan kendi canıyla korudu. Düşmanlarıyla savaştı, dostlarıyla barış içerisinde oldu, ilk başından beri zor ve sıkıntılı durumlarda ve korkunç yerlerde ihlâsla ve fedakârlıkla dayandı. Nihayet her öne geçenden öne geçti. Öyle ki savaşta onun gibisi bulunmaz, hareket ve davranışta onun benzeri yoktu. Şimdi görüyorum ki, sen kendini onunla bir saymışsın; oysa sen, sensin ve o da odur. O her iyiliğe ilk koşan, Müslüman olanların ilki ve insanların arasında niyeti en temiz olanıdır. Öyle bir kişidir ki evlâtları, insanların evlâtlarının en temizi, eşi, kadınların en üstünü ve amca oğulları arasından dünyanın en üstün amcaoğludur. Fakat sen ve baban bütün hilelerinizle daima Allah'ın dini karşısında azgınlık yapıp Allah'ın nurunu söndürmeye çalışmaktaydınız. Bu düşünceyle diğerlerini etrafınıza çağı­rır, bu yolda mal verir ve ona karşı diğer kabilelerle ahitleşirdiniz. Yine bu düşünceyle baban öldü, onun yolunu sürdürmek için yerine sen geçtin. Bunun en bariz delili, Ahzab'dan kalanlar, münafıkların başları ve Resûlullah'a kin besleyenlerin senin etrafında toplanmış ve sana sığınmış olmalarıdır. Ama Ali'nin şahsiyetinin deliline gelince; sahip olduğu apaçık fazileti, üstünlüğü ve İslâm'ı herkesten önce kabul etmiş olması dışında, onun ashabı da Kur'ân'da fazilet ve makamlarına değinilen, Allah Tealâ'nın kendilerini övdüğü Muhacir ve Ensar'dır. Böyle tanınmış çehreler onunla birliktedirler. Onun etrafında öyle savaşçılar toplanmışlardır ki kılıçlarını yıldırım gibi düşmanın tepesine indirir, onun yolunda can­larım verir ve kanlarını dökmekten çekinmezler. Çünkü fazilet ve şerefi onu izlemekte, zillet ve bed­bahtlığı onun emrine itaatsizlikte görürler. Vay hâline senin! Nasıl olur da sen kendini Ali'yle bir tutar­sın?! O, Resûlullah'ın mirasçısı, vasisi, onun evlâtlarının babası, onu izleyen ilk kişi, onun -hayatının sonuna kadar- yanında olan, buyruklarını duyan, sırlarını göğsünde gizleyen, işlerinde onunla ortakla-şan en son kişidir." (Bu sözleri Hz. Ali’nin yetiştirdiği Ebu Bekir’in oğlu diyor!!!) 

Muaviye, Muhammed b. Ebu Bekir'e cevap olarak şöyle yazdı:

"Ebu Süfyan oğlu Muaviye'den babasına zulmeden Muhammed b. Ebu Bekir'e. Selâm Allah'a itaat edenlerin üzerine olsun. Ama sonra; mektubun elime ulaştı; mektubun Allah'ın azamet ve kudre­tinden, Resûlullah'ın özelliklerinden bahseden ve aklının kısalığını, babana karşı küstahlık ve eleştirini gösteren şahsen uydurup eklediğin diğer konuları içermektedir. Ebu Talib oğlunun hakkından bahset­miş, onun geçmişine, Resûlullah'a yakınlığına değinmiş ve ona yardım etmesinden söz etmişsin, yine onun sıkıntı, zorluk ve korku anlarında canı ve malıyla Peygamber'e yardımda bulunduğunu kaydetmiş­sin. Sonunda da kendi fazilet ve üstünlüğün hakkında değil, başkasının fazilet ve üstünlüğüne delil ge­tirmişsin. O hâlde fazilet ve üstünlüğü senden alarak başkasına veren Allah'a şükrediyorum. Peygambe­rimiz hayattayken babanla yan yanaydık, Ebu Talib oğlunun hakkını kendimiz için bilirdik, onun fazilet ve üstünlüğü her ikimize de açıktı. Fakat Allah Teâlâ kendi yanında Peygamber'i için olanı ona verip, ona vaat ettiği her şeyi yerine getirince ve davetini açığa vurup, hüccetini muvaffak edince onu kendine çağırdı. Babanla (Ebu Bekir) Faruk (Ömer), zorla ve çirkin bir şekilde onu (Ali'yi) hakkından mahrum eden ve onunla muhalefete kalkışan ilk kişilerdi! Çok önceden bu işi yapmayı kararlaştırmış, onun ön hazırlıklarını yapmışlardı. Sonra babanla Ömer ondan kendilerine biat ve yardım etmesini istediler. Fa­kat Ebu Talib oğlu onlardan uzak durdu, onlara biat ve yardım etmekten sakındı. O ikisi de ona ruhî ıs­tırap ve kederi tattırdılar ve onu öldürmeye kalkıştılar; nihayet o da teslim olup onlara biat etti. Fakat buna rağmen o ikisi ecelleri gelip ölünceye kadar onu işlerine karıştırmadılar, sırlarını ondan gizlediler. Daha sonra sıra onların üçüncüsü Osman b. Affan'a geldi; o da onlar gibi hareket etti..."

Muaviye'nin mektubundan özellikle, Muhammed b. Ebu Bekir'in mektubundakileri açıkça itiraf edip doğruluğunu onayladığı bölümü iktibas ettik. Bu iki mektubun metninin tamamı, Nasr b. Müzahim'in Vak'atu Siffin'inde ve Mes'udî'nin Murucu'z-Zeheb'inde kaydedilmiştir. Fakat Taberî'yle İbn Esir h.36 yılında vuku bulan olaylarda bu iki mektuba değinmelerine rağmen kitaplarında kaydetmemişlerdir. (Sakın Sünni taassupları tutmuş olmasın!!)

