30 Mayıs 2014 - 05:36
Batı'da İslam korkusu, doğu'da Şii korkusu fitnesinin yayılması üzerine

Medeniyet beşiği olan İran binlerce yıldan beri, geniş toprakları, eğitimli ve kültürlü halkı, stratejik ve jeo politik özellikleri ve kalabalık büyük nüfusuyla Ortadoğu, Hazar, orta Asya, Kafkaslar ve Fars körfezi gibi çevresi bölgelerde etkin ve etkili konuma sahip olagelmiştir.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA-  İran'da İslam inkılabının zafere kavuşmasından sonra İran İslam cumhuriyetinin İslam ve Arap dünyasıyla komşu ülkelerindeki etkinliği ve itibarı daha bir arttı. Bunu bastırmak için Amerika ile Batılı müttefikleri İran halkına 8 yıllık yıkıcı ve kanlı savaşı dayattılar. Buna ilaveten diktatörlüğe ve sömürgeci emperyalist güçlere karşı mücadele eden ve diğer bölge ve komşu ülkelerine örnek teşkil eden İran halkına ve seçilmiş İslam cumhuriyeti nizamına karşı haksız ve insanlık dışı yaptırımlar uygulandı.

Son yıllarda ise batılı sömürgeci güçlerle bölgesel işbirlikçileri "İran Korkusu" ve "Şii korkusu" gibi bölge ve İslam ülkelerine fitne ateşini salıp körüklemektedirler. Çünkü İslam inkılabı bütün milletleri ve insanlığı İslam'a, İslami kültür ve medeniyete çağırmaktadır. Bu çağrı Müslüman milletlerin İslami dirilişi ve uyanışına sebep oldu ve olmaktadır.

 İslami diriliş ve uyanış elbette bazı engellerle de karşılaşmış bulunuyor. İslam inkılabının gözde ve büyük lideri İmam Humeyni İslami diriliş ve vahdetin engelleri arasında; tahrif olunmuş İslam anlayışını ve dini değerleri yozlaştırma ve saptırma, İslam ülkelerine egemen dikta ve İslam dışı yönetimler, Müslüman milletler arasında serpilen tefrika ve çatışma tohumları, mukaddesatçı görünümlülerin taşlaşmış ve donuk kafa yapıları ve sözde aydınları saymaktadır.

İslam inkılabı rehberi Ayetullah Hamenei de İslami uyanış hakkında şunları belirtiyor Günümüzde İslam ümmeti büyük olaylar ve krizlerle karşı karşıya gelmiştir. İslam ülkelerinde İslami uyanış dalgası yükselişe geçmiştir. Artık halk kitleleri kendi kaderini belirleme hakkını kazanmaya çalışıyor. İşte bu gelişme İslam tarihinin değerli ve önemli olaylarından biridir.

 Mısır, Tunus, Libya, Yemen ve Bahreyn ile diğer ülkelerde halk bizzat mücadele sahnesine çıkmış bulunuyor. Söz konusu ülkelerin halkları kendi kaderlerini belirlemek için görkemli çalışmalar yapıyorlar. Bu gelişmeler, uzun sürede İslam ümmetiyle bölge ülkelerinin kaderini belirleyecek niteliktedir. Müslüman milletlerin öz bilincine varması, İslam ülkelerinde kendi gücüne inanması, Kuran'ı kerime dönüş yapması, zengin İslam kültürünü canlandırması, İran İslam inkılâbı tecrübelerini kullanması, iktidar sahipleriyle sömürgeci güçlerin tahammül edemeyeceği gelişmelerdi. Bu bağlamda İslami uyanış ve kurtuluş yolu başındaki önemli engellerden birisi İslam ülkelerine egemen iktidarlar ve yöneticilerdir. Söz konusu yöneticiler duru ve gerçek İslam'ın hâkim olmasını, kendi özel çıkarlarına ve gayri meşru iktidarlarına ters bir gelişme olarak nitelendirmektedirler.
 Müslüman milletlerin bütün sorunları işte bu zalim ve çıkarcı iktidar sahiplerinden kaynaklanmaktadır. Amerika ve müttefiklerinin asıl amacı da İslami uyanışı bastırmak veya saptırmaktır. Çünkü Amerika'nın belirlediği strateji doğrultusunda küresel sermaye ve batılı müttefikler Ortadoğu başta olmak üzere enerji kaynakları üzerine sulta kurmalıdırlar. Amerika Ortadoğu'ya sulta kurmak için, tek kutuplu dünya düzenini egemen kılmaya çalıştı.

