Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Günü birlik yaşayıp, gününü gün etmeye alışmışlara “yalnızca Allah’a ibadet etmeleri için yaratıldıklarını” (Zariyat 56) anlatabilmek ve kendisi üzerine “and içilen zamanın”(Asr 1) manasını kavramalarını sağlayabilmek o kadar zordur ki, dünyaya dalmış nefislerinin tutsağı olan ruhları, bütün çabalarımıza rağmen ıslah olmak için “devenin iğne deliğinden geçmesini”(Araf 40) beklemekte ve “kendilerine öğüt verildiği vakit öğüt almamakta”(Saff 13) ısrar etmektedirler. “Oyun ve eğlenceden ibaret olan dünya hayatının”(Enam 32) şaşaasına kapılıp “dinlerini bir oyuncak ve eğlence edinen dünya hayatının aldattığı kimseler”(Enam 70) “her nefsin ölümü tadacağı”(Al-i İmran 185) gerçeğini unutmuş ve bu “unutkanlıklarından dolayı çetin bir azapla”(Sad 26) müjdelenmişlerdir.
“Hesap gününün geleceğini ummayan”(Nebe 27) bu, “ahiretlerine karşılık dünya hayatını satın alanlar”(Bakara 86), içine düştükleri durumun vahametinden bi haber olarak sona yaklaşmakta ve kendi elleriyle kendi kuyularını kazmaktadırlar. Oysa Allah (c.c) “her ümmete Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının diye bir elçi göndermiş”(Nahl 36) ve böylece “doğrulukla sapıklığı birbirinden ayırmış”(Bakara 256), “onlara delillerini açıklamış, onlarsa yüz çevirmişlerdir”(Maide 75). Bu yüz çevirmenin nedeni yaratılış gayelerinden uzaklaşıp, var oluşlarının amacına aykırı olarak batılı sahiplenmeleri ve batıl ile hemdem olmaktan kaynaklanan esfele safilin yolculuğudur.
Her kavme peygamberler geldiği halde insanların o peygamberlerin öğretilerinden bu kadar çok ve çabuk uzaklaşmalarının nedeni ne olabilir diye irdelediğimizde, batılın safında yer alan zalimlerin ve süfyanilerin, insanları, hakkın tarihinden uzaklaştırmalarının ve köksüz bırakmalarının bu vehametin oluşmasında büyük rol oynadığını görmekteyiz. Geçmişleri ile irtibatları ya kesilen ya da tahrif edilen yeni nesiller, geçmişte kendilerine sunulmuş olan hakikatten habersiz kalmakta, kendilerinin idarelerini ele geçiren tağutların ve süfyanilerin yazdığı geçmişi sahiplenmek durumunda bırakılmaktadırlar. İnsanlığın tarihi olan dinin tarihine baktığımızda, peygamberlerin öğretilerinin onlar hayatta oldukları sürece işlevlerini koruduğunu, vefat ettikleri andan itibaren önce tahrifin başladığını, sonra tamamen tarihe gömme ve insa-yı mazi sürecinin devreye girdiğini gözlemlemekteyiz.
Geçmişiyle bağlarını kestikleri yeni nesle, kendi inançlarını empoze eden ve tahrif ettikleri din üzerinden saltanatlarını sürdüren süfyaniler, bunu sağladıkları anda yeni neslin hayatlarını da kontrol altına almayı başarmış ve kendilerine her yönden bağlı bir nesli yetiştirmiş olacaklardır. Tarih yazımını elinde tutan avcıların her daim avladıkları aslanlardan bahsedip hem onların değerlerini ayaklar atına almaları, hem de yeni yetişebilecek aslan yavrularını aslanlıktan koyunluğa tekamül(!) ettirmeleri kaçınılmazdır zira. Bu yüzden “on yılda on beş milyon genç” yaratma derdine düşen süfyaniler, bulundukları coğrafyalarda önce inancın tarihine saldırmış ve tarihini yeniden yazdıkları dini kendilerini meşrulaştıran bir din haline getirmeyi başarmışlardır.