Kaydetmemesinin sebebi, "onun doğruluğunda şüphe etmesi değil, avam halkının ondan haberi olmasını doğru bulmamasıdır." Taberî kendi senediyle Yezid b. Zebyan'dan şöyle yazar: «Muhammed b. Ebu Bekir, Mısır valiliğine atandığında Muaviye'ye bir mektup yazdı, Muaviye de onun mektubuna cevap verdi. Fakat ben bu mektuptakileri avam halkın duymasından hoşlanmıyorum; çünkü avam halk bunu duymaya güç yetiremez!!» İbn Esîr de büyük tarih kitabında Taberî'nin bahanesini öne sürerek şöyle demiştir: "Avam halkın tahammül edememesinden korkarak bunların zikrinden sakındım."[11]

   5-Amr b. As'ın Mektubunda Vasiyet:

   Amr b. As'ın, Muaviye'ye yazmış olduğu mektupta şöyle geçer: "...Ama bizden yapmamızı iste­diğin... bâtıl üzere olmana rağmen sana yardım edip Resûlullah'ın kardeşi, vasisi, mirasçısı, borcunu ödeyen, vaadini yerine getiren... Ali'ye kılıç çekmemi istediğin..."[12] (Bu sözler Hz. Ali’nin düşmanlarından birinin ağzından çıkmaktadır.)

6- İmam Ali'nin (a.s) Sözlerinde Vasiyet ve İstidlali:

«Ben, Resûlullah'ın (s.a.a) kardeşi ve vasisiyim...» (el-Menakıb, Harezmî, s.143) Mısır halkına yazdığı mektuptan: «Bilin ki, hidayet imamıyla, sapıklık önderi ve Peygamberin vasisiyle Peygamber'in düşmanı eşit değildir.»[13] 

Yakubî de kendi Tarih'inde Haricîlerin İmam Ali'ye (a.s) karşı getirdikleri delillerini şöyle kay­deder: "O (Ali) vasiyete özen göstermedi ve onu zayi etti."

İmam Ali (a.s) onlara vermiş olduğu cevabın bir bölümünde şöyle buyurur: «Benim Resûlullah'ın vasisi olduğum hâlde onu zayi ettiğimi söylüyorsunuz; bunun cevabı şu­dur, Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Ona bir yol bulup güç yetirenlerin Ev'i (Kâbe’yi) haccetmesi Allah­'ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim de küfre saparsa, kuşkusuz, Allah âlemlere karşı muhtaç olmayandır." (Âl-i İmrân, 97) Buna göre, sizce, Kabe'yi haccetmeyen kimse mi Allah'ın evine küf­retmiş olur, yoksa onu ziyaret etme gücüne sahip olduğu hâlde ziyaret etmeyen mi?! O hâlde beni bıra­karak kâfir olanlar sizlersiniz, ben değil; çünkü sizler beni terk ettiniz.»[14]  

7- İmam Ali'nin (a.s) Hutbelerinde Vasiyet:

«Ey insanlar! Ben size önceki peygamberlerin ümmetlerine verdikleri öğütleri verdim ve pey­gamberlerin vasilerinin onlardan sonraki vazifelerine göre davrandım.»[15] 

 88. hutbede şöyle buyurur: «Dinlerinin delillerindeki o kadar ihtilâflara rağmen bu grubun hata­larına nasıl şaşırmayayım; onlar ne Peygamber'i izlerler ve ne de onun vasisinin davranışına uyarlar.»

Diğer bir hutbede şöyle buyurur: «Bu ümmetin fertlerinin hiçbiri Âl-i Muhammed'le mukayese edilemez. Onların bağışlama nimetine ulaşan kimse, onlarla asla eşit olamaz. Onlar dinin asıl temelleri­dirler... Onlar hak olarak imamet ve velayet özelliklerine, mirasçılık ve vasilik makamına sahiptirler.»

 Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: «Ben Allah'ın kulu ve Peygamber'inin kardeşiyim; benden önce veya sonra böyle bir iddiada bulunan kimse yalan konuşmuş olur. Ben rahmet peygamberinden miras aldım, bu ümmetin hanımlarının efendisiyle evlendim, vasilerin en sonuncusuyum ben.»[16] 

8- İmam Hasan'ın (a.s) Hutbesinde Vasiyet:

«Ben Ali oğlu Hasan'ım, ben Resûlullah'ın oğluyum, Resûlullah'ın vasisinin oğluyum.»[17]

9- Şiilerin İmam Hasan'ın (a.s) Şehadetinden Dolayı İmam Hüseyin'e (a.s) Yazmış Olduk­ları Başsağlığı Mektubunda Vasiyet:

İmam Hasan (a.s) şehit edildiği haberi Kûfe'de Şiîlere ulaşınca, İmam Hüseyin'e (a.s) hitaben bir mektup yazıp kardeşinin şahadetinden dolayı ona taziyelerini arz ettiler: Bu mektup şöyledir:

Bismillahirrahmanirrahim

Kendi takipçileri ve babası Emirü'l-Müminin'in takipçileri tarafından, Hüseyin b. Ali'ye. Selâm olsun sana. Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a hamd ediyoruz. Ama sonra. Hasan b. Ali'nin... şehadet haberi bize ulaştı... Resûlullah'ın vasisinin ve kızının oğlunun şehadet haberi genel olarak bu üm­mete, özellikle sizin şahsınıza ve Şiîlerinize çok ağır geldi.[18] 

İmam Hasan'ın (a.s) şahadet haberi Şam'da Muaviye'ye ulaşınca, İbn Abbas ona dedi ki:

Bizim musibete uğramamız yeni bir şey değildir. Biz bundan önce peygamberlerin efendisi, muttakilerin önderi ve âlemlerin Rabbinin gönderdiği Resûl'e ve ondan sonra da peygamberlerin vasile­rinin efendisine matemliydik; Allah Teâlâ bu musibeti telâfi etsin.[19] 

10- İmam Hüseyin'in (a.s) Hutbesinde Vasiyet:

İmam Hüseyin (a.s) Aşura günü Yezid'in ordusu karşısında kendi hakkını şöyle ispata çalıştı: «... Benim soy ve akrabalığımı göz önünde bulundurun ve benim kim olduğuma bakın. Sonra kendinize gelerek, beni öldürüp hürmetimi çiğnemeniz caiz midir diye kendinizi kınayın. Acaba ben si­zin peygamberinizin kızının ve onun amcası oğlu olan vasisinin oğlu değil miyim? Ben, İslâm'a giren ilk kişinin oğluyum. O, Allah'a ilk iman eden, Peygamber'inin risaletini ve Allah tarafından Hz. Peygamber'e vahyedilenleri doğrulayan ilk kişiydi?[20] 

İmam Hüseyin'in (a.s) babası Emirü'l-Müminin'i (a.s) "vasi" diye nitelendirmesinin nedeni, bu sıfatın o dönemde halk arasında meşhur oluşudur; tıpkı dedesinin "peygamber" diye meşhur oluşu gibi. (sonraki dönemlerde başkaları saray mollaları tarafından yüceltilmiş ve bu yaygın meşhur tabir unutturulmuştur!)