Bundan amacı, petrol ve doğal gaz kaynaklarını ele geçirmek, sultacı hegemonyasına finans kaynaklarını sağlamak, petrol üreticisi ülkelerin güç kazanmasını ve gelişmesini engellemek, Ortadoğu'daki İslam ve Arap ülkelerine karşı Siyonizm ve ırkçı İsrail rejimini egemen kılmak ve Siyonist rejimin güvenliği ve varlığını garanti etmek, İslami devlet anlayışını ve İslam ümmeti hâkimiyet hakkını önlemek, İslami diriliş hareketini denetim altına almak veya saptırmak, İslami direniş hareketinin mesajını bölgesel bazda sınırlamak ve İslam çağrısının diğer toplumlara ulaşmasını engellemektir. Sömürgeci ve emperyalist güçlerle işbirlikçilerinin başvurdukları komplolardan biri İslam korkusunu salıp yaymaktır. Bundan amaç, Müslüman olmayan toplumları İslam ve Müslümanlara karşı önyargılı davranmalarını sağlamak ve Müslümanlara karşı ırkçı ve ayırımcı politikaları kolayca yürütmektir.

İslam korkusu kavramı 1980lı yıllarında oluşturulup aşılanmaya başlandı. Bu sinsi karalama kampanyası sonucu, bazı toplumlarda İslam korkusu telkinleriyle İslam düşmanlığı, yani İslam kültür ve medeniyetiyle değerlerine karşı husumet ve önyargılar dayatılıp, geliştirildi. İslam korkusu kavramı 11 Eylül 2001 terör olayından sonra daha bir sui istimal edildi ve yaygınlaştırıldı. Aşılanan İslamofobi dalgasıyla Müslümanlara karşı duyulan irrasyonel nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve kin besleme zirveye ulaştı. İslamofobi-İslam korkusu, Kelime itibarıyla ilk kez 1991 yılında kullanılmış olup 11 Eylül saldırılarıyla gündeme getirildi. Bugün İslamfobi, hem İslam dinini tanımaktan ve öğrenmekten kaynaklanan bir korku, hem de bu korkuya dayanarak Müslümanlara karşı ayrımcılık ve düşmanlık yapılmasının meşru görülmesi anlamındadır. İslam korkusuyla batılı ülkelerde Müslümanlar siyasi, ekonomik ve toplumsal haklardan mahrum bırakılıp itilip kakılıyorlar.

2. haçlı savaşı kitabının yazarı John Feffer İslam korkusunun niçin batılı ülkelerde yaygınlaştırıldığını sorguluyor ve batıdaki bazı güç odaklarının İslam çehresini karalamaya çalıştıklarını, Arap baharını ise, İslam düşüncesine karşı olumlu bir gelişme olarak kullanmaya çalıştıklarını belirtiyor. John Feffer Batının İslam düşmanlığının aslında İslam ülkelerinin siyasi ve ekonomik güç kazanmasından kaynaklandığını vurguluyor. Ona göre, 2011 yılında hiçbir Amerikalı aşırı İslamcılar tarafından öldürülmediği halde, niçin İslam korkusuna vurgu yapılıyor. Amerika açısından Müslümanlar evrensel bir düşman olarak tanımlanıyor. İslam korkusu salgın hastalığıyla Müslüman milletler ise korku ve dehşetle iç içe olarak gösteriliyor.