Bu saldırılarda Allah’ın (c.c) hatırlanmasını emrettiği ve Kur’an’ın bir çok yerinde bahsederek gündemde tuttuğu günleri olan “eyyamullah” özellikle nasibini almış, ya gündemden düşürülüp üzeri örtülmüş ya da içeriği değiştirilip anlamını yitirmesi sağlanmıştır. Bu meyanda ramazan bayramı şeker bayramına, kurban bayramı mangal bayramına evrilmiş, zalimlerle mücadeleyi hatırlatan günler yok sayılmış, ama neşeli olup da kimseye dokunmadığı zannedilen günlerin kutlanılmasına müsaade edilmiştir.
Bugün bizim kanaatimize göre Eyyamullah’a yönelik bu saldırılar üç şekilde gerçekleşmektedir. Birincisi az önce de değindiğimiz gibi Allah’ın (c.c) anılmasını istediği günler -ki insanlık tarihinin ve insanın varoluşunun anlatıldığı ve ibretlerle dolu olan günlerdir- içerdikleri anlamları değiştirilerek yeni nesle sunulmakta ve yeni neslin o günleri gereği gibi yad etmeleri engellenmekte, yıkılması gereken zalimler o günlerde en ön saflarda kutlamalara katılıp yine o günlerin hatırına(!) saltanatlarını sürdürmektedirler. Bel’amlar tarafından ele geçirilen eyyamullahı anma merasimleri, gözyaşı yarışlarına dönüştürülerek suni bir arınma ortamı hazırlanmakta, İbrahim’e (a.s.) dua eden bel’amlar Nemrut’u da araya sıkıştırmayı unutmamaktadırlar. Okunan Kur’an’ların dahi ruhlara zerrece etki etmediği bu anma merasimleri, Kur’an’ın hükmüne savaş açıp kendi heva ve heveslerini halka kanun diye dayatan süfyanilerin ellerinde bulundurdukları medya aracılığı ile halka sunulmakta, onca fuhşun, faizin, cürmün ve pisliğin reklamının yapıldığı ekranlarda bir saat bile olsa Allah (c.c) kelamını duyan halkın, arınma hissine girmeleri sağlanmaktadır.
İkinci saldırı şekli yok sayma biçiminde gelişmiştir. Bu saldırıda eyyamullahın önemli günleri hiçbir şekilde gündeme alınmadan unutturulmaya veya gündeme alınsa bile hemencecik geçiştirilip etkisi kırılmaya çalışılmaktadır. Böylece hakikatten haberi olmayan halkın, yanlışlıkla(!) hakikatten haberinin olmasının önüne geçmek için çaba sarfedilmektedir. Batılı hak diye sunan çevrelerin, hakikati anlatmayı üstlendiği toplumlarda hakkın unsurlarına karşı bu tür saldırı sürekli gerçekleşmekte iyi veya kötü, halkın haktan haberdar olması engellenmektedir. Böylece tezgahlanan oyunlar daha rahat sahneye konulmaktadır.
Üçüncü olarak ise eyyamullah geçmişe hapsedilerek saldırıya uğramaktadır ki ilk saydığımız saldırı biçimine benzese de bu tür saldırı çok daha tehlikeli ve çok daha yıkıcı olmaktadır. Zira bu saldırıyı yapanlar eyyamullahı bugünden koparmakta, geçmişte işlevsel olan bir olgu haline getirmektedir. Bunlar kendilerine yönelik eleştirilerde, eyyamullahı en iyi kendilerinin yad ettiğini, bizlerin tabiri caizse onların eline su dahi dökemeyeceğimizi belirtmekte, habire geçmişe hakaretler, lanetler, sövgüler iletirken, bugünün zalimlerine dil uzatmayı adeta günah olarak düşünmekte, lanet ettikleri zalimlerin bugünkü torunlarının elini sıkmayı marifet kabul etmektedirler. Bunlara göre Kerbela hatırlanmalı, gözyaşı dökülmeli, Yezid’e lanet okunmalı ama o tarih orada kalmalı ve bugünle irtibatı koparılmalıdır. Bütün tefrika konularını bugün yaşanmış gibi canlı tutanların, eyyamullahın direniş ve diriliş ruhu veren günlerini geçmişin zindanına hapsetmeleri gerçekten de manidardır.