11- Seffah'ın amcası Abbasî Halifesi Abdullah'ın İstidlalinde Vasiyet:

Abbasîler ilk başta halkı Âl-i Muhammed (Al-i Muhammed, yani Hz. Muhammed’in aile ve Ehlibeyti demektedir) adına Emevîlere karşı kıyama davet ediyor, Ebu Müs­lim Horasani'yi "Âl-i Muhammed'in Emiri"[21] diye adlandırıyorlardı ve muhaliflerine karşı, hükümet ve önderliğin Âl-i Muhammed'in hakkı olduğuna dair, Resûlullah'tan rivayet edilen hadis ve naslarla istidlal ediyorlardı. Fakat galip gelip hükümeti ele geçirince Âl-i Muhammed'e sırt çevirdiler.

Buna rağmen, Abbas Oğulları'ndan "vasiyet" meselesine istidlal edenlerden biri, ilk Abbasî ha­lifesi Seffah'ın amcasıdır. Bu hususta Zehebî'nin Ebu Amr-ı Evzaî'den naklettiği özetle şöyledir:

"Evzaî der ki: Seffah'ın amcası Abdullah b. Ali Şam'a girip Ümeyye Oğulları'nı öldürünce biri­ni bana gönderdi. Ben onun yanma gittiğimde dedi ki: "Yazıklar olsun sana! Bizim hükümetimiz meşru değil midir?" Ben, "Nasıl?" dedim. Bunun üzerine, "Resûlullah Ali'yi kendine vasi etmedi mi?" dedi.

Ben, "Eğer Hz. Peygamber, onu vasi ettiyse hakemler de neyin nesi oluyordu, neyi halletmek istiyorlardı?" dedim. Ben bu cevabı verince Abdullah sustu, öfkesi yüzünden belli oluyordu. Ben öldü­rüleceğime emin olup her an başımın önüme yuvarlanacağını bekliyordum. Ama o eliyle beni dışarı çı­karmalarını işaret etti. Bunun üzerine dışarı çıktım...

   12- Muhammed b. Abdullah b. İmam Hasan'ın Vasiyet Konusunda Mansur'a İstidlali:
"Muhammed b. Abdullah b. Hasan b. Ali b. Ebu Talib'in, Abbasî halifesi Ebu Cafer Mansur'a karşı kıyam edip Medine halkı kendisine biat edince Mansur'a cevaben yazmış olduğu mektubunun bir bölümünde şöyle diyor: "Babamız Ali, hem imamdı, hem de Peygamber'in vasisiydi. O hâlde, onun ev­lâtları hayattayken sen nasıl oldu da onların kesin hakkı olan imamet ve velayeti miras aldın?!" Mansur, her ne kadar bir mektup yazarak Muhammed'e cevap verdiyse de, bu delil karşısında sessiz kalıp bir şey yazmadı. Mansur'un, bu sessizliği, onun bu iddianın doğruluğunu itiraf ettiğini gösterir.[22] 

13- Harun'un Ehl-i Beyt'in Vasiliğini İtirafı:

Ahbaru't-Tival'da Esmeî'den rivayet edilenler (Esmeî (d.h.216), lügatçi ve nahivciydi; onun on iki bin recez ezberlediği söylenmektedir. el-Kuna ve'l-Elkab, Kummî.) özetle şöyledir:

Esmeî der ki: Harun Reşid'in yanına gittim. Oğullarının birini sağ tarafına, diğerini ise sol tara­fına oturttu ve bana onlara bazı sorular sormamı emretti. Ben onlara edep kurallarını sordum. İkisi de iyi cevap verdiler. Harun bana, "Bu ikisinin edebini nasıl buldun?" Dedim ki: "Ya Emirü'l-Müminin! Ben şimdiye kadar zekâ, akıl, anlayış ve edepte bunlar gibisini görmedim." Benim bu sözümden dolayı Harun gözlerinden yaşlar döküldüğü hâlde oğullarını bağrına bastı. Sonra onlara gitmesini söyledi. Ba­na dedi ki: "Onların arasında, insanların çoğu bu iki kardeşin ölümlerini arzulayacak şekilde bir düş­manlık çıkar da bunlar birbirlerine kin ve nefret besleyip birbirlerine karşı savaşırlarsa sen ne yaparsın?"

Ben, "Ya Emirü'l-Müminin! Bu, onlar doğarken müneccimlerin uydurduğu bir şey midir, yoksa ulemanın onlar hakkındaki zanları mıdır?!" dedim. Harun, "Hayır." dedi, "Bu, ulemanın vasilerden ve onların da peygamberlerden bu iki kardeş hakkında naklettikleri bir gerçektir..."

Abbasî halifesi Me'mun'un kendi hilâfeti döneminde şöyle dediğini kaydederler: "Babam Reşid, benimle kardeşim Emin arasında vuku bulan bütün olayları, daha önce Musa b. Cafer (a.s)'dan duymuş­tu; işte bu yüzden böyle söylüyordu."[23] 

İmam Ali'nin (a.s) "Resûlullah'ın Vasisi" Lakabıyla Meşhur Oluşu ve Bu Lakabın Saha­belerle Tabiînin Şiirlerinde ve Lügat Kitaplarında Yayılışı

İslâm'ın İlk Döneminde Hz. Ali (a.s) İslâm'ın ilk döneminde "Vasi" lakabıyla meşhurdu; hatta lügat kitaplarında da böyle kaydedilmiştir. Tacu'l-Arus, kitabında, "el-Vasiy" sözcüğünde şöyle geçer: "el-Ganiy vezninde olan el-Vasiy Ali'nin (r.a) lakabıdır."