Batılı sömürgeci devletler kendi zorba ve yağmacı sultalarını sürdürmek için, İslami uyanış ve diriliş hareketlerini bastırma doğrultusunda İslam korkusunu kullanıyorlar. Bu amaçla İslam'ın demokratik ilkelere düşman olduğunu ileri sürüyorlar. John Feffer, bu iddiayı reddedip diyor ki; Batılılar haçlı savaşlarından 1. dünya savaşanına kadar, İslam ve Müslümanları düşman olarak nitelendiriyorlardı. Bu düşünce tarzı çağımızda da yeniden canlandırıldı. Nitekim Amerika'da İslam dini düşmanlıklar açısından değerlendirildi ve jeo politik tehditler temelinde kültürel Izdırap kaynağına dönüştürüldü.

 2. haçlı savaşlarının yazarı John Feffer, Amerika ve Avrupa ülkelerinde İslam düşmanlığının etkisiz hale getirilmesi için; İbrahimi dinlere mensup âlim ve düşünürle bilginlerin diyaloğa başlaması, Amerika'nın İslam ülkelerinin işgal politikasına son vermesi, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğinin kabul edilmesi gerektiğini söylüyor. Bu yazarın önerileri sıradan ve basit, kullanın tarihi geçmiş olarak gözükebilir. Çünkü Irak işgali son buldu. Afganistan'dan Amerika ve NATO işgal güçleri geri çekilmeye başladılar. Amerika ve müttefiki işgalci güçlerin bu iki İslam ülkesinden geri çekilmesi, Amerika'nın Müslümanlarla çatışma düzeyinin azaldığını gösteriyor.

Fakat İslam korkusunu ortadan kaldırmanın yolu, Amerika'nın Arap baharıyla oluşan halk hareketlerine ve demokrasi taleplerine saygılı olmasıdır. Nitekim İran İslam cumhuriyeti dış işleri bakanı Muhammed Cevad Zarif'in belirttiği gibi, İslami uyanış dalgası ve bölge milletlerinin kendi kaderini belirleme hakkını ihya etmeye çalışması, İslam ülkeleriyle diğer ülkelerin ilişkilerini düzene sokabilir. Daha önceleri iki kutuplu dünya düzeni milletleri kıskaca almıştı. Fakat soğuk savaşın çöküşüyle birlikte Amerika yeni bir dünya düzeni kurma gibi bir kuruntuya kapıldı. Yaşanan tecrübelere göre, Amerika çok ağır bedeller ödeyerek, tek kutuplu yenidünya düzeni düşüncesinin bir kuruntu olduğunu anladı.

 İslami uyanış dalgası, İslam öğretileri temelinde milletlerin kaderini belirleme hakkını sağlayabilir ve Müslüman milletlerin İslami rahmet ve kardeşlikle dayanışma içinde hareket ederek, barış, güvenlik ve gelişmeyle yükselişe geçme şartlarını sağlayabilir. Batılı sömürgeci devletler İslam korkusuyla birlikte son yıllarda İran Korkusu duygularını kabartmaya çalışıyorlar. Bundan amaçları bölge ülkelerine ve özellikle fars Körfezi bölgesindeki Arap krallıkları ve emirliklerine yüz milyarlarca dolar silah ve askeri teçhizat satmak ve bu ülkeleri askeri üslere dönüştürmektir.

 İran korkusunu salma amacının biri de gerekli şartlar oluştuğunda İran'a saldırmak veya işgal teşebbüsünde bulunmak, tehditler savurarak İran'ın yüksek bilim ve teknoloji gelişimini, özellikle barışçı nükleer çalışmalarını durdurmak, bölgesel krizleri körüklemek, bölge ülkeleri arasında işbirliğini engellemektir. Amerika ve işbirlikçileri İran'ı kültürsüz, Şer ekseni, terörizm hamisi, komşu ülkelerin tehdit kaynağı, Barış karşıtı olarak karalayıp, dünya toplumunun nefretini İran üzerine yoğunlaştırmaya çalışıyor. Amerika ve Siyonist güç odakları ayrıca İran'ı Yahudi düşmanlığı ve katliamını yapmaya hazırlanmakla suçluyorlar.

