Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Seyyid Hasan Nasrallah (9 Haziran 2000 de Beni Şiş bölgesindeki konuşmasından)
Yukarıdaki sözleri Seyyid Nasrallah, İsrail’i zelil bir şekilde Lübnan’dan kovdukları dönemde yaptığı konuşmasının bir bölümünde İmam Ali’nin (a.s.) “Savaş, bir çatışmadır. Bir gün biz düşmanı yeneriz, öteki gün düşman bize galip olur. Sonra Allah (c.c.) sadakatimizi görür de zaferi bize, yenilgiyi düşmana nasip eder.” hadisini açıklarken beyan etmiştir. Sadakatin ve ihlasın mücessem hali olan Seyyid Nasrallah, sadakatin ve ihlasın somut bir güç haline gelmiş hali olan Hizbullah’ın lideri olarak bu sözleri ifade edince, mana, gurbetten sılasına dönmüşçesine kelimelere konuyor ve yürekler bu kelimelerle kurulan cümlelere kucak açıyor.
Yıllar boyu ömürlerini ibadete veren ve bugün kurumuş bir yaprak gibi hazan mevsimine yakalanıp İslam ağacından kopan ve küfür diyarlarına savrulan nicelerinin aksine, basiretin ve şecaatin arzı olan Seyyidimizin vurguladığı gibi mesele, mücadelenin kendisiyle beslendiği kaynaklardır. Mesele alnı nasır tutana kadar secdelere kapılmak değil, o secdelerin sahibinin emanetlerine sadakat ve yolunda ilerlerken gösterilecek samimiyettir. İşte bu yüzden “kalbimizi halis kıldığımızda az bir amelin bize yeteceğini” belirten Resulullah(s.a.a.), niceliğin değil niteliğin önemini belirtmiş, kıblesi şaşmış kıyamsız namazların, kıymeti olmadığını bir kez daha açıklamıştır.
Bugün dillerinden tekbiri düşürmeden yolları arşınlayan, içlerindeki şeytanı salıverdikleri için simaları geceden kara olan, azıkları insan ciğeri, eğlenceleri insan derisi yüzmek olan ibadet(!) ehlinin, ümmete karşı giriştiği savaşı görünce Seyyid Nasrallah’ın sözlerinin değeri bir kez daha anlaşılmış oluyor. Vahşet dininin itaatkar müminleri olarak kendilerini, dinlerinin ilahları olan siyonist mahfillere feda eyleyenlerin tüm sadakat ve ihlaslarının kaynağı kendilerine vaad edilen dünyalık makamlar, mallar ve şöhretlerdir. Bunlar her ne kadar Allah’ın (c.c.) adını dillerinden düşürmeseler de, ilah olarak büyük şeytanı kastettikleri için ne sadakatlerinin ne de ihlaslarının değeri yoktur.
Sadakatlerinin ve ihlaslarının sonucu, ümmetin mazlumlaşması ve siyonizmin ümmetin göğsündeki hançerinin daha da ileriye gitmesi olduğundan, “ben dinimde ihlas ile ancak Allah’a ibadet ederim”(Zümer 14) diyenlerle herhangi bir bağları da yoktur. Abdın mabudunun rızasını kazanmak için yaptığı her türlü eylemi içinde barındıran “ibadet” kavramının bunlardaki karşılığı, büyük şeytanın ve siyonizmin rızasının sağlanmasıdır. Özellikle son 3-4 yıldır bilfiil sadece İslam dünyasının içinde müslümanlara karşı, menşei büyük şeytan, siyonizm ve süfyaniler olan silahlarını kuşananların, Allah’ın (c.c.) rızasını kazanma yönünde bir çabaları olduğunu belirtmek abesle iştigaldir. Bunlar kendi dilleri ile bile kimleri dost edindiklerini defaatle beyan ederken, saflığa ve sonu hüsrana varan hüsn-ü zanna gerek yoktur.
Ayrıca bu vahşilerin ne sadakatleri, ne ihlasları, ne secdeleri ne de tekbirleri kendilerine bir yarar sağlamamakta ve habire her cephede yenilgiyi tatmaktadırlar. Üstelik bu yenilgiler sadece maddi olmayıp, manevi dünyaları da çökmekte ve insanlığını kaybetmemiş herkes, bu vahşilerden beri olduğunu açıklamak zorunda hissetmektedir kendilerini. Oysa Allah (c.c.) “sadakat gösterenleri mükâfatlandıracağını”(Ahzap 24) belirtmişken ve bu vaadin gerçekleştiği bugün ayan beyan ortada iken, bunların hem madden hem de manen uğradıkları hüsran ne ile açıklanabilir? Allah’a (c.c.) sadık olanların, şeytanın dostlarıyla dost olmalarının izahı nedir? Peki bunca secde(!), bunca tekbir(!), bunca gürültü gerçek sadakati ve ihlası temsil etmiyorsa sadakat ve ihlas nedir? Kimler sadıktır bugün ve kimler muhlistir bu maskeler çağında?