Lisanu'l-Arap kitabında ise şöyle geçer: "Ali'ye, 'vasi' diyorlardı."

Yine Resûlullah'ın şairi Hassan b. Sabit Ensarî gibi şairlerin şiirlerinde de geçmiştir.

Allah Teâlâ bizden yana hayırlı mükâfat versin Ebu'l-Hasan'a; / Herkesin mükâfatı O'nun elin­dedir; kim denk olabilir Ebu'l-Hasan'a? Sen aramızda Resûlullah'ın bekçisiydin; o da velayetini verdi sana; / Kim senden daha lâyık olabilir, kim bu makama? Sen onun ortağıydın hidayette, irşatta / Vasisi ve Kur'ân'la sünneti herkesten daha iyi bilen değil miydin?[24]

Kureyş şairlerinden birinin, Abdullah b. Abbas'ı öven bir şiiri. Şair bu şiirinin bir yerinde şöyle der: Vallahi bütün insanlar arasında vasi olan Ali'den sonra Hiç kimse İbn Abbas gibi güzel konuşmamıştır.[25] 

Velid b. Ukbe b. Ebu Muayt, Osman'ın mateminde okuduğu şiirin de şöyle der: "Bilin ki, o üçünden sonra insanların en üstünü, / Mısır'dan gelen "Tucibi"yi (İbn Udeys'ten kinayedir) öldürendir."

Fazl b. Abbas ise ona şöyle cevap vermiştir: "Bilin ki Allah Teâlâ yanında Muhammed'den sonra, / İnsanların en üstünü seçkin peygamberin vasisidir. Peygamber'in kardeşi, ilk namaz kılan; / Bedir'de küfür ve sapıklığın ileri gelenlerini öldüren kişidir."[26] 

Yine Ensardan olan şair Nu'man b. Aclan Zerkî el-Ensarî, [27] Resûlullah'ın (s.a.a) irtihâlinden sonra okuduğu bir kasidesinde şöyle der: "Biz Ali'nin taraftarı­yız, sen bilmesen de / Ey Amr! Bu sevgiye lâyıktır o; / Allah'ın seçkin peygamberinin vasisi, amcası oğludur o. / O küfür ve sapıklık azgınlarını öldürendir." Nu'man bu kasideyi, Sakife olayında Ensar'a öfkelenerek, onları kınayan ve onları öfkelendiren Amr b. As'a cevap olarak okumuş.

İbn Ebi'l-Hadid der ki: Asr-ı Saadet'te okunan ve İmam Ali'nin, Resûlullah'ın vasisi olduğunu dile getiren şiirlerden biri de Hars b. Abdulmuttalib torunu Abdullah b. Ebu Süfyan'ın şu şiiridir:

   Hayber Savaşı'nın ünlü kahramanı Ali bizdendir. / Yine Bedir Savaşı'nda, her taraftan orduların kükrediği gün. / Peygamber'in vasisi ve amcası oğludur bizdendir, / Bu özellikte kim ona denk olabilir?

Abdurrahman b. Cuayl ise şöyle der şiirinde:

Canıma andolsun, öyle birine biat ettiniz ki o / Koruyucusudur dinin, temizlik ve zaferiyle meş­hurdur. / Ali, Resûlullah'ın vasisi, amcası oğlu ve ilk namaz kılandır, / Peygamber'in kardeşi, yardımcı­sı ve takvalı bir kişidir.[28] 

Cemel Savaşı Şiirlerinde "Vasi"

Bedir Savaşı'na katılmış Ebu Heysem b. Teyyihan, Cemel Savaşı'nda şu şiirleri okuyordu:

Talha'yla Zübeyir'e de ki, biz / Ensar arasında meşhur olanlarız / Kureyş Bedir Savaşı'nda gör­müştür. / Kuyu savaşında bizim yeteneğimizi / Peygamberlerin şiarları bizim ismimizdi / Biz koruyucu­larıydık onun, / Canımızı ve gözümüzü feda ediyorduk ona. / Peygamber'in vasisi, bizim imamımızdır; velimizdir. / Şimdi gerçekler ortaya çıktı ve sırlar perde arkasından zahir oldu![29]

Ömer b. Harise el-Ensarî'nin, Cemel Savaşı'nda, Ali (a.s)'ın oğlu Muhammed b. Hanefıye hak­kında okuduğu şiir: O, Resûlullah'la adaştır, onun vasisine benzer. Sancağı kan rengindedir onun.

Ezd Kabilesi'nden bir adam o savaşta şöyle bir şiir okudu:

Bilin ki bu Ali'dir, Peygamber'in vasisidir o / Muhacirle Ensarı kardeş ettiği gün onu kendine kardeş etti de dedi ki: Benden sonra vasidir o; / Bahtiyarlar kabul ettiler ve bedbahtlar ise unuttular onu.

Yine o savaşta Benî Zabbe kabilesinden bir genç elde bayrak Aişe'nin ordusundan çıkarak İmam Ali'ye şöyle hitap etti: "Biz, Zabbe Oğulları, Ali'nin düşmanlarındanız; / O ki öteden beri "Resû­lullah'ın vasisi" diye meşhurdur! / Resûlullah dönemi kahramanının düşmanıyız biz; / Bu kadar fazilet ve üstünlüğe karşı kör değilim ben; / Fakat Affan'ın sakınan oğluna matemliyim ben; Karşınızdaki bu genç, efendisinin intikamını almaya kalkışan onun sevgilisidir.[30] 

Cemel Savaşı'nda İmam Ali'nin safında savaşan Said b. Kays Hemdanî şu şiiri okumuştur:

"Resûlullah'ın vasisine haber ver Kahtan'ın geldiğini, / Öyle bir kabiledir ki bu kabilenin Hemdan boyu bile tek başına sana yeter.

