Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- 2010 sonlarına doğru Tunus'ta insanlar ayaklandı.
Peşinden Mısır, Bahreyn, Yemen, Libya ve Suriye'de olaylar başladı.
Tunus'ta askerler halktan yana tavır alınca Bin Ali, Suudi Arabistan'a kaçtı.
Mısır Ordusu benzer tavır sergileyince kaçamayan Mübarek kafese konuldu.
Bahreyn'de Amerikan 5.Filosu ve Suudi tanklarının desteğini alan kral hazretleri ayaklanmayı bastırarak sarayında kaldı.
Libya'da NATO gelip ülkeyi işgal etti.
Yemen'de ise namaz kıldığı cami havaya uçurulunca Başkan Ali Abdullah Salih görevini bırakıp keyfine bakıyor.
Suriye'de Esad direnince on binlerce cihatçı dünyanın dört bir yanından bu ülkeye taşındı.
Batı olup bitenlere 'Arap Baharı' adını verdi.
Ben ise 'Kanlı Bahar' dedim.
Tunus'ta siyasi ve güvenlik kargaşası yaşanıyor. Libya'da iç savaş riski var. Mısır'da belirsizlik. Yemen'de herkes herkes ile savaşıyor. Suriye'de durum ortada. Bahreyn'i hatırlayan yok.
Peki Batı'nın 'bahar' dediği ama aslında 'yaratıcı kargaşa' teorisinin ürünü olan bu süreç nasıl ve neden başlamıştı?
Bin Ali 23, Mübarek 30, Kaddafi 42 ve Abdullah Salih 32 yıldır iktidardaydı.
Ortak paydaları, diktatörlük ve her türlü yolsuzluk.
Bu ülkede siyaset ve ekonomi, liderlerin ve onların yakın çevresinin mutlak kontrolünde.
Tek tek anlatmaya gerek yok.
Bin Ali'nin eşi ve akrabaları. Mübarek'in iki oğlu ve yakınları. Kaddafi'nin oğulları ve kızı. Abdullah Salih'in kardeşleri, oğulları ve onların yakın çevreleri.
Tunus, Mısır, Libya ve Yemen'in HER ŞEYİ onlardan sorulurdu.
Tam anlamı ile siyasal, ekonomik ve sosyal diktatörler.
İstedikleri her şeyi elde ediyorlardı. Kimseye hesap vermiyor ve herkesten hesap sorabiliyorlardı.
Ordu, polis, istihbarat, yargı ve devletin tüm kurum ve kuruluşları onların kontrolünde.
Demokrasi onların tanıdığı ölçüde vardı.
Medya en büyük silah.
İktidar süresi uzadıkça yandaş, dönek, yalaka ve günlük çıkarcıların sayısı artıyordu.
Tıpkı Şah zamanında İran ve Saddam zamanında Irak'ta olduğu gibi.
Hepsi de Hitler'in yolundaydı.
'Baharı' bastıran Bahreyn Kralı gibi.
'Baharı' bastırması için dünürüne tank gönderen Suudi Kral Abdullah gibi.
Hazretleri Körfez'in diğer kral, emir ve şeyhleri gibi demokrasinin 'D'sinden haberi yok ama Tunus, Libya ve Mısır 'bahar'ına milyarlarca dolar harcadılar.
Tıpkı Suriye'de yaptıkları gibi Esad'dan kurtulmak için her şeyi yaptılar, yapıyorlar.
Oysa Türk ve Batılı liderlerin itirafı ile halkın büyük bölümü Esad'ı seviyordu. Yine onlara göre 'bahar' öncesinde seçim yapmış olsaydı Esad en az %70 oy alırdı. Ama yapmadı çünkü yolsuzluğa bulaşmış kendi yakın akraba ve çevresi onu engelliyordu.
Ama tüm bu çelişkiler Kral Suudi Abdullah için önemli değil. Çünkü o bir taraftan kafayı Esad ve İran'a takmış diğer taraftan Esad, Maliki ve İran'a karşı kullandığı Müslüman Kardeşler, Kaide, IŞİD ve Nusra'yı terörist ilan etmekten geri kalmıyordu.
'Change' diyerek iktidara gelen Obama ise bu rezillikleri seyrederek zevk alıyor.
Arap, Türk, Acem, Kürt, Sünni, Şii, Dürzi, Ermeni, Süryani ya da bu coğrafyanın başka bir insanı olmak umurunda değil. Olsaydı Suudi Arabistan ve Körfez'in diğer ülkelerindeki sınırsız yolsuzluk ve ahlaksızlığa göz yumar mıydı?
Bu ve 'bahar'ın yaşandığı ülkelerdeki liderlerin tümü 'çok mazbut' Müslüman idiler. Onlara göre her şeyin dini bir yorum ve açıklaması vardı.
Hırsızlık ve diktatörlüğün de.
Hepsi oruç tutar, cuma namazını kılar, hacca gider ve zekat verirdi.
Ama hepsi hırsız.
Hepsi yalancı.
Hepsi gaddar.
Ama Saddam ve Şah dahil hepsi halklarının bir kesimi tarafından seviliyordu.
Hileli de olsa seçim bile yaparlardı.
Bu da bu coğrafyanın garip ve bir o kadar dramatik gerçeği.
Olay yalnızca günlük çıkar ve avantalarla açıklanamaz.
Bu işte aklınıza gelen her şey var.
Din, biat kültürü, kadercilik, cehalet, fırsatçılık, kölelik ruhu, ilkesizlik, iki yüzlülük, egoizm ve mazoşistlik.
Acıların insanı.
Tam bir arabesk.
Tüm yüce değer ve erdemlerin yok olması.
Yani sürü olmanın bilinci ya da bilinçsizliği.
Kimin çoban olması hiç önemli değil.
Önemli olan güdülmek.
Kıssadan hisse çıkaran da yok.
yurt