Yazımızın bu noktasında hemen belirtelim ki bizler, ibadetlere karşı olduğumuzdan veya amelin değerini umursamadığımızdan dolayı yukarıdaki cümleleri yazmadık. Aksine ibadetin manasını kavradığımızdan dolayı hangi ibadetlerin samimiyet ve ihlas barıdırabileceğini beyan etmek istedik. İmam Ali’nin (a.s.) birçoğunu kılıçtan geçirdiği alnı nasır tutmuşların secdesi ile, Muaviye vb.lerinin mecburen kapanmak zorunda kaldıkları secdeler arasında bizim için bir fark yoktur. Biz az da olsa sürekli olanının makbul olduğunu bildiğimiz ibadetlerin, yalnız Allah’a (c.c.) halis kılınmasının önemine ve bu sadakat ve ihlasın, sonuçlarına dikkat çekmek istiyoruz. Bu tür ibadetlerin çokluğu, onu uygulayan kişiyi elbetteki Allah’a (c.c.) daha çok yakınlaştıracak ve Allah’ın (c.c.) zafer vaadinin gelişini hızlandıracaktır.
Bu anlamda bizler , ismiyle müsemma olup, Allah’ın (c.c.) yardımıyla ümmetin yardımına koşan, son konuşmasını yaparken oruçlu olduğu dudaklarındaki beyazlıktan belli olan Seyyid Nasrallah gibi, ya da bütün imkanlara ve kendilerini ona feda etmeye hazır yüz milyonların varlığına rağmen ayağındaki terlikle meydana çıkıp küfre ve zulme meydan okuyan, yaşayan canlı şehidimiz imamımız, rehberimiz, önderimiz İmam Hamaney gibi, veya ömürlerini hak cephesinin yolunda tüketip, ulaşabilecekleri tüm maddiyatları ellerinin tersiyle itip bu yoldan dönmeyen ilim ve hilim sahibi bu davanın sönmeyen kandilleri gibi olan değerli şahsiyetlerden öğrendik sadakatin ve ihlasın nelere kadir olduğunu.
Küfre iman edip bütün enerjilerini batıl için harcayan süfyanilerin, kendilerini ve yakınlarını tüm tehlikelerden korumak adına türlü çabalar sarfettikleri, çocuklarını büyük şeytanın okullarında okutup ümmetin başına musallat ettikleri, başkalarını fitne ve fesatlarla siyonizmin uğruna ölüme gönderdikleri, iktidarında bulundukları memleketlerin tüm varlığını yağmaladıkları ve buna rağmen halkı düşünüyormuş gibi rol kesmede “usta”laştıkları, tüm şerlerin “er”likleri(!) ile örtmeye çalışan, tabiri caizse “doğan” görünümlü şahinlerin İslam ile ve ümmet ile ilgili ulu orta ahkam kestikleri bir dünyada, bizler her secdelerinde miracı yaşayanlardan, yüzlerindeki nuru güneşin dahi kıskandığı, hak yolunda kendilerini, yakınlarını feda eden, bütün aileleri ile birlikte şehadete koşan, İsmail’lerini mücadele meydanında kurban veren İmam Humeyni’den (r.a.), İmam Hamaney’den, şehidlerimiz Beheşti’den (r.a.), Mutahhari’den (r.a.), Ragıp harp’ten (r.a.) Abbas Musavi ve ailesinden (r.a.) ve Seyyidimiz Nasrallah’tan ve onun İsmail’i Hadi’den (r.a.) vb.lerinden öğrendik sadakati ve ihlası.
Bu mektebin öğretmenleri “kâli” “hale” çevirenler oldu her daim. Anlattıklarına olan imanlarını hayatlarıyla ispat ettiler bize. Allah’a (c.c.) verdikleri sözlerinde durdukları için, Allah (c.c.) da onlara vaadini yerine getirdi ve sadakatleri ve ihlasları zaferlerinin anahtarı oldu. “İhlas ile yücelen amelleri”(İmam Ali a.s.) yüceltti makamlarını ve bu makamların sahipleri sırtlarını döndükçe dünyaya, kalpler onlara ram oldu. Ne az oluşları ne de dünyevi anlamda güçsüzlükleri yollarından çevirmedi bu yiğitleri. “Allah için amel ettiklerinden dolayı Allah kafi geldi”(Resulullah s.a.a) onlara ve Allah’a (c.c.) dayananın, O’nun (c.c.) karşısında acziyetini ifade edenin, dünyada hiçbir güce boyun eğmeyeceğini de göstermiş oldular bize. “Lebbeyk ya Hüseyin”in manasını anlayanlar, manayı öğrettiler maddeye meyledenlere. “Heyhat minezzilleh”i kuşanıp çıktıkları alanda, zaferi kucakladılar çoklukları ile övünen zalimlerin karşısında. Verdikleri her şehit, her bedel, sadakat imtihanında sıratı geçmelerine yaradı. Ve sur ellerine verildi zulmün sonunu haber vermeleri için. Bugün İran’da, Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta duyduğumuz bu ses, alnı secdelerden(!) nasır tutmuş küfür ordusunun ve onların işverenlerinin kıyametinin müjdecisidir artık.
Bırakın salyalı ağızları ile kussun nifakını münafıklar güruhu. Bırakın ellerindeki davullarla haktan uzaktakilerin kulağına hoş gelecek türküler çığırsınlar zafer ümitleri ile süslenen. “Kurtuluşun kendisi olan ihlası”(İmam Ali a.s.) kuşanan hakkın erleri, sadakat silahını kuşanarak yaklaşmaktalar zamanın sonuna. Seyyidimizin dediği gibi önemli olan sadakat ve ihlastır bu yolda. Ve sadakate şahit olan Allah (c.c.), akıbeti muttakilere zaten sunacaktır inşallah.
siyasetmektebi.com