Bedir ashabından Hazimet b. Sabit Zu'ş-Şehadeteyn Cemel Savaşı'nda İmam Ali'nin safında:

Ey Peygamber'in vasisi! Savaş düşmanı yok etti. Tahtırevana binenler yıkıldılar yere, işlerin iyi gitti / Şam tarafından da teslimiyet ve yenilgi alameti göründü. / Gördükleri yeter onlara. Bizim olduğu­muz gibi kalmamız, / onların da oldukları gibi kalmaları yeter sana.

Huzeyme o savaşta Ümmü'l-Müminin Aişe'ye hitaben şiirinde şöyle dedi:

O, ailesi arasında Resûlullah'ın vasisidir / Ve sen de buna tanıktın elbet.

Yine o savaşta Abdullah b. Zübeyir'in konuşmasının peşinden Hasan b. Ali (a. s) de bir konuş­ma yaptı. Bunun üzerine Amr b. Uheyha İmam Hasan'ı şöyle övdü:

Ey babası Ali'ye benzeyen hayırlı Hasan! / Perdeleri kenara iterek gerçekleri ortaya koydun / Sen şaşkın şaşkın her kapıya başvuran / Zübeyir oğlu gibi saçmalayan, / bağırıp gürültü çıkaran bir kişi değilsin. / Allah da onun, soylu kişinin ve / vasisinin oğlunun yerinde durmasını caiz görmez. / Pey­gamberle vasisi arasında yer alan / senin gibi bir şahıs meçhul değildir.

   İbn Ebi'l-Hadid burada çok az bir bölümünü kaydettiğimiz bu gibi şiirleri naklettikten sonra şöyle der: Bu beyitleri Ebu Mihnef b. Yahya, Vak'ai Cemel adlı eserinde kaydetmiştir. Ebu Mihnef, se­çim yoluyla imamın başa geçirilmesini doğru gören hadisçilerdendir. O, Şiî değildir, Şiî ricallerinden sayılmaz. Sıffın Savaşı'nda Emirü'l-Müminin Ali'yi "vasi" diye lakaplandıran şiirleri, hadis ricallerin­den Yesar Mankerî'nin torunu Nasr b. Müzahim'in Sıffın adlı kitabından kaydetmiştir.

Sıffin Savaşı'ndaki Şiirlerde ve Destanlarda "Vasi"

Emirü'l-Müminin Ali'nin mektubu Osman tarafından İran şehirlerine vali olarak atanmış olan Cerir b. Abdullah Becelî ve E'şas b. Kays Kindî'ye ulaşınca Cerir şiirler yazarak ona cevap vermiştir:

Ali'nin mektubu bize ulaştı; ... / Sınırlarda onun kumandanlarıyız bizler. / Savaş anında ölüm kadehiyle ölüm zehrini / Düşmana tattırır da şifa veririz kalplere. / Peygamberimizin dinine güvenerek ilerleriz. / Öyle bir peygamber ki Allah'ın eminidir, / Adalet timsali ve insanların dayanağıdır o. / O Al­lah'ın Peygamber'idir ve ondan sonra / İşleri ele geçiren bizim halifemizdir. / Maksadım Peygamber'in vasisi Ali'dir. / Hangi milletten olursa olsun ona muhalif azgınlarla savaşırız.[31] 

Eş'as'ın dilinden İmam Ali'ye (a. s) cevaben şu beyitler rivayet olmuştur: "Ali'nin gönderdiği el­çi ulaştı, / Peygamberin, İslâm'ı ilk kabul eden vasisinin elçisi. / Öyle bir vasinin elçisi ki, Allah ve Re­sulü emin peygamberimiz / Mustafa yolunda ihlâs gösterdi, / Allah yolunda savaştı, yıkılıp düşmedi, kâfirler ve azgınlarla savaştı / Zalimlerin başına inen ölüm kılıcıdır o.[32] 

Muaviye, Amr b. As'ı, Ali'yle (a.s) savaşta kendisine yardım etmesi ümidiyle Mısır valiliğine atayınca Emirü'l-Müminin Ali (a.s) bir şiir okudu. Bu şiirinde şöyle geçer:

Hayret, kötü bir şey duydum. / Allah'a yalan isnat etmek saçı ağartır; / Kulağı sağır, gözü kör eder. / Resulün haberi olursa sevinmez buna: / Resûlullah'ın (s.a.a) vasisini, onun azarladığı / O gözü eğri soysuz melunla eşit bilmişler.[33] 

Sıffın Savaşı'nda, Eş'as'ı, kendi kabilesine komutanlıktan alıp onun yerine başka birini tayin et­me konusunda Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) ordusunda ihtilâf çıkınca şair Necaşî şöyle bir şiir okudu:

Biz Ali'nin bizim için hayırlı gördüğüne razıyız; / Onun seçimi hoş gelmese bile bize.

Çünkü Resûlullah'ın ailesi arasında o tek vasisidir, (Sıffin, Nasr b. Müzahim, s.137. Necaşî diye meşhur olan Kays b. Amr, cahiliye dönemiy­le İslâm'ı gören ve her iki dönemde de meşhur olan bir şairdir. Öl. h. 40. A'lam-u Zerkulî.)

   Sıffin Savaşı'nda okunan şiirlerden biri de Nazr b. Aclan Ensarî'nin şu şiiridir:

Andolsun, Sıffin'de arasında geçenlerden / Tamamen gafil ve habersizdim ben. / Çekilmemem gerekirdi benim savaştan. / Gerçekten itiraf etmeliyim ki kaynağı cahillikten. / Önderimiz "vasi" olduğu hâlde ihtilâf neden? / İhtilâfın bize zillet ve şaşkınlıktan başka bir sonucu yoktur. / Sapık ve azgın Muaviye'yi bırakıp uyun Vasi'ye / Hemen kılıç çekip savaşın Muaviye'yle." (Sıffin, s.365)

  Hucr b. Adiy de o savaşta şöyle bir şiir okumuştur:

Allah'ım! Bizim için Ali'yi koru. / Allah'ım! Peygamber'ini koruduğun gibi onu koru. / Çünkü Peygamberinin velisidir o / Emrinle, Peygamber'in onu kendinden sonra vasi seçti. (Sıffin, s.381)

