6 Haziran 2014 - 08:57
Suriye’deki Seçimlerin Meşruiyeti veya Makbuliyeti

Bismillah ABD, AB ve bu müstekbir güçlerin müttefiği ülkeler Suriye’de Esad’ın devlet başkanlığı seçimlerinin gayrimeşru olduğunu belirttiler. Arapça’da büyüklenme, kendini üstün görme anlamındaki “istikbar” sözcüğünden türeyen “müstekbir” faili (kendini üstün görüp başkalarına tahakküm etmeği kendi hakkı gören) emperyalist güçleri tanımlayan belki de en geniş anlamlı Kur’anî kelimedir.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Kendilerini “uluslararası toplum” olarak tanımlayan, gerçekte ise İmam Hamaney’in ifadesiyle “çok uluslu şirketlerin uğursuz planlarının uygulayıcısı” olan bu ülke rejimleri başka uluslararası meselelerde olduğu gibi Suriye’ye karşı sürdürülen savaş ve bu ülkede düzenlenen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de aynı tutumlarını tekrarladılar.

Müstekbir güçler açısından meşruiyet veya yasallık kendi çıkarları doğrultusunda tanımladıkları kurallardır ve onların çıkarları değiştikçe bu kurallar da değişir. Ayrı bir ifadeyle onların dediği meşru, kabul etmedikleri ise gayrimeşrudur. Güce tapan, iktidarlarını korumak isteyen veya en azından statükoya karşı gelmeye cesaret edemeyen başka ülke rejimleri ise iktidarlarını korumak vb. kaygılarla müstekbirlerin koyduğu kurallara uymayı tercih ederler.

Yukarıdaki kısa açıklama ışığında müstekbirlerin ve onların dümen suyunda hareket eden rejimlerin başka uluslararası meselelerde olduğu gibi Suriye konusundaki tutumları da şaşırtıcı değildir. Çıkarları gereği Suudi krallığı gibi dünyanın en gerici rejimlerini bile meşru gören müstekbirler ve müttefiklerinden Suriye’deki seçimleri başka türlü yorumları beklenmez doğal olarak.

Peki, Suriye veya başka ülkelerde yapılan seçimleri veya genel olarak mevcut rejimlerin varlığını İslami bakış açısından nasıl değerlendirmeliyiz? İslam’ın meşruiyet ölçüsü nedir? Halkın desteği bir rejime meşruiyet kazandırır mı? Bu ve benzeri soruların cevapları için “velayet-i fakih” konulu araştırma yazılarına başvurulabilir.

Kısaca değinmek gerekirse İslami görüş açısından “meşruiyet” ve “makbuliyet” farklı kavramlardır. İslam’da meşruiyetin kaynağı ilahi, makbuliyetin kaynağı ise halktır. Buna göre; bir liderin “meşru” olması makbul olacağı anlamına gelmez. Ve yine makbul olan, halk tarafından kabul gören her bir lider veya hükümet “meşru”dur denilemez. İslam tarihinde her ikisine birden sahip olan lider ve hükümete en belirgin örnek İmam Ali’nin (a.s) dört buçuk yıllık hükümetidir. Meşruiyetini Peygamberimiz (s.a) aracılığıyla Allah’tan alan İmam Ali (a.s) 25 yıl kadar evinde oturmak zorunda bırakıldıktan sonra halkın ikbali ve ısrarı üzerine ümmetin idaresini üstlenmiştir. Meşru olduğu halde halkın desteğine sahip olmayan lidere örnek olarak ise öteki masum imamlar gösterilebilir. Halkın makbuliyeti olmaması onların meşruiyetine asla halel getirmez. Çünkü meşruiyeti veren halk değildir. Halk ortaya çıkar, meşru imama biat eder ve desteğini fiilen ortaya koyarsa İmam’ın ve kuracağı hükümetinin makbuliyetini onaylamış olur sadece.

Bu görüş açısından bakıldığında yeryüzünde mevcut hükümetlerin meşruiyeti sadece Allah’ın doğrudan belirlediği veya Allah’ın belirlediği İmam’ın doğrudan veya dolaylı olarak onayladığı hükümet hakkında geçerlidir. Bunlar dışındakilerin meşruiyeti değil makbuliyeti araştırılmalıdır. Yeryüzüne hükümet etmişlerin ve hala edenlerin bir kısmı kendi halklarının ikbal ve desteği ile değil silah zoru ve babadan oğula veraset yoluyla hükümet makamında bulunurlar. Bunların ne meşruiyeti vardır ne de makbuliyeti.

Batı ülkelerindeki hükümetlerin çoğu görünürde halkın seçimiyle işbaşına gelseler bile gerçekte askeri-ekonomik ve medya güç odaklarının desteği ile seçilir ve bu çevrelerin onayı ile hükümetlerini sürdürürler. Bunun en belirgin örneği ABD olup kurulduğu günden beri iki partide(Cumhuriyetçi ve Demokrat) toplanmış ve makbuliyeti olmayan güç odaklarının temsilcileri olan senatörler arasından birinin başkanlığa taşınması suretiyle iktidarlarını sürdürürler. Güç odaklarının onaylamadığı kişi ve partilerin iktidara aday olmalarına izin verilmez. Batı ülkelerindeki iktidarların hemen hepsi bu türden hükümetlerdir. ABD ve Avrupa’yı taklit eden Doğu ve Batıdaki kopya rejimlerin asıllarından daha iyi olması zaten mümkün değildir. Bütün bu gerçeklere rağmen diktatör ve askeri dikta rejimlere kıyasla bu ülke rejimlerinin göreceli makbuliyeti vardır denilebilir.

Suriye’de yapılan seçimlerin makbuliyeti Batı ve İslam ülkelerindeki benzerleriyle kıyaslandığında birçoğundan daha sağlıklı olduğu görülmektedir. Konu halk desteği ise buna çoğu ülkeden daha çok sahiptir. Katılımın %72 civarında gerçekleştiği seçimlerde oyların %83’ünü almış bulunuyor. Sorun seçim şekli ve yöntemi ise başka ülkelerdekinden pek bir farkı gözükmüyor. Devletin askeri-ekonomik ve medya gücünü kendi lehine kullanmaksa aynı yöntemler en demokratik diye bilinen ülkelerde de kullanılırken iç ve dış terörizmle savaş halinde olan bir ülkede kullanılması niçin normal karşılanmaz? Bu açılardan bakıldığında Beşar Esad’ın Barack Obama, Hollande, Camerun, Merkel ve Erdoğan’dan hiç bir farkı yoktur ve halkı arasındaki makbuliyeti bunlardan daha az değildir.

Ama kendini ve koyduğu kuralları herşeyin üzerinde gören, kendini meşruiyet kaynağı olarak tanıtan başını ABD’nin çektiği müstekbir Batı, onların İslam ülkelerindeki müttefikleri ve bunların dalkavukluğunu yapan satılık ve bazen gönüllü kalemlerden Suriye halkının iradesine saygı göstermeleri beklenemez elbet.

Not: İslami çevrelerde gündemde olan başka bir konu da Suriye’de devam eden iç savaş ve savaşın olumsuz sonuçlarının sorumluluğu hususu olup bu konuya da yine İslami meşruiyet kavramı açısından yaklaşmak gerektiğine inanıyor ve başka bir yazıda değerlendirmeyi düşünüyoruz.

Ziya Türkyilmaz / rasthaber

Ekler