“Onların (geçmiş peygamberler ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler bulunduğunu”(Yusuf 111) bizlere bildiren Kur’an, bu kıssaları masal olarak anlatmadığını da ifade etmiştir. Her kıssa ve eyyamullahın her gününün taşıdığı yüce anlamların nefsi ve ruhu terbiye eden ve dirilten bir yönü bulunmakta, ibret alındığı takdirde her çağda bu günlerin üstlendiği misyon, zulmün kalelerinde gedikler açmaya yaramaktadır. Mesela Nemrut’un karşısında putkıran İbrahim’in (a.s.) gerçekleştirdiği şekilde gerçekleşecek olan hac, birliği beraberliği sağlamakla beraber, Allah (c.c) yolunda bütün dünyalıklarımızın boğazına bıçak dayayacak bir şuuru ruhlarımıza üflemekte, kendi çağımızın şeytanlarının taşlanması bilinci ile bizlere devrimci bir şahsiyet kazandırabilmektedir. Yine mesela Kadir gecesinin kudretine vakıf olabilen Müslüman, Kur’an’ın her çağda yeryüzüne sanki yeniden nüzul olduğu hissine kapılabilmekte ve Kur’an-i hakikatlerin hiçbir çağda geçerliliğini yitirmeyeceğini anlayabilmektedir.
Veya Kerbela’dan haberdar olan bir mümin, “nice az sayıda ki topluluğun çok sayıdaki topluluğa nasıl galip geldiğini”(Bakara 249), bu galibiyetin illaki dünyevi anlamda zafer olması gerekmediğini, Allah (c.c) yolunda kendisini feda eden 72 kahramanın akan kanlarının “din ağacını sulayarak”, ölmüş canları nasıl dirilttiğini ve ruhlara vakti zamanı geldiğinde neş vu nema bulacak zaferler ektiğini müşahede edecektir. Kendisinin Kerbela’daki son kurban olduğunu bilmesine rağmen İmam Hüseyin’in (a.s.) mübarek başı kesilmeden önce “yardımcılarına seslenmesi”, son anında bile İmam’ın (a.s.) yüklendiği misyonun gereğini yerine getirip, kendisinin ve yarenlerinin akan kanlarının bereketiyle dirilecek nesl-i atiye gönderdiği mesajdır aslında. Bu mesaj tüm yeryüzünde karşılığını bulup artık zalimlerin titremesine ve “lebbeyk ya Hüseyin” nidalarının yeryüzünün her coğrafyasında duyulmasına neden olmuş ve eyyamullah’ın en önemli günlerinden biri olan Aşura’nın tek başına bile nice devrimlerin menbaı olduğunu ispatlamıştır bizlere.
İşte böyle, şeref, izzet, şahsiyet kaynağı olan nice eyyamullaha sahip İslam’ın ve Müslümanların, bu günlerden soyutlandırılması veya bugünlerin izzetin değil zilletin kaynağı haline getirilmesi zalimler için çok önemlidir. Çünkü saltanatlarını uyuşturulmuş beyinlerin hükmettiği mecalsiz ruhların sessizliği üzerine inşa eden zalimler, karşılarında duracak izzet ve şeref sahibi hiçbir mümini ne açlıkla ne de ölümle korkutamayacaklarını bilmektedirler. Bu zalimler, hatırlamanın dirilmek olduğunun, unutmanın da ölüm olduğunun şuurunda oldukları için, bilinçlere yönelik saldırıda bulunmakta ve unutkanlık hastalığına düçar ettikleri müminlerin imanını öldürmektedirler.
Buna rağmen her çağda olduğu gibi bu çağda da “kalplerindeki takvadan dolayı Allah’ın şiarlarını yükseltmeye”(Hac 32) çalışan müminlerin sesleri duyulmakta, “hak için ömürden, haneden, sermayeden” geçenlerin sayıları artmaktadır. “Allah’ın cezalandırma günlerinin geleceğini ummayan kimselere aldanmayan ve Allah’ın her topluma kazanmakta olduklarının karşılığını vereceğini”(Casiye 14) bilen bu müminler, eyyamullahı tekrar eski anlamına döndüren ve bu günlerin nasıl bir devrimin kaynağı olabileceğini tüm dünyaya öğreten İmam’larının (r.a.) izinden giderken, kendilerini yukarıda belirttiğimiz gibi açlık ve ölümle korkutmak isteyen zalimlere “Ramazan aynının ve Kerbela’nın çocukları olduklarını” sarsılmaz imanları ile haykırmaktadırlar.
siyasetmektebi