Abdurrahman b. Zueyb Eslemî şiirinde şöyle der:

Harb oğlu Muaviye'ye de ki: / Neden doğru yola dönmüyorsun? / Bunu bil ki, dünyanın ömrün­den / Bir gün kalsa da sen hayatta olsan, / Büyük bir orduyla sana saldıracağız; / Öyle bir orduyla ki, onun komutasını / Elbetteki Vasi üzerine alacak / Seni azgınlıktan engellemek için. (Sıffin, s.382)

Muğiyre b. Haris b. Abdulmuttalib'in de bu savaşta okumuş olduğu şiirlerden bir bölümü:

Ey düşman için ölüm haberi getiren öncü! / Sabırlı ol ve Muaviye'nin hilesi sizi korkutmasın; / Hak apaçık bellidir. Savaşın sizinle savaşanlarla; / Zorlukta sabredenindir zafer. / İndirin kılıçlarınızı onların tepesine / Dileyin Allah'tan savaşta mükâfatını, zaferini. / İyi bilin ki, size muhalefet edenler / Bedbaht olur, hep kendisine zarar verirler. / Resûlullah'ın vasisi önderdir karşınızda, / Onun Ehli Beyt'i, Allah'ın Kitabı var aranızda. (Sıffîn, s.385) Fazl b. Abbas da şiirinde şöyle der: "Ailesi arasında Pey­gamberin vasisi olan tek yiğit; / Savaşçı istediklerinde herkesten önce çıkan erdir."[34] Munzir b. Humeyse Vidaî der ki: Ey velayet ve vasilik makamının sahibi! / Allah için seni kendisine veli tanımayan bizden değildir. (Sıffin, s.436)

İbn Abbas'ın Mektubunda "Vasi"

İbn Abbas Sıffin Savaşı'nda Muaviye'nin mektubuna şöy­le bir cevap yazdı:

"Bismillahirrahmanirrahim

...Fakat bil ki, insanlar Resûlullah'ın kardeşi, amcası oğlu, vasisi ve veziri Ali'ye biat ettiler; o daha üstündür. Fakat hükümette senin hiç hakkın yoktur; çünkü sen, azat edilen köle ve azat edilen kölenin oğlu (Mekke'nin fethine işarettir), Ahzab'ın öncüsü, ciğer yiyen Hind'in oğlusun. Ve'sselâm."

Yine Mes'udî, Hucr b. Adiy'in öldürülmesinden bahsederken şöyle yazar: Hucr'un katili, kılıçla onun başını bedeninden ayırmaya gidince Hucr'a dedi ki: "Emirü'l-Müminin Muaviye bana, sapıkların başı, küfür ve bozgunculuk kaynağı ve Ebu Turab'ın dostlarından olan senin boynunu vurmamı; fakat küfründen dönüp arkadaşınıza (Ali'ye) küfreder de ondan uzak durursan affetmemi emretti."

Hucr ona şöyle cevap verdi: Kılıcın keskin ağzına sabretmek, bizden istediğiniz şeyden daha kolaydır. Allah'a kavuşup Resûlullah'ın ve vasisinin huzuruna çıkmak cehennem ateşine girmekten bi­zim için daha sevimlidir.[35] Ali b. Muhammed b. Cafer Alevî, kendile­rinin Same b. Luey b. Galib'in soyundan olduklarını söyleyenler hakkında şöyle bir şiir okumuştur:

   "Same bizdendir, fakat evlâtlarının durumu bize belli değildir. / Onlar öyle kişilerdir ki hurafe veya bir rüyadan başka bir şey olmayan soylarıyla övünürler. / Biz onlara Resûlullah'ın vasisinin buyru­ğunu söylüyoruz; çünkü onun buyruğu sağlam ve metindir: / Sana bir şeyi sorarlar da sen onun ne oldu­ğunu bilmezsen, "Allah bilir." de.[36] 

   Abbasî Halifesi Me'mun'un Şiirinde "Vasi"

   Abbasî halifesi Me'mun, Alevilere yaklaşma siyaseti doğrultusunda, İmam Rıza'yı (a.s) kendine veliaht etmek zorunda kaldı. Me'mun bu konuda bir şiirinde Resûlullah'ın vasisini şöyle anmıştır: "Aca­ba, Resûlullah'ın vasisi Ebu'l-Hasan'ı sevdiğim için kınanıyor muyum ben? / Bu, zamanın şaşırılacak şeylerinden biridir![37] Resûlullah'ın vasisinin evlâdına yaklaştığım için kin besleyerek bana kızan sapıklardandır.[38] 

   Tarih Boyunca Ali'nin (a.s) "Vasi" Diye Meşhur Oluşu

   Muberred, el-Kâmil adlı eserinde şair Kumeyt'in bir şiirinde şöyle dediğini nakleder: "Vasi, Tucubî'nin öldürerek ümmetin arzular sarayını yıktığı kimsedir." (Tucubî, Ali'nin (a.s) katili Abdurrah-man b. Mulcem et-Ted'ulî'dir. Ted'ul, Mısır'da Abdurrahman b. Mulcem'in Kûfe'ye gitmeden önce ikamet ettiği mahallenin ismidir. el-Kâmil, Muberred, Mektebetu'l-Maarif, Beyrut, 2/151)

   Sonra Muberred, o dönemin insanlarının Kumeyt'in (Kumeyt Ebu'l-Mustehil b. Zeyd el-Ese-dî, Küfe ahalisinden olup Arap lügati, edebiyatı, rivayet ve soy bilimlerini bilen ve sözü senet ola­rak geçen bir kişiydi. Onun Haşimiyat şiiri Almanca'ya tercüme edilmiştir. Kumeyt, hicrî 126 yı­lında vefat etmiştir. A'lam-i Zerkulî, c.6, s.92) şiirinde getirdiği "vasi" sözcüğünü bildiklerini ve çok kullandıklarını eklemektedir. Dolayısıyla, Hz. Ali (a.s) "Ebu Turab" diye meşhur olduğu gibi "Vasi" diye de meşhurdu. Öyle ki bu lakap onun özelliklerinden biri sayılıyordu. Muberred, Hz. Ali'nin (a.s) "Vasi" lakabıyla meşhur olduğuna tanık olarak, bu lakabı Hamza ve Abbas isimleriyle birlikte getiren v e onların hiçbirini özel bir şekilde tanıtmayan Ebu'l-Esved Duelî'nin şiirini getiriyor.