Hâlbuki Amerika ve Siyonist güç odakları ve özellikle Irkçı İsrail rejimi, Filistin ve bölge ülkelerine karşı terör dayatıyor ve terörist ayrılıkçı, etnik kavmiyetçi ve tekfirci terör örgütlerini destekliyorlar. Soykırımcı İsrail rejimiyse, Filistin ve İslam ile Arap ülkelerini nükleer silahlarıyla tehdit edip, nükleer terör havasını estiriyor. Amerika'nın İslam inkılabının zaferinden beri İran İslam cumhuriyetine karşı askeri, ekonomik, siyasi baskı, saldırı ve insanlık dışı yaptırımlar dayattığına rağmen Amerikalı ve Avrupalı yöneticiler, İran kaynaklı İslami uyanış dalgalarının Amerika ve Avrupa'ya kadar yayıldığını itiraf etme zorunda kaldılar.

 İslami uyanış uluslararası ciddi bir gündem maddesine dönüşmüştür. Bu durum sadece Müslümanları değil, diğer dinlerinde siyasi ve toplumsal hayatta etkin rol üstlenmelerine sebep olmuştur. Nitekim günümüzde Batılı ülkelerde de uyanışa sebep olmuştur. Bunların biri de wall streeti işgal et hareketidir. İslam’ın Batılı toplumlarda yayılmaya başlaması ve İslam ülkelerinde ise İslami uyanışın yükselişe geçmesi ardından sömürgeci ve sultacı güçlerle işbirlikçilerinin medya gurupları Şii korkusunu salmaya ve aşılamaya çalıştılar. Emperyalist güçlerin saldırgan politikaları doğrultusunda işbirlikçi guruplar ve yönetimlerce Myanmar’daki Müslümanların katliamı, Irak ile Suriye ve Bahreyn, Yemen ile Mısır’da Şii Müslümanların katliamı ve Linç edilmesi, selefi Vahhabi tekfirci teröristlerin örgütlenip harekete geçirilmesi, Şii ve Alevi katliamı, Malezya ile Endonezya’da Şii Müslümanları karşıtı ittifakların kurulması, buna örnektir.

Sömürgeci güçlerin İslam mezhepleri arasında savaş ve çatışma çıkarmak için Şii korkusunu salıp, İslami şiarlar ve sloganlar atan hunhar teröristleri desteklemektedirler. Selefi vahhabi tekfirci teröristler, batılı ve Siyonist güç odaklarıyla bölgedeki dikta Arap rejimleri ve NATO müttefikleri tarafından silahlandırılmış bulunuyorlar. Bu vahşi terör örgütleri Irak, Afganistan, Yemen, Bahreyn ve diğer İslam ülkelerinde Şii ve Alevi masum insanları katliamdan geçiriyorlar.

Söz konusu selefi vahhabi teröristler Şii Müslümanlara karşı savaş açarak aslında Amerika ve batılı müttefiklerin bölgedeki petrol ve doğal Gaz kaynaklarını ele geçirmek, Filistin topraklarını işgal eden gayri meşru Siyonist İsrail rejiminin güvenliğini ve varlığını korumak doğrultusunda cinayetlerini ve yıkıcı eylemlerini sürdürüyorlar. Sömürgeci ve Siyonist güç odaklarının bu yıkıcı ve kanlı saldırılarını etkisiz hale getirmek, işbirlikçi tekfirci teröristleri ortadan kaldırmak için, Şii ve Sünni Müslümanlar birlik ve vahdetlerini pekiştirmeli, İslami iktidar ve hakimiyetin gerçekleştirilmesi şartlarını sağlamalıdırlar.

Nitekim Kuranı Kerim Ali- İmran suresinin 103 ayetinde Müslümanları Allah’ın ipine sarılmaya, tefrikaya düşmemeye ve dağılmamaya çağırıyor. Müslümanların İslam birliğiyle düşmanların bütün kin ve nefretle fitne ve komploları etkisiz hale getirilecektir.

Ekler