Ebu'l-Esved diyor ki: "Çok seviyorum Muhammed'i, Abbas'ı, Hamza'yı ve Vasi'yi."[39]

Yine Himyerî'nin şu şiiri: "Ben vasinin inandığı dinin izleyicisiyim. Ben bu inançla Nuhayle Savaşı'na katıldım.[40] 

Şafiîlerin imamı, Muhammed b. İdris Şafiî (öl. 204) şiirinde şöyle der: "O Vasi'yi sevmek Rafızîlikse, ben herkesten daha çok Rafizîyim."[41] 

İbn Dureyd de bu konuda şöyle der: "Ben Muhammed'in, onun vasisinin, iki evlâdının ve pak kızının taraftarıyım."[42] 

Ve Divan-i Mutenebbî'de, yazara, neden Emirü'l-Müminin Ali b. Ebu Talib'i (a.s) övmediğini sorduklarında şöyle cevap verdiği geçer: "Ben kasıtlı olarak Vasi'yi övmedim; çünkü onun kendisi kapsamlı bir nurdur. Kıvamı kendinden olan şeyin tanıtımı güneşin ışığını tanıtmak gibidir."[43]

Ve Şeyhu'l-İslâm Hamevinî Cüveynî (öl: 722) de şöyle der: "Haşim Oğulları'nın seçkini olan seçilmiş Ahmed'in kardeşi, efendilik, şeref, bereket ve yüceliğin ileri gelenidir Ali Ebu'l-Hasan; pey­gamberlerin önderi Muhammed'in vasisidir."[44] 

Yine der ki: "... Âlemlerin Rabbinin tertemiz peygamberi Muhammed'in (s.a.a) kardeşi, Peygamber'in vasisi, yardımcısı, şeref ve yüceliğin ileri geleni Haydar Ali'dir."[45]

* Burada kaynağı verilen kitaplar Sünni tarihçi ve araştırmacılara aittir.

Merhum Allame Murtaza Askeri 

ABNA.İR



[1] - (İsbatu'I-Vasiyet, Necef baskısı, s.5-70. Ebu'l-Hasan Ali b. Hüseyin Mes'udî, sahabe Abdullah b. Mes'ııd'un torunlarındandır. Mes'udî, öl.k. 346. Biyografisi Tabakatu'ş-Şafıiyye, 2/307. Ketbî, Fevatu'l-Vefeyat, 2/45; Yakut el-Hamevî, Mu'cemu'l-Udeba, 13/94 onun bu kitabına işaret etmiş ve onun Esmau'l-Eimme adlı bir kitabının oldu¬ğunu söylemişlerdir. İbn Hacer de Kitabu'l-Mizan, 4/224'te, Mes'udî'nin Tayinu'l-Halife adlı bir kitabı olduğunu yazar; fakat bu kitap ez-Zeria adlı eserde İsbatu'I-Vasiyet diye anılmıştır.)

[2] - Mecmau'z-Zevaid, Heysemî, c.9, s.113; Mu'cemu'l-Kebir, Heysemî, c.6, s.221'de Taberânî'den naklen. Sıbt İbn Cevzî, Tezkiretu Havassi'1-Ümme, "Hadisu'n-Necva" babı, Ahmed b. Hanbel'in el-Fezail adlı kitabından naklen er-Riyazu'n-Nazira, Muhibbuddin Taberî, c.2, s.234

[3] - Mecmau'z-Zevaid, Heysemî, 8/253; 9/165. Muntehabu Kenzu’l-Ummal, Müsned-i Ahmed b. Hanbel'in hamişi, 5/31; KenzüT-Ummal, KitabuT-Fezail, Fezailu Ali b.Ebu Talib, 12/204; Mev-suet-i EtrafiT-Hadis, Taberanî'nin Mu'cemu'l-Buldan, 4/205; Cem'u'l-Cevami, Suyutî, h: 4261

[4] - Kenzü'l-Ummal, 12/209, 2. baskı, Kitabu'l-Fezail, 2. bölüm, Fezailu Ali b. Ebu Tallb, h: 1192; Kenzü'l-Ummal'dan naklen Etrafu'l-Hadis, h: 32952; Mucenıu'l-Kebir, Taberânî, 6/271

[5] - Tarih-i İbn Asâkir, 3/5; er-Riyazu'n-Nazira, 2/234

[6] - Muhammed b. İbrahim Beyhakî'nin (hk. 320 yılından önce yaşıyordu) el-Mehasin ve'l-Mesavi', Muhammed Ebu'l-Fazl İbrahim incelemesi, Kahire baskısı, k. 1380, el, s.64-65

[7] - Vak'atu Sıffln, Nasr b. Müzahim, 1382 Mısır-Medenî baskısı, s.145; Tarih-i Hatib, c.12, s.305. Bu olaydan asırlar geçmektedir. O kilisenin temelleri üzerine Berasa mescidi yapılmıştır; şimdi bile o mescit vardır; yalnız hâlihazırda Irak'tan geçen Dicle ve Fırat nehirlerinin yönü değişmiştir; şimdi o mescidin yakınlarından sadece Dicle nehri geçmektedir.

[8] - Vak'atu Sıffin, Mısır-Medenî baskısı, s.147-148; Tarih-i İbn Kesir, c.7, s.254

[9] - Tarih-i Yakubî, c.2, s.178.

[10] - Şerhu Nehci'l-Belâğa, İbn Ebi'l-Hadid, 1/281

[11] - Vak'atu Sıffln, Nasr b. Müzahim, 1382 Kahire baskısı, s.118-119. Tarih-i Taberî, Avrupa baskısı, c.l, s.3248; Tarih-i İbn Esîr, Avrupa baskısı, c.3, s.108; Mıırucu'z-Zeheb, Mes'ııdî, 1385 Beyrut baskısı, c.3, s.ll; Şerhu NehciT-Belâğa, İbn Ebi'l-Hadid, c.l, s.284

[12] - el-Menakıb, Harezmî, s.125

[13] - Şerhu Nehci'I-Belâğa, İbn Ebi'l-Hadid, c.2, s.28

[14] - Tarih-i Yakubî, 2/192-193

[15] - Nehcü'l-Belâğa 82. hutbeden.

[16] - Şerhu Nehci'l-Belâğa, İbn Ebi'l-Hadid, birinci baskı, c.l, s.208

[17] - Müstedrek-i Hâkim, 3/172; Zehairu'1-Ukba, s.138; Mecmau'z-Zevaid, 9/146, Taberânî.

[18] - Tarih-i Yakubî, c.2, s.228

[19] - Murucu'z-Zeheb, Mes'udî, 2/430

[20] - Tarih-i Taberî, Avrupa baskısı, 2/329; Tarih-i İbn Esîr, Avrupa baskısı, 4/52. tbn Kesir, 8/179'da kaydetmiş, fakat "vasiyet" sıfatını atmış ve sade¬ce "Babam Ali" demekle yetindikten sonra gerisini kaydetmiştir.

[21] - Tarih-i Yakubî, 2/352; et-Tenbih ve'1-İşraf, Mes'udî, s. 293; Tarih-i İbn Esîr, 5.139.142.194, h.129-130 olayları.

[22] - Tarih-i Taberî, Avrupa baskısı, 3/209, Tarih-i İbn Esîr, Mısır, l.baskı, 5/199; Tarih-i İbn Kesir, 10/85.

[23] - Ahbar-ut-Tival, Ebu Hanife Dinverî (öl.h.282), Kahire 1960, l.basım, s.389; Murucu'z Zeheb, c.3, s.351

[24] - el-Muvaffakiyyat, Zübeyr b. Bekkar, Bağdat, s.574-575. Hassan'ın şiiri Tarih-i Yakubî, c.2, s.l28'de biraz farkla nakledilmiştir. Şerhu Nehci'l- Belâğa, İbn Ebi'l-Hadid, 1.baskı, c.2, s.15

[25] - el-Muvaffakiyyat, s.575; Şerhu Nehci'l-Belâğa, Mısır baskısı, 1. baskı, c.2, s.201.

[26] - Tarih-i Taberî, Avrupa baskısı, 1/ 3064-3065; Tarih-i İbn Esîr, Avrupa baskısı, 3/152, Tucibî Kabilesi'nden olan ve Ali (a.s)'ı şehit eden Abdurrahman b. Mulcem el-Muradî et-Ted'ulî'dir. Ensab-ı Sem'anî, "Tucibî" ve "Ted'ulî" sözcükleri ve İbn Makûla, el-İkmal, c.l, s.214, 256; İbn Esîr, Kitabu'l-Lübab Fî Tehzibi'l-Ensab.

[27] - Ensarın şair ve sözcüsüydü. İmam Ali (a.s) onu Bahreyn valiliğine atamıştı. Hayatı için bk. el-İstiab, c.l, s.298,1323 sayısında ve Usdu'1-Gabe, c.5, s.26; el-İsabe, c.3, s.532. Soyu için ise İbn Hazm'ın Cemhere'si, s.327-338 ve İbn Dureys'in İştikak'ı, s.461. Şiirleri için el-Muvaffakiyyat, Zubeyr b. Bekar, s.592-594. Şerhu Nehci'l-Belâğa, İbn Ebi'l-Hadid, Muhammed Ebulfazl incelemesi, c.6, s.31

[28] - Şerhu Nehci'l-Belâğa, İbn Ebi'l-Hadid, 1/47; Futuh-ı İbn A'sem, 2/277

[29] - Şerhu Nehci'l-Belâğa, İbn Ebi'l-Hadid, 1/47, 49; Futuh-ı İbn A'sem, 2/307

[30] - İbn A'sem'in Futuh'u, c.2, s.321

[31] - Nasr b. Müzahim, Sıf¬fın, s.15-18, Şerhu Nehci'l-Belâğa, İbn Ebi'l-Hadid, c.l, s.247; İbn A'sem, Futun, c.2, s.305

[32] - Sıffin, Nasr b. Müzahim, s.20

[33] - Sıffin, Nasr b. Müzahim, s.43

[34] - Sıffin, s.416; Şer¬hli Nehci'l-Belâğa, İbn Ebi'l-Hadid, 1. baskı, 1/284

[35] - Murucu'z-Zeheb, Mes'udî, 3/4

[36] - Murucu'z-Zeheb, Mes'udî, 2/408

[37] - Şerhu Nehci'l-Belâğa, İbn Ebi'l-Hadid, 2/22

[38] - el-Mehasinu ve'l-Mesavi', Beyhakî, 1/105

[39] - el-Kâmil, Muberred, 2/152; Ebu'l-Ferec, el-Agânî, Himyerî'nin biyografisi, Şasi, 7/10

[40] - el-Kâmil, Muberred, c.2, s.175, Himyerî, öl.h. 173 A'lam-i Zerkulî, c.l, s.320

[41] - Divan-i Şafiî, s.35,1403-Beyrut.

[42] - el-Kuna ve'1-Elkab, 1/274. İbn Dureyd diye meşhur olan Ebu Bekir Muham¬med b. Hasan el-Ezdî, h. 321 yılında vefat etmiştir. O, şair, nahivci ve lügatçiydi.

[43] - Divan-ı Ebu Tayyib el-Mutenebbî, Feridruh incelemesi, s.846,1861 Berlin baskısı.

[44] - Tahran Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'nden fotoğ¬rafı çekilmiş olan Feraidu's-Sımtayn kitabının ön sözünde, el yazması 2/b yaprakta, 1164, 1690 sayısında; ikinci beyitte "Ali" ismiyle "Vasi" sıfatını bir araya toplamıştır.

[45] - Feraidu's-Sımteyn 1. kısmında, 7/b yaprakta.) [Mealimu'l-Medreseteyn, c.l, s.306-339